| Konu: | TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN KURULUŞ YIL DÖNÜMÜNÜN VE ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI'NIN KUTLANMASI, GÜNÜN ANLAM VE ÖNEMİNİN BELİRTİLMESİ GÖRÜŞMELERİ |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 80 |
| Tarih: | 23.04.2014 |
HALKLARIN DEMOKRATİK PARTİSİ EŞ GENEL BAŞKANI ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) - Sayın Başkan, Sayın Cumhurbaşkanı, sevgili arkadaşlar, saygıdeğer konuklar; resmî takvime göre bugün bayram. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bundan doksan dört yıl önce kurulmuş olmasına ve çocuklarımıza adanmış bir bayram. Bayramınız kutlu olsun.
Çocuklar bugün biraz olsun eğlendiriliyor olabilirler belki ama çoğumuz, Meclise de baktığımızda görüyoruz, neşe doluyor değiliz, tekerlemede olduğu gibi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruluşunun birinci yılında saltanatı ortadan kaldırmış, ikinci yılında Anadolu'nun itilaf devletlerince işgaline son vermeyi başarmış, üçüncü yılında Osmanlı Devleti'ni dünya hakimiyeti iddiasıyla girdiği Birinci Dünya Savaşı'nın yıkıntıları içinde bırakmış, enkazdan cumhuriyeti ilan ederek çıkmıştı.
23 Nisanı bayram ilan edenler toplumu bir umutsuzluk deryasından kurtaran başarılarını kutlamakta hiç de haksız sayılmazlardı. Ancak, bu kurtuluşun nimetlerini o gün de, bugün de bu toplumun üyeleri arasında eşit olarak paylaşmıyoruz. Cumhuriyetçi ütopyanın sürekli beslediği yanılsamaya karşın, hiçbir zaman "kederde, tasada ve kıvançta bir", "imtiyazsız, sınıfsız bir kitle" değiliz. Dünyada gelir dağılımı adaletsizliğinde 3'üncü sırada yer alan bir ülkede bu yanılsama da sadece kuru laftan ibaret değil. Bu klişeler Osmanlıdan miras yetmiş iki buçuk milletten tek bir Türk milleti yaratmaya; milleti bir iç pazar oluşturacak şekilde bir Türk sermaye sınıfı çevresinde birleştirmeye; sermaye yetersizliğinin, işçi ve köylülerin acımasızca sömürülüşü ve ağır vergilerle ikamesini meşrulaştırmaya hizmet eden resmî öğretinin özetiydi. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütün tarihi boyunca bir sınai ve teknik devrime, bir tarım ve toprak devrimine dayanmaksızın büyük toprak sahipleri ve geleneksel eşrafın ağır, uzun ve sancılı bir süreçte burjuvalaştırılmasını hedefleyen bu yukarıdan modernleşme ve çağdaşlaşma hamlelerinin sahnesi oldu. Kendisi modern olmayan, bir ayağı toprakta öbür ayağı ticaret ve faizcilikte duran bir toplumsal ucubenin modernleşme hamlelerinin her krizi Türkiye Büyük Millet Meclisinin de kriziydi.
Bu fantastik doktrin doksan dört yıl boyunca her askerî darbe ve müdahaleyle kendisini yeniden üretmeyi sürdürdü. Benzer bir tıkanmanın pençesindeki Hükûmetin bugün de rakiplerine karşı aynı öğretiyi hizmete çağırdığını görmek hiç şaşırtıcı değil: Milletimize karşı fesat, yabancı güçlere hizmet... Çare, millî birlik ve beraberlik.
Cumhuriyetin, İttihat ve Terakki rejiminden tevarüs ettiği ve bugünün Türkiye'sine miras bıraktığı açmazların kaynağında bu yukarıdan modernleşme ve ulus inşasının yol açtığı hâlâ kanayan ve kapanmamış yaralar, büyük trajediler ve onların siyasi ve insanî yükleri var. Bugün "Anadolu Kaplanları" diye anılan taşra eşrafına sermaye transferi ihtiyaçlarıyla ilişkilendirilmedikçe 1915'te Ermeni, Asuri ve Süryanilerin uğradıkları katliamlar açıklanamaz. Kürtlerin 1920'lerde daha Türkiye Büyük Millet Meclisi teşekkül ederken uğrayageldikleri ve günümüze kadar süregiden tenkil, tedip, katliamlar ile inkâr ve asimilasyon da İttihat ve Terakki'den devralınan Türk unsurunun hâkim olduğu etnik olarak türdeş bir millet kurma hırsından besleniyordu. Anadolu'nun otokton halkı Rumların bu topraklardan kazınması da aynı etnik arındırma siyasetinden türedi. Devlet adamlarımızın onların adını ağızlarına aldıklarında "Affedersiniz, Ermeni, Rum" diye konuşmaları işte bu kültürün yansısı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, bugün halklarımızın kaderini değiştirmek üzere geçmişin bu yüklerinden kurtulmak için harekete geçebilecek mi, 1920'ler ve 30'lardan devralınan bu sorunları çözme iradesini ele alacak mı, savaşa son vererek Kürt halkına ve bütün halklarımıza barış ve özgürlük içinde bir yaşam sunacak mı? Günümüzün sorusu bu.
