| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 30 |
| Tarih: | 13.12.2013 |
BDP GRUBU ADINA NAZMİ GÜR (Van) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2014 Mali Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı'nda Avrupa Birliği Bakanlığı bütçesi üzerine grubum adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmama, Yüksekova'da polisin açtığı ateş sonucu yaşamını yitiren Mehmet Reşit İşbilir, Veysel İşbilir ve iki gün önce yaşamını yitiren Bemal Tokçu'yu anarak başlamak istiyorum. Aslında, bu son yaşanan polis katliamı, şu anda hakkında söz aldığım ve bizleri yüksek demokrasi standartlarına eriştirecek politikaları uygulamasını umduğumuz AB Bakanlığının değerlendirmesi sonucunda anlamlı bir giriş teşkil etmektedir. Yani önce yaşam hakkı. Bizi Avrupa'ya ulaştıracak olan da kuşkusuz, yaşam hakkına saygıdır.
Türkiye, 2005 yılından bu yana, Avrupa Birliğine üyelik için müzakerelere başladı. Biz parti olarak, baştan itibaren, Avrupa Birliği uyum sürecini ve müzakere sürecini her fırsatta destekledik. Türkiye'nin Batı'ya entegre olma amacı ve politikaları, aslında, cumhuriyetin kuruluşuna kadar götürülebilir. Nihayetinde, şu an geldiğimiz nokta, AB ile sürdürülen üyelik müzakeresi ve bu kapsamda 13 faslın açılmasıdır. Müzakerenin ilk başladığı 2005 yılında inanıyordum ki... Türkiye'nin genelinde ülkenin siyaseti, ekonomisi ve sosyal hayatıyla daha demokratik ve çoğulcu bir yapıya ulaşacağına dair umutlarım artmıştı, hepimizin umudu artmıştı. Bu umut, açıkçası, AKP iktidarına ve onun Avrupa endeksli de olsa kendi bünyesinde taşıdığı demokratik refleksten kaynaklanmadığını şimdiden söyleyebilirim. Bu, biraz da Avrupa Birliği sürecinin dayattığı bir süreçti ki AKP hükûmetleri bu süreçten her nedense, pragmatik bir şekilde, kendi lehlerine olacak şekilde yararlanmaya çalıştılar. Neden böyle söylüyorum? Çünkü temel insan haklarının yasal ve anayasal güvence altına alınması, tarafsız, bağımsız bir yargının oluşturulması, çoğulculuk temelinde ülkede yaşayan tüm halkların hak olmaktan kaynaklı bütün haklarının sağlanması ve buna saygı duyulması ancak bizi Avrupa Birliğine yaklaştırabilirdi fakat geçen bu sürede bunun olmadığının hepimiz canlı tanığıyız.
Şimdi, aradan geçen yaklaşık dokuz yıl zarfında bu biraz önce sıraladığım üç temel ilke ve pratiğin dahi sağlanmadığını, bu ülkede yaşayan her vatandaş iliklerine kadar hissetmektedir, hepimiz bu gerçeği biliyoruz. Demokratik ve sivil bir anayasaya dair Mecliste yaşanan uzlaşmamazlık bir yana, Mecliste çoğunluğa sahip, gerçekten demokratik olarak davranırsa, demokrasiyi isterse... Bir gecede birçok yasayı değiştirme gücüne sahip olan AKP, 12 Eylül rejiminin bize bıraktığı antidemokratik yasaları korumada ısrarlı bir inat göstermiştir. Bunlardan en önemlisi kuşkusuz Terörle Mücadele Yasası'dır ki Terörle Mücadele Yasası, bugün insan hakları ihlallerinin temel kaynağını oluşturmaktadır.
Avrupa Birliği 2013 Türkiye İlerleme Raporu'nda da özellikle yeni anayasa çalışmasına atıfta bulunularak yeni anayasanın özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukukun üstünlüğü, azınlıklara mensup kişilerin hakları dâhil olmak üzere insan haklarına saygıyı esas alan bir kuvvet ayrılığı sisteminin sağlanması talep edilmektedir. Yeni anayasa çalışmalarında Venedik Komisyonuyla istişarelerin başlatılmasının sürece olumlu etki sağlayabileceği vurgulanmaktadır. Gelin görün ki bu konuda da AKP Hükûmeti özellikle Avrupa Birliği uyum sürecinde en ufak bir adım atmış değildir. Anlamsız bir başkanlık-yarı başkanlık sistemi dayatarak bu yeni demokratik bir anayasanın hazırlanmasında önemli bir tıkaç rolü oynamıştır.
