| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 30 |
| Tarih: | 13.12.2013 |
BDP GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; halk arasında çok meşhur bir laf var "Damdan düşenin hâlinden damdan düşenler anlar." diye. Bu memlekette damdan düşmeyen kalmadı. Geçmişten bugüne kadar gelirsek bu ülkede dindar Müslümanlar -Bediüzzaman Saidi Kürdi'den Şeyh Sait Efendi'ye kadar- cezaevlerini, işkenceyi, baskını, zulmü, baskıyı tanıdı. Bu ülkede solcular, sosyalistler, Marksistler aynı acıları yaşadı. Bu ülkede Kürtlerin hayatı hapishane önünde veya hapishane içinde geçti ve bu ülkede yine milliyetçi, ülkücü hareket de Mamak'tan ve daha önce 1940'lı yıllardaki tabutluklara kadar veya tabutluklardan Mamak'a kadar bütün bu ülkedeki bu baskıyı, işkenceyi, zulmü gördü.
Bir tek örnek verip ondan sonra konuşmama devam edeceğim. Allah rahmet etsin, Muhsin Yazıcıoğlu'yla bir hukukum vardı benim şahsen de arkadaş olarak; yine Allah selametini versin, Hasan Mezarcı'nın evinde bir sohbette şunları söyledi: "Yedi buçuk sene Mamak'ta kaldım, cezaevinde kaldım. Sekiz ay da bir hücrede bir Marksistle -eski tabirle komünistle- aynı hücrede kaldım, sekiz ay bana ne işkence yapıldıysa ona aynısı yapıldı, ona ne yapıldıysa aynısı bana da yapıldı."
Şimdi, değerli arkadaşlar, bunları niye anlatıyorum, Bediüzzaman Saidi Nursi'den -Kürdi'den- Şeyh Sait'ten Muhsin Yazıcıoğlu'na kadar, Alparslan Türkeş'in tabutluklarına kadar niye geliyorum? Bu ülkede bu sistemden herkes, hepimiz çektik, hepimiz bu uygulamalardan geçtik ama ne yazık ki bugün, tabiri caizse, kendini kurtaran, canını kurtaran, refaha eren ve bir noktada, mevki, statü, makam, para sahibi olanlar maalesef geçmişlerini unuttular.
Değerli arkadaşlar, bugün de cezaevlerinde ciddi sorunlar var. Sayın Bakan "12 Eylüldeki Diyarbakır Cezaevi gibi değil." diyebilir. Doğru, değil ama bugün hâlâ modern, çağdaş, demokratik, insani, İslami, vicdani, ahlaki şartlar oluşmadı değerli arkadaşlar.
Sürekli geçmişle kendimizi mukayese edersek bir yere varamayız, bu, Süleyman Demirel'in polemiklerine döner. "Efendim, eskiden tulumbayla su çekiyordunuz, eskiden gaz lambası vardı, Isparta şehir merkezine bile günde iki saat ancak elektrik verilebiliyordu. İşte, bugün arabalar var, buzdolapları var, yollar var, otobanlar var." E, tamam da elektrik Afganistan'da da var, Kenya'da da var, Kongo'da da var. Yani mukayeseyi ne ile yapacaksınız? Neyi ne ile mukayese edeceksiniz? Bugün, "Geçmişte çok kötü şeyler yaşandı ve biz oralardan buraya geldik." diye, olan, yaşanan olumsuzlukları, haksızlıkları, sıkıntıları mazur gösteremezsiniz, meşru gösteremezsiniz, haklı gösteremezsiniz, mümkün değil.
Onun için, bu girizgâhtan sonra, bu hatırlatmadan sonra, tekrar söylüyorum: Değerli arkadaşlar, hepimiz, herkes damdan düştü. Bu Parlamentonun yarısı belki cezaevlerinden, tutuklamalardan, sorgulamalardan, örgütlerden, cemaatlerden, tarikatlardan, yapılanmalardan geçti ama bugün maalesef bu duyarlılık yok, işte, sıkıntı burada. Bizim eleştirdiğimiz, bizim feryat ettiğimiz nokta bu.
