| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 29 |
| Tarih: | 12.12.2013 |
MHP GRUBU ADINA D. ALİ TORLAK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de Malatya'da bir trafik kazasında hayatını kaybeden değerli öğretmenlerimize Cenab-ı Allah'tan rahmet diliyorum. Ailesine ve Türk milletine de başsağlığı diliyorum.
Değerli milletvekilleri, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı 2014 yılı bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum, bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, iktidarın hesap vermesini, hükûmet icraatlarının detaylı olarak ele alınmasını, eleştiri ve önerilerin görüşülmesini sağlamaktadır. Bütçe, devletin işleyişi, milletimize hizmet ve yatırımların sunulması için hazırlanan hukuki bir belge niteliğindedir. Bu nedenle, her yıl hazırlanmakta olan bütçeler, ülke yönetiminde, ekonomide ve millet hayatında çok önemlidir.
Ancak, AKP hükûmetlerinin bütçeye bakış açısı ve yaklaşımı büyük sorunları ve belirsizlikleri de beraberinde getirmektedir. Son on bir yıllık bütçe hedeflerine baktığımızda verilen sözlerin tutulmadığı ve belirlenen hedeflere varılamadığı görülmektedir. Geçtiğimiz yıllara ait bütçelerde, belirlenen hedef harcamalarının tutturulamadığı, yıl sonunda harcama miktarlarının belirlenenin devamlı üzerinde olması bu durumu teyit eder niteliktedir. Dolayısıyla, Hükûmetin bütçe kanununu hazırlarken, milletimize karşı her politikasında olduğu gibi gerçekçi, dürüst ve inandırıcı olmadığını göstermektedir. Bizler burada büyük Türk milleti adına yasama görevini yerine getiriyorsak eğer, temsilcisi olduğumuz vatandaşlarımızın haklı beklentilerini ve hukukunu savunma görevimiz bulunmaktadır. Bu nokta da, Milliyetçi Hareket Partisi milletvekilleri olarak, AKP'nin hamasetten öteye gitmeyen nutuklarının, temelsiz gündem saptırmalarının, gerçeklerden uzak politikalarının ülkemizi ve milletimizi ne hâle getirdiğini görüyor ve ona göre de gerekli uyarlarımızı yapıyoruz. Bu uyarılarımızın en önemli ayağı da millî devlet ve ülke bütünlüğünü oluşturmaktadır.
Milletimizin iç huzurunun bırakılmadığı, bir ve beraber yaşama arzusunun yok edildiği, içinde bulunduğumuz şu ortamda Türk milletine yönelik hain saldırıların farkında isek uygulanmakta olan ayrıştırıcı kültürel ve sosyal politikaların bir an evvel terk edilmesi gerekmektedir. AKP zihniyetinin geçmişle ilgili olarak devamlı nifak tohumları ekmesinin, milletimiz içerisinde ayrışmayı derinleştirmesinin kimseye bir faydasının olmayacağı artık görülmelidir. Şehitlerimizin kanlarıyla çizilmiş sınırlarımızın, ülkemizin üniter yapısının, kardeşliğimizin ve millî beraberliğimizin sorgulandığı son zamanlarda, sürekli içi boş söylemlerle çağ atlamaktan, ileri demokrasiye geçmekten, ekonomik bolluğa erişmekten bahsetmek ancak ve sadece bilincini kaybetmiş bir hükûmetin çelişkileri olsa gerek. AKP Hükûmeti tarafından Türkiye Cumhuriyeti'nin kazanım ve birikimlerine karşı maksatlı olarak yaratılan cepheleşme, Türk kimliği, hukukun üstünlüğü ve cumhuriyet ilkeleriyle nasıl hesaplaştığını açıkça göstermektedir.
