GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:4
Birleşim:33
Tarih:16.12.2013

BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Birbirimize biraz tahammüllü olacağız. Bu kürsünün dokunulmazlığından bahsedersiniz, biz sizin gibi düşünmek zorunda değiliz. Coğrafi terimlere hiç kimsenin gem vurmaya da hakkı yok. Bir realiteden bahsediyoruz. Onun için, bizim düşüncelerimize saygı göstereceksiniz, bizi tehdit etmeyeceksiniz, bize kafa sallamayacaksınız, bize dişlerinizi, tırnaklarınızı, pençelerinizi göstermeyeceksiniz; bunlara boyun eğmeyiz. Biz size ne kadar tahammül ediyorsak sizin de bize tahammül etmeniz gerekir.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; önemli bir bütçeyi görüşüyoruz, Millî Savunma Bakanlığı bütçesini görüşüyoruz, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar aslan payı alan bir bütçeyi görüşüyoruz. Bu bütçe denetlenemez bir bütçe. Bu bütçe hesap vermez. Bu bütçenin aktörleri bu ülkede devlet içerisinde devletçikler oluşturan aktörlerdir, şehirler içerisinde şehircikler oluşturan aktörlerdir. Kendilerini Parlamentonun üstünde görmüşlerdir, yeri ve zamanı gelince ihtilal yapmışlardır. Yeri ve zamanı gelince bu Parlamento komisyonlar oluşturmuş, onları buraya davet etmek istemiş, "Hadi, siz de kimsiniz, biz nasıl geliriz!" Çünkü ellerinde silahları, üstlerinde üniformaları var, halkın iradesini "yok" hükmünde sayacaklar. Yeri gelmiş, oturmuşlar, sivil iktidarlardan rahatsız olmuşlar. Ay ışığında içerken "Vallahi, bu gece bir darbe yapalım, adını da 'Ay ışığı' koyalım." Bir yerde oturmuşlar, sarışın biri geçmiş, "Vallahi, 'Sarışın' darbesini de yapalım."

ŞİRİN ÜNAL (İstanbul) - Sarıkız...

SIRRI SAKIK (Devamla) - Sarıkız mı, neyse artık...

Şimdi, böyle bir kurumun bütçesini görüşüyoruz. Ben 2011 yılı bütçesinde, yine bu kurumla ilgili konuşurken savaşın vahşetine vurgu yaparak Amerikalı bir gazinin Vietnam Savaşı'ndaki anılarını sizlerle paylaşmıştım, aynen şöyle diyor: "Üzerine bin kiloluk bir bombanın atıldığı bir köye gidersiniz. Esir almak diye bir sorununuz yoktur çünkü esir alınacak kimse kalmamıştır. Öldürülenlerin Vietnamlı olup olmadıklarını bilemezsiniz, insan olup olmadıklarını da bilemezsiniz. Ve biz böyle bir vahşeti yaşadık, o dönem hiçbir şey söyleyemedik ve sonra döndük, savaş bitti, evimize gittik, çocuklarımızın yüzüne bakamadık." Bunu 13 Aralık 2011 bütçesinde burada seslendirdim. Ben ne bilebilirdim ki on beş gün sonra benim topraklarımda bu ülkenin savaş uçakları havalanacak ve Roboski'de 34 insanı paramparça edecek. Vietnam'daki vahşet neyse Roboski'deki vahşet de budur işte.

Aslında biliyorduk, devletimizi tanıyorduk, geçmişini de iyi biliyorduk. Biz sizi nereden tanıyoruz? 3.500 köyün yakılmasından tanıyoruz. Biz sizi nereden biliyoruz? Ağrı'dan biliyoruz, Dersim'den biliyoruz. Biz sizi nereden tanıyoruz? 33 masum Kürt'ün Zilan'da kurşunlanmasında da biliyoruz. Biz sizi nereden tanıyoruz, nereden biliyoruz? Yıl 1994 ve savaş uçakları havalanıyor ve Roboski yakınlarında bir köyde, Şırnak'ın Kuşkonar köyünde ve Koçağılı köyünde ve 38 köylü paramparça ediliyor ve uçaklar... O dönemin Başbakanı aynen şöyle söylüyor: "Bu uçaklar bu devletin uçakları değil." diyor. İçişleri Bakanı, yalanla görevli olan Bakan "Devlet, hava harekâtı düzenleyerek 150 PKK'liyi öldürdü." diyor. O dönem Genelkurmay Başkanı Güreş ve Çiller ikilisi "Uçaklardaki kayışların gevşemesi nedeniyle bombalar yanlışlıkla düştü." diyor ve hep inkâr ediliyor. Bir iki ay önce, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bunların yalan olduğunu ve... Türkiye'yi 2 milyon 305 bin euroya mahkûm etti. Biz devletimizi tanıyoruz, biliyoruz. Onun için, belki devlet buradan ders almıştır, bir daha böyle bir şey yapmaz diye düşünüyorduk ama yanılmışız. Vietnam'daki uçaklar ve oradaki bombalar ne yaptıysa Roboski'deki insanlar da paramparça edildi ve bir anne aynen şöyle diyordu: "Oğlum 1.90 boyundaydı. Oğlumun o paramparça bedenini bir poşete doldurdum, içinde katırların etleri de vardı ve götürdüm, defnettim." İşte böyle bir ülkede yaşıyoruz, böyle acılarımız var, bu acıların sahibiyiz ve bize hâlâ haksızlık ediyorsunuz.

