GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:4
Birleşim:34
Tarih:17.12.2013

BDP GRUBU ADINA ÖZDAL ÜÇER (Van) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumunun bütçesiyle ilgili söz almış bulunmaktayım. Genel Kurulu selamlıyorum.

Bütçe görüşmelerine geçmeden önce, Halkların Demokratik Partisi adına, Halkların Demokratik Partisinin eş başkanları ve milletvekillerinin KCK davalarında tutuklu olan bütün siyasi tutukluların ve başta da sayın milletvekillerimizin özgür kalması talebiyle yapmış oldukları açlık grevini bir demokrasi direnişi olarak saygıyla selamlıyorum. Sayın eş başkanlarımıza ve sayın milletvekillerimize saygılarımı, devrimci muhabbetlerimi iletiyorum. Bu devrimci direniş içinde yer almak için bana da müsaade etmelerini talep ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

Şimdi tabii, onlar müsaade ettikten sonra, ben de onların bu direnişine sonuna kadar dâhil olacağımı belirtmek istiyorum.

Kredi ve Yurtlar Kurumu yani Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu ve YÖK, 80 Anayasası'nın kurumu olan YÖK'ün lağvedilmesi gerekliliğini, her siyasi parti değişik cenahlardan değerlendirip bir kanaat olarak ifade etmiştir. Yani, YÖK, darbe, cunta darbesinden sonra kurulmuş bir kurum ve darbeye hizmet etmek amacıyla kurumsallaşmış bir yapı; üniversitelerin bilimsel özgünlük, özerklik yapısına aykırı bir kurum. YÖK, bu halkın sırtına bindirilmiş bir yük; bu yük aslında yok olmalıdır; YÖK yüktür, yok olmalıdır. Görüşümüzü her platformda dile getirdik.

Tabii, YÖK'ün yok olması, yerine daha demokratik, şeffaf bir kurumun, daha bilimsel özgünlüğe, özerkliğe sahip bir kurumun kurulması talebimiz, yükseköğrenimin kalitesinin geliştirilmesi ve yükseköğrenim çağında bulunan gençlerimize yapılacak hizmetlerin kalitesinin artırılması taleplerimizi gölgelemiyor.

Türkiye'de milyonlarca genç var. Dünyada genç nüfusu ve çocuk nüfusu en yoğun olan ülkelerden biri Türkiye'de, gençlere ve çocuklara yönelik politikaların, aslında ne kadar gençlere ve çocuklara hitap ettiğini gençlere sormak lazım. Keşke imkân olmuş olsaydı da üniversite öğrencileri kendilerine yönelik tutumların ve kendi eğitimlerine ayrılmış bütçenin ne kadar demokratik, şeffaf olduğunu kendileri bu kürsüde değerlenmiş olsaydı. Zaten milletvekilliği yaşının 25'e düşürülmüş olması bundan sonra gençlerin sesinin Mecliste daha güçlü haykırılacağını gösteriyor ama partiler bu konuda eğer gençlerin önünü açacak demokratik bir işleyişi geliştirirlerse.

Yükseköğrenim çağındaki üniversite, ön lisans, lisans ve yüksek lisans çağındaki öğrencilere devlet katkısı sunmak; onların eğitimlerini sağlıklı, güvenli bir ortamda sürdürebilmeleri için, bilimsel bir kimliği geliştirebilmeleri için ve ileriki yaşamlarında ülkenin tümü için yararlı birer yurttaşa dönüşebilmeleri için hizmet etmesi gereken kurumlar aslında gençlere eziyet etmekten başka bir şey yapmıyor.

Üniversiteyi kazanan, zor badireler sonrası üniversiteyi kazanan öğrenciler, eğer babası trilyonları götüren bir ihaleci değilse, eğer kamu ihalelerine girip köşeyi dönmüş değilse, kaçakçılıktan, şuradan buradan nemalanmış değilse, bir memur, bir işçi, bir gariban, bir işsiz ise üniversiteye gittiğinde Kredi Yurtlar Kurumuna başvurmak zorunda kalıyor. Ama Kredi Yurtlar Kurumu yeterli olmadığı ve öğrencilerin tamamına yetecek bir hizmet sunulmadığı için çoğu dışarıda kalıyor, evlerde kalıyor. Evlerde kalırken çok büyük eziyetler yaşıyor. Bunu üniversite yıllarında hemen hemen herkes de yaşamıştır. Tabii, farklı betimlemede bulunduğum sınıfsal kesim için bu böyle olmamıştır.