Yaşadığımız her şeyi mukadder olduğu için yaşamıyoruz. Geçmişe bakarken tutulmuş yollar kadar tutulmamış yolların da yaşadıklarımız ve yaşayamadıklarımız için bir ibret vesilesi olduğunu düşünebiliriz. Örneğin Türkiye Büyük Millet Meclisi 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu'nda öngörülen idari teşkilat ve yönetim ilkelerini ırkçı ve tekçi anayasalara feda etmemiş ve geliştirmiş olsa Kürtlere, Türkler ve diğer halklarla birlikte özerk ve demokratik bir ortak yaşamın kapısı çok önceden ve barışçı bir biçimde açılmış olabilirdi ya da devletin İslam'ı kendi hizmetine sokmayı gözeten otoriter laiklik anlayışı yerine, bütün inançlara eşit uzaklıkta duran özgürlükçü laikliği benimsemiş olması hâlinde inanç ve mezhep farklılıkları bugünkü gibi gerginliklere yol açmayabilir, Alevilik de, Hristiyanlık ve Yahudilik de korkusuzca yaşanabilirdi.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşun 94'üncü yılında içine sürüklenmekte olduğumuz rövönşizmin ve sultansız sultanlık arayışının, kindar nesiller yetiştirme reaksiyonu cumhuriyetin bu mukadder olmayan doğum kusurlarından da besleniyor. Nesnel koşullar ne olursa olsun, geleceğin şekillenmesinde insan iradesinin ve bilincinin payını, geleceği öngörme ve ona uygun hareket etme yetisinin bir maddi güce dönüşme potansiyelini ihmal edemeyeceğimizi aklımızda tutmamız gerek.
Türkiye Büyük Millet Meclisi demokratik ve özgürlükçü bir yeni anayasayı yazarak toplumun ve devletin yeniden kuruluşunun yolunu açma gücünü kendi köklerinde arayabilir. 1920 Meclisinin yarım bıraktığı işi devralmaya cesaret edebilir. 2014'ün Türkiye Büyük Millet Meclisi 1920-1922 Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynasında kendisine baktığında yürütme karşısında ne kadar büyük bir güç yitimine uğradığını dehşetle görecektir. Hem Meclis Başkanlığı hem Başkumandanlığı elinden tuttuğu hâlde Mustafa Kemal Paşa'nın kendisini sorgulayan milletvekillerine hesap vermek, diktatörlük eleştirilerini sineye çekmek ve eleştiri sahiplerine saygı göstermek zorunda kalışına bakarak vekillerimiz kendilerine değer biçebilirler. Doksan dört yıl sonra bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi hâlâ demokrasinin döl yatağı, egemenliğin sahibi değil sadece para ve güç sahiplerinin egemenliği için halktan onay üreten bir kurumsa bunun sorumluluğunu liderlere atfedemeyiz. Her vekil layık olduğu liderce yönetiliyor.
Ve çocuklar... Her toplumsal ve siyasal rejimin gerçek niteliğini onların aynasında sınadığımız çocuklarımız... Türkiye'yi yönetenler, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşundan doksan dört yıl sonra her türlü ihmal, zulüm, dışlama ve yoksulluğu reva gördükleri çocuklar önünde diz çöküp özür dilemeye borçlu iken bir parodi hâlinde koltuklarını onlara birkaç dakikalığına ikram ettiklerinde çocukları kendilerine benzetmekten başka bir şey yapmış oluyorlar mı? İkiyüzlülüğe son verelim. Türkiye çocuk dostu bir ülke olarak anılmak için çocuklara 23 Nisanı adamış olmanın ötesinde ne sunuyor?
