| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 32 |
| Tarih: | 15.12.2013 |
BDP GRUBU ADINA NAZMİ GÜR (Van) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Sayın Dışişleri Bakanı yok galiba? Biz herhâlde yine duvarlara konuşacağız. Oysa...
MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) - Bizler varız ya.
NAZMİ GÜR (Devamla) - Dışişleri Bakanı yok.
MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep) - Milletvekiliyiz ama biz de.
NAZMİ GÜR (Devamla) - Olsun, yok, Dışişleri Bakanı yok, onun burada olması gerekiyordu. Herhâlde "Bu muhalefet ne konuşursa konuşsun, ben gene bildiğimi okurum." diyor Sayın Bakan. Olsun, bildiğini okusun, canı sağ olsun.
Değerli arkadaşlar, hiç kuşkusuz, Türkiye dış politikasının en kritik dönemlerinden birisi Suriye krizi ve buna bağlı olarak Kürtlerle olan ilişkileridir. Bir yandan, Avrupa Birliği süreci, öte yandan Sayın Başbakanın sık sık dile getirdiği farklı arayışlar, örneğin Şanghay Beşlisi ya da Şanghay İşbirliği Örgütü gibi hedefler Türkiye'de bu Hükûmetin dış politikası konusunda nasıl bir kafa karışıklığı içinde olduğunun en güzel kanıtıdır.
Bugün cumhuriyet tarihinin en istikrarsız Orta Doğu'sunda bulunuyoruz değerli arkadaşlar. Daha da vahim olan ise bu istikrarsızlıkta Türkiye devletinin de büyük payı vardır, izlenen yanlış dış politikaların çok büyük bir payı vardır. Ne yazıktır ki, Kürtlere komşu olmak yerine El Kaide'yle komşu olmayı yeğleyen bir AKP dış politikası vardır bugün. Suriye'yle olan yaklaşık 940 kilometrelik sınırlarının büyük bir kısmını radikal grupların denetimine vermesi, onlara lojistik destek, kamp sağlaması, silah sağlaması ve nihayetinde, bunların bir bumerang gibi Türkiye'ye dönmesi hiç de şaşılacak bir durum değildir değerli arkadaşlar.
Her ne kadar, bugün, AKP Hükûmeti, El Kaide'yle bağlantılı El Nusra ve IŞİD gibi örgütlere yardımı kesmiş gibi görünüyorsa da, bugüne kadar bu örgütlere yapmış olduğu destek ortadadır. Uluslararası yardım kuruluşlarının sağladığı yardımların, özellikle onların denetimindeki bölgelerden Suriye'nin içlerine, Suriye halklarına ulaşmaması için de bu gruplar özel çaba sarf etmektedir.
Değerli arkadaşlar, bugün hâlen Rojava'da -bizim "Rojava Kürdistan" dediğimiz- Suriye halkların Rojava Kürdistan'ına tehdidini sürdüren bu örgütler maalesef Türkiye'den destek almaya devam etmektedir.
Açık olmak gerekirse, bu akla zarar politikalar neticesinde, neredeyse Afganistan'dan Akdeniz'e kadar uzanan geniş bir coğrafyada, bu gruplar, radikal gruplar egemenliklerini ilan etmiş durumdadırlar. Bunda da, Türk dış politikasının yanlışlıklar içinde sürdürdüğü, AKP'nin sürdürdüğü yanlış dış politikanın payının olduğunu söylemekte fayda var.
Değerli arkadaşlar, biz BDP olarak, AKP dış politikasının karar vericilerinin Türkiye'yi bölgesel bir güç hâline getirmek uğruna anlamsız tehlikelere sürüklediğini, maceralara sürüklediğini hep söyledik, hep eleştirdik. Kaldı ki, AKP'nin bölgesel güç olma kavramından çıkardığı anlamların da tutarsızlıklar içerdiğini görmekteyiz. Örneğin, kışa dönen Arap Baharı sürecinde Türkiye'nin benimsemiş olduğu müdahaleci dış politikada ortaklaşmaya giden ülkelerden birinin Suudi Arabistan Krallığı, diğerinin de Katar Emirliği olması, kamuoyuna, bir bataklığa kimlerin ipiyle girildiğinin, bu kuyuya hangi güçlerin ipiyle inildiğinin en güzel kanıtıdır.
