| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 30 |
| Tarih: | 13.12.2013 |
BDP GRUBU ADINA BENGİ YILDIZ (Batman) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlar, Adalet Bakanlığı bütçesi üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakanın görevdeki son günleri. Uzun zamandır Adalet Bakanlığı yapıyor. İnsani ilişkiler açısından, Adalet Bakanlığı bürokrasisinin ulaşılabilirliği açısından gerçekten iyi bir performans sergilediklerini söylemek gerekir. Yeni görevlerinde de başarılar diliyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Size öyle ama başkalarına öyle değil.
BENGİ YILDIZ (Devamla) - Sen geldiğinde onu söylersin.
KAMER GENÇ (Tunceli) - Ben söylerim de ama sen doğrusunu söyle.
BENGİ YILDIZ (Devamla) - Fakat, Sayın Bakan doğrusunu isterseniz bu kadar bakanlıkta kaldıktan sonra bu Parlamentonun en az tartışılan bakanlarından birisi oldu. Bu da herhâlde onun o kişisel özelliklerinden kaynaklanıyor. Çünkü, temel hak ve özgürlükler, kişi güvenliği, özellikle özgürlük söz konusu olduğunda benzer bakanlıkta görev alanların bakanlık icraatlarının üstüne bir de kendi söylemlerini yerleştirince toplumda ciddi tepkiler aldıklarını gördük ve o koltukta fazla oturamadıklarını da hep beraber gözlemledik. Neden bunu söylüyorum? Çünkü, Sayın Adalet Bakanının döneminde bu ülke tarihinin en önemli, en devasa davaları görüldü; KCK davaları, Balyoz davaları, Ergenekon davaları. Binlerce insan temel hak ve özgürlüklerinden edildiler, gözaltı süreçlerinden tutun da yargılama süreçlerinde çok keyfî muameleler yapıldı. Buna rağmen, Sayın Bakanımız en az eleştirilen bakan oldu diyebilirim. Gerçi, Sayın Bakanım diyecek ki: "Bu, kuvvetler ayrılığının gereğidir. Yargı bağımsız olduğu için bu icraatlar yargının icraatlarıdır, beni ve Hükûmetimi direkt ilgilendiren konular değildir." Ama, hepimiz biliyoruz ki Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, geçmişten bugüne kadar yargı hep siyasaldı, ne yazık ki siyasal olmaktan kurtulamadı. Dolayısıyla, bağımsız ve tarafsız yargı hâlen hepimizin özlemi ama çok uzakta olan bir özlem gibi de gözüküyor.
Burada Sayın Adalet Bakanı ve Hükûmeti eleştirirken onların çokça başvurduğu geçmişi örnek göstermeyeceğim çünkü geçmişi örnek göstererek kimse bugünkü sorumluluktan kurtulamaz. Bizim referansımız çağdaş dünya, Avrupa Birliği, demokratik ülkelerin ölçütleridir. Buna baktığımızda da Türkiye'nin adalet politikası iflas etmiştir, çok eleştirilecek bir adalet politikası olduğunu belirtmek isteriz.
Mahkemelerin duvarlarında tıpkı Meclisimizin duvarlarında olduğu gibi çok veciz sözler yazılır. Burada "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." deniliyor. Bunun henüz hayata geçmediğini çok iyi biliyoruz. "Adalet mülkün temelidir." kavramı bütün adliyelerde vardır, altına da "Mustafa Kemal Atatürk" diye yazılır. Son zamanlarda çok tartışmalı bir konudur. Kemalistler ile Hükûmet yanlıları arasında bir tartışma var, bu söz Mustafa Kemal'in midir yoksa Hazreti Ömer'in midir diye, ciddi bir tartışma. En sonunda, Sayın Mustafa Armağan, geçmiş tarihî kaynakları da referans göstererek bu sözün Hazreti Ömer'e ait olduğunu söyledi. Tabii ki çok tarihî bir söz olduğunu biz de biliyoruz. Ama bu tartışma tabii ki acı bir tartışmadır. "Adalet mülkün temelidir." sözünü kimin söylediğinin bu kadar arkasından gideceğimize bu sözün, bu deyişin ne kadar hayata geçip geçmediğinin, bizim iktidarlarımız döneminde ne kadar hayata geçip geçmediğinin peşine düşseydik herhâlde daha anlamlı olurdu. Mesela bunu Mustafa Kemal söylemişse cumhuriyet tarihinin yargılamalarına, adalet politikalarına bakalım. İstiklal mahkemelerinden umumi müfettişliklere kadar hukukun, adaletin o diyara uğramadığı bir yargılama sürecinin, yönetim sürecinin olduğunu hep birlikte görüyoruz, "Önce asalım, sonra gerekçesini oluşturalım." diye tarihe mal olan yargısal kararların verildiğini görüyoruz.
