GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:4
Birleşim:29
Tarih:12.12.2013

BDP GRUBU ADINA NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlar; bugün ikinci kez söz alıyorum. Bir kez daha herkesi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Çalışma Bakanlığı üzerine partimizin görüş ve düşüncelerini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Evet, Hükûmetin 2014 bütçesi, bütçe tasarısından da anlaşılacağı üzere, aslında on bir yılın bir benzeri ve tekrarıdır. Hükûmet, her geçen yıl artan düzeyde neoliberal politikaların gereğini yerine getirmektedir. Bütçe bir taraftan sermayenin, piyasanın ihtiyaçlarına uygun hâle getirilirken diğer yandan da özgürlüklerin kısıtlanmasına yönelik işlevselliği artırmaktadır.

Türkiye'de 24 Ocak 1980 tarihinde, ekonomik literatüre "24 Ocak Kararları" olarak geçen ve yapısal dönüşümleri içeren bir dizi kararlar alındı. Bu kararlardan sonra ekonomide ciddi bir dönüşüm yaşandı. 12 Eylül darbesinin yapılmasının nedenlerinden biri de 24 Ocak Kararlarının uygulanması için uygun zemin yaratmaktı. Bunun için, başta bu ülkenin devrimcileri, sosyalistleri olmak üzere, muhalefeti susturma girişimleri başlatıldı. Birçok insan öldürüldü, kaybedildi, işkenceden geçirildi ve toplum bir bütün olarak sindirilmeye çalışıldı. İşte bugün, Hükûmet tarafından da benimsenen ekonomik alandaki neoliberal politikalar 12 Eylül askerî darbesiyle uygulamaya geçirilmeye başlanmıştır.

Neoliberal politikaların uygulama alanlarının başında istihdam rejimi gelmektedir. Bu ülkede 1980'den beri ucuz emek Türkiye'yi bir emek sömürü merkezine çevirmiştir ve sömürü çarkı, her geçen gün daha da derinleşmekte, ulusal istihdam stratejileriyle istihdamda dönüşüm tek başlık altında toplanmaya çalışılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmeti döneminde merkezî bütçenin toplam gayrisafi yurtiçi hasıladaki payı yüzde 36'dan 25'e düşmüştür yani bütçe küçülmüştür. Vergi yükü yüzde 25'lere gerilemiş, vergi adaletsizleşmiş, ücretlilerin ve yoksulların üzerine yığılmıştır. Yüksek vergi yükü altında ezilen ücretli ve emekçilerin de buna çok fazla itiraz etme durumu yoktur, zaten bu politikalarla alınmak istenen sonuç tam da budur. Zira, aldığı ücret çok düşük olsa da bu ülkede onu da bulamayanların sayısı hiç de azımsanacak oranda değildir. Türkiye'de resmî rakamlara göre ortalama 3 milyon civarında işsiz vardır ancak gerçek rakam bunun çok üzerindedir. İşsizliğin, özellikle üniversite mezunu, diplomalı işsizlerin yüz binlerle ifade edildiği, asgari ücretle de olsa bir iş bulmanın başarı olduğu bir ülkede yaşıyoruz.

Değerli milletvekilleri, toplumun büyük bir kesimini ücretliler oluşturmaktadır. Şimdi, bu kesim, esnek çalışma düzeniyle en temel hakları olan iş ve gelecek güvencesini kaybetmekle karşı karşıyadır. Aynı zamanda, uzun çalışma sürelerinde, düşük ücretle ve örgütsüz çalışmak durumunda kalmaktadırlar. Bu çalışma düzeni de iş cinayetlerini giderek artırmaktadır. Artık, iş cinayetleri bu ülkede olağan hâle gelmiş ve getirilmektedir. İş cinayetlerinin sorumlusu elbette ki önlem ve tedbir almayan Hükûmettir.

