GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2014 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2012 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE
Yasama Yılı:4
Birleşim:37
Tarih:20.12.2013

MHP GRUBU ADINA OKTAY VURAL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, 2014 yılı bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Evet, bugün AKP'nin 12'nci bütçesini görüşmekteyiz. 10 Aralıktan bu yana devam eden görüşmelerde, her konu üzerinde milletvekillerimiz, ülkemizin sorunlarını, değerlendirmelerini ve çözüm yollarını sizlerle paylaştı. Milletimizin kulağı olduk, gözü olduk ve dile getirdik. Eğitimden sağlığa, dış politikadan güvenliğe, ekonomiden kültüre her konuyu dile getirirken yönümüz hep ülkemiz, milletimiz ve insanımız oldu. Milletimiz adına sorduk, onların adına sorguladık. İşçimizin emeğini, esnafımızın siftahını, çiftçimizin ürününü, işsizimizin işini, memurumuzun hakkını, öğrencimizin geleceğini, emeklimizin derdini, engellimizin sıkıntılarını anlattık, katkı sağladık.

Milletimizin ortak aidiyeti olan millî kimliği, millî kültürü, millî varlığı savunduk. Ecdadımızın emaneti değerlere sahip çıktık "statükocu" diyenlere inat, kan üzerinden sözde çözüm reçetesi dayatmak isteyen vampirlere inat. "İnadına millet, inadına birlik, inadına kardeşlik" dedik. "Rahmet birliktedir." dedik ayrışma diline karşı. Kanla pazarlık masasına, kan karşılığı kardeşliğimizi, millî kimliğimizi alışveriş malzemesi yapanlara inadına karşı çıktık. En başta Kürtleri katleden, askerimizi, polisimizi şehit eden PKK terör örgütünün meşrulaştırılmasına karşı durduk. Küresel dayatmalara karşı "önce millî menfaat" dedik. Küresel taşeronlara, teslimiyetçilere, BOP eş başkanlarına, Diyarbakır'da Kürdistan'a selam gönderenlere tarihimizi, kararlılığımızı hatırlattık. Bin yıllık kardeşliğimizi, mukaddesatımızı, muhtaciyetlerimizi, tarihimizi, kimliğimizi hazmetmeyen hazımsızlara karşı inadına karşı durduk. "Anlarsa uzağım, yakınım; anlamazsa yakınım, uzağım olur." diyerek hep milletimizin yakınlığını savunduk.

Bütçe görüşmelerinde millî duruş ve önerilerle milletimizin hakkını ve hukukunu savunan, ihtiyaçlarını dile getiren, öneriler sunan Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna mensup milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

"İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." diyenlerin, bugün, insanımızı milletinden, milletini devletinden, işinden, aşından kopararak yalnızlaştıran, köleleştiren ve sömüren siyasal zihniyete karşı mücadele etmeye kararlıyız. Bu oyunu bozacağımıza ant içtik.

Bugün artık son konuşmaları yapıyoruz. İnşallah bu son konuşmalarımız ülkemizi, milletimizi ve vatandaşlarımızı huzursuz kılan yönetim anlayışından kurtulmaya vesile olur. "Ben her bedel ödemeye hazırım." diyerek yanlış yönetimlerinin bedelini millete ödetip de sırça köşklerde oturup sahte kahramanlık taslayanlara; işsizlerimizin, emeklilerimizin, esnafımızın, çiftçimizin sessiz hıçkırıklarını unutup kamera karşısında gözyaşı dökenlere; ayakkabı kutusuna koydukları yeşil doların peşinde koşanlara hak ettiği dersin sandıkta verileceği günlere de giderek yaklaşıyoruz. Mukadder son yaklaşıyor. Daha da yakın olması en halisane dileğimizdir.

Şunu önceden ifade etmeliyim ki bu bütçeyi hazırlayan zihniyetin arkasında bölücülük, rüşvet ve yolsuzluk, teslimiyet, tehdit ve şantaj, tek adam anlayışı vardır.

Sayın milletvekilleri, bütçeler, aynı zamanda bütçeyi hazırlayan hükûmetin bütçe dönemine kadar o uyguladığı politik ekonominin, siyaset anlayışının iç ve dış boyutları ve tercihleri hakkında siyasi bir değerlendirme yapmamızı gerekli kılmaktadır. Özellikle, bu bütçe, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde en uzun dönemli tek parti hükûmetinin olduğu dikkate alındığında daha önemlidir. Evet, bugüne kadar, çok partili hayata girdiğimiz 1946'dan bu yana, cumhuriyet hükûmetlerinin hazırladığı 66'ncı bütçeyi görüşüyoruz. Bugüne kadar, milletimizin varlıklarını ve kaynaklarını kullanarak ülkemize hizmet eden tüm hükûmetlere teşekkür ediyorum.