Biliyor musunuz üniversite kazandığı hâlde üniversite okuyacak bir harçlığa ve orada, üniversiteyi kazandığı ilde barınacak bir ekonomik güce sahip olmadığı için üniversiteyi terk etmek zorunda kalan kaç öğrenci var? Ben burada resmî olarak soruyorum, yanıt almak istiyorum. Üniversite sınavlarında belli bir bölümü kazandığı hâlde, gidip kayıt yaptığı hâlde daha sonra 1'inci ya da 2'nci, 3'üncü, 4'üncü sınıfta ekonomik olanaksızlıklarından dolayı üniversiteyi bırakmak zorunda kalan kaç öğrenci var? Bununla ilgili bir araştırma yapılmış mıdır? Hayır. Binlerle, on binlerle, yüz binlerle ifade edilecek bir sayıdır.

Peki, bir devlet kendi gençlerinin üniversite eğitiminin sorumluluğunu üstlenemiyorsa bu nasıl bir devlet, nasıl demokratik bir devlet, nasıl kamusal hizmeti esas alan bir devlet, nasıl bir sosyal devlettir? Bunu Meclisin ve halkın takdirine bırakıyorum.

Üniversite öğrencilerinin harçlıklarına cüzi zam yaparak seçim öncesi, ben -Kredi ve Yurtlar Kurumu veyahut da Başbakanlık- öğretim kredisini şu kadar artırıyorum diyerek bütün eğitim sorunlarını çözebileceğini iddia eden iktidar, bu konuda üniversite sorunlarını çözmekten uzak, üniversite eğitimini gençler için bir işkence tezgâhına dönüştürmektedir.

Üniversiteyi kazanan bütün öğrenciler Kredi Yurtlar Kurumuna başvuruyor ama koşulları elverişli olduğu hâlde, orada kalmaya hak kazandığı hâlde kayıt yaptıramayanlar oluyor ama bu yıl içinde 2.200'ü aşkın yani yaklaşık 2.500 kişi ya bir siyasetçinin referansıyla ya da bir bürokratın referansıyla hiç hakkı olmadığı hâlde başkalarının hakkını gasbederek misafir statüsünde yurtlara alınıp bu yurtlarda barındırılıyor. Ondan sonra, bu kişiler üzerinde, bu kişilere sağlanan ortamlar itibarıyla cemaat faaliyetleri veyahut da farklı misyonerlik faaliyetleri yürütülüyor. Peki, bu soruyu da resmî olarak soruyorum: Üniversiteye, Kredi Yurtlar Kurumuna kayıt döneminden sonra ilk bir iki ay içinde sadece misafirlik statüsünde alınan veyahut da prosedüre bağlı olarak geçici olarak alınan kaç kişi var, bunların isimleri nedir, referansları kimlerdir?

Bu, açıkça gösteriyor ki Kredi Yurtlar Kurumu, herkese açık, şeffaf ve eşit hizmet etmesi gereken bir kurum, birilerinin özel çıkarlarına hizmet edecek şekilde işletiliyor. Bu bile başlı başına bir suçtur; Hükûmetin, idarenin yapmış olduğu bir suçtur. Bu suçu görmezden gelmemelidir Meclis. Bu suçların araştırılması ve sorunların çözüme kavuşturulması için Meclisin inisiyatif alması gerekmektedir.

Krediler verildi, 10 lira, 20 lira, 30 lira zamlarla krediler verildi. Peki, üniversite öğrencileri kredileri aldılar, öyle böyle kıt kanaat geçindiler, üniversiteyi bitirdiler. Üniversiteyi bitirdikten sonra hemen İcra Kuruluna başvuruluyor ve en yüksek faiz oranıyla, hiçbir özel bankanın bile yüklemediği faizlerle o krediler geri tahsil edilmeye başlanıyor. Kredi borcunu ödemediği için, ödeyemediği için kaç genç icraya verilmiştir? Bunun Hükûmet tarafından açıklanmasını istiyorum, resmî olarak Sayın Başkandan rica ediyorum. Aynı zamanda, söylediklerimin yazılı soru niteliğinde değerlendirilip resmî olarak, yazılı olarak cevaplandırılmasını talep ediyorum. Gösterecektir ki bu verilen sayılar, Türkiye'de gençler bizzat Hükûmet tarafından faiz tuzağına düşürülmekte ve bağımlı hâle getirilmekte, ondan sonra icrayla baş edemeyecek bir güçte kıskaç altına alınmaktadır. Peki, teşvik kredileriyle, hibelerle yolsuzluk yapan firmalara çok büyük hibeler, teşvik kredileri, karşılıksız krediler veren, düşük faizli krediler veren, Başbakanın yakınlarına, milletvekillerinin yakınlarına, siyasi grupların yakınlarına çok düşük faizlerle krediler veren kurumlar, teşvikler veren kurumlar neden bu ülkenin geleceği olan gençlerin ve çocukların eğitimi için karşılıksız bir teşvik vermiyor? Bunu sorgulamak lazım sosyal devlet anlayışı kapsamında. Ama, yok, bunu sorgulamayacağız, üniversitede "Ben kötü eğitim koşullarında insanlık haklarının peşine düşüyorum." diye basın açıklaması yapan öğrenciler tutuklanacak, gözaltına alınacak, üniversiteler basılacak, gaz bombaları atılacak, gaz bombalarıyla üniversiteler savaş alanına çevrilecek ve orada eğitime ayrılması gereken bütçe, gaz bombalarına ve o gaz bombalarının sahipleri olan özel firmalara peşkeş çekilecek. Askerî ve polisiye harcamalar biraz kısıtlanır, eğitime ve sağlığa ayrılırsa bu ülkede çarçur edilen paralar bu ülkenin bütün sorununu çözme gücünde, kapasitesindedir. Tabii, öğrenciler için Kredi ve Yurtlar Kurumu ödenek bulamazken, öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılayacak kadar konut yapamazken, yurt yapamazken aynı iktidar bir yıl içinde Kürdistan'da, Van'da, Şırnak'ta, Erzincan'da, Diyarbakır'da ve ismini şu an saymadığım Kürdistan bölgesindeki bütün illerde tam 104 karakol yapmakta. Peki, hani barıştı? Hani sosyal politikalar desteklenerek bu ülkenin eğitim sorunları çözülecekti? Bu karakolların ödenekleri hemen temin edilebiliyor ama üniversite öğrencilerinin sorunlarını çözecek ödenek temin edilemiyor. Böylesi bir sosyal devlette siz, askerî, polisiye ve savaşa dönük yatırımların ayyukta olduğu bir ortamı nasıl değerlendirirsiniz?

