| Konu: | ASKERLİK KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 58 |
| Tarih: | 06.02.2014 |
MHP GRUBU ADINA KORAY AYDIN (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına görüşlerimizi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinin, günün değişen ve gelişen dünya şartlarına göre mevcut yasalarında yerli yerinde değişiklik yapılmasını önemsiyoruz. Türk milletinin göz bebeği olarak gördüğümüz Türk Silahlı Kuvvetlerinin görevlerini daha hızlı, etkin ve verimli bir şekilde yapabilmesi için atılacak her adıma bugüne kadar katkı verdik, bundan sonra da vermeye devam edeceğiz.
Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin özlük hakları konusundaki problemleri de acil çözüm beklemektedir. Görev süreleri devam eden ve görev sürelerini tamamlayan uzman erbaşlar, uzman jandarmalar, sözleşmeli subaylar, astsubaylar ve hatta subaylar hâlen çeşitli sorunlarla karşı karşıyadır. Hazırlanan tasarıda beklentilerin pek azının karşılandığını görmekteyiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; buradan daha önce yaptığım bir öneriyi tekrar vurgulamak istiyorum. Bir konuda yasal düzenleme yapılmadan önce konuyla ilgili sivil toplum kuruluşlarının, sektör temsilcilerinin, sendika temsilcilerinin görüşlerinin alınması çağdaş ve katılımcı demokrasinin bir gereğidir.
Bilindiği üzere, hâlen çalışan askerî personelin kendi hak ve menfaatlerini savunacak bir dernek, vakıf veya sendika kurmasına yasal olarak imkân bulunmamaktadır. Sayın Millî Savunma Bakanımıza ve Hükûmete önerimiz, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde görev yapan personelle ilgili düzenleme yapılmadan önce Emekli Uzman Erbaşlar Derneği gibi, Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği gibi ve Türkiye Subaylar Derneği gibi bu kesimleri temsil eden dernek ve kuruluşların görüşlerinin mutlaka alınması gerekiyor. Hazırlanacak tasarı ve tekliflere tarafları dâhil etmek, onların görüş, düşünce ve tavsiyelerini almak, onlara kulak vermek kimseye bir şey kaybettirmez. Tarafların görüşlerine kulak verilmediği takdirde, çıkarılacak düzenlemelerin uzun ömürlü olması, sorunları karşılaması ve ihtiyaçları karşılaması mümkün değildir. Basına yansıyan haberlere göre, 10-12 Şubatta Ankara'da Türk Silahlı Kuvvetleri kıdemli astsubaylar semineri düzenlenecektir. Görüştüğümüz yasa çıktıktan sonra görüş sormanın bir anlamı olmadığına göre bu durumu bundan sonraki düzenlemeler için atılmış bir adım olarak görebiliriz. Emekli askerî personele yapılan 100 liralık ilave iyileştirme şimdiden enflasyona yenik düşmüştür. Gerçek şudur: Bir astsubayımız emekli olduğunda maaşı yarı yarıya düşmektedir. Aslında, bu durum birçok kamu çalışanı için de geçerlidir. Çalışırken alınan maaşla emekli olununca alınan maaş oranında Türk Silahlı Kuvvetleri evlatları arasında adalet gözetilmeli ve ayrım yapılmamalıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde görev yapan bütün personelin özlük, emeklilik ve sağlık şartları adaleti gözetecek şekilde bütünlüklü olarak ele alınıp iyileştirilmelidir. Yapılacak düzenlemelerle askerlik herkesin özendiği bir meslek hâline getirilmeli, Türk milletinin bekası için askerliği Peygamber ocağı olarak gören anlayış kesintisiz devam ettirilmelidir.
Değerli milletvekilleri, çalışma şartları bakımından askerî mevzuata ama özlük hakları yönüyle memur mevzuatına tabi olan Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde görev yapan sivil memurların da yeni düzenleme konusunda talepleri ve beklentileri vardır. Bu beklentilerin de en kısa sürede ele alınarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
Okullarıyla ilişiği kesilen askerî öğrencilerimiz de bir dizi sorunla karşı karşıya bulunmaktadır. Okullarında askerlikle ilgili her türlü teorik ve silahlı eğitim gören askerî öğrencilerimizin okullarıyla ilişkilerinin kesilmesi hâlinde yeniden askerlik yapmaktadırlar. Oysa, yapılacak düzenlemelerle, eğitimde geçen süreler askerlik hizmetinden sayılmalı, yine ağır bir cezaya dönüşen yüksek miktardaki tazminatlar da daha makul seviyelere çekilmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mevcut tasarının çoğu maddelerine katılmakla birlikte, kanun tasarısının 61'inci maddesindeki kuvvet komutanlarının yargılanmalarına izin veren yetkisinin Başbakana veya bir bakanına verilmesi uygun değildir. Soruşturma açılması konusunda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı yetkili olmalıdır. Anayasa'mızın 9'uncu maddesi açıktır: "Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır." Tasarının 61'inci maddesi, yargı yetkisinin bir bölümünü İçişleri Bakanına, Başbakana ve Cumhurbaşkanına vermesinin ötesinde bu yetkinin denetimi yönüyle de Anayasa'ya aykırıdır.
