| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 29 |
| Tarih: | 12.12.2013 |
BDP GRUBU ADINA NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı bütçesi üzerine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle bütün arkadaşları saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, 4 Mart 2010 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan günümüze kadar devam eden ve hâlen de çözülmeyen Kürt sorunu nedeniyle yeni bir kurumla tanıştı. Kuruluş amacı her ne kadar "Terörle mücadele alanında politika ve stratejiler geliştirmek." olarak tanımlansa da artık tüm Türkiye, başta Kürt sorunu olmak üzere, Aleviler, azınlıkların karşılaştığı sorunlar gibi, sorun alanları üzerinde çalışan bir kurum olduğunu anlamış durumdadır. Bu nedenle, kurum, öncelikle kuruluş amaçlarını yeniden tanımlamalıdır. Elbette ki terör ve terörle mücadele bugün dünyadaki pek çok ülkenin gündemindedir ve gündeminde de olması gereklidir. Ancak Kürt sorununu terör sorunu olarak görmek, bunu önlemek, bitirmek amacıyla yeni bir kurum oluşturmak doğru ve gerçekçi değildir. Bu nedenle Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı Kürt sorununun demokratik barışçıl yolla çözümünü esas alan bir çalışma yürütecekse başta kuruluş nedenlerini, amaçlarını ve sorun alanlarını doğru tanımlamak durumundadır. Zaten Türkiye'deki esas sorun tam da budur, sorun doğru tanımlanmıyor, "Terör sorunu var, terörle mücadele esastır." deniyor.
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı eğer gerçekten sonuç almak istiyorsa Türkiye'de Kürt sorunu vardır ve bu sorun Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran temel iki halktan biri olan Kürt halkının cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte dil, kimlik ve öz yönetim hakkının gasbedilmesiyle ortaya çıkan bir sorundur diyebilmelidir. Eğer bu haklar gasbedilmeseydi, asimilasyon ve inkâr politikası uygulanmasaydı bugün "Kürt sorunu" diye bir sorun olmayacaktı diyebilmelidir. Ve yine, bugün terör sorunu olarak görülen sorun inkâr ve asimilasyon politikasıyla ortaya çıkan Kürt sorunudur ve PKK de bu politikanın sonucu olarak ortaya çıkmış bir örgüttür yani PKK Kürt sorununun nedeni değil, sonucudur diyebilmelidir. Ve yine, Türkiye'nin imza attığı Birleşmiş Milletler gibi uluslararası sözleşmelerde de belirtildiği üzere kimliği, dili inkâr edilen bir halkın isyan etme hakkı vardır. İşte, Kürt halkı da tam 28 kez isyan hakkını kullanmış ve sonuncusu da 29'uncu isyandır diyebilmelidir. Ve yine, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı tam doksan yıldır devam eden büyük acılara, büyük trajedilere neden olan bu sorunun çözümünde önemli bir görev ve sorumluluğu yerine getirmek için kurulmuştur diyebilmelidir. Bu zor ve tarihî görevi başarmak üzere yola çıktık diyebilmelidir.
Biz gerçekleri Türkiye halkına anlatmanın zorluğunu ve bu anlamda da Sayın Beşir Atalay'ın işinin hiç de kolay olmadığını biliyoruz. Ama Müsteşarlık kuruluşunun üç yılını geride bırakırken, Kürt sorunu ve çözümü noktasında belli bir aşamaya da gelinmişken kullanılan bu problemli dilden vazgeçilmelidir çünkü bu dil çözümü zorlaştıran bir dildir, süreci sıkıntıya sokan bir dildir. Eğer amaç gerçekten bu tarihî sorunu çözerek Türkiye'yi demokratikleştirmek ve demokratikleştirerek Avrupa ve Orta Doğu'nun güçlü ülkesi yapmaksa çözüme yönelik yaklaşımlar da ona göre olmalıdır. Dil, çözüm dili olmalıdır; dil, barış dili olmalıdır.
Değerli milletvekilleri, 21 Mart 2013 tarihî "Nevro"'undan sonra başlayan demokratik çözüm ve barış sürecinin, çözüm karşıtlarına rağmen, Türkiye genelinde yüzde 70 ve Kürt halkınca da yüzde 90 düzeyinde bir kabulü ve karşılığı vardır. Onay verenler, Türkiye'de artık bir Kürt sorunu olduğuna ve çözülmesi gerektiğine inananlardır, birlikte, eşit ve özgür yaşamamız gerektiğine inananlardır, ülkesini sevenlerdir, gerçek yurtseverlerdir. Şimdi, bize göre, toplumda çözüm ve barış sürecinin bu kadar karşılığı varken yapılması gereken hızla yol almaktır çünkü çözüm süreçleri hassas süreçlerdir. Hem ulusal hem de uluslararası anlamda, süreci sabote etmek ve süreci boşa çıkarmak isteyenler olabilir, olacaktır da. 9 Ocak Paris katliamı bunun en güzel örneğidir.