Sayın Davutoğlu ve Sayın Erdoğan, Arap Baharı sırasında, AKP Hükûmetinin sürdürdüğü aktif katılımla ilgili olarak, daha önce Türkiye'de dış politikaların "Su akar Türk bakar." konseptinde olduğunu defalarca dile getiriyorlardı, bundan yakınıyorlardı ve bu sözden yola çıkarak aktif, müdahaleci bir Türk dış politikası geliştirmek için bir çaba içine girdiler. Ama ne yazıktır ki, bu pasif durumdan çıkalım derken -aktif konuma, müdahaleci konuma derken- evdeki bulgurdan da olunmuş durumda.
Değerli arkadaşlar, AKP'nin, her yerde söz sahibi olma iddiasını taşıyan bir ruh hâlini pratiğe geçirme hevesi olduğunu görüyoruz. Sebebi ise, bölgesel ve küresel gelişmeler karşısında seyirci konumdan çıkıp aktör olmak. Tabii, bu anlaşılır bir durumdur ve her demokratik hükûmetten beklenilen bir şeydir. Başkalarının piyonu olmaktansa güçlü bir aktör olmak her zaman daha iyidir. Tercih böyleyse bunda problem yok. Ancak, şunu söylemekte fayda var: "Hangi bedeller karşılığında? Aktör olunacak ama hangi bedeller karşılığında? Bunun karşılığında Türkiye neleri ödedi, hangi bedelleri ödüyor?" Bu sorunun cevabının bir kısmı Suriye krizi sebebiyle hayatını kaybeden yurttaşlarımızın sayısında gizlidir. Şu ana kadar, 70'in üzerinde yurttaşımız Suriye krizi nedeniyle yaşamını yitirdi. Suriye'yle sınırdaş olan illerimizin ekonomik kayıplarını, Türkiye'nin ekonomik kayıplarını ise saymıyoruz değerli arkadaşlar, söylemiyoruz bile.
Değerli milletvekilleri, BDP olarak Türkiye'nin izlemesi gereken dış politikayı özetle buradan bir kez daha sizlerle paylaşmak istiyorum: Bölge devletleriyle yürütülen ilişkilerde -yaklaşım bağlamında- "ağabeylik" rolünden artık Türkiye'nin vazgeçmesi gerekiyor. Türkiye ne bölgenin ağabeyi olabilir ne bölgenin ağası olabilir ne de bu politikalarla Türkiye bölgede güç ve iradeyi temsil eden bir bölge devleti olabilir. Oysa, Türkiye'nin hegemon olma isteği, bölgede eski Osmanlı ruhunu dirilterek "Osmanlının eski topraklarında yeni bir şahlanışla -böyle hani damarlarımızı titretecek- Türklüğün at koşturduğu eski alanlarda yeniden egemen olacağız." hülyası, arkadaşlar, bugün maalesef İran'ın, Rusya'nın, Çin'in kayasına çarpmıştır. Onun için, Türkiye bir an önce bu hegemon güç olma hülyasından da sevdasından da vazgeçmelidir. Türkiye, bölge devletleriyle kuracağı demokratik ilişkilerle, içeride de kendi iç sorularını çözerek, demokratikleşerek, ekonomisini demokratik temellerde geliştirerek, hakça ve adaletçe paylaşarak, kalkınarak ancak bölgede güç olabilir. Aksi takdirde, Türkiye'nin bu politikalarla bölge gücü olmasının imkânı yoktur değerli arkadaşlar.