Değerli milletvekilleri, burada yasama görevi yapıyoruz. Temel görevimiz yasa yapmaktır. Kanunlar Anayasa'ya aykırı olamaz. Bu sözler, partimizin veya benim şahsi görüşlerim değil, Anayasa'nın 11'inci maddesinde yazılıdır. Tasarının 61'inci maddesindeki Anayasa'ya aykırı hususlardan sadece birini sizlerin ve bütün Türk milletinin dikkatlerine sunuyorum. İzin vermeye yetkili merci kamu davasının açılmasına gerek görmezse kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar verir, bu karar kesindir. Oysa, Anayasa'nın 125'inci maddesi gereğince idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır. Anayasa'nın yargıya verdiği bu açık yetki daha alt bir hukuk normu olan yasayla kısıtlanamaz, yargıya itirazın önü kapatılamaz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz tasarının esas amacı, Başbakanın yetkisine yetki katmak, nihayetinde siyaseti kışlaya sokmaktır. Komutanların yargılanması Başbakanın isteğine bırakılmaktadır. Başbakan yargılanmasını isteği komutan için izin verecek, istemediği için de izin vermeyecek. İtiraz mercisi Cumhurbaşkanlığı ve kararı da kesin, üstelik bu süreç de yargı denetimine tabi değil. Böyle bir düzenleme Anayasa'ya ve hukukun temel esaslarına uygun değildir. Türkiye Cumhuriyeti'nin 26'ncı Genelkurmay Başkanının, onlarca generalin ve görevleri sadece emir ve talimatlara uymak olan askerî personelin terör suçundan mahkûm olmasını sadece seyreden AKP'nin bundan sonra askerî yargılamalarla ilgili atacağı adımlar, sadece geçici bir ittifak arayışı olarak değerlendirilecektir.
Millî ordunun canına okunurken ses çıkarmayanlar, eş zamanlı olarak teröristle pazarlık masası kurmuşlardır. Bundan sonra AKP'nin her düzenlemesinin, ortaya saçılan yolsuzluk, rüşvet ve yağmanın üzerini örtmek üzerine olacağı anlaşılmaktadır. İnternet'i tek tuşla kapatma yetkisinin iktidara verilmesi arayışı, İnternet medyasına sansürün hayata geçirilmesi işte bu örtbas projesinin sonucudur. Kendi ikbal ve istikbalini kurtarmak için Anayasa'yı ihlal eden, adaletin canına okuyan, bürokrasiyi hallaç pamuğu gibi atan, Sayıştay denetiminden kaçan, yargı kararlarını hiçe sayan ve nihayet basına sansür uygulayan AKP Hükûmeti ve Sayın Başbakandır.
Değerli milletvekilleri, burada hangi birini sayalım? Anayasa'mız "Kanun önünde herkes eşittir." diyor. Anayasa'mızın 10'uncu maddesine göre, hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz ama AKP Türkiyesi'nde mahkemelerin ifadeye çağırma, gözaltı ve tedbir kararları, iktidar yandaşları için uygulanmamış, Anayasa'mızın eşitlik ilkesi yerle bir edilmiştir.
Değerli milletvekilleri, Anayasa'nın 138'inci maddesine göre, hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez. Bu hüküm açıkça ortadayken Adalet Bakanı ve Müsteşarı, İzmir'de yürütülmekte olan bir yolsuzluk soruşturmasıyla ilgili yargıya açıkça müdahale etmiş, konuyla ilgili fezleke bile düzenlenmiştir. Muhalefet milletvekilleriyle ilgili fezlekeler Parlamentoya jet hızıyla gelirken, söz konusu AKP'nin bakanları olunca fezlekeler neredeyse yandı bitti kül oldu masalındaki gibi âdeta buhar olmuşlardır. Açıkça anlaşılıyor ki Anayasa'nın 138'inci maddesi askıya alınmış, fezlekelerle ilgili yasamanın yetkisine Adalet Bakanı el koymuştur. Meclis Başkanımız da bu yetkinin gasbedilmesine maalesef nezaret etmektedir. O fezlekeler bu Parlamentoya gelmedikçe söylenen sözlerin hiçbir anlamı olmayacaktır.