Aslında, yıllık bütçe anlayışına göre, 1946'dan bu yana görüştüğümüz bütçelerin beşte 1'ini AKP yapmıştır yani yüzde 20'sini. Bugün, Türk milletinin yaşı ortalama 30'dur. Buna göre, AKP iktidarı, bu bütçeyle ömrümüzün yüzde 40'ına hükmetmiştir; 1980'lerde doğanların ömrünün yüzde 35'ine, 1990'larda doğanların yüzde 50 ömrüne hükmetmiştir. Eğer, bu tarihlerde doğanların gençliğe adım attıkları yaş olan 15 yaşını dikkate aldığınızda, 1980'lerde doğanların gençlik ömrünün yüzde 63 ila tamamını, 1990'larda doğanların da gençlik ömrünün tamamını AKP dönemi siyasal zihniyetinde geçirmiştir. Milletimiz ömrünü geçirmiştir, aynen şunu söylemektedir: "Ömrümden ömrümü aldın, yetmedi mi, geriye ne kaldı?"

Velhasıl, AKP, yaptıklarından da yapmadıklarından da sorumludur. Gerçekten, böyle bir süreyi dikkate aldığımız zaman, bir partinin programında yazılı hususları hayata geçirebilmesi için zannederim bulabileceği başka bir mazeret kalmamıştır. Ama, sürekli geçmişten mazeretler arayışı içerisine girdiği de bir vakıadır. Bu arayışın oldukça yenilikçi olduğunu da itiraf etmeliyim.

Bugün bütçesini müzakere ettiğimiz siyasal düşüncenin söylemleri arasında tutarlılıkları tespit etmek bazen gerçekten çok zor oluyor, zaman ve mekâna göre söylemler çok çabuk değişiyor, mazeretler uyduruluyor. Ekonomik sıkıntıların çözülmemesinin sorumlusu olarak bürokratik ve sivil oligarşiyi bulan odur. İşsiz olan bir gence "Taşı sıkıp suyunu çıkaracaksın." diye cevap verip sorunu havale eden de odur. Fiyatından memnun olmayan çiftçiye "Önce şehirli olmak gerekir." cevabını veren odur. İşsiz kalmak istemeyenlere "IMF'ye borcunuzu ödeyin, öyle gelin." diyen odur. İşsizliğe çözüm için adres olarak iş adamlarını gösterip "Her biri 1 kişiyi işe alsa işsizlik sorunu kalmaz." diyen odur. Bankalara "Neden kredi vermiyorsun?" diyen odur, banka lobisini 5 kat büyüten odur, onlardan şikâyet eden de odur.

Ona göre krizin müsebbipleri "Ekonomik sıkıntı var." diyenlerdir. Terörün artmasının sebebi, ülkemizin gidişatının iyi olmasıdır! Medya eleştiriyorsa hortumları kesildiğindendir! Anayasa değişikliğini gündeme getirip "Taslak benim değil." diyen odur, Uzlaşma Komisyonu'ndan kaçan da odur. İhracatı artıran odur ama ithalatı artıran başkasıdır! Ona göre, borç batağına sokulan vatandaşımızın kredi kartı kullanmasıdır sorun olan. Mahkûm ettiği kredi kartı kullananlara dürüst gözle bakmayan da odur. Ona göre, tasarruflarını kaptıran yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız sahtekârdır, hortumlayanlar değil. Ona göre, yolsuzlukları yapan değil, çıkaranlardır sorun. "Benim ülkemde 'temiz eller operasyonu' yapana niye durmadan vuruyorsunuz?" deyip ondan sonra rüşvet operasyonu yapan emniyet ve yargıya vuran da odur. Ülkeyi çetelerden temizlediğini söyleyip bugün, yine, iktidarda çetelerin varlığından şikâyet eden odur. "Askerî vesayeti kaldırdık, paralel devlet yapılanmalarına izin vermedik." diyen, şimdi de devlet içinde paralel devletten, illegal örgütlerden bahseden de odur. Ona göre, kapanan kepenkler, kaybedilen işler, borç artışı, yükselen işsizlik, şok zamlar, ekonomik sıkıntıların hepsi psikolojiktir.

Bütün bu ifadeler ülkeyi yöneten birilerinin olmadığını, Türkiye'de sorumlu bir hükûmetin olmadığını göstermiyor mu? Bütün bu sorumluluklardan kaçan kimdir? O kimdir? Bence bir zihniyettir. O her şeyi bilendir, o mağrurdur, bazen de fedakârdır, bazen de mağdurdur, her zaman mazurdur. Aslında, bu Hükûmetin tek adı vardır: "Teflon Hükûmet." Bu Hükûmete bir türlü sorumluluk yapışmıyor. Sorumlu olan ya halktır ya bankalardır ya işverenlerdir ya emniyettir ya savcılardır ya bakanlardır ya bürokratik oligarşi ya küresel sermayedir ya da küresel güçlerdir. Bazen 1923'tür, bazen ondan öncesidir, bazen 1940'lar, bazen 1960, bazen 28 Şubat, bazen 2002'dir sorumlu. Hatta, bazen kendi döneminde yarattığı sanal güçlerdir; ya banka lobisidir ya faiz lobisidir ya kendine destek olmayan iş adamlarıdır, işine geldiğinde medyadır ama özellikle de her zaman muhalefettir. Aslında, bütün bunların sorumlusu odur ama o kendini bulunmaz Hint kumaşı zannediyor!