Değerli arkadaşlar, "Dün geride kaldı, artık, bize feleğin topu bile kâr etmez." demeyin. Bakın, devran dönüyor, genelkurmay başkanları içeriye giriyor. Anlı şanlı, birilerini kazığa oturtmakla tehdit edenler bugün içeriden çıkamıyor. Yarının da size de bize de ne getireceği belli değil. Hukuk hepimize lazım, insanlık ve adil muamele yine hepimize lazım. Burada da oturursak lazım, yarın içeriye de girsek yine hepimize lazım.
Şimdi, değerli arkadaşlar, bir diğer sorun, işte bu mukayese meselesi. AKP iktidarı işbaşına geldiği vakit -yine bunlar resmî sayılar, rakamlar- 2002 yılındaki toplam hükümlü ve tutuklu sayısı 59.429. Bizim milletimize ne olmuşsa, başımıza ne düşmüşse, bugün geldiğimiz noktada, on yıl sonra, on bir-on iki yıl sonra 140.716 gibi bir rakam var. "Nüfusumuz 2 misli arttı, suç oranı da aynı kaldı." diyorsanız doğru, ama öyle değil; yüzde 136,6'lık bir artış söz konusu. Demek ki burada hem toplumun ahlaki yozlaşmasında veya ekonomik, sosyopolitik yapısında ciddi sorunlar var hem de ciddi bir demokrasi daralması var veya yeterince ifade edememe var veya gereğinden fazla, olması gerekenden fazla tutuklamalar, gözaltılar, yargılamalar var. Bu rakamların bir izahının olması lazım yani sosyolojiye göre de, psikolojiye göre de, siyaset sosyolojisine göre de yine bu kadar büyük artışın, 2 mislinden fazla olan artışın bir izahının olması gerekir.
Değerli arkadaşlar, vaktimiz sınırlı. Cezaevinde kalan mahpuslarla alakalı -topyekûn "mahpus" tabirini kullanıyoruz tutuklu için de, hükümlü için de- belli gözlemlerimiz var. İzniniz olursa ben bunları sırayla okumak istiyorum zamandan kazanmak için: Üç öğün yemek yemek her insanın en doğal hakkıdır. Hiçbir gerekçeyle mahpusların beslenme hakkı kısıtlanamaz ancak en temel insan hakkı olan beslenme hakkının dahi cezaevlerinde ihlal edildiği, hasta mahpuslara diyetlerine uygun yiyecek verilmediği gözlemlerimiz arasındadır. Sıcak-soğuk su ihtiyacını karşılamak ve cezaevlerinde hijyeni sağlamak, cezaevi idaresinin yükümlülüğündedir ancak mahpusların temizliğini sağlayacak koşulların sağlanmadığı ve su ihtiyacının giderilmediği, hatta arsenikli su verildiği gözlenmiştir bazı yerlerde. Bu olumsuzluklar, tutuklu ve hükümlülerin sağlık sorunlarını da gündemde tutmaktadır.
Ceza Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Kanunu'nun 88-(1) maddesi hükmünce "Cezaevi idareleri hükümlünün kişiliğini geliştirecek, yeni beceriler edinmesini sağlayacak, sosyal amaçlı faaliyetler düzenlemekle yükümlüdür." denilmekte ne var ki cezaevlerinde yasaca güvence altına alınmış bu hak, yok sayılmaktadır.
Cezaevi içi sohbet ve görüş hakkı, Adalet Bakanlığının 22/01/2007 gün ve 45/1 sayılı Genelgesi'nin ortak etkinlikleri düzenleyen üçüncü bölümünün 13'üncü maddesine göre düzenlenmiş ve buna göre hükümlü ve tutukluların 10 kişiyi aşmayacak gruplar hâlinde ve idarenin gözetiminde, açık görüş alanlarında veya diğer ortak yerlerdeki sosyal faaliyetler çerçevesinde, haftada toplam on saati aşmamak üzere, sohbet amacıyla bir araya getirilebileceği hükme bağlanmış olduğu hâlde bu hak uygulama alanı bulamamıştır.
Ziyaretçi ve görüş hakkı, bireyin en temel haklarındandır. Ancak, mahpusların uzak cezaevlerine sürgün edilmeleri neticesinde, ekonomik yetersizliklerinden ötürü aileler ziyarete gelememekte, gidememekte ya da idarenin, görüş günlerini keyfî biçimde değiştirmesi nedeniyle mahpuslar ile aileler bu haktan mahrum kalmaktadır. Sürgünlerin gayesi, mahkûmları yalnızlaştırmak, alenen yok etmektir. Görüşçüsü gelmeyen mahkûmlar yalnızlaşmakta, yaşamdan iyice ümitlerini kesmekte, intihara dahi yönelebilmektedirler.
