GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: ASKERLİK KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI
Yasama Yılı:4
Birleşim:58
Tarih:06.02.2014

BDP GRUBU ADINA İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülecek olan kanun tasarısının tümü üzerine grubumuzun görüşlerini aktarmak üzere söz almış bulunmaktayım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, aslında, Türkiye siyasi tarihi, resmî devlet tarihi bir yönüyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin tarihidir. Her dönemde, AKP de dâhil olmak üzere, her hükûmette, her toplumsal mücadele zemininde Türk Silahlı Kuvvetleri bugüne kadar siyasetin ve toplumun gidişatına müdahale etmiştir. Siyasetçiden akademisyene, kadından yaşlısına kadar bu müdahalelerden etkilenmeyen toplumsal kesim neredeyse yok denecek kadar azdır.

Ordu kurumunun siyaseti dizayn etme isteği doğrultusunda gerçekleştirilen müdahaleler cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar toplumda çok büyük tahribatlara, yıkımlara yol açmıştır. Askerî darbeler sonucunda oluşturulmuş olan anayasalar da bu sürdürülmek istenen zihniyetin bugüne kadar taşınmasına vesile olmuştur. Dolayısıyla, bugün görüşmüş olduğumuz bu kanun tasarısını aslında biz bir darbe anayasasının gölgesinde yapmanın sıkıntısını yaşıyoruz. Eleştiri noktamızın sebebi de odur. Aslında Türkiye'nin şu anda bir darbe anayasasından sıyrılmış olmasını; sivil, demokratik, özgürlükçü bir anayasayı oluşturmuş olmasını ve bu yönüyle de aslında doksan yıldır ordunun siyasete, topluma dair yapmış olduğu bu müdahalelerle yüzleşmiş olmasını temenni ederdik. Ancak, maalesef, AKP Hükûmeti de dâhil olmak üzere, bugüne kadar başa gelen iktidar partilerinde böylesi bir isteğin, böylesi bir çabanın olmadığını görüyoruz.

Askerî darbe dönemleri "olağanüstü hâl dönemleri" olarak anılır. Ancak, uygulamada toplum üzerinden öyle silindir gibi politikalarla geçilir ki sanki darbe dönemleri ve darbe anayasaları olağan dönemlermiş gibi toplumda bir algı yaratılmıştır. Bugün de hâlâ biz bu olağanüstü durumun, yani bir darbe anayasasıyla yönetilme durumunun toplum tarafından olağanlaştırma çabasını kabul etmiyoruz.

Değerli milletvekilleri, burada tabii ki ordunun bu toplumsal ve siyasal alana müdahalelerini tamamen teşhir edecek zamana sahip değiliz. Ancak dönemsel olarak bu toplumsal müdahalelerin yaratmış olduğu travmalardan bazı kesitleri burada paylaşmak istiyorum.

Bakın, cumhuriyetin ilk yıllarında bahsetmiş olduğumuz müdahalelerden bir tanesi Biçar Tenkil Harekâtı'dır. Bu tenkil harekâtı neticesinde 25 ile 28 yılları arasında 10 binlerce köylü Kürt maalesef çok acımasız katliamlardan geçirilmiştir. Özellikle, benim de seçim bölgem olan Bingöl'ün her taşı, bütün coğrafyası bu yapılmış olan katliamların izleriyle doludur. "..."(x) dediğimiz 25-28 yılları arasında bizler Bingöl'ün köylerinde, Genç'in, Solhan'ın köylerinde kadın, çoluk çocuk demeden evlerde, ahırlarda, mezralarda yakılan insanların dramlarını dedelerimizden kulaktan kulağa bugüne kadar öğrendik. Sadece Solhan'ın Guev köyünde 76 kadın ve çocuğun bir ahırın içerisinde yakılarak öldürüldüğünü, nasıl gerçekleştiğini bu kulaktan kulağa aktarılan tarih sayesinde biliyoruz. Yine, aynı köyde 11 erkeğin süngülenerek, 1 erkeğin de köy meydanında silahla vurularak katledildiğini çok iyi biliyoruz. O günlerde sadece Bingöl, Genç, Lice, Kulp bölgesinde 60 kadar köyün yakıldığı ve en az 1.500'e yakın köylünün suçsuz yere katledildiğini çok iyi biliyoruz. Bunları niye anlatıyorum? Çünkü, bizim beklentimiz demokratik, sivil, özgürlükçü bir anayasayla birlikte ordunun cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar olan süreçte bugüne kadar sürdürmüş olduğu toplumsal müdahalelerle, toplumsal hamlelerle bir yüzleşme ihtiyacının olduğunu belirtmek amacıyla söylüyoruz.