UNICEF'in 2012 Raporu'na göre Türkiye'de yaşayan 18 yaşından küçük 23 milyondan fazla çocuğun büyük bölümü insan hakları ihlalleri mağduru. Kız çocukları cinsiyet eşitsizliğinden muzdarip. Her 4 çocuktan 1'i göreli yoksulluk koşulları içinde yaşıyor. Çocuk yoksulluğu genel yoksulluktan daha yüksek. Her 10 çocuktan 1'i bodur yani boyları yaşlarına göre daha kısa. Çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinden bazıları sürüyor. 1 milyona yakın kız ve erkek çocuk tarımda mevsimlik işlerde, diğer milyonlarcası sokaklarda sanayi ve hizmetler sektörlerinde sürekli olarak veya tehlikeli işlerle uğraşıyorlar.
Az gelişmiş bölgeler ve kırsal yörelerde yaşayan çocuk ve gençlerin önemli bir bölümü maddi yoksunlukla boğuşuyor. Bebek ve çocuk ölümleri, bodurluk, okula gitmeme ve cinsiyet eşitsizliği gibi sorunlar en çok kırsal kesimlerde, doğu ve güneydoğuda görülüyor. İnternet erişimi, boş zaman ve sosyal etkinlik fırsatları da aynı ölçüde sınırlı. Kentlerin yoksul kesimlerinde yaşayan, ana babaları çoğunlukla kırlardan ve az gelişmiş bölgelerden gelen çocuklar yoksulluğa, yoksunluğa ve sosyal güvensizliğe maruz kalıyor.
Ana dilleri Türkçe olmayan çocuklar örgün eğitimin ilk yıllarında güçlüklerle karşılaşıp daha bu yaşlarda diğer öğrencilerin gerisinde kalıyorlar. Türkiye'de ilköğretimin kalitesizliğinin başta gelen nedenlerinden biri çocukların ana dilinde eğitim ve öğrenim göremeyişleriyle doğrudan ilişkili. Kürtçe ve Arapça konuşanların çoğunlukta oldukları iller ve yörelerde, Kürdistan'da, Kürdistan'dan göç edenlerin yoğun olarak yaşadıkları diğer kentlerde bu sorun kendisini sürekli olarak yeniden üretiyor.
Siyasal gerilimlerin ve şiddetin ortasında Kürdistan'da yaşayan çocuklar ve gençler, maddi anlamdaki yoksunluklarına ek olarak psikolojik stres, ayrıca ölüm ve yaralanma gibi ciddi risklerle karşı karşıya. Ama çocuklarımız en çok yaşam hakkı ihlalleriyle karşı karşıya.
Avrupa Birliği aday üyesiyiz. Gündem Çocuk Derneğinin 2013 "Çocuğun Yaşam Hakkı Raporu"na göre, 2013 yılı içerisinde 6 yaşındaki Efe Boz gibi sağlık, bakım, eğitim gibi kamu hizmeti alırken en az 21 çocuk; 13 yaşındaki Uğur Kaymaz gibi yargısız infaz sebebiyle en az 4 çocuk; 14 yaşındaki Ceylan Önkol gibi kara mayınları ve askerî mühimmat sebebiyle en az 5 çocuk; 15 yaşındaki Berkin Elvan gibi toplumsal olaylar sırasında en az 3 çocuk; 9 yaşındaki Mert Aydın gibi şiddet sebebiyle en az 41 çocuk; 13 yaşındaki Ahmet Yıldız gibi iş cinayetleri sebebiyle en az 89 çocuk; 3,5 yaşındaki Pamir gibi kentsel ve kırsal alanda en az 101 çocuk yaşamını kaybetti.
Bugün, Van'ın Erçek ilçesinde, arkadaşlarının çocuk yaşta evlendirilmesine karşı kız çocuklarının başlattığı isyan, Türkiye Büyük Millet Meclisine bir kez daha hatırlatmalı: Çocuklar gerçek bayramı ikiyüzlü resmî törenlerde değil, onurlu ve özgür yaşama iradelerini ifade edebildiklerinde yaşayacaklar.
Çocukların Türkiye Büyük Millet Meclisinden beklediği şey, ihtiyaçlarının ne olduğunun kendilerine sorulması ve bunun gereklerinin karşılanması.
Türkiye Büyük Millet Meclisi işe, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne koyduğu çekinceleri kaldırarak ve bu hakları eksiksiz yaşama geçirerek başlayabilir.
Çocuklarınıza nasıl davranıyorsanız, osunuz.
Bayramınız kutlu olsun. (HDP ve BDP sıralarından alkışlar)