| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 32 |
| Tarih: | 15.12.2013 |
BDP GRUBU ADINA HALİL AKSOY (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2014 yılı Eğitim Bakanlığı bütçesi üzerine Barış ve Demokrasi Partisi adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Eğitim, Türkiye'de en önemli ve en hassas konulardan birisidir. Elbette ki bu kadar önemli ve bir o kadar da sorunlu bir konuyu sınırlı bir süre içerisinde dile getirmek mümkün değildir.
Şu bilimsel gerçeği hatırlatmakla başlamak istiyorum: Şayet bir sistemin temeli, yani merkezi, yani aslı bozuksa, çürükse elbette ki ferîleri de en baştan itibaren küçük doğar, çürük doğar ya da çürümeye yüz tutar.
Tekçi, ırkçı, ezberci, asimilasyoncu bir eğitim sisteminden sorundan başka bir şey beklemek de çok mümkün görünmemektedir ama ben yine de kayda geçsin ve bir kez daha ifade edilsin diye sorun alanlarının her birini birer cümleyle özetlemeye çalışacağım.
Başta Millî Eğitim Bakanlığının isminden başlamak istiyorum. Neden "Millî Eğitim Bakanlığı" da "eğitim bakanlığı" değil? Neden "demokratik eğitim bakanlığı" değil? Bunu hiç düşünebildiniz mi? Bu başlı başına bir sorun.
Keza, eğitim emekçilerinin mali ve özlük sorunları var. Ataması yapılmayan öğretmenler sorun. Kadrolaşma ve yandaş sendikacılık noktasında sorunlar var. Muhalif ve demokrat eğitim emekçilerine uygulanan bir taciz, daha doğrusu mobbing uygulaması var. Öğretmenlerin ve yöneticilerin atama ve yer değiştirmelerinde usulsüzlük ve gasbedilen haklar var. Eğitim durumu, eş durumu, sağlık özrü durumu itibarıyla ivedilikli bir şekilde işletilmeyen bir sorun var. Eğitim emekçilerinin bölgelere göre dağılımındaki eşitsizlikler yanında ücretli öğretmenlerin sorunu var. Öğretmen yetiştirmedeki yanlış politikalar ve öğretmen yetiştirmedeki niteliksiz eğitim diye bir sorun var. Öğretmensiz okul ve öğrenciler, öğrencisiz öğretmenler var. Sürekli değiştirilen eğitim sistemi, eğitim sisteminde merkezî Hükûmetin baskısı var. Her gelen hükûmetin, hatta her gelen bakanın kendisine göre eğitim sistemini değiştirmesi gibi bir bozukluk var. Eğitim sisteminin merkeziyetçiliği, karar mekanizmalarında öğretmen, öğrenci ve veli gibi eğitimin temel bileşenlerini söz sahibi etmemek gibi bir durumu var. Merkezî sınavlar var. Eğitimde hızla düşen nitelik, kamusal eğitimin dönüşümü ve standartlaşması diye bir sorun var. Eğitimin ticarileştirilmesi, özelleştirilmesi, piyasacı ve rekabetçi bir anlayışa teslim edilmesi var. Tekçi, inkârcı ve asimilasyoncu politikalarla eğitim müfredatı ve uygulamalarının şekilsizleşmesi var. Irkçı, cinsiyetçi, ötekileştirici eğitim içeriği var. Ana dilde eğitim almayan milyonlarca öğrenci var. Yatılı okullar; yatılı okullardaki temizlik, sağlık, kalite sorunları var. Taşımalı eğitim, taşımalı eğitim öğrencilerine verilen düşük maliyetli, kalitesiz öğle yemekleri, yemekhanesi olmayan taşıma merkezleri var. Çocuk yoksulluğu, eğitim dışında kalan milyonlarca öğrenci var, yoksulluktan ötürü. Çalışan öğrencilerin, çocuk gelinlerin, tutuklu öğrencilerin, devamsız öğrencilerin, engelli öğrencilerin sorunları var. Özel eğitim kurumları ve rehabilitasyon merkezleri; bu merkezlere bağlı olup hiç eğitim almayan ya da çok kalitesiz eğitim alan öğrenciler var. Okulların fiziki, eğitsel ve donanımsal yetersizlikleri ve okullar arasında merkezden taşraya, batıdan doğuya doğru gittikçe artan bir eşitsizlik var. Okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılmaması, mevcut okul öncesi eğitimin uygun olmayan sınıflarda yapılması gibi bir sorun var. Rehberlik hizmetindeki yetersizlikler var. "Okul ve toplum bağının eğitsel değil, ekonomik gereksinmeler üzerinde kurulması" diye bir sorun var. Okullara bütçe ayrılmaması, hatta "okulları kendi kaynaklarını kendilerinin bulmasına zorlamak" gibi bir durum var. Denetimdeki yetersizlik ve dengesizlikler, ihalelerdeki usulsüzlükler var. "FATİH Projesi" adı altında eğitimde bilinçsiz teknoloji kullanımı var. İdarecilerin özel tamircilerine dönüşen öğretmenler, meslek liselerindeki kalitesiz ve düşük eğitim sistemi var.
