| Konu: | 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 37 |
| Tarih: | 20.12.2013 |
BDP GRUBU ADINA ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Ekranları başında bizleri izleyen değerli halkımıza da selamlarımızı sunarak konuşmama başmak istiyorum.
Türkiye gariplikler ülkesi. Günübirlik gündeminde değişiklik yaşanan, siyasal istikrarın olmadığı bir ortamda 2014 yılı bütçe kanunu tasarısını görüşüyoruz. On günlük bütçe değerlendirmelerinde Türkiye'nin gündemi ne kadar bütçe oldu, bu konuyu kamuoyunun takdirine bırakıyorum. Geçmiş yıllara nazaran ayıplı bir ortamda bütçe değerlendirmelerimizi Parlamento ve kamuoyuyla paylaşmaya çalışacağım.
Daha ilk cümle itibarıyla paylaşmam gereken gerçeklik şu ki: Siz sansürcü üçüzler cumhuriyet tarihi itibarıyla faşizan bir uygulamaya imza atarak bütçe görüşmelerini gölgelediniz. Barış ve Demokrasi Partisinin, Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olarak bizlerin yazmış olduğu muhalefet şerhini sansürlemekle Osmanlı'nın son yüzyılı ve cumhuriyet tarihi boyunca Kürt halkının muzdarip olduğu ayrımcı, faşizan politikaları zirveye taşıdınız. Bizim muhalefet şerhimizi sansürlemeniz, bizlerin haklı davamızda sürdürdüğümüz mücadelede ne kadar mazlum olduğumuzu kanıtladığı için tarihe ayrıca not düşülmüştür. Siz sansürcü üçüzler tarihin karanlık sayfalarına bir yenisini eklediniz. Karşıtı olarak da bizlerin hanesine, tarihe yeni bir ak sayfa eklenmesine vesile oldunuz. Bu nedenle sizlere kırgın değiliz. İlahi adaletin er ya da geç tecelli edeceğine olan inancımızla tarihin gerçekliğini yüzünüze haykırmaya devam edeceğiz.
24'üncü Dönem Parlamento ayıpla açıldı, ayıplarını yaşayarak yasama çalışmalarını sürdürdü. Sayın Hatip Dicle şahsında bir vekilliğimiz gasbedildi. Parlamento tarihine "çalıntı vekillik" kavramını da eklemiş oldunuz.
Ayrıca, müstemleke hukuku da cezaevlerinde rehine tutulan vekillerimiz Sayın Selma Irmak, Gülser Yıldırım, Faysal Sarıyıldız, Kemal Aktaş ve İbrahim Ayhan arkadaşlarımız şahsında bir kere daha tescillenmiş oldu. Bu ayıpla yaşayın yaşayabildiğiniz kadar.
Tarihin hiçbir evresinde, zalimlerin mazlumları yendiğine tanıklık edilmemiştir. Bizler mazlum halkın temsilcileri olarak, halkın kürsüsünden Anadolu ve Mezopotamya halklarına gerçekleri anlatmaya devam edeceğiz. Size bir sözümüz yoktur çünkü ret, inkâr ve asimilasyondan beslenen sizler sorun çözme kapasitesine sahip değilsiniz; tersine, sorunların varlığından nemalanma gayreti içindesiniz. Bu nedenle sözümüz size değil, Anadolu ve Mezopotamya halklarınadır.
Biz, Barış ve Demokrasi Partisi ve bileşeni olduğumuz Halkların Demokratik Kongresi Partisi olarak, üzerinde yaşadığımız ebedi coğrafya, halkların gönüllü ittifakına dayalı demokratik, eşit, özgür bir geleceği hep birlikte yaratacağımıza olan inancımızı haykırıyoruz. Herkesin kendi kimliğiyle, kendi kültürü ve tarihiyle özgür bir ortamda yaşadığı bir gelecek vadediyoruz. Bu geleceğin inşası için var gücümüzle mücadele edeceğiz. Bizler açısından "Nasıl bir gelecek?" sorusu başat sorudur. Bu soruyu sorarak halkımızla birlikte geleceği inşa etmeye çalışıyoruz. Kendimizden eminiz. İlahi adaletin ve halkların kudretinin bizlerden yana olduğuna şüphemiz yoktur. Evet, nasıl bir gelecek, nasıl bir Türkiye? Asıl soru bu.
