| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 33 |
| Tarih: | 16.12.2013 |
BDP GRUBU ADINA MÜLKİYE BİRTANE (Kars) - Teşekkürler Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, 2014 yılı bütçe kanunu tasarısı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kalemi üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubunun görüş ve önerilerini belirtmek üzere söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, genel anlamda hazırlanan bütçelerin tümünde toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme çalışmaları yapılması gerekmektedir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bütçesi ise bu konuda öncelik sahibidir ve bu nedenle bütçesinin tamamının toplumsal cinsiyete duyarlı bir perspektifle hazırlanması gerekmektedir. Diğer ülke örneklerine baktığımızda, toplumsal cinsiyete duyarlı bütçelemede en başarılı ülkelerden birinin bir "Eşitlik Bakanlığı"nın mevcut olduğu İsveç olduğu görülmektedir. İsveç'te her bakanlığın kendi politikaları belirlenirken cinsiyet eşitliği perspektifi esas alınmaktadır. İngiltere'de ise bütçe görüşmelerinde her türlü ekonomik, sosyal, kültürel alanlarda cinsiyete dayalı bir analizle rapor edilmekte ve bu analizler sonucunda örneğin istihdam için ayrılan bütçenin yüzde 95'i kadın istihdamına ayrılması için ayarlanabilmektedir. Geçen yılki Bakanlık bütçesinin -yüzde 3,6- bu yıl yüzde 3,9 olması, herhangi bir artışın olmadığı gözler önünde.
Kadına yönelik şiddetin, taciz ve tecavüzün, emek sömürüsünün ve kadına karşı ayrımcılığın çok derin olması itibarıyla, Türkiye, bu konuda özellikle çaba göstermesi gereken bir ülkedir. Fakat ne yazık ki, Bakanlık bütçesi dâhil olmak üzere bu konuda hiçbir uygulama görememekteyiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kadınla ilgili politikaların üretilip uygulamaya geçirildiği bir Bakanlık bütçesinin, kadın örgütlerinin fikirleri alınarak hazırlanması şarttır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, her türlü projesinde ve bütçeye dair karar alım süreçlerinde kadın örgütlerini muhatap alarak sürece katılımlarını sağlamakla yükümlüdür. Bakanlık bütçesi, kadın değil, aile bütçesi olarak tasarlanmıştır. Ne yazık ki, Sayın Fatma Şahin'in açıklamalarından da Bakanlık bünyesinde kadının bağımsız olarak güçlenmesi değil, aile değerlerinin korunmasının esas alındığı anlaşılmaktadır. Eğer aileye yönelik çalışmalar yapılacaksa baskıcı ve emek sömürüsüne dayalı aile yapısının güçlenmesi değil, demokratik ve eşitlikçi bir yapıya kavuşması esas alınmalıdır. Bunun için bütçeleme faaliyetlerinde de kadının geleneksel rollerini güçlendirmekten kaçınılmalı ve sosyal yardım değil, sosyal hak temelinde çalışılmalıdır.
Toplumun kolektif ihtiyaçlarını karşılamak için planlanan merkezî bütçe, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik sistemi, istihdam, ulaşım başta olmak üzere tüm alanlarda cinsiyetler arası eşitsizliği ortadan kaldıracak biçimde planlanmadığı takdirde kadına yönelik ayrımcılığın önüne geçmek mümkün olmayacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2013 yılı 9 Ocak'ta Paris'te 3 Kürt kadın siyasetçinin katledilmesiyle bu süreç başlamıştı. Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez arkadaşlarımızın hunharca katledilişlerinin üzerinden neredeyse bir yıl geçecek ancak olay hâlâ aydınlatılmadı. Fransa devleti tarafından yürütülen soruşturmada henüz bir gelişme kaydedilemedi. Kadınlar başta olmak üzere kamuoyu katliamın sorumlularının açığa çıkarılması ve yargılanması yönünde bir irade ortaya koymuşlardır ancak Sayın Bakan, bu konuda bugüne kadar bir açıklama dahi yapmamıştır.