Anadolu liseleri, imam-hatipler, dershaneler, 4+4+4 eğitim sistemindeki problemler bütün hızıyla devam ediyor. Yaşamını yitiren öğrenciler, okullardaki temizlik, ısınma sorunları var. Kürt ve solcu öğrencileri linç etmek gibi bir anlayış hâlâ okullarda hâkim. Çift öğretim ve birleştirilmiş sınıflar var.
Görüldüğü gibi, yukarıda sadece başlık olarak belirtilen sorunlar, eğitim sisteminin sahip olduğu kronik sorunların sadece belli ve bir bölümünü içermektedir. Burada bu sorun alanlarının her birini tek tek açmamız da zaten mümkün değil. AKP Hükûmeti bu sorunları çözmek yerine, her gün bu sorunlara yenilerini ekliyor. Mesela, dershaneler yeni bir sorun oldu, önümüze çıkarıldı; belli bir ölçüde uzlaşma olduysa da sorun olmaya önümüzde günlerde de devam edecek. Keza, yine Başbakan her defasında bir şey söylüyor, kimsenin haberi yok. Altı yıllık üniversiteleri sekiz yılda, dört yıllık üniversiteleri altı yılda bitirme zorunluluğu gibi bir şey söyledi Başbakan. Keza "81 ilde 81 kitap" projesiyle okullara gönderilen cemaat kitapları da göz önüne alınırsa, sorunlar o hâle gelmiştir ki içinden çıkılmaz bir durumdur.
Eğitime verilen değer sadece bütçeden ayrılan payın nominal olarak büyüklüğüyle ölçülemez değerli arkadaşlar. Eğitimin kronik sorunları tüm bileşenlerin ortak ve demokratik katılımını sağlayacak mekanizmalar aracılığıyla çözülebilir; bu da kamusal, ücretsiz, demokratik, bilimsel, laik, ana dilde özgürlükçü, eşit ve eleştirel nitelikli bir eğitim sisteminin inşa edilmesinden geçer.
Eğitimde esas olan, bu rakamların ve diğer fırsatların artması değildir; tüm toplumun hiçbir ayrımcılığa uğramadan ve eşit bir şekilde olanaklardan yararlanmasıdır. Sadece sayılar üzerinde bir değerlendirme yapıldığı zaman, nominal olarak Bakanlık bütçesinin arttığı ifade edilebilir ancak bilindiği üzere, kamu personelinin neredeyse yarısı yani yüzde 48'i Eğitim Bakanlığına bağlı kurum ve kuruluşlarda çalışmaktadır. Doğrudan hizmet gördüğü yurttaş sayısı bakımından 17 milyon insana hitap etmektedir, aileleri de bu sayıya eklersek neredeyse toplumun tamamına yakını bu Bakanlıktan hizmet bekliyor. Bağlı kurum ve kuruluşlar, okullar vesaireler sayısı bakımından da diğer kurum ve kuruluşlara göre açık ara öndedir.
Bakın şöyle bir gerçeklik de var: Eğitime ayrılan payın neredeyse yüzde 80'ni personel harcamalarına gidiyor. Mal ve hizmet alımına ayrılan payın Bakanlık bütçesine oranı ise sadece yüzde 8'dir. Yatırımlara ayrılan payın toplam Bakanlık bütçesine oranı, AKP iktidarından önce -2002 yılında- yüzde 17'ydi, yüzde 9'luk bir düşüş var şu durumda. Gerçek anlamda eğitime ayrılan bütçeyi en iyi yansıtan veri eğitim yatırımlarıdır.
Değerli milletvekilleri, eğitim bütçesinin bir önceki yıla göre yüzde 17'lik artışının temel nedeni 4+4+4 sistemidir, bu sistemin yarattığı sorunlardır, okul ve derslik açıklarının yanı sıra, özellikle, okulların altyapı ve donanım eksikliklerinin maliyetlerinin artmış olmasından kaynaklanmaktadır. 2012 yılında uygulamaya konulan 4+4+4 sisteminin toplam maliyetinin 40 milyar lira olduğunu da belirtmek gerekir.