Yargıya müdahale eden, adaleti katleden, sonra da hiçbir şey olmamış gibi sansür uyguladıkları basını bugün toplayıp halkla ilişkiler çalışması yapan Adalet Bakanı değil, olsa olsa garabet bakanı olabilir. Basına "Sansür nereden çıktı?" diyenlere bir hatırlatmada bulunmak istiyorum: Anayasa'nın 28'inci maddesine göre "Basın hürdür, sansür edilemez." ama AKP iktidarı ve Sayın Başbakan tam tersini yapıyor. Taa Fas'tan arayıp Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin açıklamasını derhâl sansürletiyor. Hatta, televizyonun geçtiği iki cümlelik alt yazıya bile tahammül edemiyor. Başbakan değil de sanki baş sansürcü olmuş. Bu nasıl çarpık bir anlayıştır Allah aşkına? Muhalefet liderinin televizyonda alt yazı olarak geçen sözüne tahammülü olmayanların demokratlığı sahte ve vicdanları da nasırlıdır.
AKP ve Başbakanın yolsuzluk soruşturmalarının ardından yaptığı, yolsuzluğu yüzsüz örtmektir. Sekiz ay önceden MİT'in haber verdiği yolsuzluğa "komplo" demek Türk milletinin aklıyla alay etmektir. Nitekim, Başbakan kendisine sunulan MİT raporunun bir tespit olduğunu ifade ediyor ama bunun servis edilmesinin manidar olduğunu belirtiyor. Yani, inkâr etmiyor, edemiyor, etmesi de mümkün değil. Ona göre her şey manidar.
Daha önce de değindiğim gibi fezlekeleri Meclisten kaçırmanın amacı pisliğin üzerini örtmek ve soruşturmayı yandı bitti kül oldu masalına çevirmek içindir. Kumpas, komplo ve paralel yapı söylemleri yolsuzluğu, rüşveti ve yağmayı gizlemeye yetmeyecektir. Esas paralel yapı, hatta paralel devlet KCK'dır ve AKP Hükûmeti KCK ile pazarlık masasındadır. Sözde "çekilme süreci" adı altında, teröristler değil ama askerimiz kışlasına çekilmiş, bölgede alan hakimiyeti KCK'nın eline geçmiştir. İmralı ve Kandil AKP Hükûmetine ayar üstüne ayar vermekte, "Tek bir silah patlarsa Başbakan yerinde kalamaz." diye tehditler savrulmaktadır. Kendi derdine düşen AKP Hükûmeti ve Sayın Başbakan "çözüm" diye diye ülkeyi çözülmenin, bölünmenin ve parçalanmanın eşiğine getirmiştir. AKP Hükûmeti, bölgede 30 Mart yerel seçimlerinde sandıklardan özerklik çıkacağına dair söylemleri ve uyarıları görmezden ve duymazdan gelmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözde "çözüm ve barış süreci" adı altında yapılan uygulamalar millî savunma ve güvenlik politikalarımızı zaafa uğratmıştır. Daha önce de ifade ettiğim gibi, Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmak ve etkisizleştirmek için yürütülen operasyonlar sonucu komuta kademesinin önemli bir bölümü darbeye teşebbüs gerekçesiyle mahkûm edilmiştir. Hatta, Deniz Kuvvetleri Komutanlığına atanacak oramiral kalmamış, mevcut Deniz Kuvvetleri Komutanımız atandıktan yaklaşık sekiz ay sonra oramiralliğe terfi etmiştir. AKP iktidarı maalesef Türk Silahlı Kuvvetlerinin yerleşik teamüllerini yerle bir etmeyi marifet saymıştır. Yaşananlara tepki gösteren birçok subay istifa etmiştir. Yolsuzluk operasyonlarıyla sarsılan AKP Hükûmeti bu kez gündem saptırmak ve yolsuzluğu örtbas etmek için birdenbire "Millî orduya kumpas kuruldu." söylemini ortaya atmıştır. Ortaya atılan hiçbir söylem ve "Cambaza bak." taktiğiyle yapılacak hiçbir düzenleme yolsuzluk gerçeğini örtmeye, gizlemeye ve gözlerden kaçırmaya yetmeyecektir. Yapılması gereken, yolsuzluk soruşturmalarında yargının önünün açılması, hakkında fezleke hazırlanan bakanlara da Yüce Divanda aklanma fırsatı verilmesidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; buradan Hükûmete ve Sayın Başbakana açık bir çağrıda bulunmak istiyorum. Yolsuzluk soruşturmalarında yargının önünü açın. Yolsuzluk, rüşvet ve her türlü yasa dışı iş ve işlemlere bulaşmış kişileri korumaktan vazgeçin. Temiz siyaset, temiz toplum ve hesap verebilir bir yönetim adına gerekli adımları ivedilikle atın. Aksi hâlde, geciktiğiniz her saat, her dakika Türk milletinin kafasındaki "Acaba neyi gizliyorlar?", "Acaba neyi örtbas ediyorlar?" kuşkuları gittikçe büyüyecek, Hükûmet bu sürecin altında kalacaktır.