Türkiye, AKP'nin yönetiminde aldatma ve yalanlarla dolu zor bir döneme girmiştir. Bu dönemde, ihanet şebekelerinin yan yana saf tuttuğu bir yıkım ve bölünme süreci başlatılmıştır. AKP'nin yıkımdan başka sonuç vermeyecek açılım ısrarı ülkeyi bölünmenin eşiğine getirmiş, AKP iktidarının küresel güçlerin isteği doğrultusunda verdiği tavizlerden cesaret bulan bölücü odakları son günlerde federasyon ve bölünme isteklerini aleni söyler hâle getirmiştir.
Bugün millî varlığımızın temeli olan "Türk devleti", "Türk vatanı" ve "Türk milleti" kavramları bölücü amaçlarla siyasi gündeme taşınmış ve maksatlı bir millî kimlik tartışması olanca hızıyla devam ettirilmek istenmektedir.
Bizim, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bölücülerle, hainlerle, Türk milletinin kardeşliğine kastedenlerle ve ellerine şehit kanı bulaştıranlarla, ömrümüzün sonuna kadar sürse de hesabımız ve mücadelemiz asla bitmeyecektir.
Türk milletinin içinde bulunduğu ayrışma ile bölücülük ve terör sorununun gelmiş olduğu noktada bin yıllık kardeşliğimiz ile tüm millî ve manevi değerlerimiz bunu gerektirmekte ve tarih bu sorumluluğu bizlere yüklemektedir. Bunu da herkesin böyle bilmesi gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, hızlı kentleşme, sanayileşme ve nüfus artışının beraberinde getirdiği sorunlar, hiç kuşkusuz, en çok ulaşım sektörüne yansımaktadır. Ulaşım ve onun bir parçası olan trafikle ilgili yapılacak planlamalar ve çözüm önerileri de bir bütünlük içerisinde olmak zorundadır. O nedenle, yaşamakta olduğumuz zaman diliminde yeterli ve çağdaş ulaşım hizmeti olmaksızın sosyal ve ekonomik hayatı canlı ve dinamik tutmak mümkün değildir.
Her alanda olduğu gibi ulaştırma alanında da teknolojik gelişmelere uyum sağlamak, ekonomik kalkınmanın ve refahın bir gereğidir. Hükûmetlerin temel görevi de ekonomik ve toplumsal gelişmenin ihtiyaçlarını karşılayabilecek şekilde ulaşım kapasitesini artırmak, ülke ve toplum çıkarlarına uygun taşıma sistemlerini kurmak ve koordine etmektir.
Ulaştırma sisteminin bir bütünlük içerisinde olması, modern ekonomilerin ve toplumsal gelişmenin de temel ögesidir çünkü ulaştırma kendi bünyesinde başlı başına ekonomik bir faaliyet olduğu gibi, diğer sektörlerle de iç içe olan ve bu sektörleri olumlu yönde etkileyen önemli bir hizmet sektörüdür.
Kısaca ulaştırma bir bütün olarak ele alındığında, insan hayatının vazgeçilmezi, ekonominin ise doğrudan altyapısı konumundadır ancak ülkemizde uygulanan tek taraflı ulaşım politikaları yük ve yolcu taşımacılığında kara yollarına bağımlılığı artırmış, ülke ekonomisine katkısından çok zarar verir hâle getirmiştir.
On bir yıllık AKP hükûmetleri döneminde bu devam etmiş, kara yolları yatırımı kamu hizmeti statüsünde olması nedeniyle yapılan harcamalar doğal olarak devletin genel bütçe imkânlarıyla karşılanmıştır. Bu yatırımlar kâr-zarar hesabı yapmayan Karayolları Genel Müdürlüğü marifetiyle devam ettirilirken aynı imkândan ise deniz yolları hiç faydalandırılamamıştır.
Mevcut durumda demir yolu yapımı ve bakımı, işletmecilik faaliyetini kâr-zarar hesabına göre yürüten TCDD'nin kısıtlı bütçe imkânlarıyla kasıtlı olarak mecbur edilmesi, hızlı tren yatırımlarının ise ihale bedellerinin yaklaşık 2 katına yaptırılması da ayrıca değerlendirilmesi gereken önemli bir husustur.
