GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: MHP Grubu önerisi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:64
Tarih:19.02.2014

ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; selamünaleyküm.

Değerli arkadaşlar, bu sansür meselesi yüzyıldır konuşuluyor, II. Abdülhamit Dönemi'nden beri tartışılıyor. İstibdat döneminden bahsedildi ve öyle bir noktaya gelindi ki, Türkiye tarihinin en meşhur İslam mütefekkirleri olan 2 büyük zat, biri İstiklal Marşı'mızın şairi Mehmet Akif Ersoy, öbürü de Bediüzzaman Saidi Nursi (Kürdi), Sultan Abdülhamit'in bu uygulamalarına en fazla karşı çıkan iki münevverden birisi oldu ve bugün, ne enteresan bir şeydir ki, bir gazetede bir köşe yazarımız bu içinde bulunduğumuz dönemi çok veciz bir ifade ile gündeme getirdi; III. Abdülhamit dönemi. Burada Sultan Abdülhamit'in şahsiyeti üzerinden bir tartışmaya girmek istemiyoruz. Daha sonra... Yüzyıldır tartışıldı bu konu; bana göre de Osmanlı tarihinin en dirayetli padişahlarından birisidir ama çok kötü bir zamanda geldi, İmparatorluğun yıkılış döneminde geldi ama gerekli reformları yapamadı, gerekli kadroları yetiştiremedi; yeterince büyük bir hamle yaparak o batağın içinden çıkma yerine günlük politikalarla, ekonomide borsa oyunlarıyla -özellikle, Avrupa'da dış borç ödeyebilmek için- içeride ise hafiye teşkilatı, polisle mümkün olduğunca yıkımı durdurmak ve muhalefeti susturmakla bir siyasi çizgi ortaya koydu ama bu işte yetmedi değerli arkadaşlar. Onun için de o dönemde, Bediuzzaman'dan tutun, Mehmet Akif Ersoy'a, ve yine, Sultan Abdülhamit'in kız kardeşinin oğlu Prens Sabahattin'e kadar bu insanlar dediler ki: Bu yol yol değil, bundan çıkışın yolu yeni bir anayasadır. Biliyorsunuz, uzunca bir dönem -Birinci Meşrutiyet'ten sonra İkinci Meşrutiyet'e kadar, 1876'dan 1908'e kadar- bu konular tartışıldı, yeni bir anayasa, denildi ki: Bu yoldan çıkışın yolu yeni bir anayasadır, özgürlükleri genişletmektir, yetkileri yerele devretmektir. İşte, Prens Sabahattin'in dediği "teşebbüsi şahsi" ve "ademimerkeziyet" ve yine, aynı şekilde Said Halim Paşa'nın bugün bile zevkle, takdirle okuduğumuz teşhisleri, toplumun önüne bir çözüm, bu bunalımdan, çöküntüden sadece siyaseten değil ekonomik olarak da toplumsal mutabakat olarak da bir çıkış projesi. İşte, bugün de maalesef aynı durumdayız.

Bizim iktidarımız yine her seferinde şunu söylüyor: İşte, on iki senedir şunları, şunları, şunları, yaptık; işte, CHP şu kadar dönem Türkiye'yi yönetti, MHP bu kadar dönem koalisyon ortağı oldu; biz şunları, şunları, şunları yaptık, daha ne istiyorsunuz?

Ama dönüp bakıyoruz, bir çıkış projesi, topyekûn bir demokratikleşme projesi, topyekûn bir toplumsal uzlaşma projesi ve bir ekonomik politika yok. İşte, cari açık ortada, ithalatla ihracatın arasındaki makas ortada, uzunca bir dönem geldim burada rakamlarla anlattım. Üretimi, KOBİ'leri, sanayiyi teşvik yerine, sürekli etrafta müteahhitler ve ne idüğü belli olmayan, tırnak içinde de belli olan müteahhitler... Bu şekilde bu krizden çıkmanın yolu yok.

Şimdi, gelelim, bu mevzuyla alakalı verilen sansür önergesine. İşte, "III. Abdülhamit dönemi" demesinin, yazarın böyle nitelendirmesinin sebebi bu. Siz her tarafı jurnallerle, fezlekelerle ve kendinize göre bir bürokrasiyle doldurup bu işi böyle örtbas edeceğim ve iktidarımı sürdüreceğim derseniz götüremezsiniz. Polis benim polisim olsun, yani partinin polisi olsun, asker öyle olsun; Kilis'te, Antakya'da, Reyhanlı'da tırları çevirmesin. Anayasa Mahkemesi benim dediğim gibi olsun, HSYK benim dediğim gibi olsun, Parlamento benim dediğim gibi olsun. Olsun, olsun, olsun, olsun... Bütün Dışişleri personelini, büyükelçileri toplayayım, Türkiye'nin dışarıdaki daha düne kadar iftiharla bahsettiğiniz, övgüyle savunduğunuz- bütün okulları kapatma yönünde bir seferberlik ilan ederek görevlendirilsinler.

Değerli arkadaşlar, bu yol, doğru düzgün bir yere çıkacak bir yol değil. Sükûnetle bunları tartışmak lazım. Defaatle söylüyorum, içeride ve dışarıda bu kadar kavgayı bu ülkenin kaldırması mümkün değil, kim haklı ve kim haksız olursa olsun. Bir ailenin içinde, bir evin içinde anne haklı, baba haklı, kız haklı, damat haklı veya haksız, eğer her gün kavga varsa aile büyüklerinin yapması gereken birinci iş bu kavgayı bir sulha bağlamaktır, bir çözüme bağlamaktır. Bu çözüm, çocukların yarısını hapsetmek, yarısını dövmek, işte, kızların yarısını boşatmak veya oğlanların yarısını boşatıp gelinleri, damatları kapıya atmak değildir. Bu çözüm, çözüm değildir. Toplumsal uzlaşmanın yolu bu değil.