20'nci yüzyıl, dünya halkları açısından ızdırapların doruğa ulaştığı bir yüzyıl oldu. Bütün dünya halkları kötü deneyimlere tanıklık etti. İki blok arasında cendereye alınan toplumsal hayat, toplu katliamlara tanıklık etti. 90'lı yıllar itibarıyla tek kutuplu dünyada tarihin son sayfasının yazıldığı palavrasıyla karşı karşıya kaldık. Egemenlerin mutlak galibiyetiyle sonlanan bir algı yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Bu algı "Ezilenlerin mutlak galibiyeti, egemenlerin ebedi zaferi." olarak lanse edildi. Ancak, böyle olmadı, 21'inci yüzyıl başlangıcı itibarıyla Amerika'nın dünya gayrisafi hasılası içerisindeki yüzde 33'lük ekonomik payı giderek daralmaya başladı. Bugün itibarıyla yüzde 20'nin altına inen bu verinin önümüzdeki beş yıl içerisinde yüzde 10 - yüzde 15 aralığında seyredeceği tahmin edilmektedir. Bu düşüşü kabullenen Amerika, egemenlik şeklini değiştirme arayışına girmiştir. Ekonomik hegemonya yerini kültürel ve siyasal hegemonyaya bırakmıştır. Bunun yanı sıra, dünyanın ekonomik kaynakları üzerindeki sömürü mekanizmasını da sürdürülebilir kılma arayışı içerisindedir. Transatlantik Yatırım Ortaklığı Projesi içinde Avrupa ve Avrupa'nın kültürel nüfuz alanında bulunan ülkeleri de kapsayacak Kuzey'in Güney üzerindeki sömürü çarkını sağlamlaştırma arayışı vardır.
Buna karşın, gelişen Kuzey ve Orta Avrasya ekseni yeni bir blok hamlesi olarak belirginlik kazanmaya başladı. Özellikle Rusya, Hindistan, Çin ve onun nüfuz alanındaki teknoloji mimarisi Japonya'yı da yanlarına alarak yeni bir eksen oluşturma gayretindeler. "Şanghay Beşlisi" olarak tanımlanan ve giderek çemberini genişleten bu hamle, 21'inci yüzyılda tanıklık ettiğimiz iki kutuplu sömürü çarkının tekrar gündeme getirilmesini sağlıyor.
Bu ikili çark içinde kendisini sıkışmış hisseden AK PARTİ Hükûmeti kelimenin tam anlamıyla bir ufuksuzluk yaşıyor. Moskova'da Şanghay Beşlisi'ne alınmak için yalvaran Hükûmet, Washington'da Transatlantik Yatırım Ortaklığına kabul için dil döküyor.
Kıtalara ilişkin son olarak 90'lı yıllar itibarıyla güncellenen bazı verileri sizlerle paylaşarak konuşmama devam etmek istiyorum. Avrasya bölgesi yerkürenin ikide 1'ini kapsayan bir alandır. Ancak, yerkürenin dörtte 1'i kadar olan Amerika, dünyanın -bir bütün olarak- diğer bütün kıtalarına hâkimiyet kurma, ekonomik hegemonya kurma arayışındadır.
