GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:4
Birleşim:36
Tarih:19.12.2013

BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Bugün 19 Aralık. 19 Aralık, Kahramanmaraş'ta, otuz beş yıl önce, masum insanların katledildiği bir gün ve bugün o mağdurların yakınları Türkiye'nin dört bir tarafından, Avrupa'dan, Amerika'dan gelip, Kahramanmaraş'ta ölenlerin ruhunu şad etmek adına orada bir eylem koyacaklar, devleti geçmişle yüzleşmeye davet edeceklerdi ama ne yazık ki Kahramanmaraş Valisi, durumdan vazife çıkararak o mağdurların bu talebini yerine getirmedi. Eğer, Kahramanmaraş'taki katliamla biz karşılaşmış olsaydık, yüzleşmiş olsaydık, Sivas olmayacaktı, Çorum olmayacaktı, Gazi olmayacaktı, Roboski olmayacaktı, emin olun bugünkü konuşulan bu konuların hiçbiri olmayacaktı. Çünkü, hepsinin üstünü örttük, muhaliflerimize karşı ne yapıldıysa hepsine "Hak ettiler." dedik ve sırtımızı döndük.

İkinci bir olay, yine 19 Aralık 2000 yılında, cezaevinde tutsak olan 30 devrimcinin katledilişidir. Aradan on üç yıl geçti, cezaevinde -tırnak içinde-" Hayata Dönüş Operasyonu" başlattılar, 30 tane genç devrimci katledildi, 2 tane de asker yaşamını yitirdi; onların failleri yok ortada. Hukuk devletinden bahsediyoruz ve bizim namusumuz olup, bunları gözaltına alıp tutukladığımızda "Artık devletin himayesindedir." dediğimiz insanlar içeride katlediliyor. O dönemin iktidarları emir veriyor ama iktidarla ilgili bir tek soruşturma yok, o dönem görevde olanlarla ilgili bir tek soruşturma yok.

O dönem eylemlerde bulunan, o operasyonun bizzat içinde olanlar, şimdi itirafta bulunuyorlar. Aynen şunu söylüyor, diyor ki görevli A.S.: "Operasyon sonucunda çok sayıda özellikle DHKP-C'li tutsaklar ve hükümlüler hayatlarını kaybetmişlerdi. Bayan arkadaşlar dışarı çıkmak istiyordu ama yetkililer müsaade etmiyordu. Onları içeri tıktılar ve içeride alevler içerisinde çığlıkları yükseliyordu. Ben, böyle bir vahşet görmedim. İtfaiye vardı orada, itfaiye müdahale etmiyordu. Devlet oradaydı, devlet de müdahale etmiyordu. Biz müdahale etmeye kalkışıyorduk, amirlerimiz bizi engelliyorlardı. Sonra, yetkililer, alev topu gibi yananlara sözüm ona ıslak battaniyeler atıyorlardı kendilerini kollayıp korusunlar diye. Sonra anladık ki battaniyeler atıldığında daha yakıcı, bu battaniyelere sarınanlar ateş topu gibi oluyorlardı."

İşte, böyle bir katliamla on üç yıl önce Türkiye karşılaştı. Ne yazık ki bugün Parlamentoda, bakıyorum, hiç kimsenin umurunda değil, bir kayıkçı kavgasıdır devam ediyor gidiyor. "Siz şunu yaptınız, biz bunu yaptık." Vallaha, geçmişten bugüne kadar bütün iktidarlar kirlidir; açık ve net söylüyorum. Şu koltukların dili olsa, şu bakanlıkların dili olsa, eski hükûmetlerin ve bugünkü hükûmetlerin neler yaptığını, bir dili olsa konuşsa. Böyle ahlaktan, böyle demokrasiden gelip buralarda ders verenlerin hepsini tanıyoruz, hepinizin sicilini biliyoruz! Ama siz, halka karşı suç işlediniz, halka karşı suç işlenirken de ortaklaştınız. Muhalifleriniz Kürtlerse, devrimcilerse, Alevilerse "Oh oldu!" dediniz ve onun için siz bu konuda suçsuz değilsiniz.

Sevgili arkadaşlar, bakın, ben burada bunu gündeme getirdiğim için, o dönemin Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürüyle ilgili bu kürsüde sarf ettiğim sözlerden dolayı... O dönemin katilleri yok ortada, sorumlular var; hâlâ ellerini, kollarını sallıyor ve bu Parlamento o dönem, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü olan adama plaket veriyor, bu Parlamento plaket veriyor. Ben, Parlamento adına plaketi geri istediğim için hakkımda dava açtılar, 15 milyara yakın mahkûm oldum. Yargı yok, zaten Kürtler olunca anında, beş gün içerisinde mahkûmiyet oluyor ama aynı yargı... Mesela, evet, Bolu'da bir gazete, açık ve net olarak şunu söylüyor, manşet haberler yapıyor ve bizim bütün resimlerimizi, Demokratik Toplum Partisinin milletvekillerinin resimlerini ön sayfaya koyuyor: "Ey Türk, senin düşmanların bunlar. Eğer, bir asker öldürülürse bunların hepsini öldürme hakkına sahipsiniz." diyor. Biz dava açıyoruz. Ne oluyor biliyor musunuz? Savcı, takipsizlik kararı veriyor. Bir üst mahkemeye başvuruyoruz. Üst mahkeme de aynı şeyi söylüyor: "Bu, bir düşünce özgürlüğüdür." diyor, aynı karara imza atıyor. Bakın, "öldürün" diyor, çünkü burada yargılananlar Kürtler, hedef gösterilenler Kürtler, öldürülmesi gerekenler Kürtler. "En iyi Kürt, ölü Kürt'tür." mantığıyla yargı böyle bakıyor.