Şimdi, geldik 21'inci yüzyıla, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarda. "Adalet mülkün temelidir." kavramını çokça kullanıyor ama özellikle de geçmiş cumhuriyet dönemi politikaları, halkın içinde olmadığı, adaletin içinde olmadığı politikaları... 1950'den beri Demokrat Parti, sonra sağdaki Adalet Partisi, Anavatan, en son AK PARTİ geçmiş dönemleri eleştirerek "Yeter artık, söz milletindir." gibi veciz sözlerle geçmişi eleştirmek üzerinden iktidar oldular. Yaklaşık olarak elli altmış yıllık bir dönemdir de sağ politikalar ülkemizde hâkim ve adaletin devletin temeli, yönetimin temeli olmadığını, gittikçe de ne yazık ki geçmiş dönemleri de aratan bir adalet politikasıyla karşı karşıya olduğumuzu hep birlikte görüyoruz.
"Adalet mülkün temelidir." derken, bizim Hocamız -demin Burhan Hoca vardı burada- okula kaydolduğumuzda 5'erli, 6'şarlı gruplar hâlinde aldılar bizi: "'Adalet mülkün temelidir.' ne anlama geliyor gençler?" Her birimiz bir şey söyledik. Kimimiz dedi ki "Herhâlde sermayenin temelidir.", kimimiz de farklı, farklı şeyler söyledik. O zaman hocalarımız bunun devletin, yönetimin, bir sistemin temeli olduğunu, o anlama geldiğini söylediler.
Değerli arkadaşlar, bugünkü tartışmalar nelerdir? Adil düzen üzerinden geldik, adil paylaşımdan geldik. Bugünlerde tartışılan konu "dershaneler" üzerinden, Hükûmete çok yakın bir gazeteci bugünkü durumu açıklamak için "Efendim, 2002'den önce cemaatin kaç tane milletvekili vardı, şimdi kaç tane var? Kaç tane bürokratı vardı -işte, devletin çeşitli mekanizmalarında, muhtemelen şimdi tartışacağımız Hâkimler Savcılar Kurulunda- şimdi kaç tane var?" gibi bir muhasebeye, bir paylaşım sistemine girdi. Yıl 2013; demokratik bir devlette ülkenin etkin cemaatlerinden birisinin gücünün toplum içerisinde, devlet içerisinde karşılığının, etkinliğinin ne kadar olduğu çok rahatlıkla bir konuşma, makaleler konusu olabiliyor. Biz de buradan anlıyoruz ki, mevcut Hükûmet de "Adalet mülkün temelidir." kavramını -oradaki "mülk" kavramı devlet, yönetim, adil bir yönetim değil de- esasında "Adalet sermayenin temelidir; adalet kapitalizmin temelidir; adalet güçlülerin temelidir." şeklinde algılamış ve bu şekilde bir pratik sergilemiştir.
Değerli arkadaşlar, Sayın Bakanımızın üyesi olduğu 61'inci Hükûmet Programı'nda adalete ilişkin vaatler şu şekilde belirtilmiş:
"'Adalet mülkün temelidir.' anlayışına sahip olan Hükûmetimiz, hukuk devletinin temelinin 'adalet ilkesi' olduğunu benimsemiştir.
Ekonomik kalkınmadan sosyal barışın tesisine kadar hemen her alanı ilgilendiren ve insanımızın gündelik hayatını doğrudan etkileyen bu alanda, herkesin güven duyduğu bir adalet sistemi oluşturmak temel hedefimizdir.