Değerli milletvekilleri, kadın cinayetleri konusunda verdiğimiz önergelere çelişkili cevaplar gelmekte, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının verileri birbiriyle çelişmektedir. Sorularımızın çoğu ise cevapsız kalmaktadır. Örneğin Adalet Bakanlığına göre 2009'un ilk yedi ayında 953, İçişleri Bakanlığına göre 324 kadın öldürülmüştür. İçişleri Bakanlığı tarafından (7/17781) esas numaralı Önerge'mize verilen cevabi yazıda "2009-2012 yılları arasında 1.411 kadın cinayete kurban gitmiştir.", aynı mahiyette (7/12389) numaralı Önerge'mize Adalet Bakanlığına ait cevabi yazıda ise 2009-2012 yılları arasında cinayete kurban giden kadın sayısı 155 olarak verilmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de kadınlar koruma altındayken bile öldürülmektedir. En son, haziran ayında kocası tarafından bıçaklanarak öldürülen Muhterem Göçmen'e cinayetten sekiz gün önce koruma kararının uygulanması için başvurduğu emniyet tarafından "Bütün polisler Gezi'de." yanıtı verilmişti. Bunun gibi pek çok kadın katliamı basına da yansımışken, Bakanlığın bu konuda harekete geçtiğini ne yazık ki göremedik. Sayın Bakan bu konuda ne yapmayı düşünmektedir, koruma yöntemlerini ve dolayısıyla kadını güçlendirmeyi hangi yollarla sağlamayı değerlendirmektedir; merak ediyoruz.
Bakanlık bu yıl 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü'ndeki tutum ve açıklamalarıyla da kadına karşı şiddeti bir nefisle mücadele sorunu gibi ele almış ve sistematik kadın katliamlarının üzerini örtmeye çalışmıştır. Bakanlık bu konuda kurumsal anlamda üzerine en büyük sorumluluk düşen yapıdır ve elbette bu mücadeleye katılmakla ve hatta öncülük etmekle de yükümlüdür fakat mücadele yöntemlerinin uygunluğu ve kullanılan dilin önemi unutulmamalıdır.
Bakanlık tarafından 25 Kasımda başlatılan imza kampanyasında "Kadına yönelik şiddete ortak olmayacağız, seyirci kalmayacağız. Kadına yönelik şiddete son vermek için el ele verelim. Kadına karşı şiddetle mücadelede üzerimize düşen görevi yapmak üzere kararlıyız, biz de varız." ifadeleri yer almaktadır. Bakanlığın bu konudaki görev ve sorumluluğu had safhada önemli iken toplumun pasif bir bileşeniymiş gibi "Biz de varız!" ifadesinin kullanılması kadına dönük şiddetle mücadele görevini ikinci plana attığını göstermektedir. İmza kampanyaları genellikle sivil yapılanmalar ya da bireyler tarafından başlatılan ve devletleri ya da hükûmet mensuplarını bir konuda adım atmaya zorlamak için seçilen bir mücadele yöntemidir. Bakanlık kendisini kadına karşı şiddette bir özne olarak konumlandırmakta mıdır, yoksa İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Başbakanlık gibi kurumları bu konuda adım atmaya çağırmış ve karşılık bulamayarak ilgili kurumları zorlamak için böyle bir yol mu seçmiştir?
Değerli milletvekilleri, bir tarafta Hükûmetin kürtaj yaptırmak isteyen kadınlara çeşitli zorluklar çıkardığı, doğum kontrol haplarının SGK kapsamına alınmadığı, liseli ve üniversiteli kadınlara zorla bekâret testi yaptırıldığı ve ailelerine bildirildiği, kürtaj yaptıran kadınların fişlendiği ve peş peşe çıkan evlilik teşvikleri düşünüldüğünde kadının bedeni üzerinden yürütülen politikaların kadının üzerindeki baskıyı artırdığı bir gerçektir. Kadına yönelik şiddetin yalnızca fiziksel yönünün olmadığını, bedeni ve doğurganlığı üzerinde kurulan tahakkümün de bu kapsama girdiğini unutmamak gerekiyor. Bu noktada, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının kadınlara yönelik şiddetin bu boyutunu da ele alarak ciddi anlamda kadını özgürleştiren sosyal politikalar üretmesi aciliyet arz etmektedir.