Yine, yargı sisteminde atılması gereken demokratik adımlar atılmamıştır. Öngörülen ve Avrupa Birliği ilerleme raporlarında ısrarla bağımsız bir yargı talebi görmezlikten gelinmiş, kimi göstermelik paketlerle bu talepler maalesef karşılanamamıştır. Bu talep sadece Avrupa Birliği talep ettiği için değil fakat ülkemizin ihtiyacı olan ve gerçekten bağımsız bir yargıya herkesin, başta AKP'lilerin ihtiyaç duyacağı bağımsız yargı süreci maalesef paketlerle savsaklanmıştır.
Değerli arkadaşlar, bu bağlamda, artık bir cezaya dönüşen uzun tutukluluk ve adil yargılamayla ilgili AB mevzuatı maalesef göz ardı edilmiştir.
Yeri gelmişken Sayın Balbay'a geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Anayasa Mahkemesinin verdiği kararla, başta partili milletvekilimiz olmak üzere, şu anda tutuklu bulunan Türkiye Büyük Millet Meclisinin tüm üyelerinin bir an önce bu Parlamentoda yemin ederek göreve başlamasını umuyorum. Bu dileğimi de bu vesileyle dile getirmiş oluyorum.
Değerli arkadaşlar, temel bir hak olan gösteri ve protesto hakkı, gerçekten Türkiye'de ayaklar altına alınmıştır. Polisin olağanüstü imtiyazları nedeniyle, polise karşı izlenen cezasızlık politikası nedeniyle, orantısız güç kullanılarak bu gösterilerin bastırılması, Avrupa Birliği uyum sürecinde, kuşkusuz karşılaştığımız en önemli sorunlardan birisidir.
Yine en son, Gezi direnişinde ve Kürdistan'da neredeyse her gün tanık olduğumuz gösterileri zorla bastırma ve engelleme, özellikle son iki yıldır olağan hâle gelmiştir. Gezi olaylarında, Türkiye genelinde yapılan gösterilerde 6 kişi yaşamını yitirdi, değerli arkadaşlar, onlarca insan yaralandı, gözünü, kulağını kaybetti. Bu olaylardan hemen sonra, Lice'de karakol yapımını protesto eden Medeni Yıldırım adlı yurttaşımız, polisin açtığı ateş sonucu hayatını kaybetmişti ve işte en son, konuşmama başlarken andığım 3 yurttaşımız, Veysel İşbilir, Mehmet Reşit İşbilir ve Bemal Tokçu, Yüksekova'da PKK gerillalarının mezarlarının tahrip edilmesini protesto etmek isterken polisin açtığı ateş sonucu yaşamlarını kaybettiler. Bu kayıplar, sadece son yedi ayda dikkati çeken kayıplardır. Ulus devlet inşasından bu yana, bu ülkede hak ihlalinin en büyüğünü yaşam hakkı ihlali oluşturmuştur ve AKP iktidarı döneminde devletin bu kirli geçmişini değiştirmeye dönük hiçbir ileri adım, olumlu bir adım atılmamıştır, gerçeklerle yüzleştirilmemiştir. Bilakis, yaşam hakkı başta olmak üzere, insan haklarına yönelik devlet ihlali artarak devam etmektedir. Bu tutum, demokrasiye sevdalı değil, demokrasiden korkan bir tutumdur, ileri demokrasiyle de hiçbir ilgisi yoktur.
Değerli arkadaşlar, bugün bireysel hak ve özgürlükler kadar kolektif haklar da devletin gasbına uğramaya devam etmektedir. Uzun yıllardır Kürt halkının dili, kültürü, kimliği için verdiğimiz özgürlük mücadelesi geçtiğimiz aylarda Sayın Öcalan ile devlet heyetinin başlattığı barış görüşmeleriyle yeni bir evreye girdi bu taleplerimiz.
