GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: BAZI KANUNLARDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:113
Tarih:30.05.2012

BDP GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 259 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin 2'nci maddesi hakkında Barış ve Demokrasi Partisi adına söz almış bulunmaktayım.

Hazırlanan kanun teklifiyle ilgili benden önce konuşan, söz alan ve kanunu eleştiren arkadaşlar oldukça detaylı ve ayrıntılı eleştiriler getirdiler. Ama ne yazık ki her zaman olduğu gibi, yine, bu eleştiriler bir kulaktan girip bir kulaktan çıkacak ve yine "Kabul edenler? Etmeyenler?" maalesef, yine aynı noktaya gelmiş olacağız.

Sayın milletvekilleri, bu park yeri sorunu tabii ki büyük şehirlerde çok büyük bir mesele yani bunu yaşamayan, içimizde bu sorunla karşı karşıya olmayan yok. Birkaç sefer de yeri geldiği zaman ifade etmiştim, ben inşaat mühendisiyim ve otuz bir-otuz iki senedir mesleğimi yapıyorum, mezuniyetimden bu yana. Biraz evvel söz alan arkadaşımız da bu konuda çok detaylı bilgiler verdi. Ben belki de bu bilgileri kendi cümlelerimle tekrarlayacağım.

Sevgili arkadaşlar, bu kanunda itiraz edeceğimiz noktaların başında bu yetkinin büyükşehir belediyelerine ve yetkili idarelere tanımı yapılmadan verilmiş olması geliyor. Ne demek bu? İstediği caddeyi, istediği sokağı ve istediği mekânı paralı park yeri olarak ilan edebiliyor ve nitekim, bugün büyük şehirlerde her geçen gün bu alan daralıyor ve araçlarımızı kendi evlerimizin önüne bile park edemiyoruz.

Şimdi, şikâyetimiz niye? Birincisi: İnşaat ruhsatı alınırken şu anda da proje içerisinde proje müellifi mimarlar yeteri kadar park yeri göstermek zorunda. Bunun da yine imar yönetmeliğine göre metrekareleri, daire başına veya ticari alanlarda kaç metrekareye bir park yeri düşeceği açık ve seçik bir şekilde ifade edilmiş. Eğer o inşaat parseli içerisinde kapalı veya açık olarak bu park yeri karşılanmamışsa, yeteri kadar park bırakılmamışsa belediyeye açık kalan miktarın karşılığı olarak bir bedel ödemekte ve belediye bu aldığı bedelin karşılığı olarak da bu park yerini sağlamak mecburiyetinde, bu kadar açık.

Şimdi, Ankara'yı gözünüzün önüne alın, bu daracık sokaklarda parsel içerisinde veya bunların yıkılıp yapılacağı parseller içerisinde park yeri nerede gösterilecek? Mümkün değil. Yani dolayısıyla, adı konulmamış bir haraç almayla karşı karşıyayız, birincisi bu. Eğer belediyeler bu ruhsat paralarını alıyorlarsa bunun karşılığında bu hizmeti vermek zorundalar. Açık veya kapalı otoparkları veya katlı otoparkları kendileri yapmak zorunda, halkın, mahallenin, o bölgenin hizmetine ücretsiz olarak sunmak zorundalar en azından orada oturanlar için çünkü bunun bedelini kendileri peşinen alıyorlar.

Bunun ötesinde, bir büyük yara -biraz evvel de söylendi- 90 kuruşa veriyorsunuz bir kuruluşa, o kuruluş 110 kuruşa veriyor bir başkasına, o da 500 kuruş tahsil ediyor yani bugünkü parayla 5 lira tahsil ediyor, 7 trilyon Ankara'da belediyenin kasasına gidiyor, 93 trilyon başka bir yere gidiyor. Bu paralar nereye gidiyor? Bugün Ankara'da kimin cebine gittiği, büyükşehirdeki bu meblağın, bu büyük soygunun kimin cebine gittiği veya kimlerin cebine gittiği artık sağır sultanların bile duyduğu  bir hikâye oldu. Ama aynı şey İstanbul'da da oldu, mesela hafriyat döküm yerleri var, hafriyat döküm yeriyle ilgili bir eski bakanınızın oğlu Türkiye'de meşhur oldu ama bu işin de üzerine kimse gitmedi. O çok daha büyük bir vurgun yani bu eski siyasilerin girdikleri bu hafriyat meselesi çok daha büyük bir vurgun. Buna bir çare bulunması lazım. Yani yoksa "Biz bunu yaptık çıkardık, ne olursa olsun hadi isteyen istediğini yapsın. Sokaktaki değnekçilerin üzerine belediyenin veya ilgili kurumun üniformasını giydirdik, bu meseleyi düzelttik." dediğiniz vakit düzelmiyor.

İkinci bir konu da, bu Türk Hava Yollarındaki grevle ilgili bir şey. Sevgili arkadaşlar, lafı fazla uzatmaya gerek yok. Bugün -Allah'ınızı severseniz- Avrupa'da hangi ülkede böyle bir madde var? Yani bugün bir Air France veya Paris metrosunda bir grev olduğu zaman bunu engelleyecek bir madde var mı? Peki, dünyada yani demokratik olarak örnek göstereceğiniz dünyada böyle bir örnek yoksa, böyle bir emsal yoksa bunu Türkiye'de niye uyguluyorsunuz?