Sayın milletvekilleri, her şeyi yapan da odur, bundan önce hiçbir hükûmetin dikili bir ağacı yoktur, hep kendisi dikmiştir. Devraldığı her şey kötüdür.

Komünizm, iktidara geldiği her yerde, geçmişten köklü ve temelli bir kopuş amaçlamıştır. Bolşevikler de kendi geçmişlerini kirletmek ve inkâr etmek için her yolu denediler, aynen bugünkü gibi. Mao, Çin uygarlığını hiç saydı, aynen AKP gibi. Lenin, Stalin, Hitler, Mao, Franco gibi totaliter isimler geçmişin direncini kendi ikbal ve siyasi hedefleri için engel gördüler, bunun için bizzat geçmişlerine savaş açtılar, aynen bugünkü gibi.

Bankacılık sektörünün sağlamlaştığından bahsetmektedir ama 23 Nisan 1999 tarihinde yürürlüğe giren Bankalar Kanunu'yla bankalar sistemine çekidüzen verildiğini görmez. Kamu bankalarının kârlılığından bahseder, "Hazinenin artık yükü değil." der ama 25 Kasım 2000 tarihinde kamu bankaları hakkında kanun ile bu bankaların çağdaş bankacılığın ve uluslararası rekabetin gereklerine göre çalışmalarını sağlayacak biçimde yeniden yapılanmalarının sağlanmasından bahsetmez o. "Bankaların görev zararı yok, bizden önce sürekli zarar yazdılar." der ama bankaların görev zararını 2 Mayıs 2001'de sıfırladığımızı söylemez hiçbir zaman. Bütçe açıklarından dem vurur ama 1 Ocak 2002'de 69 tane fonu kapatarak kayıt dışı bütçe uygulamasına son vermemizden hiç bahsetmez.

"Ecdadımın hayalidir." deyip Marmaray'dan bahseder ama ihalesini bizim yaptığımızı, kredisini bizim bulduğumuzu hiç görmez. Mekece-Bozüyük hattını, hızlı tren ihalesini, Çanakkale-İzmir Otoyol Projesi'ni, Körfez geçişini, üçüncü köprünün projelerinin hazırlıklarını görmeyen de odur. "Biz, onların IMF borcunu sıfırladık." der ama IMF'nin 13 milyar dolarını onların kullandığını, 10 milyar dolar da onun borçlandığını hiç söylemez sizlere. Görmeyen gözlere, duymayan kulaklara ne diyeyim? Ama Allah'a şükür, biz haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan değiliz.

Sayın milletvekilleri, AKP döneminde çul serme formüllerinden biri de iyimser hava uyandırmaktır, o bir Polyanna'dır. Keynes, 1919'da diyor ki: "Çevreye uyum sağlayabilme gücü insanoğlunun en belirgin özelliğidir. Son dönemdeki olumlu gelişmeleri normal, kalıcı ve güvenilir zannederek planlarımızı ona göre yapıyoruz." Evet, aslında, ekonomideki gelişmeleri normal, kalıcı, güvenilir zannederek karmaşık, güvenilmez ve geçici olduğu unutuldu. İyimser hava oluşturularak ekonomik gelişmeler sağlıklı değerlendirilmedi. Sanal, iyimser ortam içerisinde çevreye uyum gösteren vatandaşlarımıza gerçekleri iletmek zor oldu. Öyle ki ithalat daha hızlı artarken onlar sadece ihracat artışından dem vurdular. Cari açık artarken "Önemli değil canım, önemli olan finansmanı." dediler. Suni kur politikasıyla TL'yi değerli kılıp dolar bazında sanal büyümeyi pazarladılar. Ekonomi sosyal eşitsizlik yaratırken sosyal yardımlara bağımlı kitleler oluşturup sosyal adaletten dem vurdular. İthalatla hormonlu büyümeyi pazarlayıp üretime dayalı büyümenin üstünü örttüler. Milleti borçlandırıp tüketimi kredi köpüğüyle finanse ettirdiler, sonra da "Büyüme var." dediler. 2002'ye göre sabit fiyatlarla yüzde 40 artan büyümeyi kur ve enflasyonla köpükleyerek "3 kat arttı." diye pazarladılar, caka sattılar. Yabancı kredi kuruluşları "Rüşvetle iş yapıyorlar." dediler, sonra da bunların not artışlarını bize pazarladılar. İşsizliği görmezden gelip iş arama umudunu yok ettiler, işsizliğin üstünü örttüler. Üretmeden tüketip tüketileni üretmiş gibi pazarladılar. Kazanmadan borçlandırıp borcu borçla kapattırdılar. Milletin tasarrufunu azaltıp dış kaynağa yol açtılar, sonra da "Bakın, ne kadar sermaye geliyor." diye böbürlendiler. Evet, her olumsuz gelişmenin üstünü örtmek için Aysel Gürel gözlüğü kullandılar! "Her şey iyi." dediler, pazarladılar. Her şeyi kendilerine yonttular, olumsuzluklara gözlerini kapatıp iyimserlik yonttular; aslında, sonuçta, milletimizi yoldular. Taktik başarılarını stratejik kazanımlara çeviremeyen yönetimler, AKP gibi sürekli mirastan tüketmiştir.

