GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TOPRAK KORUMA VE ARAZİ KULLANIMI KANUNU VE TÜRK MEDENİ KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA
Yasama Yılı:4
Birleşim:82
Tarih:29.04.2014

HDP GRUBU ADINA HÜSAMETTİN ZENDERLİOĞLU (Bitlis) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 564 sayılı yasa üzerine Halkların Demokratik Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Tabii ki bugün, dünyanın, iki yüz yıldan beri Avrupa'nın çözmüş olduğu sorunları biz yeniden ele alıp bunu nasıl çözebiliriz... Bugün bu kanun üzerinde konuşmaktayız. Aslında iki yüz yıl Avrupa'nın gerisinde, bu toprak reformuyla ilgili, bu yasayla ilgili izlenmekteyiz. Ancak AK PARTİ iktidarı ülkeyi şirket mantığıyla yönetme eğilimini sürdürmektedir. Tüm yasa tasarılarında olduğu gibi bu tasarıda da sermayenin iktidar yanlıları izlemektedir. Tasarı gerekçesinde mülkiyet hakkına değinmemiş ancak mülkiyet hakkının kamu yararı ilkesi gereğince sınırlandırabilmiştir. Bu tasarının hazırlandığı ifade edilirken kamu yararı kavramı bu kadar iktidar ve iktidar yanlıları lehine kullanan başka bir iktidara rastlamak mümkün değildir.

Yeni tasarı gerekçesinde Fransa'yla Danimarka arasının bölünmemesi için miras konusu üzerinde, tek bir mirasçıda toplandığını ve arazinin bütünlüğünün korunduğuna işaret edilmiştir. Bu ülkelerde arazinin piyasa değeri üzerine araziyi işleten mirasçının diğer mirasçılar tazminat ödendiğini belirtmiştir. Ancak bu tasarıda diğer mirasçıların koruyucu hiçbir mekanizması geliştirilmemiştir, ehlî mirasçıya geniş yetki tanınmıştır. Netice itibarıyla, bu yasayla kamu kurum, kuruluşlarıyla, büyük finans kuruluşlarına destek açık bir şekilde ortaya konmuştur. Büyük finans kuruluşları desteklenirken, birey bu destekten yoksun bırakılmaktadır. Küçük toprak sahiplerinin mülksüzleştirilip fakirleştirilmesini, büyük sermayenin zenginleşmesini öngören bu tasarının bu şekilde kabul edilmesi mümkün değildir.

Gelişmiş ülkelerde olan iki yüz yılı aşkın bir sürelik deneyimi Türkiye kısa sürede gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Ancak, toprağa bağlı yaşamın hüküm sürdüğü ülkemizde toprak sorununun esasının sosyolojik dokuyla direkt ilişkili olduğu kabul edilmeden, teknik düzenlemelerle sorunun çözülmesi mümkün değildir. Aslında söyleniyor, toprak işleyenin olmalıdır. İşletmeyi modernleştirmedikten sonra bu topraktan nasıl bir verim alınacak? İşte, görüyoruz, bu yıl kuraklık söz konusudur. Sayın Tarım Bakanımız acaba bu konuda nasıl bir tedbir almıştır, merak ediyoruz.

Türkiye'de ise toplumda uygulanan örneklerle -kimi kaynaklarda Osmanlı Dönemi'nden günümüze değin- değişik toprak reformları yapıldığını görmek mümkündür. Çünkü, tarihe baktığımızda, bu yönlü dönemlerde birçok arazilerin işletene, mülk sahiplerine ve diğerlerine bölüştürüldüğünü de biliyoruz. Ayan Meclisinden günümüze değin bu toprakların 1839'larda, 1876'larda çıkarılan yasalar temelinde bu düzenlemeler her ne kadar yapılmışsa da günümüze baktığımızda, 1920'li yıllarda da 1936, 1938'li yıllarda da bir kadastro sorununu, bir toprak reformu yapıldığını da görmek mümkündür. Ancak bu, tabii ki çağımıza, günümüze cevap olabilecek bir düzeyde değildir.

Günümüz Türkiye halklarının ihtiyacı olan şey öncelikle topraktır, toprak reformudur. Topraksız köylü toprak sahibi yapılmalıdır ama gördüğümüz daha dev şirketlere bu toprakları nasıl peşkeş çekeriz, nasıl onları rant sahibi yapabiliriz arayışıdır. Bu vesileyle, bu yasanın çok mantıklı uygulama yönlerinin az olduğunu ifade etmek istiyorum.

En büyük toprak ağası siz de biliyorsunuz ki hazinedir. Örnek olarak Bitlis'ten verebilirim. Yıllardır bu toprağı işleten insanlarımız... Ne hikmetse Hükûmet tarafından kamu adına tutup herkese peşkeş çekilmektedir. Kimin adına satıyorsun? Belli değildir. İhaleler gizli kapılar arkasında yapılıyor, emlak diye bir kurum tarafından yapılmaktadır; kime verdiği de aylar sonra, yıllar sonra ancak ortaya çıkmaktadır. Bunun en bariz örneğini Bitlis'in Papşin'de, Başhan'da, Suvar'da, bu köylerde görmek mümkün, örnek olarak veriyorum. Bu anlayışın hâkim olduğu ülkeler, daha çok ürün elde etmek için toprağı işletmeye çalışıyor. Ama Türkiye'ye bakıyoruz -kimin kime nasıl rant sağlayacağı konusunda sanki bir iş birliği çerçevesi içerisinde- bu toprak reformu veya bu Toprak Kanunu zaman zaman çıkarılıp birbirlerini ağırlamaktadırlar.