Dış politikada Osmanlı mirası üzerinden politika üretmek yerine demokratik cumhuriyet ilkeleri üzerinden politikalar yürütmek daha tutarlı olacaktır kanısındayız. Aksi durumda, Suudi Arabistan, İslam devleti mirası; Yunanistan, Helen mirası; İtalya, Roma mirası; İran, Pers mirası üzerinden siyaset yapmaya kalkışırsa, Allah korusun gerisine siz karar verin. Tabii, bu arada Kürtlerin de eski Med İmparatorluğu üzerinden bir dış siyasete dönüşmesi... Ki biliyorsunuz bölgenin, Orta Doğu'nun yükselen gücüdür Kürtlerin bugünkü demokratik gücü, onlar da böyle bir yaklaşım sergilerlerse geri kalanını siz tahmin bile edemezsiniz.
Değerli arkadaşlar, dış politika Türkiye'de yaşayan tüm halkların ve kimliklerin benimseyebileceği ilkeler çerçevesinde geliştirilmelidir, halklarımıza hizmet etmelidir. Sadece tek bir etnik ve mezhepsel kimliğin hassasiyetlerini önceleyen bir dış politika hem ülke içinde hem ülke dışında istikrarsızlık ve çatışma yaratma potansiyelini barındıracaktır. Bu bağlamda, AKP Hükûmeti Türkiye toplumunun bir parçası olan Kürtlerin, Alevilerin ve diğer bütün halkların hassasiyetlerini dikkate alarak iç politikada da, dış politikada da bu hassasiyetleri dikkate alarak politikalar oluşturmak zorundadır. Eğer etnik temelde bir Türk dış politikası varsa karşısında muhakkak farklı etnik kavramlarla anılacak dış politikalar olacaktır, bunu hiçbir zaman unutmamalıdır. Eğer Hükûmet Sünni eksenli bir dış politika oluşturacaksa karşısında Alevi dış politikası ya da deyim yerindeyse farklı mezheplere sığınan, onların üzerinden temellenen, şekillenen dış politikalarla karşı karşıya kalacaktır. Asıl ürkütücü olan budur değerli arkadaşlar. Orta Doğu da kavgayı da başlatacak olan, Orta Doğu'da halkları boğazlaştıracak olan da bu yaklaşımdır. Onun için, Hükûmetin bu etnik ve mezhepsel temelli dış politikalarından bir an önce vazgeçmesini tavsiye ediyoruz.
Değerli milletvekilleri, dış politika felsefesinin hangi temeller üzerine oturtulması gerektiği çok kritik bir meseledir ve bu sadece uluslararası ilişkilerin değil, iç politikanın da alanına girer ve onun köklerinden etkilenir. Yani, içerideki yaklaşımınız ne ise, ideolojik, siyasal yaklaşımınız, felsefi yaklaşımınız neyse bu ruh hâli, bu durum aslında dış politikanıza da yansır. İşte, AKP'nin üzerinde şekillendiği ideolojik, siyasal durum, bu ruh hâli, maalesef, dünya gerçeklerini de göz ardı edecek şekilde dış politikasına da yansımaktadır.
Bir hükûmet dostunu ve düşmanını ayırt etmede, bölgenin binlerce yıllık medeniyet tarihini doğru tahlil etmelidir. Eğer bu Hükûmet dostunu ve düşmanını tahlil ederken, analiz ederken, bölgenin... İçinde yaşadığımız, bizi kuşatan coğrafyanın, Orta Doğu'nun, Kafkasların, Balkanların ve nihayetinde Akdeniz'in ve Kuzey Afrika'nın, bu hinterlandın içinde Türkiye kendini merkeze koyacaksa ve yeniden tanımlayacaksa hiç kuşkusuz bu bölgedeki dost ve düşman tanımlamasını da çok iyi yapmak zorundadır. Aslında dostu olanını düşman gibi görürse ve ona her türlü eziyeti çektirirse kaybeden Türkiye olacaktır.
