GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: SURİYE'DEKİ DURUMUN OLUŞTURDUĞU TEHDİT VE RİSKLER ÇERÇEVESİNDE HUDUT, ŞÜMUL, MİKTAR VE ZAMANI HÜKÛMETÇE TAKDİR VE TAYİN OLUNACAK ŞEKİLDE, TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN YABANCI ÜLKELERE GÖNDERİLMESİ VE GEREKLİ DÜZENLEMELERİN HÜKÛMET TARAFINDAN BELİRLENECEK ESASLARA GÖRE YAPILMASI İÇİN, TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN 4/10/2012 TARİHLİ VE 1025 SAYILI KARARIYLA HÜKÛMETE VERİLEN İZİN SÜRESİNİN ANAYASA'NIN 92'NCİ MADDESİ UYARINCA 4/10/2013 TARİHİNDEN İTİBAREN BİR YIL SÜREYLE UZATILMASINA DAİR TEZKERESİ (3/1284)
Yasama Yılı:4
Birleşim:3
Tarih:03.10.2013

OKTAY VURAL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Çok değerli milletvekilleri, aslında bu tezkere iflas etmiş bir AKP dış politikasının sonucudur. Aslında gerçekten, millî akıl, menfaat ve eksenden uzak, tamamen edilgen bir perspektifle stratejik batağın içine girdiğimizi ortaya koymaktadır. Şüphesiz, AKP'nin uyguladığı politikaların neticesinde Türkiye'ye yönelik yakın coğrafyamızda meydana gelen risk ve tehditler oluşmuşsa Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu risk ve tehditler karşısında, Hükûmetin yanlış politikaları karşısında, yine Türkiye'nin birliğini ve bütünlüğünü, güvenliğini önceliğimize alarak Hükûmetin bu konuda nihai olarak kullanması gereken imkânları da kullanmasını elbette istiyoruz. Önemli olan Türkiye'dir, önemli olan milletimizin güvenliğidir. AKP politikalarının yanlışlığını ayrı bir noktaya koyarsak, bu yanlış politikalardan Türkiye'nin daha fazla zarar görmemesi için, elimde bu imkânı kullanmak istiyorum diyorsa, Milliyetçi Hareket Partisi olarak da hadi bakalım, bu imkânı da kullan da Türkiye'ye yönelik risk ve tehditleri ortadan kaldır iddiasında bulunuyoruz.

Bu geliştiğimiz bu coğrafyada meydana gelen olayları sadece Suriye ekseninde almamız mümkün değildir. Bu bakımdan tarihî perspektif içerisinde değerlendirmek ve hedefin Türkiye olduğu bir yapılanma içerisine gidildiğini idrak etmemiz gerekiyor. "Şark meselesi" adı altında Osmanlı İmparatorluğunun parçalanma sürecini başlatanlar, yine bugün de aynı planlarını, projelerini başka adlarla yerine getirmek istiyorlar. Bunun altında teolojik, ekonomik, politik gerekçeler yatabilir, ama bugün geldiğimiz bu noktayı tarihte arayıp, günümüze göre yorumlayıp, Türkiye'nin menfaatini nasıl gerçekleştireceğiz konusuna çözüm bulmamız gerekiyor.