Otuz yılı aşkın bir süredir yaşanan savaşın halklar üzerinde yaptığı ağır tahribatın bir yansıması olarak tüm Türkiye halkında bu sürece yönelik olumlu bir tavrın geliştiğini söylemek mümkündür. Kürtler kadar Türk halkı da artık daha fazla kanın akmasını istemiyor ve Kürt sorununun demokratik, siyasal yollarla çözümü de kamuoyunun genel bir kabulünü, genel bir mutabakatını sağlamıştır. Eğer öyle olmasaydı, bugün İmralı'da Sayın Öcalan'la yapılan görüşme toplumda büyük bir infiale yol açardı. Bu nedenle halkların barışa, eşitliğe ve demokrasiye hazır olduğunu, her dönemden çok daha fazla hazır olduğunu söyleyebiliriz. Buna hazır olmayanın, süreci başlatma iradesini gösteren fakat gelişmesi ve ilerlemesinden imtina eden AKP iktidarı olduğuna dair geniş bir kanı vardır kamuoyunda. AKP iktidarı, ülkemizin en temel sorununun, AB ilerleme raporlarında da sıkça dile getirilen, ülkenin topyekûn demokratik inşası yoluyla çözülmesi yönünde gerekli adımları atmamaktadır. Bu açıdan, siyasal iktidar eline geçirdiği tarihî fırsatı iyi değerlendirememektedir. Hükûmeti demokratik adımlar atmaya, ülkenin en temel sorunlarının Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde demokratik ilke ve pratikler yoluyla evrensel hukuk çizgisinde çözmeye, teşvik etmeye, motive etmeye hazırız. Bu konuda Hükûmetin atacağı her ileri adıma, her demokratik adıma destek vermeye de hazırız. Ama, buna rağmen Avrupa Birliği Bakanlığının bu yönde hiçbir çabası olmadığını maalesef söylemek zorundayım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özelde Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği, genel olarak ise ülkemizin bir bütün olarak demokratikleşmesi eşitlik, özgürlük ve barış temelinde, daha iyi bir gelecek tesis edilmesi yönünde yasa koyuculara ve uygulayıcılara güç ve motivasyon sağlayan stratejik bir hedef olarak görülmelidir. AB üyeliğine ve demokratikleşmeye dönük taktiksel hesaplar ve AB kriterlerini kendi çıkarlarına göre, kendi anladığı gibi ele almak, yaklaşmak ülkemizi demokratikleştirmez, bilakis bu hedeflerden uzaklaştırır.
Yine, AB üyeliğine ve demokratikleşmeye dönük taktiksel hesaplar ve AB kriterlerini kendi çıkarlarına göre ele alan yaklaşımlar ülkemize demokrasiyi getirmez, demokrasiyi geliştirmez. Bu kapsamda, özellikle son iki yıldır, başta Sayın Başbakan olmak üzere Hükûmetin çeşitli yetkililerinin Avrupa Birliğini küçümseyen ve öteleyen yaklaşımı ve söylemleri, Hükûmetin giderek yüzünü Avrupa'dan çevirdiğine yönelik güçlü bir kanının ortaya çıkması; bu durum, değerli arkadaşlar, Hükûmetin iktidara geldiği ilk yıllarda sürekli tekrarladığı AB ile müzakere isteği ve pratiğine taban tabana zıttır. Yine, böyle bir yaklaşım Hükûmetin sadece kendi çıkarları doğrultusunda bir demokrasi anlayışını ortaya koyduğunu, yine, eğer AKP Hükûmetine yararsa, yandaşlarına yararsa bir demokratikleşme ve AB müzakeresi yolu izlediğini güçlü bir şekilde ortaya koymaktadır.
Son on bir yıllık iktidar döneminizde Hükûmet yetkilileri iktidarlarını koruma adına, artık, AB'ye daha az bel bağladıklarını düşünüyorlar. Bu da genel bir eleştiri, genel bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım pragmatik ve taktiksel bir yaklaşımdır. Oysa evrensel demokrasi hiçbir iktidarın basit hesap ve çıkarları üzerinde ele alınamaz ve bu yolla gerçek bir demokrasinin yerleşmesini beklemek mümkün değildir. Bunun için, bizim, BDP olarak AB Bakanlığından ve diğer Hükûmet organlarından, Türkiye'den beklediğimiz, AB uyum yasaları, evrensel hukuk ilkeleri doğrultusunda yeni bir hukuk düzeninin tesisidir ve nihayetinde uymak zorunda olduğumuz ve taahhüdünde bulunduğumuz Kopenhag siyasi kriterlerinin tamamına eksiksiz uyum sağlamamız, bizim en önemli, Hükûmetin en önemli görevlerinden biridir. Bunun bir an önce hayata geçmesi bizim beklentimizdir.
Türkiye'nin demokratikleşmesi ve başta Kürt sorunu olmak üzere ülke sorunlarının çözüme kavuşması için Hükûmetten beklenen, demokratik adımların zaman kaybetmeden radikal bir biçimde atmasıdır. Demokrasiden korkmak, insanlığın ve nihayetinde bütün Türkiye'nin ihtiyaç duyacağı demokrasi talebini, halklarımızın ihtiyaç duyduğu demokrasi talebini ötelemek ve oyalamaktan başka bir işe yaramaz. Bu da kısa vadede belki AKP'ye yarayabilir ama uzun vadede halklarımızda çok büyük bir kayba neden olacaktır.
Değerli arkadaşlar, AB müzakere sürecinde Türkiye'den beklenen adımlar ile bizlerin, Türkiye'de ezilen, ayrımcılığa uğrayan, demokratik hakları gasb edilen herkesin, her kesimin talep ettiği demokratik adımlar örtüşmemektedir. AKP'nin attığı adımlar, bizim, ezilenlerin, Türkiye'deki demokrasi güçlerinin taleplerini karşılamamaktadır. Bu yönüyle, Kürtlerin yıllardır verdiği demokrasi ve özgürlük mücadelesinin ve onun toplumda yarattığı demokratik refleksin AB yolunda ilerleyen bir Türkiye için kazanım olduğu görülmelidir.