Bakınız, Eğitim Bakanlığı 2013-2014 eğitim öğretim yılında, bir önceki yıla göre yaklaşık 3 milyon daha fazla öğrenciye hizmet verecektir. Derslik başına düşen öğrenci sayılarının hızla artmasının önüne geçebilmek için 2014-2016 döneminde her yıl ortalama 26 bin yeni dersliğe ve ortalama 4,6 milyar liraya ihtiyaç vardır. Ancak, Bakanlık 2014 yılı derslik yapımı için sadece 1,5 milyarlık bir bütçe ayırmıştır. Sayın Başbakan bütçe konuşmasında, derslik konusunda, 2002 ile 2013 rakamlarını kıyasladı. Gelsin de bir görelim bakalım, Ağrı köylerinde eğitim nasıl yapılıyor. Hâlâ birleştirilmiş sınıflarda 50-60 öğrenci bir arada okuyor. Hatta İstanbul'un varoşlarında bile durum aynen böyledir.
Değerli milletvekilleri, aynı şekilde Türkiye'de öğrenci sayısındaki artış, derslikle birlikte öğretmen gereksinimini de ortaya çıkarmaktadır. Bakanlık, mevcut öğretmen açığının 130 bin civarında olduğunu belirtmektedir. Sayın Bakan, uzun süre, 2014 Şubatında öğretmen ataması yapılamayacağını belirtmişti hatta komisyon görüşmeleri aşamasında da herhangi bir plan açıklanmamıştı. Ancak, daha sonra, şubatta 10 bin, ağustosta 40 bin öğretmen atamasına yönelik planlar Başbakan tarafından açıklandı. Belli ki Başbakanın aklına seçim geldi de onun için böyle bir açıklama yaptı. Merak da ediyoruz doğrusu, Bakan "2014'te atama yok." diyor, Başbakan çıkıyor "50 bin öğretmen atayacağız." diyor. Düşünün artık koordinasyonsuzluğu, eğitimin içinde bulunduğu durumu. Ayrıca, atama yapılacak olan branşların dağılımının nasıl bir eğitim stratejisi çerçevesinde oluştuğu da belli değildir. Zira, Eğitim Bakanın bunlardan haberi dahi yoktur.
Değerli milletvekilleri, bugün Türkiye'de 400 bine yakın ataması yapılmayan öğretmen bulunmaktadır. Peki, ihtiyaç nedir? İhtiyaç 130 bindir. Peki, neden atama yapılamıyor? Bahane hazır: "Yeterli kaynak yok." Şimdi, sayın milletvekilleri, ben size kaynağı göstereyim: İnsanların üzerine az gaz atın veya sıkın, az polis alımı yapın, Rojava'daki çeteleri desteklemeyin, örtülü ödeneği kısın ve öğretmen atamaları yapın. Bu kaynak buna fazlasıyla yetiyor. Türkiye, dünyada gayrisafi yurt içi hasılanın en yüksek oranını savunma harcamalarına ayıran 14 ülkeden biridir. Kamu Harcamalarını İzleme Platformu "Türkiye'de savunma harcamalarının sadece yüzde 10'u bile kısıtlansa 400 bin öğretmenin işe alınması ve ortalama memur maaşıyla görevlendirilmesi mümkündür." diyor. Peki, ne yapıyor bu durumda? Öğretmen ihtiyaçlarına karşılık, Bakanlık bünyesinde 70 bine yakın ücretli öğretmen ucuz iş gücü olarak güvensiz bir şekilde çalıştırılıyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eğer bu ülkede devletin kasti tutumu ya da ihmali sonucu çocuklar yaşamını yitiriyor ve Eğitim Bakanlığı bu konuda hiçbir girişimde bulunmuyor, açıklama dahi yapmıyorsa o ülkedeki eğitime dair tüm göstergeler anlamsızlaşır. Bakın, Roboski'de F-16'larla bombalanan, 34 yurttaşımızın ölümüyle sonuçlanan ve bunların içerisinde 19'u çocuk ve öğrenciydi -bununla ilgili Bakanlık herhangi bir açıklama yapmıyor- çocuk ve öğrenci bunlar. Bu arada belirtmek gerekir, katliamın üzerinden iki yıl da geçti, uçak belli, pilot belli, emreden belli değil, hâlâ bir özür dahi dilenmedi. Devletin ihmali ya da kasti tutumu sonucu yaşamını yitiren yalnızca Roboski'de katledilen çocuklar da değildir. Son altı yıl içerisinde 59 çocuk devletin ihmali ya da kasti tutumu sonucu, nedeniyle yaşamını yitirdi, bunlardan 25'i ilkokul öğrencisiydi.