Sayın Bakan, Diyarbakır'dan Bolu'ya, Tekirdağ'a veya değişik illere sürgün edilen -yani bana son günlerde gelen iller olduğu için, bu illerin isimlerini zikrediyorum- mahkûmlar var. Bunların anneleri, babaları, eşleri, çocukları nasıl gidecekler? Hangi ekonomik imkânlarla gidecekler ve niye bu kadar uzağa gidecekler, nasıl bunlarla diyalog kuracaklar? Lütfen, siz kendinizi bunların yerine koyun ve şu an, bize gelen en önemli taleplerin başında bu uzak mesafelerde kalan mahkûmlarla ilgili talepler ve bunları biz sıklıkla Adalet Bakanlığına iletiyoruz ama maalesef yine yeterince bir netice alamıyoruz, sürgünler ve dağıtmalar ülkenin dört bir tarafına hâlen de devam ediyor.
Haberleşme ve iletişim hakkı da cezaevlerinin keyfî uygulamalarından nasibini almıştır. Hemen hemen bütün cezaevlerinde belli kitaplara sansür uygulanmakta ve mahpuslara istedikleri oranda kitaplar verilmemektedir. Şimdi, bir kitabın eğer basımı ve dağıtımı serbest ise bunun üzerinde kanuni bir yasaklama varsa hangi yayına niçin sansür uygulanıyor, bunun da hukuki bir izahı maalesef yok.
Uygun fiziki koşulların sağlanması, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Kanunu'nun 63'üncü maddesi hükmü ile güvence altına alınmış olmasına rağmen, uygulamada oda ve yatak sayıları yetersiz olup, yine cezaevi yönetiminin yatakları, mahpuslara para karşılığı sattığı mahpusların şikâyetleri arasında yer almaktadır.
Hijyen koşulları ise olumsuz olup hastalıklara davetiye çıkarır niteliktedir. Bu kadar tutuklu, hükümlü, mahkûm olursa, 59 binden 146 bine kadar çıkan bir rakam olursa tabii ki Türkiye'ye cezaevi yetiştirilmesi de mümkün değil. Şu an sadece Diyarbakır'a yapılan yeni cezaevinin keşfi 200 trilyon lira civarındadır, 200 trilyon eski parayla, yeni parayla 200 milyon TL civarındadır ve boyuna cezaevi yapılmaktadır. Yani toplumun sosyal dokusu rahatlatılacağına, adli suçlarda suç işlemenin önünü kesecek çalışmalar yapılması gerekirken; öbür taraftan da hem o noktada gerekenler yapılmamakta hem de siyasi meselede kafasını kaldıran, bir şekilde gözaltına alınmakta, tutuklanmakta ve ondan sonra, çıkana kadar canı çıkmaktadır, dört sene, beş sene, altı sene bu uzun tutukluluk hâlleri devam etmektedir.
Değerli arkadaşlar, hükümlünün muayene ve tedavi hakları da sürekli olarak ihlal edilmektedir. Mahpusların pek çoğu, sürekli tedavi gerektiren ve ölümcül sonuçlara yol açabilecek hastalıklara yakalanmış durumdadır. Olumsuz cezaevi koşullarının da bu hastalıklara yol açtığı gözlenmektedir. Ve işin en enteresan tarafı, neredeyse nüfusunun yarısı bugüne kadar gözaltına alınmış, tutuklanmış, işkenceden geçmiş ve önemli bir kısmı tutuklu kalmış.
Diyarbekir'de bir mahkûm koğuşu yoktur Sayın Bakanım. En ufak ameliyatlar Elâzığ'a, Malatya'ya, Antep'e havale edilmektedir. Ben şahsen bunu ilk duyduğum vakit tüylerim diken diken oldu. 3 bine yakın yatak kapasitesi var bugün Diyarbakır'ın, Dicle Üniversitesinin 1.050 yataklı hastanesi var, 550 yataklı araştırma hastanesi var, 450 yataklı devlet hastanesi var, var, var, var; kanser hastanesi var, onkoloji hastanesi var ama bir mahkûm koğuşu yok. Mahkûm koğuşu olmadığı için de ameliyat için gönderilen bu mahkûmlar, çevre illere sevk ediliyor. Çevre illerdeki doktorların da siyasi kanaatine göre ve duruşlarına göre bu insanlar maalesef daha da mağdur oluyorlar. Yani, bunun başka türlü bir izahı yok, bu, zulümden başka bir şey değil.