Şimdi, dönüyorum ve soruyorum: Sevgili arkadaşlarım, bu topraklar çok ağır bedeller ödedi, bu topraklar... Bakın, bahsettiğimiz bu kurum, üzerinde üniforması ve silahıyla gittiler, 3.500 köyü yaktılar; gittiler, insanları diri diri yaktılar. Kimin adına, hangi hukuk adına? Bunların hepsini bunlar yaptılar ve ne yaptılar biliyor musunuz? Hiçbir görevleri yoktu bunların. Bunlar devletin bütün kurumlarını kendi tekellerine almışlardı ve gidiyorlardı, ticaret yapıyorlardı, maaşlarını artırıyorlardı, emekli olduklarında emekli maaşları... Dışişlerinden emekli olan birileri 70 bin TL alırken kendileri 700 bin TL alıyorlardı. Devlet, vatan, bilmem ne hepsi geride kalıyordu. Biz hiçbir kurumun düşmanı değiliz ama bir kurum eğer hukukun dışına çıkarsa, bir kurum hukuksuzluk yaparsa, vallaha, karşısında da dimdik dururuz. Ben bunları bugün söylemiyorum. Kimi AKP'li arkadaşlar zaman zaman "Bizim demokratikleşmemizden siz böyle yiğitçe laflar ediyorsunuz." diyor. Vallaha, yıl 1991, 1992, 1993; bu kardeşiniz, Parlamentoda aynı soruyu sormuşum: "OYAK nedir? Nereden nemalanıyorsunuz? Bize hesap vereceksiniz." Tehdit edilmişim: "Öldüreceğiz." Hodri meydan! Bir Tanrı'ya borcumuz var, başka hiçbir kimseye boyun eğmeyiz ve sonra tutuklamışlar bizleri ve arkadaşlarımızı, milletvekilliklerimiz düşmüş ama hayat bizi teyit etmiştir. Şimdi, geldiğimiz bu topraklarda bu süreçte ayrımcı politikalara karşı "Dur." diyeceğiz. Nasıl ki Başbakan Davos'ta dönüp dedi ya "..."(x), "Bir dakika." Biz de sizlere "Bir dakika." diyoruz arkadaşlar. Bu politikalar bizi isyan ettirir, bu politikalar barışı sağlamaz, savaşı sürdürür. Biz de sizlere, bu zulüm politikalarını uygulayanlara "..."(x) diyoruz.

Bakın, bugün, bizim arkadaşlarımız...

BEDRETTİN YILDIRIM (Bursa) - Ajite yapıyorsunuz!

SIRRI SAKIK (Devamla) - Bakın, laf atmayınız, beni dinleyiniz, laf atmayınız!

BEDRETTİN YILDIRIM (Bursa) - Olur mu ya, ajite yapıyorsun burada ya! Ajite yapıyorsunuz! Bir de Bingöl'de ölen 33 tane askerden, onlardan bahset biraz.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen hatibi dinleyin.

SIRRI SAKIK (Devamla) - Sevgili kardeşim, 33 asker de...

BEDRETTİN YILDIRIM (Bursa) - Binlerce şehit askerden bahset biraz da, hep aynı şeyleri sürekli söylüyorsun ya!

SIRRI SAKIK (Devamla) - 33 asker de...

ÖZDAL ÜÇER (Van) - Siyaset ajitasyondur, ne zaman öğreneceksiniz bunun böyle olduğunu, bu yaşa gelmişsiniz?

SIRRI SAKIK (Devamla) - Bütün 33 asker de benim acımdır.

BEDRETTİN YILDIRIM (Bursa) - Onlardan bahset biraz da!

SIRRI SAKIK (Devamla) - Bütün 33 asker de benim...

BEDRETTİN YILDIRIM (Bursa) - Tek taraflı değil, tek taraflı değil!

SIRRI SAKIK (Devamla) - Lütfen, Sayın Başkan, lütfen...