Ayrıca, nüfussal istatistikler itibarıyla da baktığınız zaman, yine içinde yaşadığımız Avrasya bölgesi dünya nüfusunun neredeyse dörtte 3'ünü kapsıyor ve tarih boyunca, 5 milyon yıllık tarih boyunca sürekli olarak egemenlik ve hegemonya üreten bu kıta, Amerika'nın hegemonyasına kendini teslim etmiştir. Bu kıta içerisindeki yeni arayışlar içerisinde Türkiye'nin konumunun ne olacağına ilişkin verileri de paylaşacağım elbette ama son olarak Avrasya kıtasıyla, Amerika kıtası arasındaki, bu bloklar arasındaki dünya gayrisafi millî hasıla katkı paylarını da ifade etmek isterim.
Avrasya dediğimiz bu bölge dünya gayrisafi hasılasının 34 trilyon dolarını kapsıyor, buna karşın Amerika sadece 8,1 oranında bir kapsama alanına sahip. İkili eksende siyasal ve ekonomik gelişim seyri içinde Türkiye'nin yerinin neresi olduğu sorusu bizim açımızdan önemlidir. Bunun için, Türkiye'nin içine sürüklendiği acziyeti görmek gerekir. 1950'ler itibarıyla Türkiye'nin rotası Avrupa, Amerika olmuştur. Egemenlerin çıkarına göre ülke politikasını şekillendiren siyasi zihniyetler Türkiye'yi Amerika açısından güdümlü stratejik ortak pozisyonuna getirmiştir. Bu pozisyondaki Türkiye, Amerika'nın ileri karakolu olmaktan öteye gidemedi, gitme şansı da yoktu, bundan sonra da olmayacaktır. Şimdilerde ikili eksen girdabında taraflardan hangisinin ileri karakol olacağı tercihini gündemleştirme arayışları vardır.
İleri karakol olma hevesi içinde olduğunuz bu eksenlerin durumuna da bir göz atmak gerekir: Amerika'dan başlayalım isterseniz. Tarihin en büyük finans krizini yaşayan bu ülke, ekonomik hegemonya iddiasını terk etmeye başladı. Yeni siyasi ittifaklar düzleminde Avrupa ve Avrupa'nın kültürel nüfuz alanındaki Kuzey Avrasya üzerinde açılım yapma gayreti içindedir. Amerika'nın stratejik ortağı durumunda olan Avrupa Birliğinin, ekonomik birlik olarak çatırdamaya başladığına tanıklık ediyoruz. Ekonomik birlik olarak mevcut durumun sürdürülebilir olmadığı gerçeğiyle karşı karşıya gelinmiştir. Avrupa Birliğinin geleceği, sürmekte olan krizlerden nasıl bir sonuç doğuracağına bağlıdır. Bize göre bu krizin doğuracağı sonuç şimdiden bellidir. Avrupa Birliğinin ekonomik birlik olarak sürdürülebilir olamadığını düşünüyoruz ancak demokratik normları önceleyen ve gelir paylaşımındaki adaletsizliği ortadan kaldıran bir düzleme çıkarsa bu birliğin geleceği vardır. Sonuç itibarıyla Avrupa Birliğinin geleceği noktanın bu olduğunu düşünüyoruz.
Diğer eksene de bir bakalım. Çin ve Rusya'nın verileri bu açıdan çarpıcıdır. Vahşi kapitalizmi yeniden güncelleyen bu ülkelerin -demokratik geleceğinin olmadığı- demokratik bir geleceğe öncülük etme şansları yoktur. Çünkü dünyada ekonomik büyüme algısı devletlerin hazine büyüklüğüne göre değil, insanların sofralarındaki ekmeğin doyurabilirlik verilerine göre ölçülür olmuştur. Dolayısıyla, gelir dağılımındaki paylaşım sorununu çözemeyen hiçbir blokun, ülkenin gelişme şansı yoktur.
Biz Türkiye'nin ekonomik ve siyasal gelişimi açısından rotasının değiştirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Halkların gönüllü ittifakına dayalı demokratik ve özgür bir geleceğin inşasında yeni rotamız bellidir. Halkların gönüllü ittifakıyla oluşacak iktidarımızda bizlerin siyasi, ekonomik, gelişim rotası ana medeniyet akımının şekillendiği bu coğrafyadır. Bu eksen üzerinden yeni bir alternatif üreteceğimizi Türkiye kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz.