Değerli arkadaşlar, çocuk cezaevlerinde kalan mahkûmlarla da ilgili ciddi sorunlar var. Biliyorsunuz, bu, Türkiye'nin derin bir yarasıdır. En son Pozantı Cezaevinde yaşanan skandalı örtbas etmek mümkün değildi ama ne olduysa o da bir şekilde kapatıldı, gitti.
Değerli arkadaşlar, hepimiz çocuk sahibiyiz, hepimiz çocuk olduk. Bugün insanın çocukluğunda yaşadığı en ufak bir travma bir ömür boyu devam ediyor ve hangi psikoloğa giderseniz gidin -artık Türk filmlerine bile konu oldu- sizi uzatıyor bir kanepenin üzerine, "Gözlerinizi kapatın." diyor ve çocukluğunuzdan başlıyor sizi çözmeye, bilinçaltınızı. Neler yaşadığınızı, ne olduğunu, hangi olayların psikolojinizde ne gibi depresyonlara sebep olduğunu anlamaya çalışıyor.
Şimdi, çocuklarımızla ilgili, özellikle bu Sincan Cezaevi ve Pozantı Cezaevi birer örnek oldu yani kötü örnek oldu, "örnek oldu" derken. Keşke doğru düzgün bir örnek olsaydı. Herkesten ve her şeyden fazla bu konuların üzerinde durmak lazım.
Ve hasta mahkûmlardan bahsetmiştim. 3 Kasım 2013 tarihi itibarıyla 162'si ağır olmak üzere 544 hasta mahkûm var değerli arkadaşlar. Yine, biliyorsunuz, bunların bir kısmını Cumhurbaşkanımızın affetme veya salıverme yetkisi var ama ne hikmettir ki ancak ya tabutları oradan çıkmakta veyahut da bir şekilde oradan çıkan insanlar beş gün, on gün sonra hayatını kaybetmektedir. Yani buna da, yine, insaf ölçülerinde bir müdahale gerekmektedir.
24 Ocak 2013 tarih ve 6411 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile hasta mahkûmların cezalarının, iyileşinceye kadar geriye bırakılması durumu yeniden düzenlenmiş ve "hayatını yalnız idame ettirememe" şartına "toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmama" şartı da eklenmiştir. Allah'ınızı severseniz, bu ne demektir? Sayın Bakanım, bunu lütfen bir izah edin, "hayatını yalnız idame ettirememe" şartına "toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmama" şartı da eklenmiştir, haberiniz var mı? Varsa nasıl kabul ettiniz, hangi vicdanla, niye kabul ettiniz?
ADALET BAKANI SADULLAH ERGİN (Hatay) - Burada kabul ettik.
ALTAN TAN (Devamla) - Nasıl müdahale etmediniz? Yani adli tıp "Hayatını tek başına sürdüremez." şeklinde bir rapor verse dahi, savcının "Toplum için tehlikeli değildir." kararının olması gerekmektedir. Ne söyleyelim, bilmiyorum. Adam ölüyor. Peki, hangi toplum güvenliğini, şartını, bir şeyini ihlal edecek, nasıl edecek, bunun anlamı ne, manası ne yani bunun? Ben şahsen anlayamadım. Anlayan varsa buyursun, izah etsin.
Değerli arkadaşlar, yoğun idari baskılar, tecrit cezaları, ortak alana çıkma hakkının engellenmesi, tecridin yol açtığı fiziksel ve psikolojik sorunlar, ısınma sorunu, havalandırma hakkının engellenmesi, görüş ve telefon sürelerinin kısalığı, dışarıdan gelen gazete, dergi ve yayınlara ulaşımın engellenmesi, yemeklerin sağlıksız ve kötü oluşu, fiziki koşulların yetersizliği, sürekli görev yapan bir hekimin olmayışı, genel sağlık hizmetleri ve diş sağlığı hizmetlerine erişimde zorluklar, hastaneye sevklerde yaşanan gecikmeler, sevkler sırasında uygunsuz cezaevi araçlarında uzun süre bekletilme -ki biliyorsunuz bir mahkûm aracı bir yerde devrildi, bir başka olayda yandı; bunları üst üste koysak onlarca mahkûm bu sevk sırasında hayatını kaybetti değerli arkadaşlar- mahremiyetin göz ardı edilmesi ve sağlık personelinin olumsuz tutumları gibi sorunlar yüzünden mahkûmlar yaşamlarını artık idame ettiremez hâle getirilmiştir ve yine, ayrıca Sincan Cezaevi dâhil, birçok cezaevinde -Bolu, Buca-Kırıklar, Beycuma gibi cezaevleri bunların başında- hücrelerin yatakhane olarak kullanılan bölümlerine bile kameraların kurulmakta ve kameralarla bütün özel hayat da izlenmektedir.