2014 bütçesinde de esnek çalışma düzeninin daha da yaygınlaştırılması hedeflenmektedir. Bu hedef içinde yer alan çalışanlardan en büyük oranı da kadınlar oluşturmaktadır. Bu aslında, kadını sosyal, toplumsal, çalışma ve örgütlenme alanından uzaklaştırma politikasıdır ve bu politika "esnek çalışma" adı altında üstü örtülü bir biçimde uygulanmaktadır. Biz kadınların bu politikalara karşı mücadelesinin kesintisiz süreceğini ben buradan belirtmek isterim.

Değerli arkadaşlar, Hükûmet 2014 yılında personel alımında kısıntıya gideceğini ve kamu personel alımlarının bir önceki yıla göre yarı yarıya düşürüleceğini açıklamıştır ancak çalışan ihtiyacını farklı bir biçimde ve bir siyasi tercih olarak kamu kurumlarını şirket mantığına göre yeniden yapılandırarak kamuda sözleşmeli, düşük ücretli personel çalıştırarak karşılamaktadır. Kamuya sözleşmeli alınan memurların bir kısmı belli bir süre sonra, özellikle de seçim dönemlerine yakın zaman diliminde kadroya geçirilmektedir. Tabii ki kadroya geçirilmesine karşı değiliz ancak bunun üzerinden nemalanma durumu olduğunu da ifade etmek isteriz.

Değerli arkadaşlar, sözleşmeli çalışma iş güvenliği olmayan bir çalışmadır. İşsizliğin yüzde 10-12'lerde gezdiği bir ülkede sözleşmeli bir memurun özgürce örgütlendiğini söylemek son derece zordur. AKP'ye yakın memur sendikalarının da yüksek oranda üye sahibi olması tam da sözleşmeli personel alım politikalarıyla bire bir ilgilidir değerli arkadaşlar. "Esnek istihdam" rejimi de denen bu uygulama, her şeyden önce temel insan haklarına aykırı olduğu gibi, fabrikada işçinin, evde kadının, sokakta da çocuğun emeğini gasbetmenin diğer bir adıdır. Özellikle, hastanelerde geçmiş yıllarda memurlar tarafından yapılan evrak kaydı ve sekreterlik gibi birçok hizmet taşeron firmaların elemanları tarafından sunulmaya başlanmıştır. 2002 yılında, Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerde çalışan taşeron işçi sayısı sadece 11 bin iken bugün, bu rakamın 160 bini bulmuş olması çalışma yaşamının nasıl taşeronlaştırıldığının en somut ifadesidir. Taşeron firmalar daha çok kâr elde edebilmek için, örneğin 10 işçiyle yapması gereken bir işi 7 kişiyle yapmakta, işçiler sekiz saatten daha fazla çalıştırılmakta, çoğu haftalık izin kullanamamakta, ücretleri düzenli verilmemekte, devletten alacağını hemen alan firmalar bile işçilere geç ödeme yapmaktadır. Tazminata hak kazanmasın diye on bir aylık olan işçi işten çıkmış gibi gösterilip bir, iki gün sonra tekrar işe alınmış gibi gösterilmektedir. Bu yöntemle, on yıl boyunca aynı taşeron firmada çalışan işçinin tek kuruş kıdem tazminatı almadığı bir gerçektir. Çalışma Bakanlığı taşeron işçilerin sorunlarını çözmek bir yana, taşeron çalıştırmanın önünü açarak çalışma yaşamını bir bütün olarak taşeronlaştırmayı hedeflemektedir.