Öncelikle hukuk sistemimizde, güncelliğini kaybeden, evrensel ilkelerden kopuk ve toplumun taleplerini karşılamaktan uzak kalmış, başta Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu gibi kanunları yeniledik. Uzun yargılama sürelerinin kısaltılması amacıyla yüksek mahkemelerin kapasitelerini artırdık.
Yargı süreçlerinin hızlandırılmasına ilişkin düzenlemeler yaparak mahkemelerin iş yükünü yaklaşık yüzde 20 oranında azalttık.
Modern adalet sarayları inşa ederek adliyeleri bodrum katlarından kurtardık ve cumhuriyet tarihinde yapılanın 5 katı kadar adalet hizmet binası yaptık."
İstanbul'da, hatırlıyorsunuz, değerli arkadaşlar, Çağlayan Adliyesi ve Kartal Adliyesi yapıldı. Sayın milletvekilleri bilir, bunlar, çokça eleştirdiğimiz Doğu Avrupa ülkelerindeki o devasa devlet yapılarına benzeyen, ruhsuz yapılardır. Avukatlar tutuklandığı zaman Twitter'dan şöyle bir şey gelmişti: "Keşke bu Çağlayan Adliyesinin temeline orayı yaparken biraz da adalet harcı yerleştirseydiler." diye söylemişlerdi. Gerçekten bu kadar ruhsuz, bu kadar devasa binaların yapıldığı bir Avrupa ülkesi görmedim. Mesela, Belçika'da, İngiltere'de birçok adliye binalarına girdim, tıpkı bir kutsal mekâna girer gibi tarihî, çok sessiz binalardı gerçekten ve insanlar oraya girdiğinde bir mabede girer gibi girerdi, bu kadar bir saygınlığı vardı. Şimdi, bizimkini kaç katlı yaptık? Bin tane penceresi var ve çoğunlukla damları da akıtıyor, asansörleri çalışmıyor. Böyle adalet binaları yaparak adaleti hayata geçirebileceğimizi düşünüyor ve buna göre de bir söylem içerisine giriyoruz. Şüphesiz, adliyeleri bodrum katından çıkarıp daha iyi hizmet edilebilir yerlere taşımak iyidir ama mesela, Millî Eğitim Bakanlığının okulları vardır, daha böyle geçmişten izler taşır, oraya baktığında -gerçekten de dersin ki- geçmiş Osmanlı mimarisini andıran bir yapıyla karşılaşırsın. Ama adalet binalarına baktığımızda soğuk ve gerçekten bir o kadar içindekilerin de tabii ki adaleti de o şekilde gerçekleşiyor.
"Adli Tıp Kurumunun kapasitesini daha da artırarak, kurumun hizmetlerini hızlandıracak ve ülke geneline yaygınlaştıracağız." diyor 61'inci Hükûmet Programı. Adli Tıp Kurumunun şu anda ne hâlde olduğunu, oraya giden yüzlerce hastanın aylarca rapor beklediğini, o raporlarla adli tabipler birliğinin raporları arasındaki çelişkilerde ne yazık ki Adli Tıp Kurumunun raporlarının esas alındığını ve tahliye bekleyen onlarca hastanın Adli Tıp Kurumundan gelecek raporları beklerken ne yazık ki yaşamlarının sonuna geldiğini hep birlikte izliyoruz. Şimdi, bu, 61'inci Hükûmetin Programı'ndaki vaatlerdi değerli arkadaşlar.
Avrupa Birliği nasıl görüyor bizi? Sayın Bakanım diyor ki: "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurular 2011-2012 dönemine göre..." O dönemde 8.010 başvuru yapılmış, Eylül 2012'den bugüne kadar da 5.919 yeni başvuru yapılmış. Burada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yapılan başvuruların azalması ülkemizde yargının iyi çalışıyor olmasına bir gösterge olarak sunulmuş ama herkes biliyor ki aynı dönemde Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruları kabul ettiği için artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurular yapılmıyor. Son merci olarak iç hukuk yollarında Anayasa Mahkemesine başvurulduğu için burada bir azalma, nispi bir azalma gözüküyor ama bu gerçeği yansıtmıyor. Şu anda Anayasa Mahkemesinde binlerce dosya birikmiş, benim de geçmişten kalan dosyalarımdan 250 tanesi şu anda Anayasa Mahkemesindedir çünkü AİHM'e gitmeden önce oraya başvurma durumu ortaya çıktı. Dolayısıyla da Avrupa Birliği İlerleme Raporu bu nispi ilerlemeye değiniyor fakat bu da göreceli bir durumdur.
