GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:4
Birleşim:33
Tarih:16.12.2013

BDP GRUBU ADINA MÜLKİYE BİRTANE (Kars) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2014 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı'nın Sanayi Bakanlığı ve bağlı kurumları hakkında söz aldım. Ekranları başında bizleri izleyen halkımızı, tutuklu milletvekillerimiz Sayın Hatip Dicle, Sayın İbrahim Ayhan, Sayın Selma Irmak, Sayın Faysal Sarıyıldız, Sayın Kemal Aktaş ve Sayın Gülser Yıldırım'ı ve sizleri saygıyla selamlıyorum.

Bütçe görüşmeleri, halkı ortaklaştırmayan, katılımcı hassasiyetten uzak, muğlak ve geçiştirmeci bu tutumla, demokratik katılımcılığı esas almadan, toplumun en geniş kesimlerinin müzakere ve onayına başvurulmadan hazırlanmış ve Genel Kurulda da aynı anlayışla görüşülmeye devam etmektedir. Bakanlık hakkında görüş bildirmeden önce, aynı anlayışın tezahürü olan, bütçenin neden tek güçle yönetildiğini daha iyi anlamamızı sağlayacak, halk iradesini yok sayan iktidar anlayışıyla yıllardır cezaevinde siyasi rehin olarak tutulan milletvekillerimiz hakkında konuşacağım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe hakkı, halkın toplanan vergilerinin nasıl harcandığının hesabını siyasal iktidardan sormak anlamına gelmektedir. Ancak, iktidarın bütçe politikaları bu hakkı ortadan kaldırmıştır.

Bütçe görüşmeleri sadece demokratik katılımcılığı ihlal ediyor değil, aynı zamanda Türkiye ve Kürdistan milletvekillerinin katılımını da engellemektedir. Kürdistan'ın Amed Milletvekili Sayın Hatip Dicle, Riha Milletvekili Sayın İbrahim Ayhan, Şırnak milletvekilleri Sayın Selma Irmak ve Sayın Faysal Sarıyıldız, Van Milletvekili Sayın Kemal Aktaş ve Merdin Milletvekili Sayın Gülser Yıldırım milletvekili seçildikleri hâlde halk iradesini kullanma yetkileri ellerinden alınmıştır. 24'üncü Dönem milletvekilleri olarak seçilmişlerdir ancak dönem bitmek üzere, milletvekilleri ise hâlâ cezaevindedir.

Bugün partimizin yaptığı basın toplantısındaki metnimizde de dile getirildiği gibi, kendilerine isnat edilen fiil siyaset yapmaktır. Bu da düşünce, örgütlenme ve siyaset özgürlüğü kapsamındadır. Vekillerimiz diğer tutuklu siyasetçiler gibi yıllardır cezaevinde siyasi rehine olarak tutulmakta ve uzun tutuklulukla, aslında, açıkça yargısız bir infazla yüz yüze bırakılmaktadırlar. Tutuklu bulundukları süre dikkate alındığında, ceza alsalar bile alacakları cezanın infazını çoktan tamamlamış durumdadırlar. Demokratik rejim anlayışını "Ben bildiğimi yaparım, beğenmezsen sandıkta bana oy vermezsin." tutumu ile bir sandığa sığdıracak kadar daraltmış olan Sayın Başbakana soruyoruz: Madem demokrasi sandık başında hayat buluyorsa, Kürdistanlıların oy verdikleri, ezici çoğunlukla seçtikleri temsilcileri neden cezaevindedir? Sayın Hatip Dicle'nin vekilliği neden düşürülmüştür? Ona oy veren 85.945 kişinin sandık başına giderek gösterdiği iradeye iktidarınız tarafından saygı gösterilmiş midir? Bu irade hangi gerekçe ile cezaevinde tutuluyor? Sayın Hatip Dicle ve diğer tüm milletvekillerimiz seçilmiş olmasalardı hâlâ cezaevlerinde olacaklar mıydı?

Kürdistan'da vekiller cezaevinde tutuluyor, İstanbul'da tahliye ediliyor. "Demokratik siyaset" diyeceksin, gerillaları siyaset yapmaya çağıracaksın, Kürdistan milletvekillerini cezaevinde tutacaksın. Sayın Başbakan meydanlarda "Kürdistan" diyecek, hâkimi, savcısı "Kürt"e, "Kürdistan" sözüne ceza yağdıracak "Halk iradesi", "halkın sözcüleri, hizmetçisi" diyeceksin, milletvekillerini cezaevinde tutacaksın. Buna ne denir? Ancak ve ancak, kandırmaca siyaseti.