Konuşmamın bu bölümünde Anadolu ve Mezopotamya halklarına şunu söylemek isterim. Cumhuriyet tarihi boyunca bu coğrafyada yaşayan halklar olarak bizler, Anadolu ve Mezopotamya halklarını Kemalist ulusalcı dikta ile muhafazakâr dinci tahakkümünden kurtaracak halkların ittifakına, gönüllü birlikteliğine dayalı demokratik iktidarı kurmak istiyoruz yani üçüncü yol vardır diyoruz. Kemalist ulusalcı dikta ile muhafazakâr dinci tahakkümden muzdarip halkların, farklı inanç ve kültür gruplarının, ötekilerin, ekolojik, demokratik toplum yaratımı çabası içerisinde olan kişi ve kesimlerin, dili, tarihi ve kültürü yok sayılanların, herkesin ortak adresi olarak yeni bir seçeneği halklarımızın önüne koymuş bulunuyoruz.
Biz diyoruz ki: "Kimsenin tarihini, kültürünü, dilini, inancını reddetmeyerek, kimsenin kimsenin inancını tarif etmeyeceği, herkesin özgürce dilini, kimliğini, kültürünü yaşayacağı bir gelecek mümkündür." Muaviye ve Yezit'in kültüründen beslenen, inançlar ve kültürler arasına kin ve nefret tohumları ekenleri Muaviye ve Yezit'in yanına göndereceğimizi ifade ediyoruz. Hiçbir inancın ibadethanesinin dönüştürülmesine müsaade etmeyeceğiz. Hiçbir ibadethanenin diğer bir inancın ibadethanesinin eklentisi durumuna getirilmesine müsaade etmeyeceğiz diyoruz. Bizim halkların iktidarında bu faşizan ürünü uygulamaların hepsi son bulacaktır diyoruz. Bunun için öncelikli işimiz, Mussolini ve Hitler'den feyzalan kurtuluş felsefesini değiştirmek olacaktır. Mussolini ve Hitler'e dayanan ırkçı anlayışa, tekçi anlayışa son vereceğiz diyoruz.
Osmanlı Bankası reklamında ifadesini bulan, sansürcü üçüzlerin "Yoktur bunların birbirinden farkı, hepsi aynı sömürü zihniyetin türevidirler. Alın birini, vurun ötekine." diyoruz. Anlaşılır olması nedeniyle...
(BDP sıralarının arkasında toplanmalar)
BAŞKAN - Lütfen, lütfen yerlerinize oturunuz arkadaşlar.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - ...mevcut duruma ilişkin kimi verileri kamuoyuyla da paylaşmak istiyorum. Zenginlerin daha da zenginleşmesini, fakirlerin daha da fakirleşmesini sağlayan döngüye ait bazı veriler vereyim. Türkiye'nin yüzde 20'lik en zengin tabakasıyla...
BAŞKAN - Arkadaşlar...
Sayın Zozani, bir dakikanızı rica edeceğim.
Arkadaşlar, hatibi dinleyemiyoruz lütfen...
PERVİN BULDAN (Iğdır) - Sayın Başkan, beş dakika ara verebilir misiniz?
BAŞKAN - Siz yerinize oturun. Salonda bir şey yok, arkadaşlarımız, dışarıda varsa idare amirlerimiz şey yapar.
Siz devam edin.
Lütfen yerlerinize oturun. Arkadaşlar, bugün özellikle sabrımız ne varsa onu kullanalım diye hassaten rica edeceğim. Bütçenin son günü iyi bir görüntü verelim kamuoyuna. Maalesef, hepimizin üzüldüğü sıkıntıları yaşadık. Bugün yaşamayalım. Lütfen, daha sabırlı, daha tahammüllü olalım.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Zozani.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Sayın Başkan, bu ara benim zamanımdan gitti.
