| Konu: | HAKKÂRİ MİLLETVEKİLİ ADİL ZOZANİ'NİN 506 SIRA SAYILI BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 507 SIRA SAYILI KESİN HESAP KANUNU TASARISI'NIN İKİNCİ TUR GÖRÜŞMELERİNDE BDP GRUBU ADINA YAPTIĞI KONUŞMASI SIRASINDA ŞAHSINA SATAŞMASI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 28 |
| Tarih: | 11.12.2013 |
BDP GRUBU ADINA MÜLKİYE BİRTANE (Kars) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ve bağlı Atatürk Araştırma Merkezinin, Atatürk Kültür Merkezinin 2014 yılı bütçeleri hakkında Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına görüşlerimizi paylaşmak üzere söz aldım. Hepinizi ve ekranları başında bizleri izleyen tüm halkımızı saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, söz konusu kurumların tekçi zihniyetin ürünü olduğunu, kuruluş felsefesine uygun olarak işlevlerini sürdürdüğünü ancak bu ilkelerin evrensel bilim kurallarına ve Türkiye'nin toplumsal, tarihsel gerçekliğine uygun olmadığını defalarca dile getirdik. Türk ve Türklük empoze edilerek Türkiye'de yaşayan halkların dillerini ve tarihlerini görmezden gelen bu kurumların, inkâr ve asimilasyon politikalarının resmî kurumları olduğu açıktır. Adı geçen kurumlar hakkında zaman zaman görüş bildirerek tarihî misyonlarını bundan sonra yerine getiremeyeceklerini, 21'inci yüzyılın evrensel değerleri ile taban tabana karşıt duruma düştüklerini vurguladık. Bu kurumların kendilerini revize etmeleri, kaynaklarını gözden geçirerek yenilemeleri gerekiyor. Tarih kitaplarında yer alan tarihî çarpıtmalar ile sözcükler başta olmak üzere, diğer kaynaklar da ayrımcı ve cinsiyetçi öğelerden arındırılmalıdır.
Türk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu hakkında kanun teklifi vererek hem kurumun isminin hem de çalışma kapsamının değişmesini önerdik ancak bu konuda herhangi bir adım atılmadı. Bu itibarla, bu önerimizi yeniden paylaşmak isteriz. Kurumun adının "Anadolu ve Mezopotamya dil ve tarih kurumu" ya da daha kapsayıcı olması açısından "diller ve tarih kurumu" olması Türkiye gerçekliğine uygun olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de etnik kökenleri farklı onlarca halk bulunuyor. Bu halkların en kalabalığını ise Kürtler oluşturuyor. Bunun doğal bir sonucu olarak da her halkın bir tarihi ve ana dili bulunuyor. Ancak, Türkiye'deki mevcut yasalara ve uygulamalara bakıldığında, sanki bu ülkede yalnızca Türkler yaşıyor gibi bir uygulama mevcut.
Kürtlerin ana dili olan Kürtçe başta olmak üzere, Türkiye'de yaşayan halklara ait diller hakkında ne bilimsel bir araştırma ne de yaşatılmasına dönük bir çalışma yürütülmektedir. Uluslararası insan hakları savunucuları, Türkiye nüfusunun yüzde 20 ile 25'inin Türkçe dışındaki ana dilleri konuştuğunu ve bu dillerin yazılı hâle getirilmezse yok olacağını öngörmektedirler.
Şu an, Türkiye'de mevcut tek kurum Türk Dil Kurumu olup bu kurumun yalnızca Türk dili hakkında araştırmalar yaptığını biliyoruz. Yine, başka bir kurum olan Türk Tarih Kurumu da aynı felsefeyle kurulmuş ve benzer işlevler görmektedir. Sitesinin açılış sayfasında, Atatürk'e ait olduğu söylenen şu sözler yer almaktadır: "Tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır."
Türk Tarih Kurumunun tarih kitaplarına ve diğer yayınlarına bakıldığında, tarihi yapana sadık kalınmadığı açıkça görülmektedir. Tarihi yapanlara sadık kalınsaydı, çocuklarımız Kürt ve Kürdistan gerçekliğini ders kitaplarında öğrenerek büyürdü ve bugün, biz, bu kavramlar üzerine bu kadar tartışmazdık.