Demek ki bu ülke, geleceğe, eğitime, sağlığa bütçe ayırmıyor. Savaş için tank, top, panzer, gaz bombası, silah ve plastik mermi alıyor ve o alınan silahlarla Gever'de, Yüksekova'da 3 genç, iki gün içinde kafasına bizzat devletin polisi tarafından aleni bir şekilde kurşun sıkılarak katlediliyor. Gerekçesi de efendim, onlar PKK'liydi. Peki, PKK'liyse bunlar PKK'li de olmak suçsa yargı ne güne duruyor? Sivil eylemde bulunan insanlara, sivil eylemde bulunup da "Ben demokrasi istiyorum." demek mi terörizmdir, yoksa devletin silahını doğrultup da gençlerinin kafasına sıkmak mı terörizmdir, bunun sorgusunu yapıyoruz. Bunu söylediğimiz için biz yargılanacaksak yargılanalım. Eğer o gençler polislerin kafasına sıkmış olsaydı biz, o zaman, bugün, o gençleri eleştiriyor olacaktık. Ama bu terörü yapan polislerse ve o polisler de bu devletin memurlarıysa ve benim, senin verdiğin, o vurulan gençlerin ödediği vergilerden o silahların mermileri alınıyorsa, o zaman "Burada bir devlet terörü var." dediğimizde, anayasal suç işlemiş sayılıyorsak bu suç değildir, bu doğruyu haykırmaktır. Bu doğruyu haykırmak için biz zaten halka söz verdik, bu görevi üstlendik. Bunu söylemekten de imtina etmeyeceğiz. Zaten bu ülkede birileri doğruyu söyledi diye, haksızlığı dile getirdi diye katledilmedi mi? Gençler katledilmedi mi? Üniversiteli gençler tutuklanmadı mı, vurulmadı mı?

Şu an bu komisyonda yer alan memurların birçoğu bile kendi çocuklarını okutmakta belki zorluk yaşıyorlar ama trilyonluk hesaplara gelince kâğıt üzerinde "Bazı hesaplar iyidir, bazıları kötüdür." şeklinde yaklaşacaksak, sadece matematiksel yaşayacaksak bu yetmez.

Bize "Bölücü." diyorsunuz, bazı eylemlerimiz bölmeyi, paylaşmayı gerektirebilir. Bölmenin aslında matematiksel olarak iyi öğretilmediğini -okullarda- bölmenin çarpmadan daha iyi olduğunu, sürekli çarpmanın dayatmasından daha iyi olduğunu ifade etmek isteriz. Bölmek kötü bir şey değil. Bölmek aynı ekmeği 10 kişiyle paylaşmak demektir. Bölmek, 1 ekmeği 1 kişiye çarpmak, onun katsayısını alıp birine peşkeş çekmektense 1 ekmeği 10 dilime bölüp 10 kişiyle eşit şekilde paylaşmak demektir.

Bizim "Özerk Kürdistan olsun, demokratik yönetim olsun, Türkiye'de demokratik birlik olsun, belli yönetim birimleri bölünsün." şeklindeki yaklaşımımızı bu ülkenin bütünlüğünü bozmaya dönük bir girişim olarak algılamak matematiksel ve siyasal, düşünsel, zihinsel bir zafiyettir.