Yine, o dönemlerde yaşanan pek çok travmatik olay var. Yine, 37-38 yılları arasında özellikle Dersim'de yapılan Tunç Eli Operasyonu'nu herhâlde burada artık anlatmaya gerek yok. O operasyonun detaylarını, mağaralarda fareler gibi insanların nasıl zehirlendiğini eminim ki bu Meclisin sıralarında oturup bilmeyen bir milletvekili yoktur. O dönemde bu yapılan katliamları yapanlar, kendi günlüklerini kitap hâline getirdiklerinde, o dönemi kitaplarına aktaramayacak kadar ağır katliamlar yaptıklarını tarih önünde âdeta itiraf etmişlerdir. Tarihten bugüne kadar geldiğimizde değişen çok bir şey olmuş mudur? Olmamıştır.

90'lı yıllarda da maalesef yine ordu kurumunun siyasal ve toplumsal alana müdahalesiyle karşı karşıya bulunduğumuz bir tarihsel kesiti sizlerle paylaşmak istiyorum.

90'lı yıllarda yaşanan zulümlerin birebir tanığıyız biz. Özellikle Kürt coğrafyasında nelerin yapıldığını, orada ordu mensuplarının hangi acıları o halka yaşattığını birebir biliyoruz ama özellikle bizim bildiklerimizi artık itiraflar üzerinden, o dönem o katliamlara imza atanların itirafları üzerinden eminiz ki sizler de biliyorsunuz.

Bakın, sadece 90'lı yıllarda köy yakma amacıyla taburlar kurulmuş, köy yakma taburları var o dönemde. Bunlar 1990'lı yıllarda... Bizim anlattığımız zulmün bugünlerde basına aktarılan kısımlarıyla size aktaracağım.

İnsanı dehşete düşüren açıklamalarda, itiraflarda, bakın, 1994 yılında Diyarbakır bölgesinde görev yapan bir asker ne diyor: "Bizim taburumuza verilen görev köyleri yakmaktı. Orada kaldığımız süre içesinde Hazro, Lice, Hani ve Kulp ilçelerine bağlı yaklaşık 30 köyü yaktık. Köylere girince komutanlarımız askerleri 2'şer, 3'er kişi olarak evleri yakmakla görevlendiriyordu. Evlere girip 'Dışarı çıkın, yakacağız.' diyorduk. Köylere girince komutanlarımız askerleri 2'şer, 3'er kişi olarak evleri yakmakla görevlendiriyordu ve biz, eşyalarını boşaltmaya fırsat vermeden bu verilen talimatları yerine getiriyorduk."

Yine, aynı şekilde, bu köylere yönelik yapılmış olan bombalamaların da canlı tanığıyız. Ancak, bu bombalamaların da artık kamuoyu önünde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde mahkûm edilmiş yönünü yine siz değerli milletvekilleriyle paylaşmak istiyorum.

26 Mart 1994'te Şırnak'ın Koçağılı ve Kuşkonar köylerinde 38 kişi, 38 köylü askerî uçaklar tarafından paramparça edildi. O dönem bunun bir katliam olduğunu defalarca ilgili platformlarda dile getirdik. Ancak, o dönemin Genelkurmay Başkanı bu yapılan katliamlarla ilgili "Savaş uçaklarına yüklemiş olduğumuz bombaların kayışları gevşemişti." demişti.

