| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 30 |
| Tarih: | 13.12.2013 |
BDP GRUBU ADINA HALİL AKSOY (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 2014 Bütçe Yasa Tasarısı'nda yer alan Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü ve Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı bütçeleri üzerine söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, kültür ve sanatın toplumlar için ekmek ve su kadar önemli olduğunu belirtmemize gerek yoktur herhâlde. Zira 21'inci yüzyılda bunun idrakine varmayan toplumlar ve devletler yeryüzünden silinmeye de mahkûmdurlar. Sanata ve kültüre önem vermeyen bir ülkede toplum ve bireyler demokratik düşünemez, sorgulayamaz, muhakeme edemez. Bir halkın şiiri, edebiyatı, sanatı olmazsa o halk özgürlük ve demokrasi mücadelesi veremez hatta varlığını bile sürdüremez. Edebiyatçılar, sanatçılar bir halkın duygusunu ve özlemini yaratanlardır. Duygusuz bir halk, duygusuz bir millet düşünülemez. Sanata, edebiyata ve tabii kültürel değerlere böyle bir temelde yaklaşmak gerekmektedir. Bilindiği üzere bütçeler sadece ekonomik ve mali durumu değil, aynı zamanda, iktidarların siyasal tercihlerini de yansıtır. Bir ülkenin çağdaş uygarlık düzeyini ve demokrasisini anlamak için o ülkenin kültür ve sanat politikalarına bakmak yeterli olacaktır diye düşünüyoruz. Çünkü kültür politikaları sadece tiyatroyu, baleyi, operayı, yazma eserleri, sanat ve edebiyat alanlarını değil, bunlarla beraber yaşam biçimlerini, temel insan hak ve özgürlüklerini de kapsayan bir bütündür. Bu nedenle, ülkenin kültür politikaları aynı zamanda o ülkenin demokrasi seviyesini de yansıtmaktadır.
Ancak, baktığımızda, 2014 bütçesinde de, tıpkı önceki yılların bütçelerinde olduğu gibi, kültüre ve sanata ayrılan pay oldukça düşüktür. Bu da, Türkiye'nin ve de Hükûmetin kültüre ve sanata verdiği önemi göstermektedir. Keza, aynı şekilde, dilin yasaklandığı bir ortamda kültür ve sanatın gelişmesi de beklenemez. Çünkü kültürün temel taşıyıcılarından birisi dildir. Dil, kültüre ve sanata muhtaç olduğu ortamı hazırlar ve onu besler. Ancak, her toplum, kendi kültür ve sanatını icra ederken kendi kültürel gerçekliği üzerinden yola çıkar. Ne yazık ki Türkiye'deki mevcut durum bu, bu durum da hiç de iç açıcı bir noktada değildir. Tek dil, tek din, tek millet, tek mezhep anlayışına dayanan devletin kültür politikası ülkenin farklı kültürlerini inkâr etmiş, gelişmesine de bugüne kadar engel olmuştur.
Değerli milletvekilleri, kültür ve sanatı en geniş toplum kesimlerine yayma amacıyla kurulmuş olan Devlet Tiyatroları da kendi özgünlüğü içerisinde dünyada yer edinme çabası güderken, maalesef, ülkemizin gerçekliğinden uzak bir toplumun göstergesi olarak kültürel çeşitliliğimizi yansıtmamaktadır. Farklı kültürlerin gelişmesi ve yaşayabilmesi için devlet sinemaya, tiyatroya önem vererek güzel sanatların bu dallarında farklı kültürlerin gelişmesine de olanak sağlamalıdır. Kültürel çeşitliliğiyle Türkiye coğrafyasında "devlet tiyatrosu" gibi tanımlamaların çok kültürlü, çoğulcu bir toplum gerçeğini gündeme yansıtmadığı da bir gerçekliktir. Bu anlamda, tiyatrolar sahnelerini açarken, maalesef, ülkemizin farklılıkları için perde açmamaktadırlar. Sayın Kültür Bakanı buradadırlar. Açıklamalarını istiyoruz. Bakanlığınızın Türkçe dışındaki kültür ve sanat projelerinin kaç tanesine ve ne kadar destek verdiğini açıklayabilir misiniz? Başta Kürtçe olmak üzere tüm dil, aksan ve lehçeleri yok sayan bir oyunculuk anlayışı da artık günümüzde çağdışı hâle gelmiştir. Gerçek kültür taşıyıcıları olan tiyatroyu, baleyi, müziği ve sinemayı yurt düzeyine yaymak, bunlardan herkesin yararlanmasını sağlamak devletin görevlerinden biridir. Tiyatroyu, baleyi, operayı sadece elit kesimlerin sanatı olmaktan çıkarmak da gerekir. Yine, sadece büyük şehirlerde olması yurttaşlar arasında ayrımcılık yapmak demektir. Her insanın sanata ve edebiyata gereksinimi mutlaka vardır.