Sayın milletvekilleri, onun ustalık döneminin vardığı Türkiye'de ithalatımız yüzde 500 artmıştır, hanehalkı borcu yüzde 4.400 artmıştır, hanehalkı borcunun kullanılabilir gelire oranı 11 kat artmıştır, özel sektör borcu yüzde 500 artmıştır, merkezî yönetim iç borcu yüzde 171 artmıştır, toplam borç stoku yüzde 184 artmıştır, esnafın borcu yüzde 5.500 artmıştır, çiftçinin borcu yüzde 7.500 artmıştır, cari işlemler açığı yüzde 7.500 artmıştır. Aslında, o, yüzdelerin efendisidir!

Sayın milletvekilleri, aziz milletim; onlara göre Rize, İstanbul, Siirt de mübarektir çünkü bu üç şehir Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük liderinin doğmasına vesile olmuştur! Pazarlık ve 3 çocuk güya onun sünnetidir! Ezel ve ebet başkandır o! Ona dokunmak ibadettir! Üslubu bize Allah'ın bir lütfudur! Asrın lideridir o! Allah'ın gönderdiği bir lütuftur o! Bu yaklaşım ve ifadelerin, milletimizin muhafazakâr ve mütedeyyin masum kardeşlerimizin itikadına ne kadar uygun olduğunu takdirlerine bırakıyorum.

Muhafaza edilen, örselenmeyen hangi millî ve manevi değerlerimiz kalmıştır? Bunu şüphesiz sorma vakti gelmiştir.

Değerli milletvekilleri, "Milletler topla tüfekle yıkılmaz, milletler ancak aralarındaki rabıtalar çözülerek kendi başının derdine, kendi havasına, kendi menfaatine düştüğünde yıkılırlar." Düşmanlarımızın bugün bizden istedikleri ne bir vilayet ne de sancaktır, doğrudan doğruya başımızdır, devletimizdir. Ey cemaat, gözünüzü açınız...

İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Hangi cemaat?

OKTAY VURAL (Devamla) - ...ibret alınız. Bizim hani senelerden beri kanımızı, iliğimizi, kurutan dâhilî meseleler yok mu, Kürdistan meselesi... Bunların hepsi düşman parmağıyla çıkarılmış meselelerdir.

Evet, Mehmet Âkif Ersoy'un bu tarihî tespitleri günümüze de büyük anlam vermektedir.

Evet, değerli milletvekilleri, milletimiz arasındaki rabıtalar çözülmekte, "Şark meselesi" bugün Kürt meselesi olarak hortlatılmakta, Sevr Barış Anlaşması yenilenerek uygulamaya konulmak istenmektedir. Bölücülüğe uyabilmek için milleti yontan bir zihniyet iktidardır. Milletimizin ortak değerleri yok sayılmakta, millî kimlik altüst edilmekte, millî kültür ayrıştırılmakta, dilimiz bölünmektedir. Çözüm ve barış süreci içerisinde yeni bir millet ve devlet inşasına başladılar. Türk milleti ayrı ayrı varlıklardan yapılma basit bir yığın değil, birbirleriyle münasebet içerisinde ve karşılıklı tesirleşme hâlinde yaşayan kısımlardan oluşmuş bir varlıktır. Türkiye, ne komitelerin odalarda toplanıp imal ettikleri bir devlet ne de eski bir koloni parçasıdır. Selçuklu'nun da, Osmanlı'nın da, Türkiye Cumhuriyeti'nin de kurucusu Türk milletidir. 1923 öncelerine giderek Türk milletinin egemenliğini sorgulayanlara, 1922 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinin iradesiyle ortaya konulan 308 sayılı Karar tarihî bir cevaptır. Millî Kurtuluş Şavaşı'nı yapan da, egemenliğe sahip olan da Türk milletidir.

