| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 28 |
| Tarih: | 11.12.2013 |
BDP GRUBU ADINA ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ve Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün bütçeleri üzerinde söz almış bulunmaktayım.
Şimdi, basını konuşunca, esasında, bazı evreleri, dönemleri yan yana koyarak, resimleyerek konuşmakta fayda var. Yaşımız itibarıyla, tanıklık ettiğimiz evrelerden kareler oluşturarak bugünün basın-yayın dünyasının, içinde bulunduğu durumu izah etmeye çalışacağım. Bir 12 Eylül cunta dönemindeki basın-yayın politikaları, basın-yayın çalışmaları ile bugünü bir göz önünde bulundurun. O zaman ne yapardı? TRT televizyonunda protokol haberciliği olurdu. İlk haber her zaman cumhurbaşkanının haberi olurdu, sonra başbakanın haberi, devamında ana muhalefet partisi haberi, devamında, daha varsa başka küçük partiler ve daha, bundan sonra toplumsal haberlere girerdi; böyle bir sıralama vardı. Her akşam böyle izlerdiniz ana haber bültenlerini. Bir de bugünü göz önünde bulundurun. Açın, yüzlerce televizyon kanalı var. Birinci haber Başbakanın haberi, ikinci haber Başbakanın haberi, üçüncü haber Başbakanın haberi, dördüncü haber Başbakan yardımcılarının haberi, beşinci haber, sıra gelirse, iktidar partisi grup başkan vekillerinin açıklamaları ve en son, eğer sıra gelirse, muhalefet partileri sözcülerinin açıklamaları. Siyasi haberlerin, bugünün basın, medya kuruluşlarındaki sıralaması bu şekildedir.
Şimdi, bu iki tabloyu yan yana koyarsanız 12 Eylül cunta döneminin ilerisinde miyiz, gerisinde miyiz, takdiri size bırakıyorum. Herhâlde bu iki resmi, bu iki tabloyu yan yana koyup izah etmeye çalıştığınızda "Ya, esasında 12 Eylülden geriye gitmişiz." dersiniz. Gerçekte de öyledir. Basın-yayın politikalarında, özellikle, Hükûmetin basın-yayın grupları üzerinde oluşturduğu tahakküm, basın-yayın kuruluşlarını yayın yapamaz duruma getirmiştir.
Birçok sebebi vardır. Mesela en önemli sebeplerden bir tanesi, basındaki kartelleşmedir. Bu kartelleşmeye bir yerde "dur" demediğiniz sürece bu döngüyü değiştiremezsiniz. Kim iktidara gelirse kendi lehine böyle bir basın-yayın politikasını işletir.
İkinci önemli faktör, bugünün basın-yayın politikalarındaki toplumu öteleyici, dışlayıcı, ayrıştırıcı dil ve üsluptur. Dizilerden tutun da haberlerin üslubuna kadar, diline kadar son derece ayrıştırıcı bir dil ve üslup vardır; ırkçı diziler, toplumun değerleriyle alay eden diziler ve bunun üzerine inşa edilmiş habercilik üslubu ve dili.
Herkes konuşurken, basında çok sevilen, çok konuşulan, çokça da kullanılan bir kavram vardır: "Objektivizm" kavramı. Basındaki en büyük yalandır. Taa eski Yunanlılardan bugüne kadar basın-yayın çalışmalarında, iletişim çalışmalarında hiç değişmeyen 6 sorulu bir formül habere yedirilir ve bu 6 sorudan 4'üncü soruyu sormaya başladığınız andan itibaren, yani habere "Neden?" sorusunu sormaya başladığınız andan itibaren haberdeki objektivizm son bulur. Dolayısıyla haberde hiçbir zaman objektivizm olmaz. Birisi bunu iddia ederse de yanlış bir iddiada bulunmuş olur.
Biz artık basın-yayındaki iletişim dilindeki objektivizmi bir tarafa bırakalım, doğruluk penceresinden meseleye bakalım, yapılan basın-yayın faaliyeti ne kadar doğrudur, bu pencereden bakalım. İktidarın sürekli övüldüğü, iktidara sürekli -hadi, yalakalık demeyeyim de- kendini yakın gösteren bir pozisyonda haberciliğin üretildiği bir ortamda doğru habercilikten söz etmek mümkün mü? Mümkün değil.
Bakın, ta başından sonuna kadar, bütçeyi tartıştığınız zaman sürekli olarak burada da haberler üretilir ve sürekli, bakanların oluşturduğu toz pembe tablo içerisinde topluma aktarımlar söz konusu olur. Bütçe aşamasında da bu yapılır, komisyon aşamasında da bu yapılır, daha sonra Genel Kurul aşamasına da geldiğinde bu şekilde lanse edilir ve gerçek, toplumdan gizlenir. Niye gizlenir? Cevabı çok açık, son iki yıl içerisinde basın-yayın camiasında, gazetelerde, televizyonlarda işsiz bırakılan insanların sayısına baktığınız zaman bunun nedenini görürsünüz. Her gün birileri şu ya da bu şekilde Hükûmet politikalarını ucundan dahi eleştirmeye kalkıştığı zaman, "Yok, bu, böyle değildir." demeye başladığı zaman kendini ertesi gün kapının önünde buluyor.