Neden bugün Kürdistan'ın pek çok kentinde, Ağrı'da, Hakkâri'de, Şırnak'ta insanlar sanata ulaşamıyor ya da kendi dillerinde, kendi öz kültürleriyle sanatlarını yapabilme olanağına ve onunla ilgili desteğe sahip olamıyorlar?
Yeri gelmişken burada Kürtlerin ilk balerini Leyla Bedirhan'ı da anmak istiyorum. "Botan Mirinin torunu ve Kürt Prensesi" diye anılan Bedirhan, ayrıca Orta Doğu için de, kendisi için de yani bale sanatı için de bir ilkti; rahmetle anıyoruz.
Değerli milletvekilleri, biz, devlet tarafından Türkiye'nin her köşesine eşitlik ve adalet içerisinde kültür ve sanatın gönderilmesi, götürülmesi gerektiğini, bunu yaparken de ülkenin farklı dil ve kültürlerine uygun projeler yapması gerektiğini defalarca ifade ettik. Ancak bakıyoruz ki Hükûmet, kültür ve sanat düşmanı bir politikada ısrar etmektedir. Bu politikalar neticesinde sahneler teker teker kapatılırken, Devlet Tiyatroları ise kapanma tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmıştır. İstanbul'da Emek Sineması'nın yıkılma kararıyla başlayan, Ankara'da Akün Sineması binasının satışa çıkarılmasıyla devam eden sahne kapatma sürecinin ardından şimdi de sıra tiyatro, opera ve balenin özelleştirilmesine geldi. Ne yazık ki bugün Türkiye'de iktidar bu doğrultuda kültür ve sanat alanlarına kıyıcı, yıkıcı, yok edici bir tutumla saldırmaktan geri durmuyor. Bale sanatını "Belden aşağı", resim ve heykel sanatını "ucube" olarak nitelendiren, yazarları ve sanatçıları sansürleyen bu zihniyet sahne sanatlarının her alanına müdahale etmektedir.
Türkiye'de kendi ana dilinde kitaplar yazdığı ya da muhalif düşüncelerini özgürce ifade ettiği için, aynı şekilde ana dilinde sanatlarını icra ettikleri için yüzlerce aydın, sanatçı Kürt bugün yurt dışında sürgün hayatı yaşamaktadırlar. Sadece Şivan'ı ülkeye getirerek yaşanan onca zulmün ve sürgünün üstünü kapatamazsınız. Kaldı ki Şivan bile iktidarınızın on ikinci yılında ancak Türkiye'ye gelebilmiştir. Madem bu kadar, iyi niyetliydiniz de, Ermeni ve Kürtçe şarkıların büyük sesi Aram Tigran'ın cenazesinin neden ülkeye getirilmesine karşı çıktınız? Oysa son vasiyeti Aram'ın: "Amed'te toprağa verilmek." Bu vasiyetin yerine getirilmesine engel oldunuz. Umarım bunun hesabını ahrette de verirsiniz.
Değerli Milletvekilleri, Skorskylere, F-16'lara, TOMA'lara, akreplere, coplara, gazlara bütçe ayırmakta hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan bu Hükûmet, müzelere, operaya, baleye ve tiyatroya ise, onları özelleştirerek, neredeyse bütçe ayırmama eğilimindedir. Sormak gerekir Sayın Bakana: Devlet Tiyatrolarını hangi yönüyle özelleştireceksiniz? Binalarını mı satacaksınız, sanatçıları mı?
Tiyatro, hayatı sorgulayan, aykırı olan, muhalif bir yapısı olan bir kurumdur. Sizi her eleştirenleri, sizi rahatsız edenleri, kısacası muhalifleri yok etme düşüncesiyle hareket edemezsiniz. "Bunları özelleştireceğiz." düşüncesinde aslında "Bunları yok edeceğiz." düşüncesi saklıdır.
Her artı değer üretmeyen, ticari anlatımla kâr etmeyen kurum özelleştirilebilir mi? Kâr etmesini mi bekliyorsunuz? Bazı kurumlara ticari anlamda bakılması o devletin çağdaş ve özgürlükçü gelişimini de ortaya koyar. Hastaneler, okullar, silahlı kuvvetler de kâr etmiyor, aksine büyük maliyetleri var. O hâlde bu kuruluşları da mı özelleştirmek gerekiyor?