İşte, eleştirimiz tam da bu noktada Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığına yöneliktir. Çözümü zamana yaymak, ertelemek, ötelemek, tam da barışı istemeyen güçlerin hareket alanını genişletecek ve umutlarını artıracaktır. Bu alanı daraltacak ve umutları kıracak tek şey de hızlı hareket etmektir. Bu nedenle, sürecin yürütücü aktörlerinden biri olarak Sayın Beşir Atalay, İmralı'da bir yıldan beri Sayın Öcalan ile sürdürülen diyalog sürecinden müzakere sürecine geçilebilmesi için tüm dünya örneklerinde, Güney Afrika'da, İrlanda'da da olduğu gibi, barış ve çözüm sürecinin yasal dayanaklarını oluşturacak gerekli yasal düzenlemeleri Meclisin gündemine en kısa zamanda getirmelidir.
Değerli milletvekilleri, neredeyse bir yıldan beri bu ülkede çatışmalar yaşanmıyor, ateşkes süreci devam ediyor, operasyonlar durmuş durumdadır. Şüphesiz ki sonuca ulaşma açısından gelinen nokta önemlidir ama daha da önemli olan bundan sonrasıdır. Sürecin devamı ve sonuç alıcılık için gerekli yasal dayanakları oluşturacak yasalar kadar, süreci izleyecek ulusal ve uluslararası bir gözlemci heyetinin oluşturulması ve kamuoyunun kaygılarının giderilmesi için gazeteci ve akademisyen heyetinin İmralı'ya gitmesi gereklidir. Mutlaka, hayatın ve yaşamın gerçeğinden uzak, tarihî ve mevcut gerçekleri kabul etmeyen, Orta Doğu'daki gelişmeleri doğru okuyamayan ve âdeta hayal dünyasında yaşayanlar yapılması gerekenlere ve yapılacaklara karşı çıkacaklardır fakat süreç, tüm karşı çıkışlara rağmen gerçekleri görme, doğru analiz yapma, doğru sonuçlara ulaşmak için hayal dünyasında yaşayanları hayalleriyle baş başa bırakıp yola devam edilmesini ve hiçbir şeye heba edilmemesini gerektiren süreçtir.
Zira, 2009 yılında çözüme zemin hazırlamak için Habur'dan gelen barış grupları Kürt halkı için, barış ve çözüm isteyenler için büyük bir çözüm ve barış umudu yaratmıştı. Yıllardır çözüm ve barış için mücadele eden Kürt halkının, evlatları ve yakınları ile buluşması ve kucaklaşması büyük bir coşkuya neden olmuştu ama bu coşkuyu ve sevinci bile anne babalara, halka çok görenler, yaşananları anlamak yerine saldırarak sürecin başlamadan bitmesine neden oldular. O zaman, bu saldırılar karşısında Hükûmet olarak direnemediniz. Oysa, sizlerin de bildiği gibi, barışı gerçekleştirmek savaşı yürütmekten daha zordur. İktidarınızı korumak ve kalıcılaştırmak için yeniden, bilindik, denenmiş ama sonuç alınamamış güvenlikçi politikalara geri döndünüz. Bu politikalar nedeniyle 2009'dan bu yana binlerce kişi tutuklanmış, demokratik sivil eylemlerde 150'ye yakın kişi katledilmiş, çatışmalarda sadece 2002 yılında bini aşkın asker, polis ve gerilla yaşamını yitirmiştir.
Değerli arkadaşlar, politika ve siyaset bir cesaret ve kararlılık işidir. İşte, bu çözüm ve barış karşıtı zihniyete karşı cesaret ve kararlılıkla direnebilseydiniz bugün bu sorun çözülmüş, ölümlerin önüne geçilmiş olacaktı ve bizler şu anda burada farklı konuları tartışıyor olacaktık.