Yine, o dönemin Başbakanı "Uçaklar bize ait değil." diyerek tarihe geçecek bir trajikomik durumu gözler önüne sermişti. O dönemin İçişleri Bakanı ise 38 Kürt köylüsünün katledildiği bu operasyonu teröristleri imha etmeye yönelik bir operasyon olarak tanımlamıştı. Biz söyledik, sizler inanmadınız ama Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Şırnak'ın bu iki köyünde, Koçağılı ve Kuşkonar köylerinde yapılan katliamla ilgili Türkiye'yi mahkûm edecek kararı verdi ve Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde 2 milyon 305 bin euro tazminat cezasına çarptırıldı.

Yine, bulunduğumuz bölgenin her tarafında toplu mezarlar gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bakın, sadece Şırnak'taki toplu mezar sayısı 15'in üzerindedir. O toplu mezarlarda 250'ye yakın insanın kemikleri vardır. 90'lı yıllarda, neredeyse, toplu mezarlar ve toplu mezarlarda insan kemikleri olağan hâle gelmiştir. 1996 yılında Şırnak'ın Güçlükonak ilçesinde 11 kişinin yine askerler tarafından katledildiğini iktidar partisinin milletvekilleri de bu kürsüden söyleme durumunda kalmışlardır. Yine, bu Güçlükonak katliamının da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından cezalandırıldığını ve ortaya çıkarıldığını ifade etmek istiyorum.

Bugünlerde yine sıkça tartışılan Lice katliamı... 1993 yılında o bölgenin en rütbeli askerlerinden olan Bahtiyar Aydın'ın da katledildiği Lice'deki olayların artık ordu içerisindeki birtakım tezgâhlar tarafından ortaya konduğu, yaşama geçirildiği kabul ediliyor. Lice'de 1993 yılında, Bahtiyar Aydın'ın da dâhil olduğu, 16 kişinin katledildiği, bütün bir ilçenin yakılıp yıkıldığı olayda tek bir yaralı ya da tek bir ölü PKK'li gerçeğinin olmamasını bugün savcılık da askerlerin yaptığıyla ilgili bir kanıt olarak mahkemede değerlendiriyor.

Bakın, yine Şırnak'ta o dönemde valilik yapan bir valinin itiraflarını söyleyeyim: "Gece geç vakit oldu. Hâlâ unutamıyorum. Askeriye de gündüz çıkmaz, gece çıkardı, vatandaşların evlerini tarardı. Onlar da yanlış yaptı." Gazeteci soruyor: "Askerler sivillerin evlerini mi taradılar?" O dönemin Şırnak valisi: "Evet, tabii. Çıktılar, evlerin her tarafını, camını, köşesini, her tarafını perişan ettiler. O dönemler ben de bu olaylara çok sinirlendim." diyor.

Sayısız bu şekilde katliam manzarasını, tablosunu buraya getirebiliriz. Bunları anlatmamdaki amaç askerlikle ilgili bir kanun yapılacaksa bu ülkenin gerçek tarihi ile yüzleşme kanununu bu Meclise getirmemiz gerekiyor. Bu yüzleşmeyi yapmadan, 1925'ten 1990'lı yıllara kadar bütün bu ülkede yaşanılan acılarla yüzleşmeden istediğiniz kadar askerlikle ilgili kanunlar getirin, bu ülkedeki travmaları bitiremezsiniz, bu ülkedeki yaraları saramazsınız.

Yine, ordu içerisindeki generallerden Eşref Bitlis Paşa'nın ölümünün de nasıl şaibeli olduğunu herhâlde bu sıralarda oturan milletvekillerinin tamamı biliyorlar.