Avrupa Birliği İlerleme Raporu, işkence ve kötü muamelenin önlenmesine ilişkin olarak "Gösteriler ve tutuklamalar sırasında, resmî gözaltı merkezlerinde ve cezaevlerinde aşırı güç kullanımı endişe kaynağı olmaya devam etmektedir." diyor. Kolluk kuvvetleri, işkence ve kötü muamele iddiasında bulunan kişiler aleyhinde dava açıyor. Yani, polis, vatandaşı darp ediyor, işkence yapıyor; vatandaş dava açtığında polis hemen ondan sonra karşı dava açıyor ve ne yazık ki mahkemeler vatandaşın davasından önce kolluk kuvvetlerinin davasını öne alıp bu noktada caydırıcı bir rol oynuyorlar.
Avrupa Birliği İlerleme Raporu buna değinmiş. "Bağımsız bir kolluk gözetim komisyonu hâlen kurulmamıştır." diyor. Yine "Bununla birlikte, çoğunlukla sol görüşlü ve Kürt kökenli çok sayıda gazeteci, özellikle de henüz değiştirilmemiş olan Türk Ceza Kanunu'na göre cezaevine atıldı." diyor. "Tüzüğünde ana dilde eğitim hakkını savundu diye sendikalara karşı kapatma davası açıldı." diyor. "Çocukların terör örgütü üyesi olma suçuyla tutuklandığı vakalar devam ediyor. Mayıs 2013 itibarıyla yaşları 12 ile 18 arasında değişen yaklaşık 2 bin çocuk cezaevinde bulunmaktadır." tespitinde bulunuyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin, adalet sistemimizin en temel problemlerinden birisi de uzun tutukluluktur. Son zamanlarda Sayın Balbay'ın tahliyesiyle birlikte, Barış ve Demokrasi Partisi mensubu milletvekili arkadaşlarımızın da müracaatları var, büyük ihtimalle onlar da kısa zamanda serbest bırakılacaktır ama ülkemizdeki temel sorun bu değildir, daha yüzlerce seçilmiş yerel yöneticiler içeridedir. Bu da yetmiyor değerli arkadaşlar, Türkiye kamuoyu, halkımız bizi izliyor. Eğer cezaevindeki milletvekilleri ve seçilmişler dışarı çıkarsa, buna karşılık da binlerce insan uzun tutukluluktan dolayı cezaevinde kalmaya devam ederse yine milletvekillerinin ve yargının kendisine bir ayrımcılık, pozitif bir ayrımcılık, daha doğrusu dokunulmaz bir alan yarattığı şeklinde kamuoyunda ciddi tartışmalar olacaktır. Dolayısıyla da uzun tutukluluktan herkesin şikâyet ettiği bir dönemde bunu sınırlayacak yasal bir düzenlemeye ihtiyaç vardır.
Sayın Bakanım, Roboski meselesinin üzerine Hükûmet olarak gitmeyeceğinizi biliyoruz ama geçmiş dönemde işlenen bir toplu katliam vardır. En son, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu konuda karar verdi. Yaklaşık olarak 2 milyon euro tazminata Türkiye'yi mahkûm etti.
Şırnak'ın Kuşkonar ve Koçağıl köylerinde 26 Mart 1994'te 38 kişinin ölümüyle sonuçlanan hava bombardımanı gerçekleşmişti. Burada ne yazık ki Hükûmetiniz döneminde de ciddi hiçbir soruşturma yapılmadığı için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Türkiye'yi mahkûm etti ve bu mahkûm etme kararının başlıklarını sizlerle paylaşmak istiyorum:
1) Hükûmet, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Şırnak uçuşunu kanıtlayan belgeleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine vermedi.
2) Hükûmet, saldırıyı PKK'nin yaptığını, tüm adımların atıldığını savundu.
3) 38 kişinin öldüğü katliamda sadece bir kişiye otopsi yapıldı.
4) On dört yıl sonra ilk kez bir savcı bölgeye gitmek istedi, jandarma "Can güvenliğinizi sağlayamayız -yani sizin döneminizde- diye savcının bölgeye gitmesine izin vermedi."