BAŞKAN - Biz onları ilave ederiz, siz merak etmeyin lütfen...
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Sayın Başbakanın hesaplama yöntemine saplanacak değilim elbette ancak madem simit hesabını yaptı, o zaman sormak istiyorum: On bir yıllık AK PARTİ hükûmetleri döneminde türeyen 40 küsur dolar milyarderine ait gemiciklere kaç adet simidin sığabileceğinin hesabını yapmış mıdır acaba? Kendisinden bu sorunun cevabını bekliyorum.
SGK kayıtlarına göre 5 milyon 200 bin civarında kayıtlı asgari ücretli mevcuttur Türkiye'de. Basit hesaplamayla 5 milyon 200 bin civarında asgari ücretlinin toplam bir yılda eline geçen miktarla alınabilecek simitler, bir gemiciğin yükünü teşkil edebilecek mi bunu merak ediyorum.
Ayrıca, Türkiye'de yaygın kanaate dönüştürülmüş bir yanlışı da düzeltmek istiyorum. Türkiye'nin batısı, Türkiye'nin doğusunu besliyormuş. Bir tabloyla bunun böyle olmadığını ifade edeceğim. Bakınız, iller sıralamasına göre Türkiye'nin gayrisafi hasılasına katkı paylarını belirtmek istiyorum. Türkiye'nin gayrisafi hasılasına katkı payı itibarıyla Kocaeli sıralamada 4'üncü sıradayken, gayrisafi hasıladan kişi başına almış olduğu miktar açısından Türkiye'nin 1'inci sırasındadır. Bir çarpıcı veri daha ifade edeyim: 16'ncı sırada olan Antep'in gayrisafi millî hasıladan aldığı katkı maalesef 60'ncı sırada kendisini gösteriyor; Diyarbakır 22'nci sıradayken 63'üncü sırada katkı payı alıyor. Rakamsal verilerle ifade edeyim: Dolar bazında kişi başına düşen gelirleri de ifade etmek isterim. Kocaeli 33.620 dolar alırken Antep 9.843 dolar alıyor kişi başına, Diyarbakır 8.029 dolar alıyor. Bu veriler çarpıcıdır. Bu verileri paylaştıktan sonra "Türkiye'nin batısı Türkiye'nin doğusunu besliyor." diyenlere şunu söylemek gerekir: İnsafınız kurusun, yalanınız batsın derim.
Evet, yalın gerçeklik ortadadır. Türkiye'de bölgeler arası bir sömürü mekanizması işliyor. Türkiye'nin batısı, Türkiye'nin doğusunu sömürüyor. Ancak bu sömürüye bir ad koymak gerektiği kanısındayız. İşte, burada, Kürt ve Kürdistan meselesinin doğurduğu ekonomik ve siyasal sömürü mekanizmasını hatırlattığımızda, sansürcü üçüzler ittifakı devreye giriyor. Ama bu noktaya saplanıp da kalmanın bir anlam ifade etmediğini düşünüyorum. Söylemek istediğimiz daha başka şeyler var çünkü.
Konuşmamın bu bölümünde demokratik çözüm ve barış sürecine değineceğim. Bu sürece katkı koyan herkese şükranlarımı ifade ederek, sürecin getirilerini kamuoyuyla paylaşmak istiyorum.
Öncelikle, kahir ekseriyetle bu sürece sahip çıkan Kürt halkı açısından sürecin nihaî getirisini dört maddede özetlemek istiyorum:
1) Kürt halkı kendi ana dilinde eğitim yapma olanağına kavuşacaktır.
2) Kürt halkı ülke yönetimine katılım olanağı bulacak ve kurabileceği öz yönetimler aracılığıyla kendini yönetme şansına sahip olabilecektir.