Deniz yolu imkânları geniş olan ülkemizin bu avantajı kullanarak taşıma kapasitesinin artırılması, millî menfaatimize elverişli düzeyde kullanılmasına imkân verilmesi yani denizcilik sektörüne tam anlamıyla işlerlik kazandırılması ve deniz ulaştırmacılığına imkân verecek kaynak kriz ortamında dahi ayrılmış değildir. Ulaştırma modları denizci bir bakanın başkanlığında, tek bakanın bünyesinde toplandığı hâlde, denizci bakan eliyle deniz yolu ve denizcilik sektörü tamamen bitirilme noktasına getirilmiştir.
Başta gemi inşa sanayisi olmak üzere, denizcilik sektörünün diğer dallarının içinde bulunduğu çıkmazı AKP Hükûmeti son beş yıldır seyretmekten başka bir şey yapmamıştır. "Denizci millet, denizci devlet" söylemini ağzından düşürmeyen Hükûmetin Onuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda denizciliği satır aralarına sıkıştırması, deniz yolunun lojistik çatısı altında değerlendirilmemesi, sektörün finansal darboğazından tek kelime edilmemesi Hükûmetin denizciliğe verdiği önemi ortaya koymaktadır. Finansman ve teminat sorunu yaşayan gemi inşa sanayimiz bu sorunlar nedeniyle yurt içinden ve yurt dışından sipariş alamamaktadır. Alınamayan her sipariş de ülke olarak döviz kaybı, bütçe ve cari açığın artmasına katkı demektir.
Armatörlerimizin durumları da tersanelerden farklı değildir. Hükûmet ve parti programlarında "Artan dış ticaret taşımalarında Türk armatörlerin payı arttırılacaktır." denilmiştir, "Türk bayraklı gemiler tercih edilecektir." denilmiştir. "Türk bayraklı gemiler tercih edilecektir, deniz ticaret filosu genişletilecektir." gibi hamasi söylemler ne bu sektörü ayağa kaldırmakta ne de insanımıza iş ve aş sağlamaktadır. 2008'den bu yana sektör devamlı geriye gitmiştir. Kredi ve teminat bulamayan tersaneler kapanmış, borç içindeki armatörlerin gemilerine el konur hâle gelmiştir. Sektör bu sorunlarla boğuşurken yabancı bayraklı gemilerin dış ticaret taşımalarındaki payı yüzde 425 artmış, Türk bayraklı gemilerin payı ise 2002'ye göre yüzde 58 gerilemiştir. Kendi insanına kredi ve destek vermeyen AKP Hükûmeti, ülke dövizinin yurt dışına çıkmasına, milyar dolarların yabancılara gitmesine sessiz kalmıştır. Bu sorunlar giderilmediği takdirde, denizci Ulaştırma Bakanınız olsa da, denizciliği bakanlık yapsanız da denizci millet, denizci devlet olunamayacaktır. Denizcilik sektörünün gelmiş olduğu nokta maalesef budur.
Değerli milletvekilleri, demir yollarında yıllardır yük ve yolcu taşımacılığının yoğun yapıldığı hatlar âdeta kaderine terk edilmiştir. Son yıllarda konvansiyonel hatlara yeterli yatırım yapılamamıştır. Bu kapsamda birçok konvansiyonel demir yolu hatları yük taşımaya devam ederken yolcu taşıma seferleri durdurulmuştur. Dolayısıyla, bölgelerde yaşayan imkânı kısıtlı insanlarımızın ucuz ulaşım hakkı elinden alınmıştır. O nedenle, TCDD yönetimi bu hatlarla ilgili politikasını gözden geçirmeli ve tekrar seferlerin başlatılmasını sağlamalıdır. Söz konusu illerde yaşayan insanlarımızdan partimize ve şahsımıza gelen şikâyet ve istekler bu yöndedir. Bu hususu buradan sizlerle paylaşmış olmak istiyorum.