Sayın milletvekilleri, "Kürdistan" demek, ortak vatan ülküsüne kastetmektir. "36 etnik grup" demek, tek millet iradesini mahvetmektir. Bayrağın indirilmesine sessiz kalmak, tek bayrak kararlılığını yok etmektir. "Özerklik" demek, tek devleti imha etmektir. Sınırları gevşek ve başıboş bırakmak, egemenlik haklarımıza darbedir. Teröristle müzakere, şehitlerin ruhunu muazzep etmektir. İsyancıları, hainleri baş tacı yapmak, tarihi ve milletin hükmi şahsiyetini hızara vermektir. Andımızı kaldırmak, millî yeminleri çiğnemektir. Millî gün ya da bayramları dejenere etmek, kutlanmasına engel olmak, milletin ilham kaynaklarını kurutmak, heyecan damarlarını kesmektir. Terörist sevdalılarına ödüller vermek, millî varlığa hakaret, millî varlığa yüz çevirmektir.

Sayın milletvekilleri, bütçeler, hazırlayan ve uygulayan hükûmetlerin güven belgesidir. Bütçelerin en önemli ilkesi güvenilir olmasıdır fakat aynı zamanda, bütçeyi hazırlayan hükûmete ve özelde bakanlara da güven duyulmalıdır. Bütçe hakkı, parlamentoların vazgeçilmez haklarından biridir. Parlamenter demokrasilerde önce bütçelerin parlamento tarafından onaylanması ve bütçe uygulaması sonrasında da uygulama sonuçlarının denetim yetkisinin parlamentoya ait olması bütçe hakkının bir gereğidir. Bütçe yetkisi sadece bir izin verme değil, aynı zamanda, uygulama sonuçlarının denetimini de kapsamaktadır. Parlamentonun denetim yetkisini kullanması, kamu kaynaklarının etkin, ekonomik ve verimli bir şekilde kullanılıp kullanılmadığının da onaylanması anlamına gelmektedir.

Önümüzde, hesap verebilirliği katleden bir Hükûmet vardır. Hesap verebilirlik kamu harcamalarının can damarıdır. Maalesef, Hükûmet bu can damarını kapatmıştır. Bütçeler, aynı zamanda, hazırlayan, onaylayan ve uygulayanlar için de bir ahlak belgesidir. Bu Hükûmet, siyasi tarihimize denetimden kaçmak için her yolu deneyen bir hükûmet olarak geçecektir, bu Hükûmet denetim kaçkınıdır. Türk milleti adına denetim görevi TBMM tarafından Sayıştay vasıtasıyla yapılmaktadır.

Maalesef, toplam 212 adet kamu idaresi hakkında düzenlenen denetim raporu Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmamıştır. 146 kamu idaresine ait 15 hesap hakkında olumsuz görüş verilmiş, 50 hesap hakkında da görüş verilmemiştir. Maalesef, Sayıştayın denetim raporlarının gelmemesiyle Türkiye Büyük Millet Meclisine hesap vermekten Hükûmet kaçmıştır; Sayıştay üzerinde baskı oluşturmuştur. Sayıştayla ilgili, performans denetimi yerine yerindelik denetimini getirmek suretiyle, kullandığımız kaynakları verimli kullanıp kullanmadığımızı sorgulama imkânımız ortadan kaldırılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinden bilgi saklanmıştır; güncel, yeterli ve güvenilir bilgilere ulaşması engellenmiştir. AKP zihniyeti, iktidara gelir gelmez, kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması kapsamında hazırladıkları kanun çerçevesinde, kamu kuruluşlarının teftiş kurullarının kaldırılmasını öngörmüştür. Bunun Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmesinden sonra kamu kuruluşlarının teşkilat yasalarıyla amaçlarına ulaşmış ve teftiş kurullarını biçmişlerdir. Düşünebiliyor musunuz, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bu milletin hakkını, hukukunu gasbedenlerin cezası düşürülmüştür. Kamu İhale Kanunu maddelerinde 80 defa değişiklik yapılmıştır.

Sayın Başbakan bir sürü yatırımdan bahsediyor ve şunları ekliyor: "Bu yatırımlar yapıldı, yolsuzluk olsa bu kadar yatırım olur muydu?" diyor. Bu mantığa göre, yolsuzluk yatırım olmayan bir ülkede oluyor demek ki. Bu mantığı ancak Aristo çözebilir, ona müracaat etmek gerekir. Başbakan, Yolsuzluk Algısı Endeksi'nde düşme olduğunu ifade etmektedir. Teftiş kurulu kaldırılırsa, Sayıştay denetimi engellenirse vatandaş yolsuzluğu nasıl algılayacaktır? AKP yolsuzluğu algılayacak mekanizmaları kısıtlamıştır, milletin yolsuzluklardan haberdar olmamasını temin etmeye çalışmıştır. Bu çerçevede ne Türkiye Büyük Millet Meclisinin ne Sayıştayın ne de kurulların denetim yapma imkânı vardır. Temiz yönetim, temiz vicdan işidir; dürüst idare, helal süt meselesidir.