3) Örgütlenme özgürlüğü karşılık bulacak, kendi kimliğinde doyum sorununu gidermiş olacaktır.
4) Bu haklar anayasal güvence altına alınmış olacaktır.
Kürtlerin bu kazanımları, Anadolu ve Mezopotamya'da yaşayan diğer halkların, başta Türk halkı olmak üzere hiç kimsenin kaybı anlamına gelmeyecektir. Tersine, birlikte özgürleşmenin olanağını bulmuş olacağız.
Bu koşullara kavuşmuş Türkiye, ana medeniyet akımının şekillendiği bu coğrafyada diğer halklar ve ülkeler için rol modeli durumuna gelip büyüme olanağını elde etmiş olacaktır. O zaman verimli hilal bölgesi, bütün dünya halkları için üçüncü gelişim aksı durumuna gelecektir. Biz "Türkiye Kürtlerle büyür, Kürtlersiz küçülür." derken, bunu kastediyoruz.
Bakınız, biz çözüm önerilerimizi açık ve net bir dille paylaşıyoruz. Bizim ajandamız bundan ibarettir. Sizleri de bu tartışmaya davet ediyoruz. Varsa bir düşünceniz, paylaşmaya davet ediyorum.
Konuşmamın bu bölümünde Türkiye kamuoyunun gündemini meşgul eden son günlerdeki operasyonlara da değinmek istiyorum: Açıkça ifade ediyoruz, hiç kimse açısından peşin hüküm kurma taraftarı değiliz. Ancak eğer dillendirilen ithamlar doğru ise durum çok vahim demektir, eğer dillendirilen iddialar doğru değil ise vahimden de öte bir durumla karşı karşıya olduğumuzu ifade etmek isterim. Bu konu netliğe kavuşuncaya kadar söyleyeceğimiz sözü saklı tutuyoruz. Ancak, şimdi, cumhuriyet tarihinin tanıklık ettiği en büyük yolsuzluk, usulsüzlük ve peşkeş dosyasının kapağını açacağım.
Gerek Plan ve Bütçe Komisyonu toplantılarımızda gerekse bütçe üzerine Genel Kurul konuşmalarımızda Sayıştay raporları ile ilgili düşüncelerimizi çözüm önerileriyle birlikte paylaştım. Bir konunun ısrarla incelenmesini talep ettim. O konu da (Ordu Yardımlaşma Kurumu) OYAK'tır.
OYAK'ı gündeme getirmemizin haklı sebepleri vardır. Avrupa Birliği müzakere fasıllarında Türkiye'nin karşısına çıkarılan bir konudur bu. Evet, ordu hiçbir koşulda ticaretle uğraşamaz diyorum. Ancak, mesele, generallerin ticari kuruluşu olan OYAK'ın Almanya'da, Amerika'da banka kurup, IMF'den kredi almasının çok çok ötesindedir, hatta Fransızlarla ticari ortaklık geliştirmesinin de ötesindedir. Uluslararası finans kuruluşları ve siyasi dizayn peşinde koşan lobilerle ortaklaşmasından da söz etmiyorum, daha vahim bir gerçeklikten söz ediyorum. 2001 Şubat krizi ile birlikte generallerin ticari işletmesi olan OYAK'ın yaptığı vurgundan söz edeceğim:
Bu vurguna değinmeden önce bir notu da sizlerle paylaşacağım. Dönemin Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel, şubat krizi öncesinde bankada duran TL bazlı yatırımını dolara çevirmiş ve krizle birlikte birikimini katbekat artırmıştı. Bu durum kamuoyuna yansıyınca, Erçel elde ettiği haksız kazancı iade etmek durumunda kalmıştı. Bundan sonra söyleyeceklerimi dinlerken bu bilgi notunu da hafızanızda canlı tutmanızı arzu ediyorum.