Değerli arkadaşlar, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bünyesindeki İŞKUR'un işsizlik sorununa çözüm olarak gördüğü Toplum Yararına Çalışma Programı ülke genelinde uygulanmakta, program güvencesiz ve geçici çözümler sunmaktadır. Bu programlar ülkedeki işsizlik sorununu çözmek bir yana, sorunu daha da derinleştirmektedir. Toplum Yararına Çalışma Programı, ülkeyi yönetenlerin kendi çevrelerindeki çaresiz yurttaşların oylarını kazanabilmek için yarattığı bir program olmanın ötesine geçememektedir. Bu program, çalışan her işçinin sigorta priminden yapılan kesintiyle oluşan İşsizlik Sigortası Fonu'yla finanse edilmektedir. Diğer bir deyişle, yurttaşların cebinden çıkan parayla Hükûmet iş istihdamı yaratmaktadır. Ancak, işin görünmeyen yüzü, programlara katılan kişilerin seçilmesinde iktidar partisi AKP'nin söz sahibi olduğudur. Kurumlara yapılan dağılımın bile parti yöneticileri tarafından belirlendiği kamuoyunun bilgisi dâhilindedir.

Büro Emekçileri Sendikası tarafından 10 Aralık 2013 tarihinde bir basın açıklaması yapılmış ve Bakanlığa bağlı olan Diyarbakır İŞKUR şubesinde Diyarbakır İŞKUR İl Müdürü Müze Müdürlüğünde kurumca görevlendirilen Toplum Yararına Çalışma Programı elemanlarından 5'ini kendine koruma olarak tahsis etmiştir.

Değerli arkadaşlar, yine Hükûmet, özel istihdam bürolarına yetki vermeyi hedeflemektedir. Böylelikle İŞKUR devreden çıkacak, kamu görevi olan istihdam şirketlere devredilecek, 18'inci yüzyılın köle pazarları yerine, çağdaş, insan ticaretinin yapıldığı yeni pazarlar kurulacaktır.

Değerli arkadaşlar, yine personel alımlarında en büyük sorunlardan biri de kadrolaşma sorunudur. Önemli devlet kurumlarına genellikle mülakat sonucu personel alınmaktadır. Bu yöntem kadrolaşmanın boyutlarını göstermektedir. Artık, rutin hâle gelmiş uygulamalardan biri de torpilli işsizlerin yani ayrıcalıklı sınıfın bakanlık ve kurumlara verilen istisnai kadroya sınavsız alınıp işe başlamalarıdır. Bu ayrıcalıklı sınıf, birkaç ay sonra istediği yerdeki bir kadroya devlet memuru olarak atanmaktadır; boşalan istisnai kadroya da yeni bir kişi daha alınarak bu sirkülasyon böylece devam ettirilmektedir. Bu yöntem ile sınavsız devlet memuru yapılan binlerce kişi bulunmaktadır. O ayrıcalıklı sınıf bu şekilde, devletin önemli yerlerinde, hiçbir emek vermeden, sadece Hükûmet vizesiyle işe girerken, yüz binlerce işsiz de dünya kadar emek ve para harcayarak KPSS gibi adı kopyalarla, haksızlıklarla özdeşleşen bir sınava hazırlanmak zorunda kalmaktadır. Her geçen gün, bu yönteme yönelik bir tepkinin geliştiğini buradan sizinle paylaşmak isterim. Tıpkı Gezi eylemlerinde olduğu gibi, toplumsal birikimlerin bir gün patlamaya yol açacağını hiçbirimizin asla unutmaması gerekir.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetin mal ve hizmet alım giderlerini 2014 yılı için sadece 1,9 oranında arttırdığını biliyoruz. Daha önce, belediyelerde personel giderlerinin belediye bütçesinin yüzde 30'unu aşamaması uygulaması başlatılmıştı. Bu durum, kamu kurumlarının kamu hizmetlerinden tasarruf etmeye zorlanması anlamına geliyor.

BAŞKAN - Sayın Hatip, bir-iki saniyenizi alabilir miyim.

NURSEL AYDOĞAN (Devamla) - Evet.

BAŞKAN - Sizin sürenize artı beş dakika vereceğim. Diğer konuşmacınızdan artan süreyi size vereceğim. Normal sürenin üstüne size artı beş vereceğim.

Teşekkür ederim.

NURSEL AYDOĞAN (Devamla) - Evet, tamam.