Değerli arkadaşlar, biz şovenizmden uzak, popülizmden uzak, etnik milliyetçilikten ve mezhepçilikten uzak bir Türkiye arzuluyoruz ve bu temelde de Türkiye'nin dış politikasının bu ilkeler üzerinde şekillenmesini öneriyoruz, dile getiriyoruz. Bu bağlamda, Kürtlerle olan ilişkilerin Türkiye dış politikasında en az iç politika kadar öncelikli olduğunu söyleyebiliriz. Irak Kürdistanı'nda resmiyet kazanan Kürt yönetimiyle olan ilişkiler... Tabii ki biz bu ilişkileri destekliyoruz, özellikle Hükûmetin güney Kürdistan hükûmetiyle sürdürdüğü ilişkilerin, ekonomik, diplomatik ilişkilerin, sosyal ilişkilerin, kültürel ilişkilerin daha da ilerletilmesi gereğine inanıyoruz. Ama, burada da yine Hükûmetin kimi zaman içine düştüğü şekilcilik, şekilci yaklaşım ve tereddüt edici yaklaşım, maalesef, Kürt politikasında da ayrımcı bir hatta olduğunu -Türkiye'yi ürküten tarafların olduğunu- gösteriyor. Bu konuda bence rahat olmalı Türkiye. Çünkü, özellikle Sayın Barzani'yle ve güney Kürdistan hükûmetiyle yürüttüğü doğal gaz, petrol yani enerji anlaşmaları Türkiye'nin geleceği için, halklarımızın kardeşleşmesi için son derece önemli, stratejik bir adımdır.
Değerli arkadaşlar, tabii, bu, aynı zamanda üsluplarımıza ve davranışlarımıza da yansıyor. Bir taraftan "Kürt" demekten kaçınacağız, bir taraftan "Kürdistan" demekten kaçınacağız. Öte yandan, Sayın Başbakanın bir kezcik de olsa Diyarbakır'da Sayın Barzaniyi karşılarken "Kürdistan" demesi "Kürdistan yönetimi" demesi kimilerimizi kızdırmış, kimilerimizi sevindirmiş, kimilerimizi de derin düşüncelere sevk etmiştir. Bence bir gerçeği görmek gerekir: Orada bir Kürdistan vardır, orada Sayın Barzani'nin liderliğinde bir Kürt Federasyonu söz konusudur. Irak Anayasası gereği Kürt Federasyonu resmiyet kazanmıştır ve bugün Türkiye o Kürt Federasyonu ile diplomatik, siyasi, ticari ilişkilerini sürdürüyor. Ama değerli arkadaşlar, yine bu şekilci yaklaşımlara bakarsak tabii ki Irak Anayasası'na göre Kürdistan bölgesinin bir bayrağı ve bir sembolü vardır. Sayın Barzani'nin Türkiye'yi her ziyaretinde, Türkiye, ısrarla Irak Bayrağı yanına Kürdistan Bayrağı'nı koymaktan imtina etmektedir. Oysa Türkiye'den giden bakanlar, Hewler'e giden bakanlar yani Erbil'e giden bakanlar, Sayın Başbakan mutlaka arkasında Irak Bayrağı'yla birlikte Kürdistan Bayrağı'nı ve Türkiye Bayrağı'nı da görmektedir. Hiç olmazsa bu diplomatik nezaketi bundan sonra göstermek gerekir.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin "Kürdistan" ifadesini bütçe metinlerinden çıkarması ile ilgili olarak da birkaç şey söylemek gerekir söz açılmışken. Türkiye Hükûmetleri ve dolayısıyla Dışişleri Bakanlığı elinden gelse bütün bütçesini "Kürdistan" kelimesini tüm dünyanın hafızasından silmeye harcar, böyle de bir yaklaşım var. Biz bu ikili yaklaşımı, bu tereddütlü yaklaşımı eleştiriyoruz tabii ki. Şurası gerçektir değerli arkadaşlar: Kürtlerin yaşadığı coğrafya, sosyolojik ve tarihsel boyutlarıyla tanımlanan "Kürdistan" ifadesi 1924 Anayasası'nın hayata geçmesi sonrasında Türkiye halklarının hafızasından çıkarılmaya çalışılmıştır. Ancak biz Kürtlerin, Kürt halkının hafızasından ve dünya halklarının belleğinden bu kavramı silmek ise mümkün değildir. Hatırlayın, bir dönemler Türkiye'ye gelen turistlerin cepleri aranır, haritaları aranır. Eğer bu haritada hasbelkader bir "Kürdistan" kelimesi görülürse bu turistlere gerçekten çok büyük zorluklar çıkarılır. Bu haritaları nereden aldıkları, kimlerden temin ettikleri konusunda turistlerin sorguya çekildiğini bu ülkede hatırlamalıyız.