Paylaşacağım bilgiler 2001 Şubat krizinden sonra toplanan OYAK 42'nci Olağan Genel Kurulu tutanaklarına geçen, OYAK Genel Müdürü Doktor Şerif Coşkun Ulusoy'un sunuş konuşmasında verdiği bilgilerden ibarettir. Ulusoy aynen şöyle diyor: "Biz kendi inancımız ve değerlendirmelerimiz ışığında, bir krizin gelmekte olduğunu değerlendirdik, nakde dönüş programı başlattık. İlk aldığımız tedbir bu oldu. ikinci tedbir ise 'kafaları değiştirmek' şeklinde ifade edebileceğimiz ve yeni bir organizasyona gitme yönündeki inancımız oldu. Fakat benim inancıma göre, kafalardaki değişim, iki şey aynı anda değişmeli şeklinde olmalıdır. Evet, kafalar fiziken değişmelidir. İki: Kafaların içi de değişmelidir." diyor. "Bu çerçevede, içine girdiğimiz 2000 yılının Kasım krizinde aldığımız tedbirler neticesinde ciddi kaynaklar sağladık. Bugün elimizde bulunan ciddi nakit kaynaklarının temeli 2000 yılında Vakıfbanka yönelik yaptığımız operasyon ve kasım ayındaki uygulamalarımızdır." diyor. "2001 yılına girerken yine bir krize yönelik olarak endişelerimiz sürüyordu. Ocak ayından itibaren bir krize hazırlıklarımızı başlattık ve elimizde birikmiş bu nakit kaynakları dolara ve yabancı paralara dönüştürmeye başladık. Bu krize yönelik olarak, tabii, bizim tahminlerimiz bir sıkıntının tahminen mart veya nisan aylarında gelişebileceğiydi fakat gördük ki şubat ayında kriz başladı." diyor.
Krizden önceden haberdar olduklarını itiraf eden Genel Müdür krizi fırsata dönüştürmekten söz ediyor ve sözlerini aynen aktarıyorum: "Bu şartlar altında bizim çıkış yolumuz bu bankamızı büyütmekti. Dolayısıyla, bu fırsatın üzerine gittik yani bir yerde krizi kriz olarak değil, bunu proaktif bir yaklaşımla bir fırsat olarak değerlendirdik. Bankamız daha da büyüyecek. Bu adımı attıktan sonra ocak ayı ortalarında 'Sümerbank' adı altında bir bankayı satın aldık. Tabii, aldığımız banka Sümerbank değildi, içinde 6 tane bankaya ait olan bilançoydu. Bu bilançoyu da biz kendi arzu ettiğimiz biçimde teklif verdik. Teklifimiz kabul edildi. Biz bankayı 50 milyara satın aldık. Bugün 50 milyar lira bir araba fiyatıdır." diyor. "Ayrıca bu bankamıza bir miktar sermaye koyduk ve yıl sonunda bankamızda 150 trilyona yakın net kâr elde ettik. Bunun da 142 trilyonunu buraya, kurumumuza temettü olarak ödedik. Bu 142 trilyonluk temettü bizim tüm diğer iştiraklerimizden aldığımız temettüden 2 trilyon daha fazlaydı çünkü bizim kırk yıldır yaptığımız yatırımlardan elde ettiğimiz temettü sadece 140 trilyondu." diyor. "Dört buçuk ayda..." Bu ifadeye özellikle dikkat etmenizi istiyorum değerli milletvekilleri, Ulusoy yani OYAK Genel Müdürü diyor ki: "Dört buçuk ayda biz 142 trilyonu defterimize kâr olarak geçirdik."