Şu an cezaevinde tutuklu bulunan Kürtlerle birlikte tutuklu milletvekillerine oy vermiş tam 356.104 Kürdistanlı da cezaevindedir. Bu durumda hangi demokrasiden bahsedilebilir? Demokrasi, iktidarın tek güç olduğu sistemler olmadığı gibi, sandıkta oy kullanmakla da sınırlandırılamaz. Parlamenter temsilî demokrasi ile Meclise girmeye hak kazanmış kişilerin Meclis dışında tutulması, iktidarların "İstediğimi yaparım." dediği otoriter rejimlere özgü bir durumdur. Bu kişiler cezaevinden çıktıklarında Meclise gelecekler. Kaçma şüpheleri yok, delil karartma gibi bir durumları yok ki. Zaten, neyle suçlandıklarını bizler de, onlar da, hâkimler ve savcılar da bilmiyor. Bu hukuk garabetinden kurtulmak, bu ayıbı ortadan kaldırmak gerekiyor. Tutukluluk hâllerinin devamı, demokrasinin, hukukun, adaletin, halk iradesinin, seçme ve seçilme hakkının hapiste tutulmasıdır.

En son Anayasa Mahkemesi Sayın Balbay'la ilgili bir karar verdi ve bu karar, hiçbir tartışma götürmeksizin, bağlayıcı bir nitelik taşımaktadır. Bu karara göre tüm seçilmişlerin serbest bırakılması gerekiyor ancak buna rağmen idare ve yargı organları bu karara uymamaktadır. Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu kararın tartışmasız yerine getirilmesi gerekirdi. Ancak, bugün, Diyarbakır 5. ve 6. Ağır Ceza Mahkemeleri tutuklu vekillerimizin tahliye taleplerini oy çokluğuyla reddetmiştir. Bu karar hukuki değil, siyasi bir karardır. Yargı, bağımsız ya da bağımlı olarak, tutuklu vekillerimiz ve siyasetçilerimize karşı ayrımcı bir tutum izlemektedir. Bu karar bir hukuk skandalıdır, bir çifte standarttır. Bu karar yıllardır sık sık dile getirdiğimiz "Yasalar Fırat'ın doğusunda, ayrı batısında ayrı işliyor." söylemimizin doğrulandığını göstermektedir.

Buradan bir kez daha Hükûmete sesleniyoruz: Kürdistan milletvekilleri serbest bırakılmalıdır. Halk iradesinin Meclise yansıması sağlanarak Türkiye bu ayıptan ancak kurtulabilir. Kürtler bu kararı kabul etmiyor ve şiddetle kınıyorlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi Sanayi Bakanlığının bütçesi üzerine konuşmamı devam ettirmek istiyorum.

Türkiye'de sanayi dağılımı dengesiz olarak yoğunlaşmıştır. Yerel düzeyde çalışmalar yürütülüp bölgelerin potansiyelleri doğrultusunda sanayinin geliştirilmesi için politika yürütülmediği gibi, küçük ve orta ölçekli işletmelerin ekonomideki rolünü ve etkinliğini artırmaya dönük kalıcı önlemler de alınmamaktadır. Bu nedenledir ki, sanayileşme tekelleşerek büyümekte, bu olgu ise gelir dağılımındaki adaletsizliği giderek boyutlandırmaktadır. Sanayideki tekelleşme aynı zamanda doğanın ve doğal kaynakların da yok edilmesine, doğanın sermaye doğanın sermaye sahiplerince çıkarları doğrultusunda özel mülkiyet gibi kullanılmasına sebep olmaktadır. Bölgelerin ekonomik potansiyelleri doğrultusunda kırsal kalkınma stratejileri geliştirilmediği gibi, geri bırakılmış bölgelerin kaynakları metropollere taşınmaktadır. Bugüne kadar tüm zorluklara rağmen ayakta kalmış fabrikalar kapatılmış, hayvancılık ve tarım, girdi fiyatlarının yükseltilmesi ile baltalanmıştır.