Değerli arkadaşlar, yine bu ayrımcı tutum şimdi bile sürüyor. Örneğin bu turistler ülkeye girerken "Sizin Diyarbakır'da, Van'da, Hakkâri'de, Şırnak'ta, Ağrı'da ne işiniz var, siz Bodrum'a, Antalya'ya, Marmaris'e gidin." gibi yaklaşımlarla bu Hükûmetin ve devletin yaklaşımlarını bir kez daha hem içte hem dışarıda, altını çizerek söylüyorum hem içeride ve dışarıda göstermeye çalışıyorum.
Yine, değerli arkadaşlar, biliyorsunuz uzun bir süredir "Kürdistan bölgesel hükûmeti" olarak bilinen meşru Hükûmet yine Dışişleri Bakanlığı tarafından "Irak Bölgesel Kürt Yönetimi" olarak algılanıyordu. Artık bunun da değişmesi gerektiğini...
Bir gerçeği ismiyle anmanın, onu ismiyle çağırmanın çok daha gerçekçi yaklaşım olduğunu söylemek istiyoruz. Bunun için, değerli arkadaşlar, oranın adı "Kürdistan bölgesel yönetimidir", "Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi"dir; bunun Başkanı Sayın Mesut Barzani'dir ve Türkiye, eğer gelecekte de ilişkilerini sürdürmek istiyorsa, eğer gerçekten hem içerde ve dışarıda Kürtlere, Kürt halkına saygıyı kendine hedef seçecekse bu dili de, bu davranışı da değiştirmek zorundadır.
Türkiye'nin bölgesel istikrara sunabileceği katkı gerçekten de çok fazladır fakat bunun tarihsel şartları söz konusudur değerli arkadaşlar. Türkiye eğer bugün kendi bölgesinde barışına ve istikrarına katkı sağlayacaksa öncelikle kendi evinde kendi Kürtleriyle barışmak zorundadır. Bu bağlamda, demokratik ve çözüm sürecinin, barış sürecinin derinleştirilerek sürmesi ve uluslararası bütün örnekleri göz önünde bulundurularak çözüm sürecinin artık bir müzakere sürecine evrilmesi Türkiye'ye kazandıracaktır. Tıpkı Güney Afrika'da olduğu gibi, tıpkı Kuzey İrlanda'da olduğu gibi, bu sorunlar, çatışmalı süreçler muhakkak muhataplarıyla bir masa etrafında oturup bu işi müzakere etmekle çözülür. Siz eğer muhatabınızı tanımazsanız, siz eğer muhatap almazsanız bu sorunların çözümü, bu sorunların üstesinden gelmek de mümkün değildir. Onun için, eğer gerçekten Orta Doğu'da Türkiye güçlü demokrasisiyle, sağladığı iç barışıyla örnek olacaksa, rol model ülke olacaksa Kürtleriyle barışmalı, Kürt sorunu demokratik, siyasal yöntemlerle çözülmeli. İşte, o zaman göreceksiniz ki Türkiye hem kendi bölgesinde hem de kendi bölgesini aşacak bir şekilde bir dünya gücü olacaktır. Türkiye ancak demokrasisiyle, kendi içinde oluşturacağı barış ve istikrarla dünya gücü olabilir, bunun aksini düşünmek ise hayaldir değerli arkadaşlar.