Şimdi, yeni bir İnternet yasası, işte, oradan başladık, arkadaşımız da söyledi, Cumhurbaşkanı tasdik etti. Peki, ne oldu da Cumhurbaşkanının tasdik ettiği daha Meclise gelmeyen evrakı değiştirmek için, 2 maddesini değiştirmek için tekrar bir değişiklik teklifi getirdiniz? Niye? Yani çıkın mantıklı bir cevap verin. Sayın Cumhurbaşkanına da buradan sesleniyoruz, tabii, bütün saygımızı... Çünkü ülkemizin Cumhurbaşkanı, seçilmiş bir Cumhurbaşkanı, Parlamentonun, saygımızı muhafaza ederek soruyoruz: Sayın Cumhurbaşkanım, siz el altından AK PARTİ'ye, bakın, ben bunu veto edersem yanlış olur, ben de bu kavgada taraf olurum, bu da iyi bir şey olmaz. Veto etmezsem de sizin bu 2 maddeniz yanlış. E, peki ne yapalım? Ben bunu tasdik edeyim, siz de bunu değiştirin. Böyle bir bakkal hesabına giremezsiniz Sayın Cumhurbaşkanı.

YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Çadır devleti değil ya burası!

ALTAN TAN (Devamla) - Bakın, kızmadan, bağırmadan, en sakin sesimizle söylüyoruz, bir saygısızlık da yapmak istemiyoruz. Siz böyle bir siyaset yapma konumunda değilsiniz, bu, Cumhurbaşkanlığı makamının yapması gereken bir şey de değil. Eğer önünüze gelen bu 2 madde yanlışsa siz bunu veto edeceksiniz, göndereceksiniz, Meclis düzeltecek. Doğruysa, tasdik ettiniz, sizin tasdik ettiğinizi iki gün sonra bu Meclis bir daha değiştirmeyecek. Bu, size saygısızlık, Meclisin kendisine de saygısızlık, Sayın Cumhurbaşkanına karşı da saygısızlık. Eğer biz bu demokratik eleştirilerimizi de yerine getiremeyeceksek o zaman bizim görevimiz ne?

Şimdi, biraz evvel Sayın Cumhurbaşkanı için "83. Noter" ibaresi kullanıldı. Hatırlıyorsunuz "Çankaya Noteri" ibaresi de bundan önceki siyasi dönemlerde sıkça kullanıldı ama Çankaya'nın noterlik makamından çıkması yine orada oturacak Sayın Cumhurbaşkanlarının feraseti ve dirayetiyle alakalıdır. Bu sözü kendinize söyletmeyeceksiniz. Eğer siz Çankaya Noteri veya 83. Noter gibi davranmaya başlarsanız vallahi milletvekilleri de bunu söyler, siz de kusura bakmayacaksınız.

Sayın Cumhurbaşkanım, bu dönem ben Başbakan olayım öbürü Cumhurbaşkanı olsun, ben Cumhurbaşkanlığında kalayım diğeri Başbakan olsun, bu partinin başına kim geçer, memleketi önümüzdeki dönem kim yönetir, bu bakkal hesabının dışında bir dönemin içindeyiz. Memleket allak bullak. Bürokrasi kimseyi dinlemiyor. Hâkim savcıya söz geçiremiyor, savcı polise laf geçiremiyor, polis kimseyi dinlemiyor. İçişleri Bakanı 29 yaşında bir çocuğa "Seni gözaltına alırlarsa korkma, kendimi önüne atarım." diyor, oğlu tutuklanıyor, televizyonlardan öğreniyor. Yani, memleketin çivisinin çıktığı bir dönemde gözler tabii ki kademe kademe en son Sayın Cumhurbaşkanına dönüyor ve Sayın Cumhurbaşkanından da bu döneme uygun, ülkeyi bu krizden çıkaracak, toplumsal uzlaşmayı sağlayacak, yeni bir mutabakat oluşturacak, herkese gerektiğinde aklını başına almasını söyleyecek bir siyaset bekleniyor çünkü Bakanlar Kurulunu resen toplama yetkisi var, Allah göstermesin, bir savaş olduğu zaman da orduların başkomutanı. Peki, biz oraya dönüp de bakmazsak kime dönüp bakacağız?

Sayın Cumhurbaşkanı şunu söylüyor, diyor ki: Ben kendimi Anayasa Mahkemesinin yerine koyamam. Peki, Sayın Cumhurbaşkanım, sizden bir tek ricamız var, siz kendinizi Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın yerine koymayın da nereye koyarsanız koyun. (BDP ve CHP sıralarından alkışlar) Sizden beklediğimiz bu.

Dediğim gibi, bütün nezaketimizi, bütün terbiyemizi muhafaza ederek bunları söylüyoruz ve bir de şunu söylüyoruz: Bugün basında, Hasan Cemal, Mehmet Altan, Ahmet Altan, Cüneyt Özdemir, birçok kişi -bu isimleri çoğaltabilirim- diyor ki: "Sayın Başbakanın 'Alo Fatih' hattıyla, bundan önceki müdahaleleriyle işimizi kaybettik." Bir Danimarka'da, İsveç'te, Norveç'te bir başbakan "Alo Fatih" dedikten sonra bir dakika kalamaz görevde.

Saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)