Değerli milletvekilleri, yine bizim için çok önemli bir konu da ana dilde eğitimdir. Günümüzde dünya ülkeleri incelendiği zaman, Birleşmiş Milletler üyesi 194 ülkenin 113 tanesinde birden çok resmî dilin olduğu ve İngiltere, İspanya, İtalya, İsveç , Almanya, Çin, Hindistan, Rusya ve benzeri birçok ülkede ana dilde eğitim ve öğretim yapıldığı görülmektedir. Çok sayıda uluslararası belgede ana dilde eğitimin önemi vurgulanmakta ve hiç kimsenin ana dilini öğrenmekten alıkonulamayacağı belirtilmektedir. Mücadeleler sonucunda, 2012 yılında yapılan bir düzenlemeyle, Kürtçe seçmeli ders olarak okul müfredatlarına girdi. Altını çizmek istiyorum bu noktanın, Kürtler, seçmeli dersi seçmeyerek, taleplerinin ana dili öğrenimi değil ana dilde eğitim olduğunu, bir bütün olarak, bir daha ifade etmişlerdir tutumlarıyla. Öncelikle belirtmek gerekir, dersin okutulmasının 5'inci sınıftan başlatılması kısıtlayıcı bir durumdur. Ayrıca, dersin verilebilmesi için getirilen "asgari 10 kişinin seçmesi" kuralı insan haklarına aykırı ve yine kısıtlayıcı bir durumdur. Bu şartlar sağlansa bile bu kez de dersi verecek öğretmen ve materyal sorunu ortaya çıkmaktadır. O dersi seçtirmemek için gereken her şey yapılmıştır.
Yeri gelmişken, 900 civarında öğretmen çeşitli üniversitelerin Kürtçe yüksek lisans programlarını bitirdiler ve hâlâ istihdamı bekliyorlar. Böylece, atanamayan öğretmenler sorununa Kürtçe öğretmenleri de eklenmiş oldu.
Son olarak açıklanan demokrasi paketinde, Kürtlerin ana dilde kamusal eğitim talebi yine görmezlikten gelinmiştir. Özel okulların lise kısmında kısmi olarak Kürtçe eğitimin yapılacağı ifade edilmişti. Bu fasit daireden çıkmak lazım yani tekrardan. Söz gelimi, 2002 yılındaki özel kurs, paralı ana dil eğitimine yeniden geri dönmeyelim. Bu konuda Hükûmet, acilen, ana dilde kamusal, parasız eğitim ve öğretimin önünü açacak yasal ve anayasal düzenlemeleri hayata geçirmek zorundadır.
Değerli milletvekilleri, 4+4+4 sisteminin olumsuz sonuçlarından bir tanesi de kuşkusuz, altmış aylık çocukların okula başlamış olmasıdır. Deyim yerindeyse bu alan tam bir yazboz tahtasına çevrilmiştir. Neyse ki eğitim yılı başında Bakanlık, Öğretim Kurumları Yönetmeliği'nde değişiklik yaparak uygulamadan vazgeçti. Hiç kuşkusuz, eğitim sisteminin merkezî sınav odaklı hâle getirilmesi de önemli bir sorun alanıdır. Aslında bu, bilinçli bir politikanın sonucudur. Amaç, eğitimi yerel, özgün ve özerk bağlarından koparmaktır; farklılıkları ve eşitlikleri görünmez kılarak ülkenin genelinde eğitimi piyasaya açmak, standartlaştırmak ve eğitim alanlarını kontrol altına almaktır.
Her eğitim ortamı o ortamda var olan koşullara göre özgündür. Öğretmen, öğrenci, veli profilleri bölgenin siyasi, ekonomik ve sosyal durumlarına göre şekil alabilir. Eğitim müfredatı oluşturulurken bu özgün koşulları mutlak suretle göz önünde bulundurmak zorundadır. Örnek vermek gerekirse, Çankaya'daki bir eğitim ortamının koşulları ile Ağrı'nın bir dağ köyündeki eğitim ortamının sahip olduğu koşullar aynı mıdır? Bu nedenle, yapılan her merkezî sınavın sonuçları açıklandığında sondan birinciler bellidir, baştan beri bellidir; Hakkâri'dir, Şırnak'tır, Ağrı'dır, Bitlis'tir, Muş'tur. Asimilasyon politikalarının yuvası hâline gelen YİBO'ların sorunları hâlâ devam etmektedir. Bu okulların büyük çoğunluğu, yüzde 70'i yani, Kürt coğrafyasındadır. Kapatılacakları söylenmişti, herhangi bir şey şu ana kadar yok.