Şüphesiz, bugün geldiğimiz noktada, 1916 yılında İngiltere ve Fransa'nın gizli anlaşmayla Osmanlı topraklarını paylaşmak ve bugün Suriye'nin içinde bulunduğu Orta Doğu'yu şekillendirmek amacıyla yaptıkları anlaşma ve bu coğrafyada büyük Ermenistan ve Kürdistan kurmayla ilgili girişimleri dikkate aldığımızda, 1918 yılında Wilson Prensiplerini de yine bu coğrafyada, bugünkü coğrafyamızda yeni özerklikler oluşturma talebini dikkate alıp, 1920 yılındaki Sevr Barış Anlaşması'yla yine coğrafyamızda Ermenistan ve Kürdistan kurulmasına yönelik emelleri dikkate aldığımızda, yüz yıl önce büyük güçlerin ortaya koyduğu bu strateji, bugün de İslam coğrafyası ve Türkiye olmak üzere hedeftedir. Bu projenin adı Büyük Ortadoğu Projesi'dir. Büyük Ortadoğu Projesi, Sayın Başbakanın Eş Başkanı olduğu proje, 22 İslam ülkesinin siyasi coğrafyasını değiştirme projesidir. Siyasi coğrafyayı değiştirecek bu projenin amacı ve hedefi, esas temelinde yatan iki gerekçe vardır: Enerji güvenliği ve İsrail'in güvenliğidir. İsrail'in güvenliğini ve enerji güvenliğini sağlayacak politik bir ortam meydana getirmek amacıyla bu coğrafyadaki milletler etnik kimlik ve mezheplere dayalı bir soğuk savaş stratejisine sokmak istenmektedir. Dolayısıyla, Suriye'de meydana gelen olayların nihayetinde Türkiye'yi de içine alan bir perspektifte bize yönelebileceğini çok dikkatlice değerlendirmek durumundayız. Biz, Millî Kurtuluş Savaşı'yla bu oyunu bozduk ve bu planları rafa kaldırdık ama bugün, yine aynı şekilde, kurduğumuz cumhuriyet ve bu coğrafyada yaşayan milletimizi yine yüz yıl önceki projeler çerçevesinde dönüştürmek isteyen bir zihniyetle karşı karşıya olduğumuz gayet açık ve nettir.

Şimdi, iki kutuplu dünya düzeni içerisinde, güçler dengesinden uzaklaşıp ülkelerin dengeleri üzerinde güç oluşturmak isteyenler etnik kimlikleri ve mezhepleri kaşıyorlar. Irak'ta yaşananlar da, Suriye'de yaşananlar da aslında bu Büyük Ortadoğu Projesi'nin uyguladığı politikadır. 1996 yılında İsrail için hazırlanmış, İsrail'in güvenliğini temin etmeye yönelik hazırlanmış "A Clean Break" denilen stratejik politika aynen bugün de AKP politikalarıyla derinleştirilmektedir. Bakın, o gün, o tarihlerde hazırlanan politikada aynen şunları söylemektedir: "Barış için barış. Eğer barış istiyorsan, senin için de barışı temin etmeye yönelik girişimlerde bulunuyorum." diyor. Yani, bu, şu demektir: İsrail kendisine yakın ülkelerin içerisindeki iç dengeler içerisinde iç huzuru etnik ve mezheplere göre yeni bir denge içerisine sokmak istemekte ve "İsrail'in güvenliğini ancak böyle bir yapı içerisinde değerlendirebilirim." demektedir. "Bugün geldiğimiz bu noktada, İsrail'in Türkiye ile beraber Suriye'yi zayıflatmak, frenlemek ve geriye götürmesini temin etmek gerekir." diyor. "Bir taraftan Türkiye, diğer taraftan İsrail ekseninde Suriye'nin kuşatılması, aynı zamanda Suriye rejimine yönelik olarak birtakım etnik ve mezhepleri kullanmak suretiyle sınırdan daha rahat geçiş yapmaları ve Suriye yönetimini zayıflatmaları İsrail'in güvenliği açısından çok önemlidir." diyor. Bugün geldiğimiz bu noktada aslında Türkiye'nin uyguladığı bu politika, doğrudan doğruya 1996 yılında İsrail'in stratejik amaçları için hazırlanmış yeni perspektif içerisinde atılan adımlardır, kimseyi kandırmayalım.