Biz, tabii, BDP olarak dış politika oluştururken her fırsatta kendi önerilerimizi, eleştirilerimizi, düşüncelerimizi hem Sayın Dışişleri Bakanlığıyla hem Parlamentoyla hem Hükûmetle defalarca paylaştık. "Kürtlerle ittifak yapın." dedik, "Sadece kendi içinizdeki Kürtlerle değil, çevrenizdeki Kürtlerle de ittifak yapın." dedik. Çünkü Kürtler artık sadece Türkiye'de yaşamıyor, Suriye'de, Rojava Kürdistanı'nda yaşayan, güney Kürdistan'da yaşayan, doğu Kürdistan'da yaşayan Kürtlerin yüzü Batı'ya dönüktür, Batı değerlerine dönüktür. Bu yönüyle de bakıldığında Kürtlerle geliştirilecek tarihî bir ittifak, size kazandırır, sizi güçlendirir. Aksi, sizin ayağınıza çelme olur, sizin Kürtlere karşı yürüteceğiniz hasmane bir tutum, düşmanca bir tutum sizlere kaybettirir, Türkiye'ye kaybettirir.
Değerli arkadaşlar, AB'yle olan ilişkilerin gerilmesine müsaade edilmemelidir. Bugün Türkiye farklı arayışlara girmemelidir. Biraz önce bir arkadaşımız burada konuşurken Şanghay Beşlisinden söz ederken çok katmanlı politikadan söz etti. Bu, çok katmanlı bir politika değildir, bu bir siyasal tercihtir. Ya tercihinizi Avrupa Birliğinden yapacaksınız -ki Türkiye 2005'le birlikte Avrupa Birliğine tam üyelik hedefiyle, bu stratejiyle hareket ediyor, Hükûmet hareket ediyor- ya da "çok katmanlı politikalar" adı altında başkalarına aba altından sopa göstermekten vazgeçmelisiniz. Bu, bir blöftür, biz bunun farkındayız. Şanghay Beşlisi'ne, Şanghay İşbirliği Örgütüne girmek bir blöftür. Tıpkı, NATO üyesi iken Çin'den füze almak gibi değerli arkadaşlar. Bunun kadar hatalı bir dış politika olamaz, bunun kadar hatalı dış politika yönetimi olamaz.
Tabii ki özellikle Sayın Davutoğlu son bir aydır komşu ülkeleri geziyor; Irak, İran, Ermenistan, Yunanistan, Kıbrıs, Rusya gibi ülkeleri geziyor.
Hükûmetin Suriye konusunda şimdiye kadar yaptığı yanlışlardan vazgeçme yönünde kimi sinyaller vermesi, yine Ermenistan'la bundan sonra özellikle diplomatik ilişkilerin geliştirilmesi konusunda Türkiye'nin atacağı adım, yine Kıbrıs konusunda Türkiye'nin atacağı somut adımlar Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecine de çok ciddi katkı sağlayacak, Türkiye'nin kendi bölgesinde de etkin ve güçlü bir rol oynamasını sağlayacaktır.
Tabii ki biz Hükûmetin "komşularla sıfır sorun" politikasını şimdiye kadar eleştirdik çünkü neredeyse komşumuz kalmamış duruma gelmiştik. Yeniden, Hükûmetin özellikle İran'la, Irak'la, Ermenistan'la, Yunanistan'la, Kıbrıs'la, Rusya'yla diplomatik ilişkilerine şimdiye kadar izlediği yoldan farklı bir yolla girmesi -ki umuyoruz öyledir- Türkiye'nin gerçekten bu yanlışlardan vazgeçtiğinin bir kanıtıdır. Tabii, Sayın Davutoğlu bunun böyle olmadığını söylüyor, Sayın Davutoğlu dinamik bir politika izlediğini söylüyor. Sayın Davutoğlu yine bu Türk dış politikasındaki değişikliklerin bölgedeki dinamizmden kaynaklandığı, aslında stratejinin aynı olduğunu söylüyor ama burada bir şeyi daha Sayın Bakana söylemek gerekir: Bu çark edişi, bu U dönüşünü bu yaklaşımlarla kapatamazsınız. Siz eğer gerçekleri yaparsanız, doğruları yaparsanız dış politikada, şimdiye kadar izlenen yanlış tutumlarınızdan vazgeçerseniz, yanlış politikalardan vazgeçerseniz, komşularınızla iyi ilişkiler kurma konusunda çaba gösterirseniz, Türkiye'yi güçlendirecek, güç duruma sokacak değil ama güçlendirecek politikaları yaşama geçirirseniz, bizler sizin arkanızda oluruz, bunu tereddütsüz yerine getiririz. Bu konuda da sizin hiçbir kuşkunuz olmasın.