Sayın milletvekilleri, yine Hükûmetin son yıllardaki hukuk ve yasa tanımaz tutumu öylesine bir hâl almıştır ki, sanat kurumlarında kadro sınavı açmayan Bakanlık on yıllık konservatuvarlardan mezun sanatçıları "misafir sanatçı" adı altında 40-50 Türk liralık günlük yevmiyeyle çalıştırmaktadır. Kendilerine bu kişilerin 657 sayılı Kanun'un 4 ve 5'inci maddesi gereği kamu görevlisi mi yoksa işçi mi oldukları yani istihdamdaki hukuki statüleri sorulduğunda, Devlet Personel Başkanlığı kendilerinden menkul düşünceleriyle ne kamu görevlisi ne de işçi olduklarını söylemektedir. On senelik sanat eğitimi almış sanatçılara 4/C bile layık görülmemekte yani bir anlamda kamuda yasa dışı istihdam yapıldığı açıkça beyan edilmektedir.
Değerli milletvekilleri, kültürel değerlerimizin çok önemli bir bölümünü içinde barındıran yazma eserler, tarih, sanat, edebiyat, din ve diğer pek çok alanda kaleme alınmış taşınır kültür varlıklarıdır. Bu el yazısı yazma eserler yazıldığı döneme ve yere ait temel bilgileri bünyesinde toplayan eserlerdir. Bilim ve sanat dünyasının ilk elden kaynaklarını da bunlar oluşturmaktadır. Bu eserlerin gün yüzüne çıkarılarak korunması, çok kültürlü kimliğimizin dünyaya tanıtılması, gelecek nesillere aktarılması elbette büyük önem taşımaktadır.
Özel bütçeye sahip olan Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı tarafından yazma eserlerin orijinal hâliyle hizmete sunulması, kütüphanecilik işlemleriyle birlikte çeviri, sadeleştirme, araştırma çalışmalarının yapılması ve yazma eserlerle ilgili hizmetin ülke geneline yaygınlaştırılması için bütçeden önemli bir paraya ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak, ayrılan bu bütçe payıyla konuya yeteri kadar önem verilmediği açıkça görülmekte ve anlaşılmaktadır. Bunun için, ülkede din, dil, ırk ve etnik köken ayrımı yapmadan, sanata ve kültüre katkısı olan tüm eserleri, orijinalliğine sadık kalınarak, insanlığın ortak mirası anlayışıyla gelecek kuşaklara aktarmaya çalışmak Kültür Bakanlığının en önemli görevlerinden biri olmaktadır.
Ancak bakıyoruz ki, bu görüştüğümüz 2014 yılı Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu'nda bile grubumuzun muhalefet şerhinde yer alan "Kürdistan" kelimesine bile tahammül edilmemiştir. 3 parti anlaşarak hukuksuz ve gayrimeşru bir şekilde şerhimizi rapordan çıkarıp yeniden bastınız. Aslında böylece, farklılıklara, çok kültürlülüğe olan yaklaşımınızı da ortaya koymuş oldunuz. Meclis Başkanının ve diğer partilerin bu tutumunu kınadığımı bir kez daha belirtmek isterim.
Böyle bir zihniyetin elbette ki Kürdistan'ın değerli düşünür ve edebiyatçıları olan Ehmede Xanî'nin, Feqîye Teyran'ın, Mela Huseyin Bateyî'nin, Melayê Cizîrî'nin, Elî Herîrî'nin tüm eserlerini Türkçeye kazandırmasını da bekleyemeyiz. Ancak, biz bunu ısrarla talep edeceğiz, bunun mücadelesini vermeye de devam edeceğiz.
Türkiye'nin çok dilli ve çok kültürlü yapısına uygun bir kültür ve sanat politikasının icra edilebilmesi için Kültür Bakanlığının mutlak suretle Türkçe dışındaki dillerde de sanat ve edebiyat çalışmalarına kaynak ayırması gerekir. Zira, bu ülkede yaşayan bütün yurttaşların -Kürt'ün, Türk'ün, Çerkez'in, Ermeni'nin, Süryani'nin, Laz'ın- ödediği vergilerle Kültür Bakanlığı bütçe oluşturmaktadır. Sadece bir yapıya ait kültürün ve sanatın icrası ülkeyi ayrıştırır ve kaynaştırmaz.
Bu anlamda, sözlerime son verirken, bu yaz kaybettiğimiz çağdaş Kürt şiirinin öncülerinden ve aynı zamanda yaşamı boyunca özgürlük mücadelesiyle de anılacak olan Ozan Şerko Bekes'in dizelerini sizinle paylaşmak istiyorum: "..."(*)
Türkçesini de isterseniz vereyim:
"Eğer şiirlerimden gülü çıkarırlarsa dört mevsimden bir mevsimim ölür.
Eğer sevgiliyi çıkarırlarsa iki mevsimim ölür.
Eğer ekmeği çıkarırlarsa üçü ölür.
Ama eğer özgürlüğü çıkarırlarsa yılım ölür ve ben de ölürüm."
Bu duygularla "Herkese özgürlük" diyerek Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)