5) On dokuz buçuk yıl boyunca sivil makamlar tek askerî yetkiliyi bile sorgulamadı bu davadan dolayı.
6) Hükûmet, inkâr edilen uçuşları teyit eden askerî belgeyi ise yalanlayamadı.
Biliyorsunuz, o dönem Tansu Çiller dönemiydi. Uçaklar bu köyleri bombalayıp 38 yurttaşımızın yaşamına mal olan bu saldırıyı gerçekleştirdiğinde, Tansu Çiller "PKK'nin uçakları köyleri bombaladı, PKK'nin tankları geldi, bombaladı." şeklinde söylüyordu. O zamanın İçişleri ve Genelkurmay Başkanlığı ise "Başka ülkelerin uçakları geldi, burayı bombaladı." şeklinde açıklamalar yapmıştı. Bu kadar hukuk garabeti oluşturan bu yargılamada Adalet ve Kalkınma Partisinin savunmaları tıpkı diğer hükûmetler dönemindeki savunmaların aynısıdır. Bu belgeleri bilmesine rağmen bilmezlikten gelmiştir ve özellikle etkin bir yargılamanın sürmesi için hiçbir gayret içerisinde olmadığına AİHM vurgu yapıyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; adil yargılamanın en önemli unsurlarından birisi de avukatlardır. Şu anda, 20-30 tane avukat diyebileceğimiz arkadaşlarımızın Asrın Hukuk Bürosundan, Halkın Hukuk Bürosundan, KCK ve Dev-Sol davalarından içeri alındıklarını biliyoruz. Nedir bu? Özellikle Çağdaş Hukukçular Derneği genel başkanları ve yöneticileri şu anda içeridedirler. Çağdaş Hukukçular Derneği Başkanı bu operasyon düzenlendiğinde yurt dışındaydı ve ülkemize geri geldiğinde Çağdaş Hukukçular Derneğinin Başkanı tutuklandı ve tutuklanma gerekçelerinden birisi de kaçma şüphesi olarak vurgulandı. Bu da ilginç bir durumdur. Yine, "KCK" adı altında tutuklanan Batman Barosundan, Diyarbakır Barosundan, Van Barosundan, İstanbul Barosundan arkadaşlarımız vardır. Şimdi, özellikle bunu Sayın Bakana soruyorum. Çünkü bu insanlar Sayın Öcalan'la görüştükleri için, yasal olarak onun avukatları olduğu için tutuklandılar. Gerekçe nedir? Kandil'le yazışma yaptıkları gerekçesiyle tutuklandılar. Şimdi, soruyorum Sayın Bakan: Bugün, evet, Sayın Pervin Buldan, Sayın İdris Baluken, Ahmet Türk, Ayla Akat Ata, Sayın Altan Tan -görüyorum- Sayın Öcalan'la görüşüyorlar.
ALTAN TAN (Diyarbakır) - Ben de (...)(X) buradayım.
BENGİ YILDIZ (Devamla) - Evet, sen de (...)(X) oradasın.
Ola ki yarın bugün bu sürecin, Allah korusun, iyi gitmediği derse hele siz... Ki bunların böyle hukuksal altyapısı da yok, Sayın Öcalan söylüyor. Avukat değiller yani yasal bir zemin de yok. Hükûmetinizin izniyle oraya gidip geliyorlar.
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) - Yasada karşılığı var, yasaldır.
BENGİ YILDIZ (Devamla) - Yani, belki biz...
İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Cezaevine gidebiliriz, İmralı'ya da gidebiliriz, onda bir şey yok.
PERVİN BULDAN (Iğdır) - Yaptığımız başka bir şey yok.
BENGİ YILDIZ (Devamla) - Gitmenizde problem yok.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BENGİ YILDIZ (Devamla) - Bu arkadaşların, avukatların da cezaevine gitme, savunma bir hukuki haklarıydı o da ama ne oldu?
Ben korkarım, bu avukat arkadaşlar gibi yarın sizin hakkınızda da, bizim hakkımızda da aynı işlemden aynı davalar görülebilir çünkü hiçbirimiz hukukun güvencesi altında değiliz, hepimiz keyfî uygulamalar altındayız.
Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)