GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:4
Birleşim:31
Tarih:14.12.2013

BDP GRUBU ADINA ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Şöyle, saymaya çalışacağım: 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Bakanları da say, 15.

ADİL ZOZANİ (Devamla) - 15.

Bir bütçeyi konuşuyoruz değil mi yani koskoca bir yılın bütçesini, devletin bütçesini? 326 milletvekili bulunan iktidar partisinin şu anda Parlamentoda bulunan milletvekili sayısı grup başkan vekilleriyle birlikte 13. Ciddiyet bu! Zannederim bu aralar Sayın Başbakan aday açıklamakla çok meşgul, Parlamento çalışmalarına hiç göz atamadığı için çok fazla rehavete kapılmışsınız. Bir de şöyle düşünüyor da olabilirsiniz: "Ya, muhalefet gelsin, boş laflar söylesin, gitsin. Biz gene gelir son dakika el kaldırırız, zaten işimiz el kaldırmak, el indirmek, bütçeyi kabul ederiz, iş biter." Muhtemelen böyle düşünüyorsunuz, birincisi değil, muhtemelen böyle düşünüyorsunuz. Bu kadar önemsizleşti, devlet sorunları, ülke sorunları, memleket sorunları bu kadar önemsizleşti. Üç yüz altmış beş günlük Parlamento çalışması içerisinde şu on gün en önemli olan on gündür çünkü iktidarı-muhalefeti, herkes bütün konular üzerinde enine boyuna kafa yorar ve gelir burada üzerinde değerlendirme yapar ama galiba ülke sorunları önemsizleşti, galiba ülke sorunları büyük oranda çözüldü, hiçbir sıkıntımız kalmadı. Dolayısıyla, Parlamentonun çok konuşacağı bir şey kalmadı, Bakanlar Kurulu var olsun, Parlamentoya da artık gerek yok. Böyle bir noktaya getirdik bu işleri.

Şimdi, Orman ve Su İşleri Bakanlığının bütçesi üzerine değerlendirmelerimi yapacağım ama esasında HES bakanlığı bütçesi üzerinde değerlendirme yapmış olacağız ve bizim bu bütçe planlaması, buradaki konuşmalar ve bütçe değerlendirme programımız da problemlidir, yanlıştır. Şimdi, Adalet Bakanlığıyla Enerji Bakanlığını yan yana değerlendirdiğinizde hangi konu bütünlüğünü yakalamış olursunuz? İçişleri Bakanlığıyla Orman ve Su İşleri Bakanlığının bütçelerini yan yana değerlendirdiğinizde hangi paralelliği yakalayacaksınız? Ha, "Orman kanunlarıyla yönetiliyoruz, bu nedenle ikisini yan yana getiririz." derseniz o başka ama bize göre...

ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Tazyikli su sıkıyor ya, orada bir bağlantı var.

ADİL ZOZANİ (Devamla) - O bağlantıya geleceğim Sayın Vekilim.

...buradaki dizaynda, Enerji Bakanlığıyla Orman ve Su İşleri Bakanlığını yan yana değerlendirsek bizler değerlendirmelerimizi yaptığımızda bir ortak bağlantı bulma şansına sahibiz. Adalet Bakanlığıyla İçişleri Bakanlığını yan yana değerlendirdiğimizde bir bağlantı kurabiliriz. Ama bir bütün olarak bakanları yani Kabinedeki görev paylaşımı ve yetki alanlarını değerlendirdiğiniz zaman, karmaşık bir yapı olduğu için bu konu bütünlüğünü bu şekilde kategorize etme şansına sahip değiliz.

Dolayısıyla, Hasankeyf'i konuşacağız bir ucu Orman ve Su İşleri Bakanlığında değerlendiriliyor çünkü DSİ hallediyor. Bir doğa tahribatı var, Kültür Bakanlığıyla ilgilidir; tarih tahribatı var Kültür Bakanlığıyla ilgilidir. Bir çevre tahribatı var, Çevre ve Şehircilik Bakanlığıyla ilgilidir. Vatandaş buna karşı direndiği için polis gazla, copla saldırıyor, İçişleri Bakanlığıyla ilgilidir. Hepsini bir arada değerlendirmek durumunda kalıyoruz. Dolayısıyla, al birini vur ötekine, hiç birbirinden farkı yok.

Şimdi, önemli konu başlıkları var, özellikle Orman ve Su İşleri Bakanlığının bütçesiyle ilgili olarak. Değerli arkadaşlar, şu ana kadar yapılmış 1.500 civarında HES'le ilgili olarak 400 bin vatandaş, yerinden yurdundan, yaşadığı ekolojik ortamdan koparıldı, doğadan koparıldı. Nerede yaşıyor bu insanlar? Ceplerine üç beş kuruş sıcak para konuluyor. Garibim köylü de bu paranın hiç bitmeyeceğini düşünüyor, şehre geliyor, ancak bir gecekondunun tuğlalarını o parayla satın alabiliyor, sersefil, kentin varoşlarında kendisiyle baş başa kalıyor.