Ayrıca OYAK'la ilgili sadece bunlarla yetinmeyeceğim, daha ifade edilecek başka şeyler de vardır. Mesela, yargıya intikal eden usulsüzlükler, yolsuzluklar var OYAK'la ilgili olarak. OYAK yetkilileri hakkında 21 astsubayın açmış olduğu davaya ilişkin "Ankara Cumhuriyet Savcısı Hatice Çetin" imzalı bir bilgiyi de sizinle paylaşmak istiyorum. Savcı Çetin aynen şöyle bir ifade kullanıyor... Dileyenler için burada Savcı Çetin'in ifadelerinin tutanaklarını da gösteriyorum. "OYAK yetkililerinin eylemlerinin dolandırıcılık ve hizmet nedeniyle emniyeti suistimal suçunu oluşturacağı anlaşılmış ise de OYAK yöneticileri hakkında CMK'nın 172'nci maddesi gereğince kitaba mahal olmadığına karar verilmiştir." diyor. Bu konu ayrıca 23'üncü Dönemde Meclis Dilekçe Komisyonuna da intikal etmiş ancak Komisyon, Meclis İç Tüzük'ünün 116'ncı maddesine dayanarak şikâyeti reddetmiştir. 60'tan fazla iştiraki bulunan, yurt içinde ve yurt dışında ticari faaliyet sürdüren ve 275.990 üyesi bulunan, bu haksız rekabet ortamında büyüyen generaller karteline kim, ne şekilde dur diyecektir? Dileyenler açısından hem 42'nci OYAK Genel Kuruluyla ilgili toplantı tutanaklarını da bu konuda sunabilirim hem de Meclis Dilekçe Komisyonuna başvuran subaylara 23'üncü Dönem Meclis Dilekçe Komisyonunun verdiği cevabı da burada sizlerle rahatlıkla paylaşabilirim.
Şimdi, eğer gerçekten yolsuzlukların, usulsüzlüklerin üzerine gitmek istiyorsak bir bütün olarak, bir "temiz eller" operasyonuna ihtiyacımız olduğunu ifade etmek istiyorum. Şimdi, bu OYAK'la ilgili bu gerçeklikleri, bu usulsüzlükleri, bu yolsuzlukları, bu dolandırıcılıkları burada paylaştıktan sonra hâlâ Meclis suskunluğunu koruyacaksa söyleyeceğimiz çok şey kalmayacaktır, bu çarka "dur" demek gerekecektir. Söyleyeceklerimiz bu konuyla ilgili şimdilik bundan ibarettir.
Halkımızın sağduyusuna seslenmek istiyorum. Çaresiz olmadığımızı ifade etmeye çalıştım. Çare halkların kendi öz gücüne dayalı, demokratik ve özgürlükçü halk iktidarıdır ve biz bu yükü omuzlamaya talip olduğumuzu ifade ediyoruz. "Denenmişlerden, kirli çamaşırı olanlardan hiçbir şey çıkmaz." diyoruz halkımıza. Bunlar size hiçbir şey vadedemezler çünkü her birinin diğeriyle ilgili olarak koltuğunun altında, sümeninin altında gizli dosyaları vardır. Bu kirliliğe...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Zozani, lütfen sözlerinizi tamamlayınız, son defa olarak size ek süre vereceğim.
ADİL ZOZANİ (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Bu kirliliğe dur demek için bir bütün olarak, süreç içerisinde tanıklık edilmiş bütün yolsuzlukların ve usulsüzlüklerin araştırılmasını talep ediyoruz. Grup olarak, parti olarak biz bu konuyla ilgili olarak Meclise bir araştırma önergesi verdik, kanun teklifi de verdik. Bunların gerçekten araştırılmasını istiyorsanız, bu konunun magazinel boyutlarıyla ele almak yerine ciddiyetine binaen Meclisin olaya, soruna el koymasını talep ediyoruz.
2014 yılı bütçesinin bütün bu tartışmaların gölgesinde yapıldığını ifade etmek isteriz. Bu tartışmalar, bu kirlilikler bertaraf edilmediği sürece Türkiye'nin rahata kavuşmasının olanağının olmadığını ifade ediyorum.
Kamuoyunu saygıyla selamlıyorum, hepinize teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)