Şimdi, bu tabloyu 12 Eylülle kıyasladığınız zaman, 12 Eylülde herkes peşin biat içerisindeydi, generalleri övüyordu, kim kimdir belliydi, netti; bugün o bile yok. Dolayısıyla giderek kötüleşen bir basın-yayın atmosferinden söz ediyoruz. Bunun üzerinde konuşmalı ve durumun burada vahim olduğunu ifade etmek gerekir.
Bir önemli gerçeklik daha: Mesela, basına dördüncü kuvvet yakıştırması yapıldı. Hiç kimse bu dördüncü kuvvet yakıştırmasını değerlendirme konusu yapmayı düşünmedi. Niye dördüncü kuvvet denildi basına ya da dördüncü kuvvet demek ne anlama geliyor, bunun üzerine kafa yorulmuyor. Oysaki dördüncü kuvvet demek, peşinen basın-yayına ve basın-yayınla uğraşan kişiye üniforma giydirmektir. Yasama, yürütme ve yargıdan sonra bir kuvvet olarak addedilmesi, kuvvet kavramından hareketle de ifade edilmeye çalışılırsa, konu üzerinde konuşulmaya başlanırsa basını üniformalaştırmış olursunuz, bir üniforma giydirmiş olursunuz. Oysaki basın, tarihin hiçbir evresinde, hiçbir demokratik ülkede, hiçbir demokratik toplumda basın hiçbir zaman dördüncü kuvvet olamaz; bu mümkün değildir. Basın, yöneten ile yönetilen ilişkisi arasında gözlemleyen üçüncü bir gözdür ve sivil bir alandır. Siz buraya kuvvet nitelemesi yaptığınız zaman üniforma giydirmiş olursunuz, postal giydirmiş olursunuz, işte o zaman daha kolay kontrol etmiş olursunuz. Bu kuvvet nitelemesi basına bu nedenle yakıştırıldı ve herkesin hoşuna gitti. Oysaki basına, medyaya yapılabilecek en büyük hakarettir bu. Ne demek? Kuvvet nitelemesi yapacağız ve bu kuvveti iktidar olanlar her zaman kendi lehlerine kullanacaklar. Buradan da çıkarmak gerekir basın-yayını.
Şimdi, örnekleriyle ifade edeceğim. Diğer konuşmacılar da değindi. Örneğin, TRT'nin durumu. Geçenlerde komisyonda Sayın Başbakan Yardımcısına "Bu TRT'nin BDP Grubuna garezi nedir?" diye sordum. Saydı, kayıtlardan çıkardı, bir yıl içerisinde BDP sözcülerinin TRT'de kendilerine ayrılan dakika dilimi dakika dakika bizimle paylaşıldı; yanılmıyorsam, kırk üç dakikalık bir zaman dilimi bir yılda.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Çokmuş ya bir yılda!
ADİL ZOZANİ (Devamla) - TRT'nin bizim grubun sözcülerine, BDP'nin eş başkanından grup başkan vekiline, milletvekillerine bir yılda ayırdığı süre bu, bu kadar çıkmışız TRT'de. Onun dışında, eğer Meclis TV'yi TRT'nin bir televizyonu olarak saymazsanız, burada yapılan basın açıklamaları ve kapalı devre Meclis TV yayınlarını bu tablonun içerisinde değerlendirmezseniz karşılaştığımız tablo bu. Soruyorum -Sayın Başbakan Yardımcısı biraz sonra konuşacak burada- sadece kendisinin Sayın Bülent Arınç olarak bir yıl içerisinde TRT'de kaç saat program yaptığını öğrenmek istiyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Bekir'i de söyle, Bekir'i, Bekir'i. Bekir'i veriyor her gün ya.
MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) - Saygı birazcık, yani "Bekir Bey" de bari.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Sen bakan olsan sana söylerim de buna söylemem.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Bakın, AK PARTİ Grubundan söz etmiyorum, Sayın Başbakandan söz etmiyorum, sadece kendisininkini merak ediyorum.
EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Bunu Plan Bütçede zaten söylemedin mi?
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Şimdi, bu hükûmetler döneminde basın-yayın karnesi giderek kötüleşiyor, en son 148'inci sıraya düşmüşüz. Artık ayıplı ülke durumuna geldik. Cezaevindeki gazetecilerden tutun basın-yayın faaliyeti sürdüren gazeteci arkadaşlar üzerindeki baskılara kadar, haddi hesabı sayılamayacak kadar çok hak ihlali vardır. Hepsi bu Hükûmetin dönemine rast geldi ve bu tesadüf değildir.