Tabii, Türkiye dış politikasını, öncelikleri itibarıyla şöyle sıralamak gerekir değerli arkadaşlar:
Öncelikle, komşularla sıfır sorun politikası.
Daha sonra, biliyorsunuz, Medeniyetler İttifakı.
Arap ülkeleriyle ticari ve siyasi yaklaşımın artırılması ki burada Sayın Başbakanın Arap ülkeleri lideri ya da Müslüman dünya lideri olma hevesi söz konusuydu.
Yine, değerli arkadaşlar, Afrika'ya açılım ki. Bu son derece olumlu bir yaklaşımdır. Türkiye'nin sadece belli bir bölgede sıkışık kalan bir politika izlemesi elbette beklenemez. Afrika'yla, Latin Amerika'yla, dünyanın geri kalanıyla diplomatik siyasi ilişkileri geliştirmesi tabii ki son derece önemlidir. Biz, bu yapılan iyi şeyleri takdir etme konusunda da hiç kaçınmayız.
Yine, değerli arkadaşlar, Suriye'ye yönelik Türkiye'nin müdahaleci siyaseti.
Avrupa Birliği ilişkilerinde kontrollü yavaşlama. Özellikle Kıbrıs'ın dönem başkanlığında bu kontrollü yavaşlamayı hepimiz gördük, tanık olduk.
NATO'yla daha yoğun bir iş birliği, Füze Kalkanı Projesi,. Malatya'ya yerleştirilen füzeler fakat Çin füzesi üretimi konusunda Çin'le varılan anlaşma...
Enerji nakil hatlarının Türkiye'den geçirilmesi ve Rusya ile sürdürülen rekabet.
İsrail'le yaşanan siyasi krize rağmen askerî iş birliğinin sürdürülmesi.
Ermeni soykırımı yasa tasarılarına karşı diplomatik girişimler.
Avrupa'da Kürt siyasetçilerin tutuklanması ve Türkiye'ye iadesinin yürütülmesi çalışmaları.
Türkiye dış politikasının öncelikleri olmuştur.
Bir önceliği daha burada vurgulamak gerekir: Biliyorsunuz, Türkiye dış politikasının özel bir alanı daha vardır artık mücadele ettiği, savaştığı. O da Avrupa'da yayın yapan Kürt televizyonlarının kapatılmasıdır. Neredeyse bunu özel zevkler arasına koymuş durumdadır Türkiye. Eğer içeride Kürtlerinizle barışıyorsanız, dışarıda Kürtlerle savaşı sürdüremezsiniz. Şimdi de Roj TV'nin yerine kurulan televizyonları Norveç'i sıkıştırarak kapatmaya çalışmanız ne demokrasi ve barış sürecine, çözüm sürecine hizmet eder ne de çokça sözünü ettiğiniz kardeşlik politikalarına hizmet eder.
Bir kez daha burada özellikle büyükelçilik çalışanlarının yaşam koşullarını dile getirerek sözlerime son vermek istiyorum değerli arkadaşlar. Bizler hep konuşurken dış politikayı, yanlış politikaları söyledik ama dış politikada çalışan, Dışişleri Bakanlığında çalışan emekçilerin, çalışanlarının sorunlarını gündeme getirmedik. Bizler, Dışişleri Bakanlığında çalışan emekçilerin, emekleriyle bu çalışmalara hizmet eden insanların da sorunlarının farkındayız; bu sorunların çözümü konusunda da Hükûmeti ve Sayın Bakanı çözmeye, bu sorunlarını çözmeye davet ediyoruz.
Beni dinlediğiniz için...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
NAZMİ GÜR (Devamla) - ...hepinize teşekkür ediyorum. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)