AKP döneminde giderek artan kadın cinayetlerinin nedenleri ve faillerine baktığımızda, cinayetlerin aile içi tartışma ve boşanmaların sonucunda ve genel olarak kadına yakın olan eş, eski eş, nişanlı, baba ya da erkek kardeş tarafından işlendiği görülmektedir. Koruma tedbirleri ve sığınma evleri yetersiz kalmakta, cinayetlerin önüne geçilememektedir. Basından derlenen verilere göre 2013 yılının ilk on ayında erkekler tarafından 268 kadın öldürülmüş, 148 kadına ve kız çocuğuna tecavüz edilmiş, 170 kadın yaralanmış ve 123 kadın taciz edilmiştir.
Yine, kadını şiddetten korumak için çıkarılan yasanın ailenin korunması mantığı üzerine inşa edilmiş olması, kadını yok sayan anlayışın bir ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Şiddetin en fazla yaşandığı yer olan aile kutsanarak kadın sadece ailenin devamı için korunması gereken bir nesne hâline getirildiğinde ortaya çıkacak tablonun bundan farklı olması beklenemezdi. AKP Hükûmetinin iktidarı boyunca kadına yönelik şiddetin neredeyse her yıl katlanarak yüzde 1.400 oranında artmış olması da bunun bir sonucu değil midir?
Bir yıldır üzerinde çalışılan fakat içeriği henüz kadın örgütleri ve siyasi parti gruplarıyla paylaşılmayan istihdam paketinin kadınlar için nasıl ve ne şekilde istihdam koşulları sağlayacağı konusunda ciddi kaygılarımız bulunmaktadır. Kadınlar yıllardır istihdam alanında toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için mücadele etmektedir. Buna rağmen, kadın istihdam paketi hazırlanırken kadın örgütleriyle görüş alışverişi yapılmamış ve kadınların talepleri dikkate alınmamıştır. Kadını çok çocuk doğurarak bu çocukların bakımını kendi başına üstlenmeye itecek olan bu paket, kadının özgürleşmesinden çok emeğinin daha çok sömürülmesine yol açacaktır.
Değerli milletvekilleri, AKP iktidarının söylem ve politikaları ataerkil düzenin zihniyetiyle bire bir uyum içerisindedir. Başbakan, kadınlardan en az üç çocuk doğurmalarını istediğini her platformda ifade etmektedir. Türkiye ve Kürdistan'da kadınlar, Hükûmetin bedenleri üzerinde tasarruf sahibi olma talebine yıllardır alanlarda olarak ve dayanışmayla karşı çıkmaktadır. Sayın Başbakan Ağustos 2013 tarihli bir konuşmasında "Ben bu davaya gönül vermiş hanım kardeşlerime, gelin, en az üç çocuğu vatana hibe edin diyorum." ifadelerini kullanmıştır. İktidarın, kadınların çok çocuk doğurmalarını istemesi yalnızca muhafazakar politikalar ekseninde değerlendirilemez. Bu aynı zamanda militarist bir yaklaşımı benimseyen yönetimlerin askerî güçlerini artırmak için nüfus politikası olarak izlediği bir yoldur. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da Hükûmetin, kadınları çok çocuk doğurmaya teşvik eden politikalarının en büyük uygulayıcısı konumundadır.
Değerli milletvekilleri, tecavüz ve cinsel saldırı, kadına yönelik şiddetin en vahşi boyutlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Sistem, bu konuda bir bütün olarak çalışıp cinsel şiddete uğrayan kadının mağduriyetini artırmaktadır. Tecavüz ve diğer cinsel suçlara ilişkin davalarda yargısal sürecin de kadınların aleyhine işlediğini ve ataerkil devlet zihniyetinin kadınlara yönelik tutumunun uygulayıcısı olduğunu görüyoruz. Uluslararası hukuk metinlerinde, insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamına giren cinsel suçlar, Türkiye'de birkaç olumlu örnek dışında cezasızlığa tabi tutulmaktadır. Cinsel suçların failleri, çeşitli gerekçelerle ya ceza indirimi ya da salıverme yoluyla âdeta ödüllendirilmektedir.