Değerli milletvekilleri, Posta Hizmetleri Kanunu geçtiğimiz yasama yılında yasalaşmıştı. Kanun uygulanmaya başladıktan sonra yaşanan süreçte çok sayıda personelin emekli olmasıyla beraber büyük personel sıkıntısı yaşanmaya başlamıştır. Zaten eksik bir kadroyla çalışan PTT personeli, bir de emeklilik nedeniyle yaşanan zorlukları göğüslemek zorunda bırakılmıştır. Posta gönderilerinde yaşanan aksaklıklar, gişelerde meydana gelen yığılmalar, emekli ve yaşlı insanlarımızın maaş kuyruğunda saatlerce bekletilmesi PTT şubelerinde artık olağan hâle gelmiştir. PTT'de yaşanan sorunlar nedeniyle, ne çalışan personel ne de vatandaş memnun değildir. PTT'de bir dağıtıcının 4 mahalleye birden baktırılması, çalışanlara normal yasal izinlerinin dahi kullandırılmaması, ILO çalışma prensiplerine aykırı uygulamaların devam etmesi, yöneticilerin personelini sürgünle tehdit etmesi gibi birçok şikâyetler almaktayız. Bütün bunları önceki yıllarla mukayese ettiğimizde, oturmuş kadrosuyla iyi bir kurum görüntüsü veren PTT'nin bugün baktığımızda, en kötü kurum hâline geldiğine şahit oluyoruz.
Değerli milletvekilleri, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ile ilgili diğer bir konu da verimli olmayan proje ve yatırımlarla havaalanlarını da yap-işlet-devret modeliyle yaptırmasıdır. Bu yatırımlarla ilgili en önemli husus, devletin kasasından para çıkmayacağı söylemiyle kamuoyunun yanıltıldığıdır. Bu kapsamda, Zafer Bölgesel Havaalanı Projesi'nde bölgenin yolcu kapasitesi dikkate alınmadan yapılması ve Hazine Müsteşarlığının olumsuz görüşüne rağmen, ilk yıl için yurt içi ve yurt dışı toplam 850 bin yolcu garantisi verilmesi istenmiştir ve verilmiştir. 2013 yılı Kasım ayı sonu itibarıyla, giden ve gelen yolcu sayısı 82.924 kişi olmuştur. Bu da devletin yıllık kaybını ortaya çıkarmaktadır.
Yine, aynı proje ile ilgili olarak, önceki yap-işlet-devret uygulamalarında görevli şirkete tahsis edilmeyen yakıt ikmali, imtiyaz gelirleri ile konaklama, yaklaşma, aydınlatma, emniyet tedbirleri ve yer hizmeti gelirleri gibi bütün gelirler de Zafer Havaalanı işleticisi şirkete tahsis edilmiştir. Dolayısıyla, Sayın Bakanın 10 Ağustos 2012 tarihli beyanatında, Zafer Bölgesel Havaalanı Projesi'nin her şey dâhil yap-işlet-devret modeliyle, bütçeye kaynak koymadan, devletin kasasından tek kuruşun çıkmadığı söylenmesi doğru değildir.