Değerli arkadaşlar, dediğim gibi, bunları, bütün bu olumsuz şartları yıllarca yaşadık ama işte, o damdan düştükten sonra, bugün, demek ki insan biraz rahatlayınca neler olup bittiğini çok fazla incelemiyor, kurcalamıyor.
Bir mahkûmdan bahsetmek istiyorum: Hasan Kaçar, 29 yaşında, müebbet hapse mahkûm, on yıldır cezaevinde bulunuyor ve ankilozan spondilit hastasıdır. Otuz gün önce yürüyebiliyordu ama artık hastalığı nedeniyle hareket edemiyor ve boynunu çeviremiyor. Hâlihazırda hastanede ancak bürokratik engellemelerden ötürü müdahale edilemiyor, hastaneden tekrar cezaevine gönderilme olasılığında yaşama şansı da belki hiç olmayacak.
Değerli arkadaşlar, dert çok ve Sayın Bakanın bu konuda gayretlerini de biliyoruz. Hani bazen diyorlar ya "Yiğidi öldür, hakkını yeme." Ama bu gayretler, Sayın Bakanın gayreti demek ki yeterli gelmiyor; Parlamentonun biraz kendine gelmesi lazım, AKP Grubunun kendine gelmesi lazım, Hükûmetin kendine gelmesi lazım. Bu sorunları eğer siz Parlamentoda kanunlar hâline, Bakanlıkta yönetmelikler hâline getiremezseniz bunların hepsinin yine hiçbir anlamı yok.
Çağdaş Hukukçular Derneğiyle ilgili yine yapılan gözaltılar, bir yıla yakındır tutuklu bulunan avukatlar, yere yatırılarak kolu kırılırcasına bükülen ve zorla parmak izi alınan İstanbul Şube Başkanı Taylan Tanay, aynı muamelelere maruz kalan Başkan Selçuk Kozağaçlı, bu örneklerden sadece birkaç tanesi.
Adliyelerdeki emekçilerin, çalışan memurların çektikleri sıkıntıları da ayrı. Bir sayfa da onların gönderdikleri maruzat var. Ne yazık ki zaman az, dert çok.
Değerli arkadaşlar, son olarak da şundan bahsetmek istiyorum: Tutuklu milletvekilleri bir skandala dönüştü; Meclis Başkanlığı açısından skandal, Başbakan açısından skandal, bizler için skandal. Ne olduysa oldu. Şimdi en son Anayasa Mahkemesi insafa geldi, bir karar verdi, 2 arkadaşımız -CHP'den 1 arkadaşımız daha önce, bir arkadaşımız daha sonra- serbest bırakıldı. 5 tane milletvekilimiz şu an cezaevinde, Hatip Dicle 6'ncısı, cezaevinde.
Peki, değerli arkadaşlar, bu bir haftadır bu mahkeme neyi tartışıyor, neyi bekliyor? Ve son olarak, "Efendim, Anayasa Mahkemesi gerekçeli kararını yayımlasın." dedi. Mecbur kaldı Anayasa Mahkemesi, bu zatı muhteremler diyeceğim ama onu da mecburen söylüyorum, onların keyfi için gerekçeli kararı da bugün yayımladı. Yine bu iş kaldı pazartesiye.
Değerli arkadaşlar, bu işi kan davasına çevirirseniz ülkeye yazık edersiniz. Barış lazım, uzlaşma lazım. Bu arkadaşlarımızın kaldıkları her saniye zulümdür, haksızlıktır, yazıktır. Bunların hepsinin giderilmesi için hepimize büyük işler düşüyor.
Saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)