33 asker de...

BEDRETTİN YILDIRIM (Bursa) - Tek taraflı değil!

SIRRI SAKIK (Devamla) - Bakın, yerinizden laf atarak olmaz.

BEDRETTİN YILDIRIM (Bursa) - Tek taraflı değil ama!

BAŞKAN - Sayın Yıldırım, lütfen hatibi dinleyin.

SIRRI SAKIK (Devamla) - Bakın, sizin Genel Başkanınızı bile anlayamamış kadar bilgi eksikliğiniz vardır. Bakın, biraz önce grup başkan vekiliniz...

BEDRETTİN YILDIRIM (Bursa) - Binlerce vatan evladı şehit düştü.

SIRRI SAKIK (Devamla) - Lütfen susar mısın diyorum sana! Yeter artık! Ne diyorsun sen ya, ne diyorsun ya?

BEDRETTİN YILDIRIM (Bursa) - Her şehirde binlerce şehit var ya! Aynı şeyleri dinliyoruz!

BAŞKAN - Sayın Hatip...

Sayın Yıldırım, lütfen...

SIRRI SAKIK (Devamla) - Susturun...

BAŞKAN - Sayın Yıldırım, lütfen!

BEDRETTİN YILDIRIM (Bursa) - Hep aynı şeyleri dinliyoruz, aynı şeyleri sürekli...

BAŞKAN - Sayın Yıldırım...

SIRRI SAKIK (Devamla) - Dinleyeceksin, dinleyeceksin, aynı şeyleri dinleyeceksin!

BEDRETTİN YILDIRIM (Bursa) - Dinlemeyeceğim!

SIRRI SAKIK (Devamla) - Bu sorun çözülmediği müddetçe aynı şeyleri dinleyeceksin sen!

PERVİN BULDAN (Iğdır) - Dinlemiyorsan çık dışarıya!

BEDRETTİN YILDIRIM (Bursa) - Allah Allah!

İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Dinlemiyorsan çık dışarı, buranın düzeni bozamazsın!

BAŞKAN - Sayın Hatip, lütfen devam edin.

SIRRI SAKIK (Devamla) - Şimdi, Sayın Başkan, bakın, bugün Diyarbakır'da... Eğer bu ülkede, sevgili arkadaşlarım, bu ülkede ordu, yargı, medya ve kurumlar Kürtlere karşı acımasız bir savaş içerisindeyse bizden de eleştirileri alırsınız. Bakın, eğer bugün Diyarbakır'daki yargı İstanbul'daki yargıyla çekişiyorsa, Anayasa Mahkemesinin kararını yok hükmünde sayıyorsa siz burada dönüp bana hukuktan, adaletten ders veremezsiniz. İstanbul'daki mahkeme Balbay beyaz Türk değil mi onu serbest bırakıyor ama Kürt milletvekillerinin tutukluluk taleplerinin kaldırılmasına karşı koyuyor. Niye koyuyor? Sen onun bile bilincinde değilsin, onun için bana laf söyleme!

BEDRETTİN YILDIRIM (Bursa) - Kendine bak sen!

İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Sırrı Bey, Genel Kurula hitap edin, varsa cevabı kürsüden verir!

SIRRI SAKIK (Devamla) - İşte, eğer ordusu, yargısı, medyası bu konuda tarafsa biz çıkar bunları teşhir ederiz.

Bakın, sevgili arkadaşlar, medya her gün bizleri eleştiriyor, küçük bir eleştirimize bile tahammülleri yok, bizi vurmaya çalışıyor. Hodri meydan, vurun!

Ama size sesleniyorum, o kalemşorlar, o alçaklara sesleniyorum: Siz bir gün Roboski'yle ilgili bir satır yazdınız mı, siz bir gün BDP'li milletvekilleriyle ilgili bir satır yazdınız mı, siz bugünkü hukuksuzluğu nereye sığdırabilirsiniz?

Şimdi, eğer böyle bir hukuksuzluk varsa BDP'lilerden de çok sağduyulu bir konuşma beklemeyiniz. Eğer İstanbul'daki yargı farklı, Diyarbakır'daki yargı farklıysa, valla, bunun hesabını veremezsiniz.

ÖZDAL ÜÇER (Van) - Onların değer yargıları farklıdır.

SIRRI SAKIK (Devamla) - Hele hele bir uzlaşma, bir diyalog, bir müzakere sürecinden bahsediyorsanız bu hukukun ve adaletin eşit olması gerekir; işte "..."(x) anlamı da bu. Kürt çocuklarına ve Kürt halkına farklı hukuklar uygulandığı için, bugün de eğer savaş hukuku uygulanıyorsa Kürtlere, Kürtlerden farklı bir şey beklemeyeceksiniz. Bugünkü Diyarbakır'daki mahkeme bir savaş hukukudur, bir düşmanlık hukukudur.