Türkiye'de kadastro çalışmalarının ve mülkiyet tespitlerinin geç yapılması toplumsal sorunların oluşmasına zemin hazırlamıştır. Fransızlar Hatay'ı sömürge olarak aldığında ilk yaptıkları iş kadastro olmuşken, Türkiye, övündüğü tarihinde mülkiyet çalışmalarına önem vermemiştir. 2003 yılıyla birlikte bu eksiklik güya Hükûmet tarafından görülüp Dünya Bankasına finansman desteği olup neredeyse bütün kadastro birimleri bitirilmiş, sadece 400'ün altında birim kalmıştır. Ancak, Hükûmetin bu kangren durumunu sadece sosyal ve siyasal bazda ele aldığımızda, bu eksikliği ranta çevirmek kaygısıyla hareket edip fırsatçılık yapmıştır. Bu durum, halk içerisinde mülkiyet kaosunun yaşanmasına da sebep olmuştur.

Kadastro çalışmalarında şirketler kâğıt üzerinde milyonlarca lira para kazanmaktadırlar. Oysa ki şirketlere harcanan bu kadar para Tapu Kadastronun kendi birimlerine aktarılsaydı eminim ki daha çok faydalı olabilirdi.

3402 sayılı Kadastro Kanunu'nu bütünlükle mantık oluşturmadığından yerleşim yerleri özellikle dikkate alınmamıştır. Bu durumu bölgesel olarak incelediğimizde bile anlaşılmaktadır. Birçok alanda biliyoruz ki -baba, dede, nine- hâlen tapuların birçoğu onların adınadır. Çoluk çocuk çoğalmış, soyu sopu çoğalmış, topraklar da bölüne bölüne -kerte kerte birbirlerine bölünmüş- bugün de artık işlevsiz hâle gelmiştir. Bu yönüyle eğer değerlendirirsek önemlidir bu yasa ama öbür yönden kaygımız, 2/B Yasası'nda olduğu gibi toprağa ihtiyacı olanlara toprak verilmiyor. Kime veriliyor? İşte, otel yapan, motel yapan... Veyahut da başka şirketler "Kendi çıkarları için nasıl işletebilirler?" anlayışı içerisinde bu toprakları verimsiz hâle getirmektedirler.

Şu an ülkemizde gayrimenkulle ilgili olarak 7 bakanlık ve onlara bağlı onlarca genel müdürlük sorumluluk almaktadır ve her kurum, gayrimenkulleri gerek teknik gerekse hukuki olarak kendine göre yorumlamaktadır. Mülkiyet çalışmalarının sermayeye, ranta değil, halkın sorunlarını çözen mantığa dayalı olması gerekir. Gayrimenkulle ilgili bütün kurumların tek bir çatı altında toplanmasına özen gösterilmesine rağmen, özerk bir yapı çalışması konusunda herhangi bir veriyi burada görmemekteyiz.

Getirilen yasa tasarısı büyükşehir belediyesinin yetki alanlarına herhangi bir atıfta bulunmamıştır. 6360 sayılı Yasa, büyükşehir belediyelerine her türlü tarım projesi geliştirebilecekleri şeklinde ucu açık bir yetki tanımıştır. Yasa tasarısında tarım arazileriyle ilgili toplulaştırma çalışmalarının Bakanlıkça yürütüleceği belirtilmektedir. Bu anlamda yerel otoritelerin herhangi bir etkisi kalmamaktadır. Oysa olması gereken, halkın en yakın birimi olan yerel yönetimleri toprak üzerindeki faaliyetlerde söz sahibi yapacak düzenlemelerin hayata geçirilmesidir.

Türkiye Ziraat Odalar Birliğinin verilerine göre 1995-2013 döneminde toplam tarım alanları yüzde 11,3 azalarak 26,83 milyon hektardan 23,81 milyon hektara gerilemiştir. Tarım alanlarının -şehirleşmede- sanayi tesislerine dönüştürülmesi, tarım alanlarının azalmasında en büyük etken ve nedendir. Bu nedenle, yıllar boyunca birinci sınıf sulamaya uygun tarım arazileri imara açılarak sanayi ve yerleşim yerleri yapılmıştır. Şehir, ilçe ve beldelerde tarım arazileri imara açılarak burada büyük bir rant yolunu da açmaktadır. Burada da tarım arazilerinin verimliliği düşürülmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sonuç olarak Türkiye'de önemli oranda arazinin tapusunun hâlen -dediğim gibi- büyükannelerin veya ninelerin, dedelerin üzerinde olduğunu ifade ettim. Arazi konulu davalar on yıl boyunca sürmektedir. Buradaki sıkıntı -hukuki açıdan baktığımızda- bu mahkemelerin günlerce değil yıllarca sürdüğünü de ifade etmekte yarar vardır.

Araziler el değiştirme kararları nedeniyle çok sayıda cinayetlere ve kavgalara neden olmuştur. Bu kavgaların nedenlerinden biri arazi sorunudur, mera sorunudur. Bunu siz de biliyorsunuz. Bu yasaları getirirken halka danışarak, gerçekten bölgede bir etüt yaparak özellikle doğu ve güneydoğu dediğimiz Kürdistan bölümünde de bunu yapsaydınız daha çok verimli olacaktı bu yasa, daha çok verimlilik aksedecekti ama baktığımızda bu yasada böyle bir şey yok. Yani, böyle, kendi başına birisi oturmuş, kendi mantığına göre nasıl eviririm çeviririm misaliyle böyle bir yasa çıkarmıştır. Bizim temennimiz, dileğimiz odur ki gerçekten toprağın işleyenin olması gerektiği; bu parçalanan toprakların dev şirketlere değil, gerçekten halka verilmesini talep etmekteyiz.

Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)