Bir de ordunun yapıp da PKK'nin üzerine atmış olduğu cinayetlerden, katliamlardan bahsetmek istiyorum. Sadece Genç ilçemizde, 1999 yılında Genç'te öğrenci olan ve esnaf olan Mehmet Eliveren'in ve Yılmaz Eliveren'in nasıl katledildiğini çok iyi biliyoruz. Katledildikten sonra her 2 gencin başına kayıtlarda bulunmayan birer kalaşnikofu koyup "2 PKK'liyi etkisiz hâle getirdik." denen bir zihniyetin, yüzleşilmesi gereken bir zihniyet olduğunu tekrar ifade etmek istiyoruz.

Değerli milletvekilleri, Lice-Hani-Kulp-Genç üçgeninde hangi köylüyü çevirseniz, hangi vatandaşı çevirseniz bu bahsetmiş olduğumuz olaylarla ilgili onlarca örneği size verebilir. O dönem Bolu Komando Tugayının neler yaptığını Lice'deki köylüler, Genç'teki köylüler çok iyi biliyorlar. Ortaya çıkan pek çok katliamın itiraflarını da bugünlerde basından bolca okuyabilirsiniz.

90'lı yıllarda bunlar oluyordu da bugün değişti mi? Bugün de değişmedi. Aynı coğrafyada Ceylan Önkol'un o bölgedeki karakoldan atılan bir havan mermisiyle paramparça olan küçük bedenini annesinin nasıl topladığını çok iyi biliyoruz. Bütün bunlara tarih tanıklık ediyor, bütün bunların hesabını sorumluları mutlaka tarih önünde, halkın önünde verecek. Darbe anayasasıyla, burada bu acı olaylara dokunmayan askerlik yasalarıyla bu yüzleşmeden kaçacağınızı sanıyorsanız burada büyük yanılıyorsunuz.

Yine, sizin döneminizde işlenen Roboski katliamında 34 Kürt köylüsünün kusursuz bir katliamla nasıl paramparça edildiğini tarih çok iyi biliyor. Tarih bütün bu katliamların hesabını soracak şekilde işliyor. Sizler ya tarihin bu işleyişini doğru okur, bu yüzleşmeyle ilgili yasaları bu Meclise getirirsiniz ya da bugüne kadar tarihin bu gidişatına karşı koyanlar gibi siz de tarihin altında ezilirsiniz. O nedenle, biz bu uyarılarımızı tekrar buradan ifade etmek istiyoruz.

Siz ne yapıyorsunuz, bakın, bu Askerlik Kanunu'nun 61'inci maddesinde, bütün bu bahsetmiş olduğumuz suçlamalarla ilgili tarih önünde yargılanması gerekenlere koruma zırhı getiriyorsunuz. Generallerin, paşaların yaptıklarıyla ilgili adalet önünde yargılanması yerine soruşturma süreçlerini başbakanın inisiyatifine verecek ve dolayısıyla soruşturmalardan kaçacak yasal düzenlemeleri Meclisin önüne getiriyorsunuz. Bunları yapabilirsiniz, bugün sayısal çoğunluğunuz vardır ama ant olsun ki Roboski katliamını yapanların tarih önünde, halk önünde hesap vereceğini hep birlikte göreceğiz. Yaptığınız bu yasaların hepsini tarihin çöplüğüne atma konusunda bizler kararlıyız.