Bakanlık, bu noktada, cinsel suçlara ilişkin davalardaki sürecin takipçisi olmalı ve kadına karşı şiddeti önleme perspektifiyle yargıdaki kurumları zorlayarak kadınları destekleyici bir tavır almalıdır. Zira, tecavüzün gerçekleşmesi kadar tecavüzcülerin yargılanmaması ve devlet tarafından korunması da cinsel şiddet sorununun çözümlenmemesinde etkili olmaktadır. Pek çok olayda, özellikle asker, polis, okul müdürü gibi devletin kurumlarında çalışan erkekler tarafından işlenen tecavüz suçlarının yargılanma aşamasında faillerin serbest bırakıldığını gördük.
Bingöl'de 16 yaşındaki kız çocuğuna 8 uzman çavuş tarafından yapılan cinsel istismar davasında faillerin serbest bırakılması, Dersim'de AKP eski il başkanının engelli bir kız çocuğuna tecavüz edip cezasız kalarak beraat etmesi, Sayın Şahin'e göre mücadele edilmesi gereken sistematik şiddet ürünleri değil midir?
Pek çok hak ihlallerinin yaşanmakta olduğu cezaevleri de, kadınlar ve LGBT bireyleri açısından ayrımcılığın yoğunlaştığı, baskı ve zulmün arttığı mekânlardır. Zorla çıplak arama uygulaması, cinsel taciz ve şiddet bu alanda en çok karşımıza çıkan uygulamalardır. Yapılan fiziksel ve psikolojik şiddete kadın tutsaklar tarafından direnç gösterildiğinde ise hücre cezası verilmekte ya da tutsakların ceza süreleri uzatılmaktadır. Çıplak arama uluslararası sözleşmelerce insan onuruna aykırı olarak tanımlandığı hâlde, Türkiye cezaevlerinde bu uygulama hâlen sürmektedir.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bütçesi hakkında konuşurken, nefret söyleminin ve nefret cinayetlerinin en büyük mağdurlarından biri olan trans bireylerden de bahsetmeyi zorunlu görmekteyiz. 2012 yılında 6, 2013 yılında ise 5 trans birey öldürülmüştür. Kadına yönelik şiddet ve kadın katliamları gibi, trans bireylere yönelik şiddet ve trans cinayetleri de politik ve sistematiktir. Bakanlık ise bu gerçek karşısında hiçbir açıklama yapmamış, cinayetleri önlemek için herhangi bir adım atmamıştır. Bütçe hazırlanırken bu konunun gündeme alınıp alınmadığı merak konusudur.
Değerli milletvekilleri, cinsiyet eşitsizliği, ayrımcılığın en keskin ve en yaygın biçimi olduğundan, siyasal alanın demokratikleşmesi için kadının özgürleşmesi ve karar mekanizmalarına eşit katılımı esastır. Bunun için, devlet, siyasetin tüm süreçlerine kadınların eşit ve aktif katılımını sağlamakla ve bunun önündeki engellerle mücadele etmek durumundadır. Kadınların karar alma ve uygulama süreçlerinde temsiliyetlerini sınırlayan koşulların ortadan kaldırılması için siyasette kadın kotasının esas alınması şarttır. Seçimlerin ve siyasal sistemin demokratikleşmesi için Seçim Yasası'nda değişikliğe gidilerek yüzde 50 eşit temsiliyet uygulanması ve kadın adayların maddi olarak desteklenmesi için ayrı bütçe ayrılması gerekmektedir. Yerel yönetimlerde kadının temsiliyetini artırmak açısından eş başkanlık sisteminin yasal olarak tanınması zorunludur. Bu noktada Mecliste içinde "kadın" kelimesi geçen tek bir birim olan Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu hakkında çıkan haberler konusunda da Bakanlıktan bir açıklama beklemekteyiz. Komisyonun kapatılacağı ya da adından "kadın" kelimesinin çıkarılacağı yönündeki haberler basına yansıdığı hâlde bu konuda resmî bir açıklama yapılmamıştır.