Sayın milletvekilleri, AKP Grup Başkan Vekili konuşmasında AKP'nin ne kadar denetimden yana olduğunu anlatmak için çırpındı ama mızrak çuvala sığmıyor. Bu denetimden yana olanların, söyledikleri mekanizmaların bugünlerde olup biteni neden tespit edemediğini anlatması gerekmektedir. Her türlü denetim mekanizması törpülenen AKP dönemiyle ilgili bildiklerimiz ve duyduklarımız artık gün ışığına çıkmaktadır. Muhtemelen bu kadar baskıya ve tehdide rağmen "Artık yeter!" diyerek vicdanları isyan edenlerin ortaya çıkardığı manzara, esasen, bu zihniyeti deşifre etmiştir.

Bugün ayıplar üstü örtülemeyecek seviyeye gelmiştir. 17 Aralıktan beri muhatabı iktidar olan çok ciddi yolsuzluk iddia ve haberleriyle çalkalanılmaktadır. 4 bakanla ilgili vahim iddialar, belgeleriyle piyasaya çıkmıştır. Asrın yolsuzluğu ortadadır. Öyle isnatlar, öyle suçlamalar vardır ki birisi bile doğruysa Hükûmetin yerinde durması mümkün değildir. Yöneltilen suçlamalar hafife alınacak türden değildir. Ortaya çıkan görüntüler, basına yansıyan bilgi, belge, bulgular, evlerde âdeta banka kuran, kasalarca para biriktiren yüzler, AKP Hükûmetinin eseri ve aslında altından kalkamayacağı vebalidir. Bu iddiaların hepsi açığa kavuşmalı, suçlular hak ettiği cezayı almalıdır.

AKP Hükûmeti bu yolsuzlukta deşifre olmuştur. Deşifre olan Hükûmet çeşitli taktiklerin peşindedir. Önce soruşturmaya müdahil olmak ve yönlendirmek istemektedir, aynen Deniz Feneri'nde olduğu gibi. Soruşturmayı karartmak için elinden geleni yapmaktadır.

Sizce, operasyonu yapan polis şeflerini görevden el çektirmeleri bu yolsuzluk soruşturmasının akıbeti konusunda bir ipucu vermiyor mu? Hiçbir hukuki ve idari gerekçeyle izah edilemeyecek bu tavır, yargıya, soruşturmaya ağır bir müdahaledir. İstanbul Emniyet Müdürü görevden alınıp yerine âdeta partili emniyet müdürü atanmaktadır. Soruyorum: Bu emniyet müdürü, atamasını yapan İçişleri Bakanının da dâhil olduğu soruşturmaya nasıl dâhil olacaktır? Türkiye Cumhuriyeti makamları böyle, çete mantığıyla yönetilemez. Deliller artık kesinlikle güven altında değildir. Belli ki soruşturmadaki bu polislere siyaset güvenmemiş, yeni gelenlere, hukuku uygulayacaklarından değil, kesinlikle siyaseten kendi yanlarında olduklarından itibar etmektedirler. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan müdahale ile sonuç almayı riskli görenler çareyi başsavcılığa müdahalede bulmuşlardır. Adli soruşturma kamuoyunun gözleri önünde fütursuzca, utanmazca karartılmaya, engellenmeye, durdurulmaya çalışılmaktadır.

AKP Hükûmeti bu rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının daha da derinleşmesi, yaygınlaşması ve zirvelere ulaşmasından endişe duymaktadır. Çeşitli illerde adli kolluk kuvveti olarak çalışacak emniyet mensuplarına kıyım başlamış ve tamamen siyasi atamalarla muhtemel soruşturmalar engellenmek istenmiştir. AKP Hükûmeti bu yolsuzluk için sanal sorumlular arama gayretine girmiştir.

Gezi sürecinde "Şu kadar seramik kırıldı, şu kadar otobüs tahrip edildi." diyerek millî servet kaybından dem vuranlar şimdi halkın çalınan milyarlarından niye bahsetmiyor? Milleti soyanların yaptığı bu soygun operasyonu milletten niye kaçırılıyor? Soruyorum: Bu ayakkabı kutusu içindeki paralar milletin parası, millî servet değil mi?

Yolsuzluk ve rüşveti görmeyenler hedefi saptırmak için klasik AKP numarası çekmeye başlamışlardır. AKP iktidarı ve Sayın Başbakan, bu yüzyılın en büyük yolsuzluk olayının üzerine çeşitli bahanelerle kapatmak istiyor. "Dış güçler", "devlet içinde devlet, çeteler" diyerek "Cambaza bak!" oyununu işliyor. Halkbank Genel Müdürünün evinde bulunan 4,5 milyon dolar nakit parayı görmezden gelip, "O Genel Müdürün evinde bu paraların ne işi var?" diye sormayıp kamu bankalarını zayıflatmaya yönelik uluslararası komplodan söz etmek "Cambaza bak!" oyunundan başka bir şey değildir.