Devam eden HES'lerle birlikte yaklaşık 2 bin civarında yeni HES projesinden söz ediliyor, yaklaşık 1 milyon insan daha buna ekleniyor ve bütün bunları yaparken ne tarih ne ekoloji ne de insanın doğayla ilişkisi hiçbir şekilde göz önünde bulundurulmuyor. Nerede bir dere görülürse orada bir baraj yapası geliyor bu Hükûmetin. Mesela, bunlardan bir tanesi Deriner Barajı'dır. Dünyanın en hızlı akan ve en güzel demografik ortamlarından birini oluşturan Çoruh Nehri üzerine övünüyor. "Müsaade edin, 2 metre daha yükseltelim." Bakın, Sayın Bakanın ifadesi budur. Bize Plan Bütçe Komisyonunda söylüyor, "Siz takdir ederseniz, 2 metre daha bu barajı yükseltiriz, dünyanın en büyük barajı olur." diyor. "Dünyanın en yüksek barajı olur." diyor. Zannediyor ki dünyanın en yüksek barajını yapmış olmak dünyanın en fazla enerji üretimini elde etmek şeklinde olacaktır. Kurgu bu; en yüksek binayı nasıl yaparız, en yüksek barajı nasıl yaparız, gerisi teferruat. İnsanlar, doğa nasıl etkileniyor, bunların hiçbiri bunların umurunda değil. Yazıktır, günahtır diyeceğiz ama bunlar ne yazıktan anlar ne günahtan anlar.

Şimdi, bütün bunları yaparken Çevre Bakanımızın bir ifadesini anımsatmak istiyorum: "HES'lerle ufak dereleri mahvediyoruz. 10 megavattan az enerji üretecek HES'lere kesinlikle izin vermeyeceğiz. Bundan sonra bunun hesabını soracağız." Bunu söyleyen Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Orman ve Su İşleri Bakanının yakasına yapışması gerekir bu söze bağlı olarak. Yan yana oturuyorsunuz, siz bunun çevre katliamı olduğunu ifade ediyorsunuz, yan tarafınızdaki Bakanın uygulaması bu. O zaman, yakasına yapışacaksın. Siz bu uygulamalardan dolayı Orman ve Su İşleri Bakanlığının yakasına yapışıyorsanız biz burada, işte, size "bravo" deriz, "iyi yaptınız" deriz. Ama nerede?

Bakın, diğer önemli hususlardan bir tanesi de şu: "Acele kamulaştırma." Yani, bütün bunlar yapılırken mesela hızlı tren hattı döşeneceği zaman, ODTÜ ormanından geçileceği zaman, bir yerde doğa tahribatı yapılacağı zaman "acele kamulaştırma" kavramından hareketle yapılıyor. Neye dayanıyor? 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu. Bunun da 27'nci maddesine dayanıyor. 27'nci madde ne diyor: "3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında seçilecek bilirkişilerce tespit edilecek değeri idare tarafından mal sahibi adına 10'uncu maddeye göre yapılacak davetiye ve ilanda belirtilen bankaya yatırılarak o taşınmaz mala el konulabilir." Müfettişi kim atıyor, bilirkişiyi kim atıyor? Bakanlar Kurulunun yetkisi dâhilinde ilgili bakanlık yapıyor. El konulabilir yani, kritik ibare burada bu. "Bu mallara el konulabilir" diyor. Bunu neye dayanarak yapıyor?

Değerli arkadaşlar, şimdi, bu noktayı dikkatle dinlemenizi arzu ederim: Adı geçen bu 3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu savaş kanunudur. Savaş hâlleri için çıkarılmış bir kanundur. 1939 yılında İkinci Dünya Savaşı öncesinde savaşa hazırlık kapsamında çıkarılmış bir kanundur bu. Savaş sırasında cephane ve askerî yığınak, askerî üs, askerî hastane, askerî yol ve köprüler için ihtiyaç duyulan taşınmazlara bu yolla el konularak olağan kamulaştırmayla zaman kaybedilmemesi öngörülmüştür. Savaş kanunuyla, 1939 yılında İkinci Dünya Savaşı öncesinde çıkarılmış bir yasayla bugün Hükûmet kendi köylüsünün, kendi vatandaşının malına, mülküne el koyuyor. Niçin el koyuyor? Bu malı, bu mülkü bir avuç zengine peşkeş çekmek için, çantacılara peşkeş çekebilmek için bunu yapıyor.

Neresinden eleştireceğiz, neresinden üzerine gideceğiz, daha bunun üzerine ne söyleyeceğiz, doğrusu bilmiyorum. Siz savaş kanunuyla kamulaştırma yapıyorsanız kendi ülkenizde, söylenecek çok söz kalmıyor. Biz savaş arifesinde miyiz?