Değerli milletvekilleri, tarihi gerçek ve tarafsız bir biçimde aktarmak yerine, bu toprakların en kadim halkı olan Kürtlere resmî Türk tarih kitaplarında yer verilmemiştir. Bu topraklardaki tarihi Türklerden önce başlayan Kürtlere ait resmî bilgiler tarihsel gerçeklikle örtüşmüyor.
Bu kurumların misyonu ve vizyonu değişmelidir diyoruz. Her zaman söylediğimiz gibi, kurumların kadrolarına şu an Kürt dili ve Kürt tarihi üzerinde çalışma yapan, akademik araştırmalar yürüten kişi ve kurumlardan kadrolar alınarak idari yapıları da değiştirilmelidir. Bu kurumlar, Türkiye'nin sosyolojik ve tarihsel gerçekliğine uygun bir işlev gören kurumlar hâline getirilmelidir. Bu kurumlar, bu ülkede yaşayan sadece bir halkın dili ve tarihi üzerinde çalışmalar yürüterek diğer halklara haksızlık yapmaktadırlar. Biliyoruz ki cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, Türk halkının dili ve tarihi dışında bütün diller, dinler, kimlikler yasaklanmış, tarih ters yüz edilmiştir.
Bu ülkede Kürtlerin, Alevilerin, Ermenilerin, Süryanilerin, Çerkezlerin, Lazların neler yaşadıkları tarih kitaplarında yer almamıştır. Okullarda, çocuklarımıza "bilimsel bilgi" diye masa başında, Türklere zaferler yazan, göçleri, sürgünleri, katliamları hasıraltı eden, Türk ve Türklük için diğer halklara yapılan her haksızlığı kutsayan kitaplar yazılmış ve zihinler bu tezlerle şekillendirilmiştir. Zihinlerin gerçek dışı bir tarih bilgisi ile şekillendirilmesinin bedeli elbette ağır olmuştur. Kürtler, Aleviler, diğer halklar, inançlar, dinler ve diller bu kitaplarda yok sayılınca, aslında Türkler de dâhil tüm halklar kendilerine yabancılaştırılmıştır. Türkiye, resmî tezlerle kimliklerini, dillerini, dinlerini saklayarak yaşayan halkların hapishanesi olmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi hâlâ Kürdistan tartışması yaşanması, adının resmî tutanaklarda yer almasının engellenmesi işte tam bu resmî öğretilerin bir sonucudur. Önce "Kürt yoktur." denirdi, bu gerçekliğin önüne geçilemeyeceği anlaşıldı. Artık "Kürtler var, dilleri var." deniyor, şimdi ise "Kürdistan yok." Bu nidalar yükseliyor. Kürtler de Kürdistan da vardır. Kürdistan'ın Türkiye'de kalan kısmına "Bakure Kurdistane", Irak'ta kalan kısmına "Başure Kurdistane", Suriye'de kalan kısmına "Rojovaye Kurdistane", İran'da kalan kısmına "Rojhilate Kurdistane" denir. Kürtler katliamlardan geçirildi yok edilemedi, Kürdistan da tutanaklardan silinmekle yok olmayacaktır.
Bunlar, bunca yıldır inkâra, yok saymaya, asimilasyona karşı verilen mücadele, özgür bir yaşama zemin hazırlamanın temelleridir. Kürtlerin mücadele tarihi bu gerçekliğe dayanıyor. Resmî tarih "Yok." diyebilir ancak Kürtler ve Kürdistan vardır. Bu gerçekliği reddetmenin bedeli, Kürtlerle birlikte Türkiye'de yaşayan tüm halklar için ağır olmuştur ve olmaya devam etmektedir.