Değerli milletvekilleri, 2013 Ocak ayı, 2009 Habur sürecinin başarısızlığından sonra, yürütülen her türlü güvenlikçi politikanın hükmünün kalmadığının, Kürt halkının ne tür yöntemle üzerine gelinirse gelinsin hak ve özgürlüğünden asla vazgeçmeyeceğinin anlaşıldığı yıl olmuştur. Artık yeni dönemden, yeni bir süreçten bahsediyoruz. Şimdi süreç, demokratik reformları hızla yapma sürecidir. Eğer Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının görevi, çözümün ve barışın politikasını, stratejisini geliştirmekse bunun gereğini yapmalıdır. Müsteşarlık tarafından hazırlanan ve büyük bir beklenti yaratılarak Sayın Başbakan tarafından 30 Eylülde halka açıklanan demokrasi paketi gibi paketler bizi çözüme götürecek paketler değildir. İçinde Kürt halkının siyasi iradesinin Mecliste temsiliyetinin önüne geçmek için konulan seçim barajının düşürülmesini içermeyen, ana dilde eğitim hakkının bir hak olduğunu kabul etmeyen, köye dönüşleri sağlamayan, koruculuğu kaldırmayan paketler oyalama paketleridir. Bu oyalama politikasından hızla vazgeçmek ve yeni anayasanın yapımı, cezaevlerinin boşaltılması, silahlı güçlerin demokratik siyasal yaşama katılımı gibi çözümü direkt etkileyen konularda ilgili uluslararası deneyimlerden yararlanılarak esaslı beklentileri karşılayan bir çalışmanın mutlaka yapılması gereklidir.
Değerli milletvekilleri, demokratik çözüm ve barış süreci son derece hassas bir aşamaya gelmiştir. Bize göre, Hükûmet olarak üzerinize düşen tarihî sorumlulukları yerine getirmeyle ilgili tarihî bir sorumluluk ile karşı karşıya olduğunuzu hatırlatmak isteriz çünkü sürecin başarıya ulaşmaması kaos demektir. Artık bu ülke insanının yeni çatışmalı süreci ve kaos ortamını kaldırma durumu kalmamıştır. Türkiye'nin, Türkiye'deki demokratik kamuoyunun beklentisi çözüm ve barışın da sağlanması yönündedir.
Değerli milletvekilleri, süreç bu kadar hassasiyetini korurken, âdeta bıçak sırtında ilerlerken yanlış bir politikanın ürünü olan KCK adı altındaki siyasi operasyonlar hâlen sürmektedir. Demokratik eylemlere tahammülsüzlük had safhadadır. Her demokratik eyleme polisin müdahalesi, saldırısı ile sivil katliamlar yapılması eğer bir politikanın parçası değilse Sayın Başbakanın deyimiyle herhâlde ileri demokrasi örneğidir.
Sayın Başbakan, birçok konuşmasında demokrasimizin her geçen gün daha ileriye gittiğini belirtmişti. Daha bir hafta önce Yüksekova'da Reşit ve Veysel İşbilir ile Bemal Topçu katledildi. Lice'de Medeni Yıldırım'ın, Gezi direnişi sırasında Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Ahmet Atakan ve Mehmet Ayvalıtaş'ın demokratik eylemlerde katledildiği böyle ileri bir demokrasi örneği dünyada yoktur; olsa bile değerli arkadaşlar, demokrasilerde, demokratik bir hukuk devletinde katliamı yapanlar, sorumlular bulunur, adalete teslim edilir fakat bizde, kamu görevlileri olmalarına rağmen, yargı önüne çıkarılan, cezalandırılan çok az olduğu gibi, çıkarılanlar da ya beraat etmekte ya da çok az cezalarla cezalandırılmaktadır. Bu tablonun karşılığı, Hükûmetin dediği gibi, demokrasi değildir. Bu anlamda, AKP'nin en önemli özelliği kendine demokrat bir parti olmasıdır. Türkiye er ya da geç gerçek demokrasi ile radikal demokrasi ile karşılaşacaktır. Gerçek demokrasilerde de kendine demokrat olanlar olmayacak, suçlular çeşitli kaygılarla asla korunmayacaktır.
Değerli milletvekilleri, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının güvenlikle ilgili operasyonel bir faaliyeti bulunmamasına rağmen, ayrılan bütçe rakamsal olarak önemlidir. 2014 yılı için ayrılan bütçe 20 milyon 944 bin Türk lirasıdır, aynı zamanda, örtülü ödenekten de bütçe alan bir kurumdur. Türkiye'de örtülü ödenek bütçesinin kullanımı, hepinizin bildiği gibi, açıklanmamaktadır.
Biz, ayrılan her iki bütçenin de barışa ve çözüme hizmet eden işlerde, insanlık yararına kullanılmasını temenni ediyor, diliyor, hepinize tekrar saygılar ve sevgiler sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)