Çoruh Nehri üzerinde inşa ettiğiniz ve doğa tahribatına sebebiyet veren Deriner Barajı'nın kapladığı alandaki o kamulaştırmaları siz 3634 sayılı Kanun'un nesine dayandırarak yapıyorsunuz? Gerçekten bunu izah etmeniz gerekir Sayın Bakan. Nasıl yapıyorsunuz bunu? Yaparken hiç vicdanınız sızlamıyor mu? Hasankeyf'teki köylüyü yerinden yurdundan ederken bu kanuna dayanarak yapıyorsunuz. Yıllarca gittiniz, köylünün gözünün önünde tomar paraları salladınız "Bakın, siz buradan çıkarsanız bu paralar sizin olur." dediniz. Sıcak paraya köylüyü tamah ettiniz, yerinden söktünüz o insanları ve şimdi hepsi perperişan. Demin ifade ettiğim gibi, o sizin onlara gösterdiğiniz sıcak paralarla ancak bir şehirde bir gecekondunun tuğlasını satın alabildi. Onun dışında yaşamı perişan oldu.

Şimdi, her defasında ifade ediyoruz ama siz bu uygulamalarınızdan vazgeçmediğiniz sürece biz dillendirmeye devam ediyoruz. Değerli arkadaşlar, bu Hükûmet dere olmayan yerde de baraj yapıyor. Emin olun, dere olmayan yerde de bu Hükûmet yağmur sularını biriktirerek baraj yapıyor. Hem de 1 tane değil, 100 kilometre mesafede 11 tane yapıyor. 100 kilometrelik mesafede 11 tane yapıyor. Hangi mesafeden söz ediyorum? Şırnak-Hakkâri arasındaki mesafeden söz ediyorum. Hani deseler Zap Suyu üzerinde baraj yapıyoruz, deriz ki orada nehir var ama Roboski'de nehir yok, 3 tane baraj yapılıyor. Neye dayanarak yapıyor, niçin yapıyor? Yağmur sularından birikinti oluşturacağız, aklı sıra gerillanın Güney Kürdistan'dan Kuzey Kürdistan'a geçişini engelleyecek. Bakın, Hasankeyf yani Ilısu Barajı niçin yapıldı biliyor musunuz? Enerjiyle hiçbir alakası yok bu barajın. Gabar ile Cudi'nin bağlantısını kesmek için yaptılar ve bir güvenlik barajıdır. Ilısu Barajı bir güvenlik barajıdır. İki şeyi birden yapıyorlar. Bir, oradaki doğayı, tarihi, kültürü yok ederiz dediler, Kürtleri köklerinden koparabiliriz bu yerle dediler, bir de Gabar ile Cudi arasındaki geçişi gölet oluşturmak suretiyle engelleriz dediler ve inatla bunu düzenleyecekler. Bunu yaparken bir de şu anda halkı kandırmak için bir yalana daha sarıldılar: "Biz Hasankeyf'i inşa ediyoruz." Ya, her şeyi biliyorduk da, gerçekten, Hükûmetin bütün marifetlerinden şu ya da bu şekilde haberimiz vardı ama binlerce yıllık bir tarihi, binlerce yıllık bir yaşanmışlığı "İki üç yıl içerisinde inşa ederiz." dediler ya, garip olan bu. Tarih anlayışı bu, ekoloji anlayışı bu. "Boşverin oradaki tarihî kalıntıları. Kalıntı mı istiyorsunuz? Alın, biz size sahtesini yaparız." Bunu söylüyorlar. Şimdi, böyle düşünen bir Hükûmet, hesaplarını bunun üzerine yapan bir Hükûmet, nasıl olur da bir tarihî belleğe sahip olabilir? Nasıl olur da insanların tarihsel köklerine, kökenlerine saygı duyuyor olabilir? Gerçeği bu, açıkça ifade ediyoruz.

Ergene Havzası benim de ana gündemlerimden bir tanesiydi ama bir sayın vekil, ağzına sağlık, ayrıntılarıyla üzerinde durduğu için Ergene Havzası'yla ilgili ben daha fazla ayrıntıya girmeyeceğim ama ODTÜ ormanı önemli bir hassasiyet. ODTÜ ormanındaki doğa katliamı unutulur gibi değildir, yabana atılır gibi değildir. Bu ülkede Hükûmetin keyfîyetçiliğinin ulaştığı boyutu gösteren bir örnektir. Hakeza Gezi de öyledir. Gezi eylemleri ve Gezi'deki o uygulamalardan sonra, Hükûmetin Türkiye kamuoyuna bir özür borcu vardır, gelip özür dilemesi gerekir çünkü Hükûmet, daha doğrusu İstanbul Büyükşehir Belediyesi oldubittiye getirerek, bir kentin bir bütün olarak karşı çıktığı bir uygulamayı kente dayatarak bir yanlışa imza atmıştı ve bu yanlış deşifre oldu, Hükûmetin bunun için de özür dilemesi gerekir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ADİL ZOZANİ (Devamla) - Daha söylenecek çok şey var ama sanırım bu kadarı da yeter.

Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)