Yürütme Başbakanın emrindedir, yasamada da çoğunluk hükûmete aittir. Bütün bu güçlerin yanında, basını dizayn eden, hatta bizzat arayıp sansür uygulatan, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu Adalet Bakanlığına bağlı bir birim hâline getirecek düzenlemeyi Parlamentoya getiren, İnternet'i tek tuşla kapatma yetkisini idareye veren, kendi çıkar ve menfaatleri doğrultusunda kullanmak için izinsiz dinleme, izleme, fişleme yapan bir anlayışın demokrat olarak nitelendirilmesi mümkün değildir.
Demokrasilerde millî iradenin tecelli edeceği yer sandıktır, elhak doğrudur ancak seçimle gelenlerin hukuk ve demokrasi dışına çıkması da seçilmiş diktatörlüktür. Son birkaç ayda yaşanan Anayasa ihlalleri yolsuzluk operasyonlarına bulaşan AKP iktidarının suçunu örtbas etmek için gözünü ne derece kararttığını açıkça gözler önüne sermektedir. Konuşmamda sadece birkaç örneğini verdiğim Anayasa ihlalleri Hükûmetin bir değil, birkaç kez Yüce Divanlık olduğunun açık bir göstergesidir. Anayasa'nın açık hükümleri Başbakanın, ilgili bakanların, valilerin ve emniyet müdürlerinin baskılarıyla, zorla çiğnenmiştir. Bu uygulamalara bakıldığında anlaşılmaktadır ki bu dönem, AKP ve Sayın Başbakanın ustalık dönemi değil, hukuksuzluk ve zorbalık dönemidir. Demokrasi zorbalık değil, hukuk rejimidir. Demokrasilerde herkesin hukuka, Anayasa'ya ve yasalara uyma mecburiyeti vardır. Demokratik parlamenter rejimlerde kuvvetler ayrılığı esası vardır. Kuvvetlerin millî iradeyi temsil etmekte birbirlerine üstünlükleri yoktur. Anayasa'mızda da açıkça yazdığı gibi hukukun üstünlüğü esastır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdiye kadar her olaydan bir mağduriyet devşiren AKP iktidarı için artık deniz bitmiş, kara görünmüştür. AKP ve Sayın Başbakanın artık mağduru oynama imkânı kalmamıştır. Yolsuzluğun, rüşvetin, saltanatın, yağmanın gerçek mağduru AKP ve Sayın Başbakana samimiyetle oy veren, ancak gelinen noktada açıkça aldatılan insanımız olmuştur.
Asıl mağdur olanlar 4,5 milyon doları bankasında değil de evinde ayakkabı kutularında saklayan banka müdürü değil, çocuğuna 4,5 lira günlük harçlık veremeyen milyonlardır.
Asıl mağdur olanlar evlerinde tam 7 para kasası bulunduran bakan çocukları değil, pazar kasalarından çürük meyve, sebze toplayan yığınlardır.
Asıl mağdur olanlar servet değerinde saat taşıyan ve yargıdan kaçan iktidar mensupları değil, saatlerini, mesailerini bu iktidar için karşılıksız harcayan partililerdir.
Asıl mağdur olanlar villalarda, malikânelerde, yazlıklarda, gemilerde Lale Devri yaşayan hanedan ve yandaşları değil, açlığa, sefalete ve nihayet sadakaya muhtaç hâle getirilen milyonlardır.
Asıl mağdur olanlar yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarıyla âdeta suçüstü yakalananlar değil, "İnananlar çalmaz, inananlar haram yemez, inananlar rüşvet almaz." diyerek üç dönemdir bu iktidara limitsiz kredi veren Adalet ve Kalkınma Partisinin samimi tabanıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KORAY AYDIN (Devamla) - Sözlerimi bitiriyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)