Değerli milletvekilleri, Bakanlığın görev alanına giren engelli bireylerin sorunları da çözüm beklemektedir. Dezavantajlı gruplar arasında yer alan engelli vatandaşların bedensel ve zihinsel engellilik durumları toplum içinde ayrımcılığa uğramasına neden olmaktadır. Devletin engelli politikasının, sosyal haklar perspektifine değil, engellileri muhtaç, kendisini de hayırsever olarak konumlayan bir bakış açısına dayandığını görmekteyiz. Engelli vatandaşlar, kent yaşamından sosyal güvenceye kadar pek çok alanda sorunlar yaşamaktadır. Hükûmetin engellileri eşit vatandaş saymayıp yardıma muhtaç bir kesim olarak görmesine çarpıcı bir örnek AKP Tekirdağ Milletvekili Ziyaeddin Akbulut tarafından sarf edilen sözlerle açığa çıkmıştır. Sayın Akbulut, Bakanlığın politikalarını övme amaçlı yaptığı bir konuşmada "2005 yılında çıkardığımız yasa ile biz, engellileri insan yerine koyduk, adam yerine koyduk." ifadelerini kullanmıştır. Bu sözler, Hükûmetin yasalarda yaptığı sözcük değişiklikleriyle süslemeye çalıştığı engelli politikasının gerçek yüzünü açıkça yansıtmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin sosyal politika alanındaki değişikliklerine dair en önemli sıkıntılardan bir kısmı da çocuklar tarafından tecrübe edilmektedir. Ne yazık ki, Türkiye, okul çağında olan ve normalde okullarında olması gereken çocukların çocuk işçi olarak en fazla çalıştırıldığı ülkeler arasındadır. Mevsimlik tarım işçiliğinde fazlasıyla öne çıkan çocuk emeği sömürüsüne Bakanlığınızın acil olarak adım atması gerektiği kanaatindeyim.
Yine, etkin bir mücadele yürütülmesi gereken diğer bir alan da Türkiye'deki adalet mekanizmasının büyük oranda pay sahibi olduğu, çocuklara yönelik cinsel şiddet ve istismardır. Her yıl binlerce çocuk -önemli kısmı birinci dereceden yakın akrabası tarafından olmak üzere- cinsel istismara uğramaktadır.
Çocukların yaşadığı ve devletin pay sahibi olduğu sorunlardan bir diğeri de suçsuz olduğu hâlde cezaevlerinde tutulan yüzlerce Kürt çocuğuna ilişkindir. Pozantı Cezaevi, bu konuda hepimizin ilk aklına gelen yer olmakla beraber, Şakran'da, Sincan'da ve daha pek çok cezaevinde uygulanan işkence ve tecrit koşulları belki de en çok çocukları etkilemektedir.
Pozantı Cezaeviyle basına yansıyan ve kamuoyu vicdanını yaralayan "Cezaevlerinde çocuklara karşı şiddet ve istismar" konusunda hâlen hiçbir gelişme olmaması, Hükûmetin ve Bakanlığınızın bu konuda duyarsız kaldığını düşündürmektedir.
Devletin silahlarıyla öldürülen Kürt çocukları da şiddetin bir boyutudur. Ceylan, Uğur, Enes ve daha birçok çocuk bu kurşunlarla katledilmiştir. Bu konuda da herhangi bir ilerleme kaydedilmemektedir ve failler hâlâ cezasız kalmaktadır.
Tablo, iç karartan bir tablodur değerli milletvekilleri. Bilinmelidir ki demokratikleşme, kadınlara, çocuklara, engellilere yönelik şiddet devam ederken söz konusu olmayacaktır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, adında geçen sosyal politikaları kurarken tüm bu katliamları, tecavüzleri ve hak ihlallerini gündemine alıp bunlara karşı bir mücadele örgütleyecek midir yoksa bu yılın bütçesi de öncekiler gibi toplumsal kesimlerin gerçek talep ve ihtiyaçları hesaba katılmadan mı değerlendirilecektir diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)