Diğer taraftan, havaalanlarındaki sağlık hizmetleri devlet eliyle yürütülürken son yıllarda hizmet satın alma yoluna gidilmeye başlanması korkunç bir hadisedir. Kurum kadrosunda bulunan sağlık görevlileri ya istifa edip özel sektöre geçmektedir ya da tayin isteyerek istifaya zorlanmaktadır. Ancak şu unutulmamalıdır ki havalimanlarındaki yürütülen sağlık hizmetlerinin iki önemli özelliği vardır: Bunlardan birincisi sağlıkta deneyim, ikincisi ise havaalanlarında ve uluslararası alanlardaki hukuktur. Uçuş esnasında meydana gelen hastalıklar yerde görülen hastalıklardan farklıdır. Uçuş sağlığı konusunda tecrübesi olmayan ekibin teşhis ve tedavisinde önemli ölçüde eksiklikler olacaktır. Hasta yolcuların uçuşa uygunluğunun tespit edilmesi için, uçuş sağlığı konusunda eğitimli veya deneyimli hekim gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, bir denizci milletvekili kardeşiniz olarak Sayın Bakanla çok eski dostluğumuzun olduğunu sanıyorum bazı arkadaşlarımız biliyor. Bu sektör çok zor bir sektördür. Her bu kürsüye çıktığımda, isminin üzerinden bir kıyasla, tersane üzerinden bir kıyasla, çok zor olduğunu ifade etmeye çalıştım. Sayın Bakanın bu konudaki çabalarını da gayet yakından bildiğim için söylüyorum. Sayın Bakan gerçekten bu sektörde önemli işler yapmıştır. Ancak, 2008'den bu yana, maalesef bazı şeylerde yanlış yola sevk edilmiştir, Sayın Bakan yanlış yönlendirilmiştir.
AYKUT ERDOĞDU (İstanbul) - Sayın Bakan kendi karar veremiyor mu?
D. ALİ TORLAK (Devamla) - Bunlardan bir tanesi de Denizcilik Bakanlığımızın müsteşarlık düzeyinden genel müdürlük düzeyine indirilmesidir. Bunun anlamı şudur değerli dostlar: Türk milleti aslında denizci bir millettir ama bu iddiasından vazgeçme noktasına gelmiş demektir bu yapılanla. Fakat, her şeye rağmen, müteşebbis denizciler, tanıdığımız arkadaşlarımıza baktığımızda, her şeye rağmen, bütün sıkıntılara rağmen armatörlüklerini devam ettirmekte, tersaneciliklerini devam ettirmektedirler. Bugün Türkiye'nin en büyük armatörleri emin olun ki küçücük sandallarla başlamışlardır, beş metre, on metre, yirmi metre, elli metre mavnalarla bugün buralara gelmişlerdir. Eğer devlet, AKP Hükûmeti, bu sektörü desteklerse -bakın, sadece Tuzla olarak söylüyorum ve hep bunu gündeme getirdim, Sayın Bakanım bunu çok iyi biliyor- 150 bin kişiye ekmek vermek mümkün değerli dostlar. Dün, 2008 evveline kadar, insanımıza, 150 bin kişiye bu kadar desteği sağlayabilen bir sektör bugün devam edebilir. Ne yapılabilir?
Sayın Bakanım, âcizane, şu yapılabilir: Hükûmetiniz kararlar alıyor, ciddi kararlar alıyor, büyük yatırımlar yapıyor, biliyoruz, görüyoruz, takip ediyoruz. Doğrusuna doğru diyoruz, yanlışına yanlış diyoruz.
Bakın, Savunma Sanayiinin yaptırdığı gemiler geç kalınmış bir projedir ama tebrik ediyorum sizi, burada yapılması doğru bir karardır. Fakat, buradaki yanlışlık şudur: 4 tane, 5 tane tersane seçilmiştir, o 4-5 tane tersaneye onar tane, beşer tane gemi verilmiştir. Sektör bu kadar sıkıntıdayken, tersaneciler açlıktan ölürken bunların her birine birer tane gemi verme hâli, sizin -bir senenizi, iki senenizi- tersanecileri desteklediğinizi gösterir. Dolayısıyla, bunu yapmak çok zor değildir.
Ben inanıyorum ki, iyi niyetinizle bunu da bir not olarak alacaksınız ve bu konudaki çalışmayı sizler yapacaksınız diyor, bütçenin hayırlara vesile olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)