Biz bazı bölgelerin isimleri ana dilde ifade edilsin, özerk yönetimleri olsun, demokratik işleyiş olsun derken insanlar handikaba boğulsun, kaosa sürüklensin demiyoruz. Özgürlük olsun herkes için özgürlük. Dünyada en kutsal kavramlardan biridir özgürlük; dil için özgürlük, din için özgürlük, kültür için özgürlük, felsefe için özgürlük, bilim için özgürlük. Özgürlükten kimseye zarar gelmez. O yüzden belirtiyoruz ki -bu konuyla direkt itham edildiğim için belirtiyorum- eğer PKK'nin siyasal olanakları sağlanmış olsaydı, eğer köyler yakılmamış olsaydı, 17 bin köy yakılıp milyonlarca insan asit kuyularına atılmamış olsaydı, siyasi parti temsilcileri, milletvekilleri güpegündüz evinin önünde taranmamış olsaydı, o karakollarda, sınırda 1 bidon mazot kaçırdı diye vurulan çocuklar, gençler olmamış olsaydı -inanıyorum ki- bugün PKK bu kürsüde siyaset yapıyor olacaktı. Bu siyaset, demokrasi olsun ama "Çözüm olacak." diyenler PKK'siz, önderliksiz bir çözüm istiyorlarsa bunun olmayacağını matematiksel olarak bilmek lazım, zihinsel olarak algılamak lazım. Bu sorun Kürt'süz çözülmez, bu sorun PKK'siz çözülmez, bu sorun Sayın Öcalan'sız çözülmez, bu sorun Kürdistan'a ilişkin projeler geliştirmeden çözülmez. Bunu anlatacak zamanımız var, konuşmaya da hakkımız var.

Şimdi, Kürdistan'da kurulan 104 karakolda, son dört yıl içinde görev yapan uzman çavuşlar, askerler, resmî komutanlar tarafından, birebir, aleni şekilde katledilen kaç genç var, bir bidon mazot taşıdı diye? Roboski'de çocuklar niçin katledildi? "Efendim, içinde gerilla olabilirdi." Yani bir insanın gerilla olmasında onun savaş uçaklarıyla imha edilmesi hukuku var mı? Yoktur arkadaşlar. Siz hukuku savunacaksanız evrensel ilkeleriyle sahiplenmek zorundasınız. Ama yok, "Söz konusu Kürt olunca biz hukuku da hiçe sayıyoruz, demokrasiyi de hiçe sayıyoruz, kendi hukukumuzu da, kendi Anayasa'mızı da, demokratik Anayasa'yı da, evrensel hukuku da hiçe sayıyoruz." diyorsanız, o zaman, söyleyecek sözümüz yok.

Zulme karşı direnen milyonlarca insan şehadet şerbetini içti. Eğer zulme direniş çerçevesinde insanlar yaşamını yitiriyorsa o şehadet şerbetini içenler çok oldu ve bu savaş ortamında yaşamını yitiren çok insan oldu. Bu coğrafyada akan her kan bizim kanımız, toprağa düşen her can bizim canımız. Biz bu topraklarda kan akmasın, canlar soğuk toprağa düşmesin diye mücadele veriyoruz. Yoksa, biz birileri gibi, holdingler oluşturmak ve birileri gibi, kendimize ailemize, çocuklarımıza rant sağlamak için... Biz eğer rantçı bir siyaseti hedef almış olsaydık bu kadar hedef olmazdık, bu kadar saldırıya maruz kalmazdık, bu kadar linç edilmezdik.

Arkadaşlar, biz canımız pahasına tek bir şeyi korumaya çalışıyoruz, onurumuzu; halkımızın, kendimizin onurunu korumaya çalışıyoruz ve bunu yaparken de kimsenin onuruna, hakkına zarar vermemeye çalışıyoruz. Biz demokratik bir birliktelikten, demokratik bir çözümden, çocuklarımıza, gençlerimize özgür bir ülke, mutlu yarınlar bırakabilme; bunu, sadece Kürtler, Kürdistan için değil; Kürtler, Türkler, Lazlar, Çerkezler, Ermeniler, Süryaniler, Yahudiler, Müslümanlar, herkes için, dünyadaki bütün halklar için, bütün çocuklar için, bütün gençler için... Aynı, Deniz Gezmiş'in haykırdığı gibi "Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği." deyip özgürlük mücadelemizi yükselteceğiz ve demokrasi kazanacak, özgürlük kazanacak, halklar kazanacak, çocuklarımız kazanacak, gençler kazanacak; üçkâğıtçılar, çapulcular, yolsuzluk yapanlar halka hesap verecek. Biz bunu haykırıyoruz. Bunu söylemek de suçsa bu suçu işliyoruz, "Kır hâkim kalemimizi." diyoruz.

Teşekkürler. (BDP sıralarından alkışlar)