Değerli milletvekilleri, şimdi, uluslararası basın kuruluşlarının raporlarına vesaire, bunların hiçbirine girmeyeceğim, var zaten, vaktimi onunla harcamayacağım. Zaten içler acısı bir durum var. Şu saat itibarıyla bizleri izleyen halkımızın da içini daha fazla bu konuda karartmak istemiyorum ama tablonun çok vahim olduğunu ifade etmek isterim.
Şimdi, önemsediğim bir konu daha var, müsaadenizle konuşmamın bu bölümünde de ona değineceğim. İfade edeceğiz, bu bütçe görüşmelerinin tamamında ifade edeceğiz, her konuşmamızda değineceğiz çünkü bu Meclis, bu bütçe döneminde büyük bir ayıba imza attı, bir partinin muhalefet şerhini sansürleyerek Türkiye'de bir ilki gerçekleştirdi. Bu ayıp size yeter ama gerçekleri ifade etmeye devam edeceğiz ve ben derim ki söz insanın ağzından bir kere çıkar. O söz insanın ağzından çıktığı zaman gereğini yapacak.
Şimdi ifade ediyorum, Sayın Halaçoğlu dedi ki: "Dolayısıyla -tutanaklardan okuyorum- bütün tarihin her evresinde... Bana bir kitap getirin, bir harita getirin, arkadaş, ben size Hakkâri bölgesinin ayrıca 'Türkomanya' olarak adlandırılan 10 tane harita getireyim, Diyarbakır'ı, ayrıca vilayet olarak 'Diyarbakır' ismiyle getireyim." Ama "Kürdistan ismiyle bana bir harita getirin, bir kitap getirin, ben kabul edeceğim." diyor. Söz insanın ağzından bir kere çıkar.
Şimdi ifade ediyorum: 1893, II. Abdülhamit döneminde basılmış bir haritayı sizinle paylaşıyorum. Harita bu, Osmanlı mührü var altında. Nerede çıktı? Irak işgali döneminde Irak arşivlerinde çıktı. Sultan Abdülhamit döneminde, 1893'te basılmış bir harita.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Bu kart kurtistandır!
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Bu haritada, Osmanlıca ifade edilmiş Kürdistan haritası var bunun içinde. Merak eden herkese çoğaltıp göndereyim. Merak eden herkese çoğaltıp göndereceğim. Burada var. Bir taneyle yetinmedim, bir tane istedi, bir tane daha getirdim. 1683 tarihli ikinci bir harita, gösteriyorum.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Yeni mi o? Kim çizmiş?
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Bunu kabul etmezseniz, bunu Osmanlılar çizmiş.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Onu da biliyorum, onu da biliyorum. Onun ben size daha güzelini göstereceğim.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - O zaman, biliyorsunuz, niye inkâr ediyorsunuz? Biliyorsunuz, niye inkâr ediyorsunuz?
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Tabii ki... Kaç? Tarihini söyle. 1800 kaç? 1800 kaç?
PERVİN BULDAN (Iğdır) - Söylüyor işte sabahtan beri!
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Çıkacaksınız, burada söyleyeceksiniz. Ya "Ben o sözü söylemedim." diyeceksiniz ya da gereğini yapacaksınız.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Yok, söylemedim demiyorum, söyledim.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Alın size üçüncü harita. Devam ediyorum.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Tarihlerini merak ediyor, bir daha söyle, bir daha söyle.
PERVİN BULDAN (Iğdır) - Tarihlerini bir daha tekrar et Vekilim.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Biliyorum, biliyorum, tarihini de biliyorum.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Bir tane size göndereceğim, çerçeveleyip bu haritayı size göndereceğim.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Ben de size göndereceğim. Biraz sonra göstereceğim.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Bir saniye...
Sayın Halaçoğlu, siz Meclis Kütüphanesini bilir misiniz?
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Neyi?
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Meclis Kütüphanesini biliyor musunuz?
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Bilmez miyim.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Bilirsiniz.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Tabii ki.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Aha, buradan çıkarsınız, önce bir sol, sonra bir sağ, sonra tekrar bir sol, Meclis Kütüphanesinin kapısına. Oradaki görevliye deyin ki: Şemseddin Samî'nin Kamus'ül-Â'lem kitabını istiyorum.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Âlem değil, Â'lâm.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Tamam mı? Â'lâm kitabını istiyorum. Bak, ne güzel, biliyorsunuz!
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Tabii ki, bilmez olur muyum, herhâlde bana öğretecek değilsiniz!