Yine, başta Kürt coğrafyasındaki köylerde olmak üzere Türkiye'de birçok yerde eğitim taşımalı sistemle yapılıyor mu? Yapılıyor. Medyada görmüşsünüzdür, kamyon ve traktörlerle, römorklarla okullara gitmeye çalışan çocuklar var. Yaşananlar tam bir rezalettir. Kolunda bir tezekle okula giden çocuklar var. Onlarca çocuk yaşanan kazalarda yaşamlarını yitirdi.
Yine, Hükûmetin uygulamaya koyduğu, tüm illerde tüm işlerde olduğu gibi Okul Sütü Projesi'nde de halkın gözünü boyamış bir durum söz konusudur. Çocukların haftada üç gün ve bir yılda sadece dört ay süt içmeleri yeterli görülmüştür. Çocuklarımızı siyasi malzeme yapan AKP iktidarı Okul Sütü Projesi'ni de ne yazık ki planlayamamıştır. Keza, aynı şekilde FATİH Projesi de tıpkı Okul Sütü gibi bir proje olmakta, devam ediyor ve çökmüştür. Bu projede yaşanan ihale yolsuzluklarını bugün burada anlatmamız çok mümkün görünmüyor zaman nedeniyle.
Değerli milletvekilleri, önemli bir konu da kuşkusuz üniversite ve öğrencilerin içerisinde bulunduğu olumsuz durumdur. Üniversite öğrencilerinin en büyük sorunları yoksulluktur. Yapılan araştırmalar her 4 öğrenciden 1'inin maddi olanaksızlıklar nedeniyle okulunu bırakmak zorunda kaldığını ortaya koymaktadır.
Yine, yurt ve barınma meselesi çözülmüyor. Devlet yurtlarının toplam kapasitesi 310 bindir. Açık öğretim hariç lisans ve ön lisans öğrencilerinin toplam sayısının yaklaşık 1 milyon 900 bin olduğunu düşünürsek, Kredi ve Yurtlar Kurumu mevcut ihtiyacının sadece yüzde 16'sını karşılıyor. Bu çok düşük bir rakam. 1,5 milyondan fazla öğrenci kendi kaderlerine terk edilmiş sayılır. Bugün bir üniversite öğrencisinin barınma, beslenme ve ulaşım masrafları için toplam 700 Türk lirası gerekiyor. Eskiden üniversiteyi kazanmak büyük bir başarı sayılırdı, şimdilerde tamamlamak artık bir maharet olmuştur.
Bu sorunların yanı sıra, 12 Eylülün ürünü olan YÖK hâlâ devam ediyor. Mevcut pratikler haksız ceza alan öğrenciye bir üst makama başvurup bu cezayı düzeltme şansını da vermiyor. Tek seçenek idare mahkemeleridir, o da, öğrencilerin oraya dava açmak için öngörülen parayı ödemesi bile mümkün değildir.
Önemli bir konu da tutuklu öğrenciler meselesidir değerli milletvekilleri. Tutuklama gerekçeleri ise evde bulunan ders notları, kitaplar, basın açıklamalarına katılmak, YÖK'ü protesto etmek gibi faaliyetler. Hatta, yanı sıra, saç kestirmemek, şemsiye taşımak, poşu takmak, halay çekmek gibi...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HALİL AKSOY (Devamla) - ...konular da problem. Yani, tutuklamaları için delil sayılmış. Bunlar büyük haksızlıklardır. Bu öğrencileri terör suçlusu şeklinde görmek ve düşünmek büyük bir haksızlıktır. Bu nedenle, bu öğrencilerin bu son dönemlerde üzerinde uygulanan bir uygulama daha var.
Sayın Başkan, bir dakika alabilir miyim?
BAŞKAN - Hayır, kimseye vermedim.
HALİL AKSOY (Devamla) - Evet, şimdi, bir problem alanı daha doğmuş değerli milletvekilleri. Öğrencilerin Ermeniler üzerine yapmış oldukları tezler veya yapmış oldukları çalışmalar isteniyor. Bu tezler henüz yazılmamış, öğrenciler çalışıyor. Bunun adı ne olsa gerek?
BAŞKAN - Evet, Sayın Aksoy, teşekkür ediyorum.
HALİL AKSOY (Devamla) - Besbelli ki bu, öğrencileri yeniden fişlemektir. Bunu da kabul etmek mümkün değildir.
Bu duygularla hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)