Değerli milletvekilleri, bu bahsetmiş olduğum dışarıda gelişen cinayetler dışında bir de kışla içerisinde -sürekli gündeme getirdiğimiz- şüpheli asker ölümleri var. Yine, şüpheli asker ölümleriyle ilgili de defalarca buralara araştırma önergesi getirdik, kanun teklifleri hazırladık ama bugüne kadar bu konuda da, tıpkı bu diğer cinayetlerde olduğu gibi, kılınızı kıpırdatmadınız. Sadece, son on yılda binden fazla asker kışla içerisinde şüpheli bir şekilde cinayete kurban gitmiştir. İntihar olarak sunulan çoğu ölümün, çoğu asker ölümünün cinayet olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu askerlerin aileleri, sizleri de arıyorlar, sizin grupları da ziyaret ediyorlar. Bu asker aileleri 15 Şubatta Ankara'ya tekrar gelecekler. Bu konuda, siz adım atmazsanız, böyle etliye sütlüye dokunmayan askerlik kanunlarıyla bizleri kandırmaya çalışırsanız, en büyük cevabı da bu asker ailelerinden alacaksınız. "Eğer bu konuda Meclis bir adım atmazsa biz 15 Şubatta gelip AK PARTİ Genel Merkezinin önünde gerekirse ölüm orucuna yatarız." diyen asker aileleri bizi arıyor. Dolayısıyla, böyle acil gündemler varken, böyle yakıcı gündemler varken buraya getirmiş olduğunuz bu yasa teklifinin hiçbir anlamının olmadığını ifade etmek istiyorum. İstedikleri şey de çok basit: Bu süreçleri, kışla içerisindeki bu şüpheli ölümlerin soruşturma süreçlerini askerî mahkemelerden alıp sivil mahkemelere vermenizi istiyorlar, sorumluların yargı önüne çıkmasını istiyorlar, Meclisin bir komisyon kurarak bu işin üzerine gitmesini istiyorlar. Bu üç masumane talebi bile bugüne kadar yerine getirmeyen Hükûmetiniz, generalleri korumanın, paşaları korumanın büyük bir paniği, büyük bir kaygısı içerisine girmiş durumda. Bakın, bugüne kadar AK PARTİ Hükûmeti her halka gittiğinde "Biz darbe süreçleriyle yüzleşiyoruz." dedi ama darbe kurumları ve darbe anayasası olduğu yerde duruyor. Millî Güvenlik Kurulu, yine, aynı şekilde bu darbe zihniyetinin oluşturmuş olduğu ve bugüne getirmiş olduğu bir kurumdur. Millî Güvenlik Kurulunu kaldıracağınıza, Millî Güvenlik Kurulunu kendinize göre dizayn etmenin peşine düştünüz.

"Ergenekon" ve "Balyoz" adı altında açmış olduğunuz davaların tamamında Fırat'ın doğusuna geçme cesaretini göstermediniz. O davalar kapsamında haksız, hukuksuz yere de pek çok insanı tutukladınız. Bu bahsettiğiniz paralel devlet yapılanmasının o davalar kapsamında suçu olmayan insanları cezaevlerine attığını da biliyoruz. Ama asıl suçu taşıyan o askerlerden -Fırat'ın doğusundaki köy yakma taburlarına- gençleri asit çukurlarına atmalarının, faili meçhul cinayetlerin hesabını sormadınız, soramadınız. Dolayısıyla, buraya getirmiş olduğunuz bu düzenlemenin de bizim açımızdan hiçbir değeri yoktur.

Zorunlu askerlikle ilgili bazı düzenlemeler yapmışsınız. Zorunlu askerliğe tamamen karşıyız. "Zorunlu askerlik kaldırılmalıdır, vicdani ret hakkı getirilmelidir." diyoruz. Biz, yine, bugüne kadar özellikle vicdani ret hakkıyla ilgili bu ülkede gençlere yaşatılmış olan bütün acıların da yargı önünde, adalet önünde tekrar değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Özlük haklarıyla ilgili bazı düzenlemeler getirmişsiniz. Özlük haklarıyla ilgili, Barış ve Demokrasi Partisi ilkesel olarak çalışanın, emekçinin hakkını her zaman savunan, pozitif bakan bir noktadır. Ama getirdiğiniz bu tasarıdaki bütün bu zafiyetleri kabul etmediğimizi, bu nedenle de ret oyu vereceğimizi, etkili muhalefetimizi de ilgili maddeler geldikçe...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İDRİS BALUKEN (Devamla) - ...ortaya koyacağımızı ifade ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)