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Bakacaksınız. O kitabın, bak, size kapağını gösteriyorum.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Kapağına gerek yok, ben hepsini biliyorum, bende de var aynı kitap.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Hayır, Şemseddin Samî kimdir biliyor musunuz? Bilmeyenler açısından söyleyeyim, Ali Sami Yen'in babası.
LÜTFÜ TÜRKKAN (Kocaeli) - Arnavut'tur, Arnavut.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Kimdir?
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Arnavut'tur, Ali Sami Yen'in babasıdır, ilk Türkçe sözlüğü yazan, 1901'de ilk Türkçe sözlüğü yazan kişidir, bunu biliyorsunuz, romancıdır da aynı zamanda.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - İlk Türkçe sözlük Kaşgarlı Mahmut, Divanû Lügat-it-Türk'tür.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Ne diyor orada? Bakın, ben size kapak olsun diye aynen buradaki kitaptan okuyorum. Bak, buradaki kitaptan okuyorum, Türkçesini. Zaman yettiği sürece okuyacağım.
"Kurdistan: Asya-i Garbî'de kısm-ı azâmı Memalik-î Osmanîye'de ve bir kısmı İran'a tabi büyük bir memleket olup, ekseriyet üzere ahalisi bulunan Kürt kavminin ismi ile tesmiye olunmuştur."
Bir sonraki bölüme geçiyorum, zamanımı fazla harcamayayım bu konuyla, siz okumuşsunuz ama inkâr ediyorsunuz.
"Kürdistan; Urmiye ve Van Göllerinin sevahilinden, Kerhe ve Diyale Nehirlerinin menabiîne ve Dicle'nin mecrasına dek mümted olup garb-ı şemaliîye doğru hududu..."
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - "Şimalîye doğru..." Evet.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - "Şimalîye doğru..." Bak, ne güzel okuyorsunuz ya.
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Ezbere bilirim.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Vallahi, işte, takdir ediyorum sizi, vallahi Sayın Halaçoğlu! Yıllarca Türk Tarih Kurumunun Başkanlığını yapmış, bu belgeleri biliyorsunuz, bu kadar da ret ve inkârın arkasına sığınıyorsunuz, sizi takdir ediyorum vallahi!
Bu tarih, Osmanlı tarihleridir, başka yerden getirmedim; İngiliz belgeleri değil, Osmanlı tarihi. Devamını okuyacağım çünkü merak ediyorsunuz, "Kürdistan neresidir?" diyorsunuz.
Bu arada söyleyeyim...
YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Söylediğiniz yerler Anadolu'yla alakalı değil
İDRİS BALUKEN (Bingöl) - "Van Gölü" diyor.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Hakkâri "Türkomanya" diyorsunuz ya, bakınız, Hakkâri'ye tarihte ilk Türk ne zaman gitmiş biliyor musunuz, onu da size ifade edeyim. 1921'de. O da gitmemiş, milletvekili olarak atanmış. Kimdir o şahıs da, ben size ismini şimdi söyleyeyim, Mazhar Müfit Bey. Denizlilidir, Bitlis Valisiyken Hakkâri'ye milletvekili olarak atandı. Ve sonra siz diyorsunuz ki: "Lozan Antlaşması imzalanırken Hakkâri Milletvekili de kabul etti." Doğru, adam Denizlili ve Türk, reddedecek hâli yok ya. Hakkâri'yi hayatında görmemiş ve Hakkâri'yle adı anılan ilk Türk olmuştur. Daha ne söyleyeyim size. Devam edeyim.
Şimdi, "...şimale doğru Aras Havzası'nı Fırat ve Dicle Havzası'ndan ayıran taksim-i miyah hattına kadar vasıl olur." diyor. Yani Torosların doğu yakasına, Gavur Dağı'na kadar olan bölgeden söz ediyor. "Bu itibarla Memalik-i Osmanîye'de Musul Vilâyeti'nin kısm-ı azamı, yani Dicle'nin solunda bulunan yerleri ve Van ve Bitlis vilâyetleriyle Diyarbekir ve Ma'muratul-Aziz Vilâyetlerinin birer parçası ve Dersim Sancağı Kürdistan'dan ma'dud olduğu gibi, İran'da dahi Kürdistan namıyla ma'ruf olan eyaletle Azerbeycan Eyaleti'nin nısfı, yani cenub-i garbî kısmı Kürdistan'dır." diyor. Bence bu belgelerden sonra buraya çıkıp...
İDRİS BALUKEN (Bingöl) - "Kart kurt" olayı...
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Bak, Anadolu geleneğidir, söz insanın ağzından bir kere çıkar, o sözün gereğini yerine getirin. Size yakışanı budur. Gelirsiniz burada, "Evet, ben inkâr ettim, ben yanlış yaptım, özür diliyorum, vardır." demeniz gerekir.
Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)