Anlaşılan o ki Başbakan dolar ve eurolardan hareketle bunu dış güçlerin işi olarak görmektedir. O zaman Başbakana sormak gerekir: Bakanların da bu dış güçlerin elemanıdır, atadığın emniyet mensupların da bu dış güçlerin elemanıdır. Bunları atayan Hükûmet değil midir? Bunlar kanunlara göre atanmadı mı? Bunlar bir çete ise siz çetebaşı mı oluyorsunuz? Bir devletin çeteleşmesi kadar vahim bir husus olabilir mi?

Çok ilginç komplo teorilerinden biri de, bu operasyonun yapılma sebeplerinden biri, özellikle 2013 yılının son çeyreğinde yüzde 4,4 büyüme olduğu ifade edilmektedir. Gerçekten, AKP'nin mazeret bulması çok enteresan.

Başbakan yardımcılarından biri "Bunlar elit kişiler, gözaltına alınmadan önce haber verilmedi." diyor. Diğeri de "Savcısından herkese, suç duyurusunda bulunacağım." diyor. Bu tehdit, bu baskılardan sonra soruşturma selametle sonlandırılabilir mi? Başbakan yardımcıları karşı operasyondan bahsediyorlar. Karşı operasyon ne demek? Bu yolsuzluğu ortaya çıkaran savcıların, polis müdürlerinin üzerine gitmek demek. Başka bir anlamı var mı?

Bir zamanlar "Yolsuzluğu yapan babam olsa cezalandırırım." diyen bir Başbakanın, "Yolsuzluğu ortaya çıkaranlar babamın oğlu olsa cezalandıracağım." demesi sizce bu yolsuzluk operasyonunun akıbeti hakkında bir şey söylemiyor mu? Zannedersin ki rüşvet ve yolsuzluğu yapan emniyet mensuplarıdır, görevi kötüye kullanan emniyet mensuplarıdır, savcılardır. Savcılarla ilgili yapılan bu değişikliklerin hepsi ve emniyet mensupları hakkında yapılan bu değişikliklerin hepsi sorumluluktan kurtulmak ve soruşturmayı selamete erdirmesini engellemektir.

Ben de buradan suç duyurusunda bulunuyorum. Başbakansa Başbakan, başbakan yardımcısıyla başbakan yardımcısı, bakansa bakan, bu rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasına müdahale edenler hakkında suç duyurusunda bulunuyorum. Hodri meydan! Ey, cumhuriyet savcıları, hodri meydan, buyurun!

Yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasında Başbakan ve yardımcılarının sözleri, tutumu içler acısıdır. AKP sözcüsü diyor ki: "Türkiye'de ilk kez, emniyet müdürü, valinin haberi olmadan operasyon yapılıyor. Bu ülkenin Başbakanı, ülkenin İçişleri Bakanı bunu televizyondan öğreniyor. Operasyonu yapan arkadaşlar, Başbakana, valililere bildirmiyor." diyor. Bunun söylenmesi, aynı zamanda yolsuzluk olayı kadar vahim değil midir? Demek ki bundan önceki yolsuzlukların hepsi birilerine iletilmiş olsa gerek. Başbakan, ülkeyi, muz cumhuriyetine çevirmiş de haberimiz yok. Biz "tek parti devleti" derken, "yargı kuşatılmıştır" derken boşuna söylemediğimiz bu sözcünün konuşmasından da anlaşılıyor. Hükûmet sözcüsü: "İçişleri Bakanının, oğlunun gözaltına alınmasını basından öğrenmesi kadar acıklı bir şey olur mu?" demiş. Bu zihniyet, bakanın işin içinde olmasını görmezden gelecek kadar acıklı olmuştur aslında. Memurlardan önce siyasi sorumluluk sahibi olanların sorumluluklarını başkalarının üstüne aktarması ibretliktir. Bütün bunların siyasi sorumlusu Sayın Başbakandır. Sayın Başbakanın bu sözleri var: "Hırsızlık oğuldan babaya geçmez, babadan oğula geçer. Yönetimlerde hırsızlık en üst yöneticiden altta, sonra da halka geçer. " Yani diyor ki: "Balık baştan kokar." Biz de Başbakanın bu sözlerine katılıyoruz. Ama, zannederim, şimdi bu rüşvet ve yolsuzluğun nasıl geçtiğini ve kimden geçtiğini ortaya çıkarmanın zamanı gelmiştir.

Başbakan rüşvet, yolsuzluk dosyasını ortaya koyanlar için "Sandığa gelin." diyor, "millî irade" diye bağırıyor. Sayın Başbakan hukuk millî irade değil mi? Hukuktan kaçmak millî iradeden kaçmak değil midir? Emniyet mensupları, savcılar millî iradenin hukukundan güç almıyorlar mı? Millî iradeyi hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet ruhsatı mı sandınız? Millî irade, "yedirmeyiz" diyerek mağduriyet edebiyatıyla, uluslararası operasyon edebiyatıyla, çete edebiyatıyla üstünü örtmek değildir. Millete hakaret edeni, soyanı savunmak ne zamandan beri millî irade olmaktadır? Millî iradeye çağrı yapan Başbakan, siz önce kendi cüzi iradenizin hesabını verin.