Bu sıralardan bize hakaretler oldu: Kimi bize -bağışlayın, demek zorundayım- "it oğlu it" dedi, kimi "şerefsiz" dedi. Biz de kalktık yargıya gittik, dedik ki: "Açık, net. Tutanaklarda var, kayıtlarda var." Dava açtık. Hâkimler ve savcılar ne dedi biliyor musunuz? "Bu, bir düşünce, ifade özgürlüğüdür." dedi. Şimdi, böyle bir hukuk, muhaliflerinize olduğu için ölüm emri veriliyor, sesiniz çıkmıyor; yargı, yargılığını bırakıyor, militanlık yapıyor, sesiniz sedanız çıkmıyor. Bize düşen tek şey, ne yapabiliriz? Biz de hepsini üst üste koyduk, bize söyleyenlere bin kat iade ettik, o gruba da ettik, bu gruba da ettik ve sonra döndük ne yaptık? Vallaha, buradan paketleyip bu konuda karar veren o hâkimlere, savcılara aynısını bin kat iade ettik.

Şimdi, böyle bir ülkede yaşıyoruz. Şimdi, gelip bizim bu olaylardan yeni bir şey çıkarabiliriz sevgili arkadaşlar. Ne yapabiliriz? Bu geçmişimizle yüzleşerek geleceğimizi birlikte inşa edebiliriz. Ne yapabiliriz? Tarih bize fırsatlar sunuyor. Bu yapıyla bu ülke yönetilmiyor çünkü sizin yapınız ret ve inkâr üzerine inşa edilmiş; Anayasa'nız, yasanız öyle, yargınız öyle, ordunuz öyle. Bir bütün olarak düşmanlık üzerine inşa edilen kurumlar, yargılar bu ülkede adaleti ve huzuru sağlayamazlar. Bütün Parlamentoya: Bu olayları, son günlerde yaşadığımız olayları dâhil ederek, gelin, birlikte evrensel hukuku hayata geçirelim; gelin, birlikte Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Kanunu'nu değiştirelim, bu siyasi parti liderlerinin, bu diktatörlerin saltanatına son verelim. Milletvekili özgürce çıksın "Ben halkın vekiliyim." desin. Vekil, partinin sayın genel başkanının vekili; hâkim, militan hâkim; ordu, militan ordu. E, şimdi böyle militanlıkların kol gezdiği bir coğrafyada siz hiçbir şeyi inşa edemezsiniz.

İşte, hayat size bir fırsat sunuyor. Gelin, birlikte evrensel hukuku hayata geçirelim, kendimize uygun bir hukuk sistemini değil. Türkiye'nin en büyük sıkıntısı o. Her seferinde "Türkiye'nin özgül" koşulları var, efendim, biz Anayasa'yı bu şey..." Evrensel hukuk vardır. Evrensel hukuku hep birlikte inşa edelim, hepimizin ortak Türkiye'sini birlikte yaratalım. Yani, hep deriz ya "empati" vicdanlarımıza karşı sanık sandalyesine oturalım. Bu ülkede nerede nasıl bir eksiklik yaptım? Ve dönelim empati yapalım -yani Türkçesi "Kendini benim yerime koy, ben de kendimi sizin yerinize koyayım." ve Kürtçesi (...)(X)- ve bu empatiden bir sempati oluşturalım. Biz bugüne kadar nerede, nasıl bir yanlışlık yaptık, bu halka karşı nerede günah işledik, hepimiz çıkıp bir öz eleştiride bulunalım. Yoksa kayıkçı kavgası, yoksa böyle olaylarda akbabalara dönüşerek buralardan siyaseten nemalanmak bu ülkeye hiçbir şey kazandırtmaz. Hepimiz çıkıp bir öz eleştiride bulunacağız, hepimiz diyeceğiz ki: "Kardeşim, evet, bugüne kadar biz evrensel hukuka uygun bir hukuk inşa edemedik, Türkiye halklarından özür diliyoruz, acı duyan ve acılı yıllar yaşayan halkların hepsinden özür diliyoruz." O zaman demokrasimiz yol alır, o zaman hepimiz birbirimize kenetleniriz. Buna varsanız, biz de varız.

Bir barış süreci devam ediyor ve bu barış sürecinin ruhuna uygun bir yasal düzenlemenin de kaçınılmaz olduğunu diliyor, umuyorum ve son konuşmamız olduğu için ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. (BDP sıralarından alkışlar)