Yine, Çalışma Bakanlığı bütçesinde son yıllarda yaşanan belirgin azalmanın en somut sonucu, denetimsizliğin artması ve kayıt dışı istihdamın yaygınlaşması olarak kendisini göstermektedir.

Özellikle son yıllarda, Bakanlık bütçesinden iş yeri denetimlerine yeterince pay ayrılmaması nedeniyle çok sayıda işçinin iş cinayetlerine kurban gittiği bilinmektedir. İşçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin yasal düzenlemeler yapılmasına karşın, bu alandaki denetimlerin sağlıklı yapılmaması nedeniyle önümüzdeki dönemde yeni iş cinayetlerinin daha da artması kaçınılmaz görünmektedir.

Aynı zamanda, ekonomi işçilerin güvensiz koşullarda çalıştırılması üzerinden yükseliyor. Güvensizliğin en çıplak görüntüsü ise işçi ölümlerinin her geçen yıl artarak devam etmesidir. Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre 2008'de 865, 2009'da 1.171, 2010'da 1.144, 2011'de 1.563, 2012 yılında da 867 işçi hayatını kaybetmiştir. İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin aylık raporlarına göre, 2013 yılının ilk on ayında 1.017 işçi yaşamını yitirmiştir. Gerçek rakamları bilemiyoruz çünkü Çalışma Bakanlığının verilerine göre 25 milyonu aşkın çalışanın sadece bu ülkede 11 milyonu sigortalıdır. Sigortalıların geçirdiği iş kazalarının birçoğunun da kayıtlara yansımadığını yine hepimiz biliyoruz.

Fabrikalarda, atölyelerde, tersanelerde, inşaatlarda, madenlerde ve tarlalarda kısacası her yerde işçi cinayetleri sürmektedir. Son on yılda 10.723 işçinin öldüğü Türkiye'de, her yıl ortalama 1.072 işçi hayatını kaybetmektedir. Bu tablo, işçilerin sağlıklı ve güvenli çalışma koşullarının hiçe sayıldığını gösteren önemli bir tablodur.

Yine, meslek hastalıklarıyla ilgili bir çalışma Hükûmet tarafından, Çalışma Bakanlığı tarafından yeterli düzeyde yapılmamaktadır.

Sosyal Güvenlik Kurumu her yıl 400-500 civarı işçinin meslek hastalığına yakalandığını belirtirken bazı yıllar meslek hastalığı kaynaklı hiç ölüm olmadığını açıklamaktadır. Oysa kot kumlama işçilerini, diş teknisyenlerini -mesleki- asbest, mermer işçilerinin ölümlerini biz hepimiz yakından izliyoruz, biliyoruz. Kot kumlama işçilerinden silikozis hastası olanlardan her gün biri yaşamını yitiriyor. Diş teknisyenlerinde silikozisten kaynaklı 4 ölüm vakası olmasına rağmen, Sosyal Güvenlik Kurumu verilerinde bu durumun kayıtlı olmadığını biliyoruz.

Değerli arkadaşlar, verdiğimiz bu örnekler insana verilen değeri ve insanın nasıl değersizleştirildiğini göstermesi açısından hayli somuttur. Bizler kapitalizme, emek sömürüsüne, yoksulluk ve talana, gelir dağılımındaki uçuruma, açlık ve yoksulluğa, esnek ve güvencesiz çalışmaya, sigortasız çalışmaya, sağlıksız ve güvencesiz çalıştırılmaya, sendikasızlaştırılmaya, kazanılmış hakların gasbına, iş cinayetlerine, cinsiyet eşitsizliğine karşı işçi ve emekçinin yanında parti olarak olmaya, kadınlar olarak olmaya ve onlarla birlikte mücadele yürütmeye devam edeceğiz ve hakların verilmesini beklemeyi değil hep birlikte, verilmeyen hakları mücadeleyle alacağımızı ifade ediyorum.

Bir kez daha herkesi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)