Sayın milletvekilleri, İtalya'da "temiz eller operasyonu" olduğu zaman İtalya'yı Türkiye'ye örnek gösterenler...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Vural, sözünüz bitti ama size ek süre veriyorum, lütfen tamamlayın.

Buyurun efendim.

OKTAY VURAL (Devamla) - ...Türkiye'de temiz eller operasyonu" yapanlara saygı duysunlar. Benim ülkemde "temiz eller operasyonu" yapana niye durmadan vuruyorsunuz? Rahat olun. Anadolu'da bir söz var: "Abdestinden şüphesi olmayanın namazından şüphesi olmaz." Mesele bu. Onun için senin geçmişinden bir sıkıntın yoksa anından da sıkıntın olmamalıdır. Doğru demiş. Şimdi Başbakana soruyorum: Abdestinden şüphen mi var da namazından şüphe duyuyorsun yoksa geçmişinden sıkıntılısın da onun için mi anından sıkıntılısın?

Biri rüşvet, biri yolsuzluk, biri kara para aklama, biri kaçakçılıktan soruşturulurken yan gelip yatan ne yapmış acaba, doğrusu onu merak ediyorum? "Yolsuzluğu ortaya çıkaran mı suçludur, yolsuzluk yapan mı Ayten? Kara para aklayan mı, aklayanı ortaya çıkaran mı sorumludur Ayten? Kaçakçılık yapan mı suçludur, kaçakçılığı ortaya çıkaran mı Ayten? 5 kere 5, 25 ederse 150 milyonu 4'e bölersen kaç çıkar Ayten?" diye soruyor vatandaşlarımız. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

Bu soruşturma sonuna kadar sürdürülmeli, ucu kime giderse gitsin, hukuki süreç ona kadar ilerletilmelidir. Bu soruşturma Cenevre'deki, Dubai'deki hesaplara, gizli ortaklıklara, gemiciklere, rant lobisine kadar gitmelidir ve Türkiye, pırıl pırıl temizlenmeli, yolsuzluk illetinden çıkmalıdır.

Sayın milletvekilleri, "tek vatan" deyip Kürdistan inşaatına başlayanlar, "tek millet" deyip çok millete bölenler, "tek devlet" deyip KCK paralel devletini yapılandıranlar, "tek bayrak" deyip PKK paçavralarına yol verenler, iş adamlarını tehdit edenler, gazetecileri susturanlar, çiftçimizi aşağılayanlar, komşuyu komşuya düşman kılanlar, milletimizi gırtlağına kadar borçlandıranlar, vatandaşımızı 2 torba kömür, 3 paket makarnaya mahkûm edenler, "benim hırsızım" diyenler, rüşvet ve yolsuzluk operasyonunu karartmak isteyenler, aldıkları madalyadan cesaret alanlar, ayakkabı kutusu partisi kuranlar, evet, onlar, onlar zannediyor ki biz sussak mesele kalmayacak.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Vural, ek bir dakika daha süre veriyorum size.

OKTAY VURAL (Devamla) - Bitiyor efendim.

BAŞKAN - Lütfen tamamlayın.

OKTAY VURAL (Devamla) - Ama susmayacağız. Onlar zannediyor ki sustursalar mesele kalmayacak ama susturamayacaklar. Onlar zannediyor ki bizden kurtulsalar mesele kalmayacak ama bizden kurtulamayacaklar. Bizden kurtulsalar hakikatten kurtulamayacak, gören gözden, duyan kulaktan kurtulamayacaklar. Haksızlık karşısında susmayan dilden kurtulamayacaklar. Bizden kurtulsalar vicdan azabından kurtulamayacaklar. Vicdanı olmayan parmaklarla vicdanlardan kurtulsalar milletin iradesinden nasıl kurtulacaklar? Ama ant olsun ki ne olursa olsun Allah'ın azabından kurtulamayacaklar.

"Ne bu şûride siyaset ne bu fasit dava?

Görmüyor gittiği yanlış yolu zannım çoğunuz,

Size rehberlik eden haydudu kovunuz!"

3 bakanı belediye başkan adayı, 4 bakanı da yolsuzluk ve rüşvet şüphelisi olan Bakanlar Kurulunun hazırladığı bu bütçeye de, uygulayacaklara da güvenimiz yoktur. Türkiye Cumhuriyeti devleti, kayınpeder, enişteler, mahdumlar, gemicikler, kuzucukların kurduğu anonim şirketleri yönetecek bir devlet değildir. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak bütçeye helalinden "hayır" oyu vereceğiz.

Hepinize saygılarımı sunuyor, 2014 yılının milletimize hayırlar getirmesini diliyorum. (MHP sıralarından alkışlar)