Bakın, grup başkan vekiliniz dönüp diyor ki: "Yargının bağımsızlığı..." Peki, ben size soruyorum: Sizin medyadan sorumlu Genel Başkan Yardımcınız ne diyor? İnsani, vicdani bir açıklama yapıyor, diyor ki: "İstanbul'da hukuk farklı, Diyarbakır'da farklı olamaz, çifte standart içerisinde olmamalıyız." Biz size bunları hatırlatıyoruz. Bir de düşününüz...

İHSAN ŞENER (Ordu) - Sayın Sakık, sadece böyle, "Kürtler, Kürtler" derseniz esas ırkçılık orada olur. Haksızlık var...

BAŞKAN - Sayın konuşmacıya laf atmayın lütfen.

SIRRI SAKIK (Devamla) - Peki, tersten alalım.

Peki, bugünkü Diyarbakır'daki yargılama ne için, Diyarbakır'daki karar kimler için veriliyor? Kürtler için veriliyor. Ve dönün bakın cumhuriyete, bugüne kadar...

Bakın, sevgili kardeşlerim, bugün bir şeye inandım: Daha şark istiklal mahkemeleri, askerî mahkemeler, olağanüstü hâl uygulamaları ne ise, özel yetkili mahkemeleriniz ne ise Allah adına bunların hepsini ortadan kaldırırsanız Türkiye'de ticaret mahkemeleri bizi idam etmeye yeterlidir, yeter ki adı "Kürt" olsun, yeter ki... (BDP sıralarından alkışlar)

Bakın, bugünkü karara karşı sizin söyleyebilecek hiçbir şeyiniz yok. Bu konuyu, bunu eğer savunuyorsanız o zaman bizim sizlerle oturup konuşacak hiçbir şeyimiz yok.

İHSAN ŞENER (Ordu) - Savunmaya zorlamayın.

SIRRI SAKIK (Devamla) - E peki, neyi... Siz de -çıkın deyin ki- işte Hüseyin Çelik gibi "Evet, bu bir ayrımcı politikadır, bu bir haksızlıktır, hukuksuzluktur." derseniz baş göz üzerinde.

İHSAN ŞENER (Ordu) - Söz gelince söyleriz.

SIRRI SAKIK (Devamla) - Ne zaman? Biz sizi bekleyeceğiz, yıllarca cezaevinde bulunan milletvekilleri, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir." sözünü yıllarca bekleyeceğiz, dönem bitecek, bir gün siz lütufta bulunacaksınız, döneceksiniz: "Yargı bu konuda haksızlık yaptı." El vicdan derim, el vicdan!

Sayın arkadaşlar, sevgili kardeşlerim; biz hiç kimsenin, hiçbir kurumun düşmanı olmadık, olamayız. Bütün haksızlık ve hukuksuzluk, çifte standart uygulandığı içindir o kurumda, bu kurumda.

Ben bir duruşmayı geçen gün izledim. Bakın, yirmi yıl önce 9 insan paramparça edilmiş ve yakılmış ve güvenlik güçleri o köyün etrafını sarmışlar. Yirmi yıl sonra dava açılıyor. Oradayım. Orada bilfiil olayın içinde bulunan bir yüzbaşı -bugün albay- dönüp aynen şunu söylüyor mahkemeye... Suçüstü yakalanmışlar. Mahkeme başkanı diyor ki: "Siz oradaydınız. Bu evler yakıldığında, bu insanlar diri diri yandığında ne yaptınız?" "Bizim görevimiz yoktu." diyor, "Bizim söndürmek gibi bir görevimiz yok." Çünkü yakmak gibi bir göreviniz var. Böyle bir görevle karşı karşıya, düşünün! Ve bu, çıkıp acılarımızla alay etmektir. Yirmi yıl sonra bu dava görülüyor, 9 insanın ölümünden sorumlu bu insanlar mahkemeden benim gibi elini kolunu sallayarak çıkıyorlar ama bu ülkede YÖK'ü protesto eden insanları, bu ülkede parasız eğitim talebinde bulunan insanları çıkıp tutuklayabiliyor bu yargı.

İşte böyle bir yargıyla karşı karşıyayız, böyle bir hukuksuzlukla karşı karşıyayız. Sesimizin bu kadar gür çıkmasının nedeni, hukuksuzluğa uğradığımızdır. Biz de hukuk ve huzurun ülkesinin yaratılmasını istiyoruz. Sizi de vicdanınızdaki hukukla baş başa bırakıyoruz. (BDP sıralarından alkışlar)