Türk Hava Yollarının bir düzmece başarısından bahsediliyor. Şu an ortalama kırk beş dakika rötarla? Hatta kalktıktan sonra havaalanında bekleme rekoru bugün bütün seyahat edenler tarafından biliniyor. 1 katrilyon zarar var. Bu 1 katrilyon zararın da karşılığı sadece siyasi sebeplerden dolayı hiç kâr etmeyecek veya ekonomik tabirle konuşursak, rantabl olmayan bölgelere seferler düzenlenmesi ama bugün Diyarbakır Havaalanına günde 17 uçak iniyor. Erbil'e gitmek için Diyarbakır'dan İstanbul'a gidiyor insanlar, İstanbul'dan uçağa biniyor, tekrar Erbil'e gidiyor. Beş senedir vaki müracaatlar var, buna bir çare bulunamıyor.

Anadolujet Genel Müdürüyle bizzat ben konuştum, bizzat şahsen konuştum. Diğer yetkililerle Türk Hava Yollarında defalarca konuşuldu, biri topu ona attı, öbürü ona attı, diğeri ona attı ama bugün hâlen Urfa'ya günde 3 uçak iniyor, Diyarbakır'a 17 uçak. Urfa'da dev bir havaalanı var ve Diyarbakır Havaalanı pist olarak da, apron olarak da, hizmet binası olarak da buna cevap vermiyor ve daha yeni başlayacak inşaat en az üç sene sonra hizmete girecek diye hesaplar yapılıyor.

Sevgili arkadaşlar, bir diğer sorun da yani yeri gelmişken belirteyim çünkü bunu defalarca yaşadım, son bir ay içinde dört yurt dışı gezisine gittim, bu dört yurt dışı gezisine de Türk Hava Yollarıyla gittim, bütün gazeteleri -yani şu an adlarını tek tek sayma ihtiyacı duymuyorum- bulabildim ama Taraf gazetesi yok. Bunun da günahı nedir, niye böyle bir uygulama yapılıyor? Bunu da kayıtlara geçsin diye söyleme ihtiyacı hissettim.

Son olarak da son dönemde siyasetin geldiği nokta ve kullanılan dille alakalı birkaç şey söylemek istiyorum. Özellikle Sayın Başbakanın anlaşılmaz öfkesinin sebebini anlayamıyorum.

Sevgili arkadaşlar, burada birbirimizi suçlamak için değil, bir sefer daha söyledim. Konya'dan AKP 800 bin oy aldı, 800 bin, Maraş'ta, Erzurum'da, Malatya'da, Bingöl'de birçok ilde yüzde 65, 70 oy aldı. Farz edin ki bu oyları yüzde 80'e çıkardınız. Nitekim bugün bir eski danışmanın bir yazısı var ve diyor ki: Son ankete göre yüzde 51,7. Yüzde 61,7 olduğunuzu kabul edelim. Peki, yarın Şırnak'ı, Van'ı, Hakkâri'yi, Diyarbekir'i yürekleri kaybettiğiniz vakit veya oralarda sıfır olduğunuz vakit Ankara'da oturabilecek misiniz?

Sevgili arkadaşlar, bu dilin, bu üslubun mutlaka düzeltilmesi lazım. Buranın kavga yeri değil sorunların çözümünün tartışıldığı uhulet ve suhuletle, sükûnetle tartışıldığı bir mekân olması lazım ve bu noktada Sayın Başbakanın bu "Kalleş BDP'liler" ifadesini de aynen kendisine iade ediyoruz. Bu söylediğim BDP'lilerin dedeleri Lozan'da da kalleşlik yapmadılar, Birinci Dünya Savaşı'nda da yapmadılar, cumhuriyet kurulurken de yapmadılar ama onlara verilen hiçbir söz tutulmadı. Lozan'a "Kürtlerin ve Türklerin temsilcisiyiz." diye giden ve bunu kendi hatıratında belirten İsmet Paşa da bu sözü tutmadı, bugüne kadar da bu sözlerin hiçbirisi tutulmadı. Bu dönemin harareti içinde söylüyorum, İçişleri Bakanının da en kısa zamanda görevden alınacağını düşünüyorum. Başbakan istese de istemese de savunsa da üstünü kapatsa da bakın göreceksiniz, çok kısa bir zamanda önce İçişleri Bakanını görevden almak zorunda kalacak eğer bunu yapmazsa, yapamazsa kendi siyasi geleceği de ciddi olarak tehlikeye girecek diye düşünüyorum. Bugünkü ortam kalpleri kırmak, ölenlere kaçakçı demek, PKK'li imasında bulunmak değil yaraları sarmaktır. Meyveli ağaç diklenmez yerlere doğru eğilir; asil azmaz, bal kokmaz, kokarsa yağ kokar, onun da aslı ayrandır diyor büyüklerimiz.

Saygılar sunarım. (BDP  sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tan.