Biz, AB 2013 Türkiye İlerleme Raporu'nda ilan edilen 22'nci Fasıl'ın yani Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu Faslı'nın açılmasını gerçekten önemsiyoruz ve bu faslın açılmasına da biliyorsunuz ciddi bir destek verdik. Ancak, bu fasıl salt bir kalkınma ve ekonomik gelişme perspektifiyle değerlendirilemez. Ülkemizde yaşanan bölgeler arası ekonomik ve sosyal uçurumun en temel nedeni farklı etnik ve kimlikler üzerinde yıllardır uygulanan tekçi, baskıcı ve asimilasyoncu politikalardır. İşte, bu fasıl, bu asimilasyoncu, tekçi politikaların bir an önce terki, bölgeler arası kalkınma farklarının kapatılması ve nihayetinde Türkiye'nin hak ettiği demokratik, müreffeh ve... Gerçekten, yaşam kalitesinin artırılması yolunda önemli bir katkı sağlayacak bu faslın kullanımı, bu faslın açılması buna hizmet edecektir.
Değerli arkadaşlar, biz bu faslın müzakereleri sürecine başta partimiz olmak üzere bütün muhalefetin, bütün sivil toplum örgütlerinin de dâhil edilmesinin, bölgede -özellikle yerelde- bulunan yerel yönetimlerin bu faslın müzakere süreçlerine dâhil edilmesinin Türkiye'ye ciddi bir kazanım sağlayacağını düşünmekteyiz.
Biz BDP olarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin katı, merkeziyetçi yapısının bu ülkenin çoğulculuğuna ve zenginliğine vurulan bir darbe olduğunu sürekli söylüyoruz, dile getiriyoruz. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi veya Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'na konulan çekincenin kaldırılması gerektiği hususu, en son açıklanan ilerleme raporunda da ele alınmıştır. Biz bir kez daha partimiz adına bu şartın bir an önce Türkiye tarafından da onaylanmasını ve yürürlüğe konmasını talep etmekteyiz.
Yine, buna paralel olarak, raporda, Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi tarafından önerildiği üzere, kamu hizmetinin verilmesinde Türkçe dışındaki dillerin, özellikle Kürtçenin, kullanılmasının yasal hâle getirilmesine yönelik olarak daha önce açıklanan düzenleme için resmî adımların atılmadığının altı çizilmiştir. Tüm bunlar, Türkiye'nin AB yolunda yapması gerekenler listesinde el değmemiş bir şekilde durmaya devam etmektedir.
Değerli arkadaşlar, Avrupa Birliği İlerleme Raporu bu sene, biliyorsunuz, pozitif bir şekilde ortaya çıktı. Bu pozitif yaklaşıma, bence, hem Hükûmet hem de Avrupa Birliği Bakanlığı son derece önem vermelidir. Bu, onlara radikal adımlar atması için büyük bir destektir, büyük bir motivasyondur. Geçen yıl, biliyorsunuz, Avrupa Birliğinin eleştirileri üzerine raporlar çöpe gitmişti. Bu yıl, özellikle Sayın Başbakanın demokratikleşme paketi adı altında açıkladığı paketin her nedense bu İlerleme Raporu'ndan bir hafta önce açıklanması ve nihayetinde rapora olumlu adımlar olarak, pozitif adımlar olarak geçmesi, yine, bu paketin aslında, esasında niçin açıklandığının en büyük kanıtıdır. Çünkü bu yıl Avrupa Birliği İlerleme Raporu çöpe gitmekten son anda kurtulmuş oldu.
Bir kez daha söylemek istiyoruz: Kürt halkının sadece kendisi için değil, BDP'nin sadece Kürtler için değil ve fakat Türkiye'deki bütün ezilenler için, ezilen halklar için, insanlar için, çevreler için öngördüğü 3 temel talebi burada sıralayarak konuşmamı bitirmek istiyorum.
Bütün kimliklerin Türkiye'de eşit ve özgür bir şekilde yaşaması için anayasa, demokratik ve özgür bir anayasa için bütün kimliklerin güvence altına alınması bizim en temel talebimizdir.
Yine, ana dilde eğitim hakkı bizim en temel talebimizdir.
Demokratik özerklik bizim en temel talebimizdir.
2014 yılının başta ülkemizde olmak üzere tüm dünya halklarına barış, özgürlük ve eşitlik getirmesi temennisiyle konuşmama burada son veriyorum.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)