Kaybedilmiş, parçalanmış bir bölgenin, yok edilmiş, göçertilmiş, sürülmüş bir halkın, kendi dili, tarihi, kültürü ile yeniden özgürce yaşayacağı bölge elbette Kürdistan'dır. Telaffuzu bile yasaklanmış, hiçbir ders kitabında yer almamış zararlı bir cemiyet olarak Türk tarih kitaplarında geçen "Kürdistan" ismi çok doğaldır ki şimdi zihinlerde şaşkınlık yaratacaktır ancak kendisini tarihçi olarak addeden, okumuş, araştırma yapmış kişilerin "Kürdistan" adına tahammülsüzlüğü, açıkça Kürt düşmanlığıdır. Toplumun bunu bilmemesi anlaşılabilir ancak bir milletvekilinin, bir siyasetçinin, tarihçinin bunu inkârı, cehaletten öte bir art niyet ve faşizan bir tutumdur. Bu faşizan tutum yüzündendir ki Kürtler kendi topraklarında yıllardır ana dilinde eğitim görme hakkından yoksundurlar. Daha kısa bir süre önce içi boş paketlerin birinde akıllara zarar, bilimsel tüm gerçeklikleri reddeden bir uygulama ile karşı karşıya kaldık. Türkçe dışındaki diğer dillerle ancak özel liselerde, üstelik de 9'uncu sınıfta, sadece matematik ve fen alanı derslerinde öğrenimin dayatılması pedagojik anlamda dil öğrenme metodolojisini hiçe saymıştır. 9'uncu sınıfa kadar resmî ideoloji ile egemen dille bütün derslerin eğitimini alan bir çocuk matematik ve fen alanı dersleri ile ana dilini nasıl öğrenecektir? Sayın Başbakanın ve bu konuda kendilerine danışmanlık yapanların bu empatiyi kurmalarını öneriyorum. Bunun tek bir açıklaması var; o da devletin asimilasyon politikalarından geri adım atmadığıdır. İlkokul ve ortaokulda asimile edeceksin, sonra da "Gel, dilini 9'uncu sınıfta bu bilim dışı yöntemle öğren." diyeceksin. Bu, bir halka hakarettir, onu küçümsemek, yok saymaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bahsetmiş olduğum zihniyetin tezahürü olan ve toplumsal bir trajedi hâline dönüşen şüpheli asker ölümleri ve bazı hak ihlalleri hakkında birkaç cümle ile konuşmamı bitireceğim.
Analarımızın gözü dağ ve kışla yollarında; biri savaş bitsin, gerilla olan kızı, oğlu, eşi sağ salim dönsün diye dua eder, diğeri daha 20'sinde asker olan oğlunun yolunu gözler. Evet, belki bugün asker ve gerilla arasında çatışmalar yaşanmıyor ancak polisin elindeki silahla siviller katlediliyor ve kışlalardaki şüpheli asker ölümleri devam ediyor. Kars'ın Kağızman ilçesinin Akyayla köyü nüfusuna kayıtlı Adem Kalkan, Bingöl 2'nci Komando Tabur Komutanlığında askerlik yapıyordu, 23 Haziranda hayatını kaybetti. Askerî yetkililer "İntihar etti." dedi, aile karşı çıktı, "Hakkımızı arayacağız." dediler. Babası Bedir Kalkan Başbakanlığa oğlunun ölüm sebebini öğrenmek, yetkililerden bir açıklama almak için gittiğinde tutuklanıp Erzurum Cezaevine kondu, sebep olarak ise yedi yıl önceki bir olay gösterildi. Baba üç aydır tutuklu, aile perişan, çocukların psikolojisi altüst. Anne Neriman Kalkan "Çocuklarımı okuldan alacağım. Bu ülkeye güvenim kalmadı. Oğlum öldürüldü, babası cezaevinde. Başımıza daha ne geleceği belli değil." diyor. Buradan yetkililere ailesi adına soruyorum: Adem Kalkan neden ve nasıl hayatını kaybetmiştir? Babası Bedir Kalkan neden tutukludur? "Mehmetçik" deyip kutsallık atfettiğiniz değerlere saygınız bu kadar mıdır? 20 yaşına kadar askere alıp ağır koşullarda tuttuğunuz bu gençler sizin sorumluluğunuzda değil midir? Aileye bunun hesabı neden verilmiyor?
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hak ihlallerinin en fazla yaşandığı alanlardan biri de cezaevleridir. İnsan Hakları Günü'nde de işkence ve kötü muameleye karşı hak ihlalleri devam ediyor. Gümüşhane E Tipi Cezaevindeki siyasi tutsakların doktor muayenesi elleri kelepçeli olarak yapılıyor. Tutsaklar bu insanlık dışı muameleye karşı çıkarak açlık grevi yapıyorlar. Bütün bu yaşanan haksızlıkların ortadan kaldırılması ve bugün "Anayasa'ya aykırıdır." diye kabul edilmeyen sözcükler kullanılamaz ve tutanaklara geçemez tartışmalarının önüne geçilmesi ancak demokratik bir anayasanın yapılmasıyla mümkün olacaktır diyor ve bu bütçenin bu şekilde görüşmeye açılmasını kabul etmediğimizi bir kez daha belirterek hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)