Karadeniz, İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin doğal kaynakları bölgelerin kendi ihtiyaçları için kullanılmamaktadır. Bu bölgelerde binlerce köy hâlâ elektriksizdir. Bölgelerin kendi kaynakları ile hayvancılık ve tarım alanlarında işletmeler ve buna bağlı olarak milyonlarca istihdam alanı açma olanağı varken, bu bölgeler metropoller ve sanayileşmiş bölgelerin sömürgesi hâline getirilmiştir. Köylüler üretimden koparılarak, metropollerde ucuz iş gücü kaynağı yapılmıştır. Aynı zamanda kentsel alanlarda üretim ve ticaretin gelişmesine yönelik etkin iktisadi politikaların olmaması, doğu ve güneydoğu bölgeleri ile batı bölgeleri arasındaki iktisadi gelişmişlik farkını artan oranda açmaktadır. Bölgesel eşitsizlik, Doğu Karadeniz ve İç Anadolu Bölgeleri ve bazı Ege ve Akdeniz illeri için de geçerlidir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de de uygulanmakta olan ekonomi politikalarıyla, hızla iç inisiyatif kaybedilmekte, ekonominin kontrolü küresel finans çevrelerine bırakılmakta ve dışa bağımlılık oranı her geçen gün artmaktadır çünkü sanayinin lokomotifi sayılabilecek stratejik ve büyük ölçekli kuruluşlar hızla özelleştirilmiş, sabit sermaye yatırımları da düşmüştür. Kamunun ekonomik alandan çekilmesine hız vermek adına KİT yatırımları kesilmiştir. Yeni sanayi modelleriyle birlikte ithal kaynak kullanımı artmıştır. Sürdürülen ekonomi politikalarıyla, cari işlemler açığı 1990'lı yılların ikinci yarısından itibaren ortalama 1,3 milyar dolar iken 2013 yılının ilk sekiz ayında 44 milyar 293 milyon dolara ulaşmıştır. 2002 yılında 129,6 milyar dolar olan Türkiye'nin dış borç stoku her yıl artarak büyümeye devam etmektedir. 2013 yılı ikinci çeyreğinde borç stoku 367,3 milyar dolara yükselmiştir. İhracata yönelik üretim yapan sanayi kollarında kullanılan ham maddelerin ithalatla karşılanma oranları 2002 yılında yüzde 60 iken bu sayı 2012'de yüzde 70'lere çıkmış, ihracat, artan ithalata bağımlı kılınmıştır.

Sanayi Genel Müdürlüğü tarafından 2012 yılında hazırlanan "81 İl Durum Raporu" verilerinden alınan bilgilere göre, sanayi işletmelerinin yüzde 71'i 12 ilde toplanmıştır. Bu işletmelerin yüzde 31 gibi çok büyük bir bölümü İstanbul'da, 2'nci sırada yer alan Bursa'da yüzde 8'i, Ankara'da yüzde 7'si, İzmir'de ise yüzde 5'i kümelenmiştir. Aynı rapora göre toplam sanayi işletmelerinin bölgelere dağılımları ise, Marmara Bölgesi yüzde 48, İç Anadolu Bölgesi yüzde 17, Ege Bölgesi yüzde 14, Akdeniz Bölgesi yüzde 8, Karadeniz Bölgesi yüzde 6, Güneydoğu Anadolu Bölgesi yüzde 5, Doğu Anadolu Bölgesi yüzde 2 olarak ifade edilmiştir.

ÖZDAL ÜÇER (Van) - Yani Kürdistan yüzde 7 yapıyor toplamda.

MÜLKİYE BİRTANE (Devamla) - Bu tabloda, bölgeler arasında var olan dengesiz yığılmalar bölgenin kendi içerisinde de görülmektedir. Bu da belli illerde yığılmış olarak görülmektedir.

Bölgeler arası ekonomik farklılıkların giderilmesi için ham madde, enerji, sermaye, teknik iş gücü, ulaşım, pazar sahası gibi alanlarda eksikliği olan bölgelerde, bölgenin kendine özgü şartları da göz önünde bulundurularak sorunları giderici özel tedbirler alınmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sanayi stratejisi üretiminde önemli veriler sağlayacak olan sanayi envanteri hâlen tamamlanmış değildir. 2008 yılında dönemin Sanayi Bakanı tarafından bu konuda çalışmanın müjdesi verilmiş olmasına rağmen, envanter çalışması hâlen yapılmamıştır. Bugün bir ülkenin ekonomisinin uluslararası pazarda rekabet edebilmesinin temel unsurlarından birisi, hiç şüphesiz ki iyi işleyen bir fikrî mülkiyet sistemidir. Markalar hakkında bir kanun henüz çıkarılmış değildir. Marka hakkını güvence altına alan hukuki mevzuatın, 556 sayılı Kanun Hükmünde Kararname olduğunu biliyoruz. Marka, patent, endüstriyel fikri mülkiyet hakkının kanun hükmünde kararnameler çerçevesinde güvence altına alınması amaçlanmış...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

MÜLKİYE BİRTANE (Devamla) - ...ancak markaların koruma altına alınması konusunda cezai ve ekonomik yaptırımlar olsa da bu hukuki düzenleme henüz yeterli oranda yapılmamıştır diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)