Bugün bu hususlarla ilgili, eğer Türkiye'nin sınırları Suriye'ye karşı harekete geçen insanların gelip geçtiği bir toprak hâline gelmişse, stratejik açıdan, askerî açıdan ve operasyonel açıdan bunlar Türkiye tarafından destekleniyorsa 1996 yılında İsrail'in güvenliği için hazırlanan politikada da aynen bunların yapılması öngörülmektedir. Dolayısıyla bugünkü politikanın geldiğimiz temel lehtarı İsrail'in güvenliğinin sağlanmasıdır. Nitekim, Shimon Peres ile Hillary Clinton'ın Preston Üniversitesinde yaptığı bir toplantıda, Suriye'nin Şii, Kürt ve Sünni şekilde bir federatif yapıya bölünmesinin bir çözüm olabileceği ifade edilmiştir. Bunların İsrail'in güvenliği için büyük önem kazandığı gayet açık ve nettir. Şimdi, biz huzurlarınızda, bugün geldiğimiz bu noktada İsrail'in güvenliğini temin edecek bir politika karşısında Türkiye'nin hangi politikayı takip ettiğini merakla bekliyoruz. Türkiye'nin menfaati nerededir? Türkiye nasıl bir yapılanma peşindedir? Türkiye'nin temel özellikleri nelerdir? Irak'ta, Irak'a müdahale sırasında kırmızı çizgilerimiz maalesef bugün yok oldu. Irak'ın enerji kaynakları Iraklılara aitti, bunu ortadan kaldırdık. Türkmenleri göz ardı ettik. Irak'ın siyasi birliği maalesef bugün Hükûmet tarafından tanınmaz hâle geldi. İşte bugün geldiğimiz bu noktada, maalesef, Suriye'de oluşan risk ve tehditlere karşı, Türkiye, yumuşak gücünü ve inisiyatifini kullanamadığını itiraf etmektedir. Türkiye, bu bakımdan, bu coğrafyada aslında yumuşak gücünü kullanarak kendi içinden dönüşümü temin edecek politikalar takip etmesi gerekirken, maalesef, dışarıdan müdahaleleri rasyonelleştirecek politikalarla bugünlere gelmiştir. Şüphesiz, geldiğimiz bu noktada, bundan önceki tezkerede Suriye'nin kuzeyinde PKK ve PYD oluşumunu bir risk olarak gören Hükûmet, bir yıl içerisinde PKK ve PYD oluşumunu Suriye'de meşrulaştırmıştır. Evet, Suriye'deki oluşumlar Türkiye'ye risk ve tehditleri artırmaktadır, kimyasal silahların kullanımı bir tehdittir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak AKP'nin uyguladığı bu yanlış politikalarla Türkiye'nin önemli risk ve tehditlerle karşı karşıya olduğunu düşünüyoruz ama böyle bir ortam içerisinde Türkiye'yi nasıl korumak gerekir? Bunu korumak için AKP, Hükûmet "Türkiye için Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının caydırıcılığını kullanmak istiyorum." diyor. Bu durumda, Türkiye'nin elinin kolunun bağlanmasını doğru bulamayız. Kimyasal silah tehdidi varken bu tehdidin ortadan kaldırılmasına yönelik bir caydırıcılık olacaksa, eğer insanlarımızı ölümden kurtaracaksak, eğer Türkiye, Suriye'deki bir iç savaşın tarafı hâline gelmeyecekse, orada bu, taraf hâline gelecek bir iç çatışmanın Türkiye'ye sıçramasını engelleyeceksek, engellememiz gerekiyorsa... Biliniz ki AKP'nin, AKP Hükûmetinin uyguladığı dış politika başarısız olmuştur, bitmiştir, sıfırlanmıştır. Şimdi, -Türkiye Büyük Millet Meclisine gelmektedir, demektedir ki- "Ben politikalarla yumuşak gücü kullanamadım. Ne olursunuz, bana Türk Silahlı Kuvvetlerinin caydırıcılığını verin, arkamda böyle bir destek olsun." diye Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne gelmiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak böyle bir politikada Türkiye'ye yönelik riskleri azaltabilecek, caydırabilecek şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının kullanılması konusunda sınırlı bir yetkiyi belli gerekçelerle Sayın Türkeş Bey ifade etti. Milliyetçi Hareket Partisi "Önce Türkiye!" diyor, önce Türkiye olarak bakıyoruz ama böyle bir dış politikayla...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OKTAY VURAL (Devamla) - ...Türkiye'yi korumanız, Türkiye'nin birliğini muhafaza etmeniz mümkün değildir.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Vural.

OKTAY VURAL (Devamla) - Bu dış politikayı değiştirmeniz gerektiği gayet açık ve nettir.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri...

OKTAY VURAL (Devamla) - Hepinize saygılarımı arz ediyorum. Allah'a emanet olun. (MHP sıralarından alkışlar)