GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: ÜSTÜN YETENEKLİ ÇOCUKLARIN KEŞFİ, EĞİTİMLERİYLE İLGİLİ SORUNLARIN TESPİTİ VE ÜLKEMİZİN GELİŞİMİNE KATKI SAĞLAYACAK ETKİN İSTİHDAMLARININ SAĞLANMASI AMACIYLA BİR MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU KURULMASINA İLİŞKİN ÖNERGELER VE MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU RAPORU
Yasama Yılı:4
Birleşim:93
Tarih:27.05.2014

HDP GRUBU ADINA İBRAHİM AYHAN (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üstün yetenekli çocukların tespiti, eğitimi ve istihdamıyla ilgili Meclis araştırması komisyonu raporu üzerine Halkların Demokratik Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Bu çerçevede sözlerime başlamadan önce Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Üstün yetenekli çocukların tespiti, eğitimi ve istihdamıyla ilgili rapor hakkındaki görüş ve düşüncelerimize başlamadan önce, raporla ilgili Komisyonun hazırlamış olduğu mevcut incelemeye ilişkin eleştirilerimizi öncelikle ifade etmek ve aktarmak istiyorum.

Bilindiği üzere, Anayasa'nın 98'inci maddesi ve İç Tüzük'ün 104 ve 105'inci maddelerine göre, Meclisi ve kamuoyunu bilgilendirmek adına farklı konularda araştırması komisyonları kurulabilmektedir. Maalesef ki bu komisyonların kurulması da iktidar partisinin tekelindedir. Kurulan Meclis araştırması komisyonu raporlarının içeriği, kapsamı, sonuç ve önerilerinin de birçoğu ağırlıklı olarak iktidar partisinin görüşlerini yansıtmaktadır.

Az önce de değindiğimiz gibi, bu araştırma süreçlerinin işletilmesi, iktidar partisinin siyasal gündeme dair amaçlarına paralel yürütülmektedir. Diğer bir deyişle Hükûmet, Meclis araştırması komisyonlarını siyasal olarak sıkıştığı alanlarda gündemi yumuşatmanın bir aracı olarak işletmektedir. Bu anlayışla, muhalefet partilerince verilen çok önemli araştırma komisyonu önergelerinin de neredeyse tamamı AKP iktidarı tarafından reddedilmektedir.

Araştırma komisyonu süreçlerine ilişkin ikinci önemli eleştiri noktamız ise rapor sonuçlarının bakanlıklar ve Hükûmet yetkilileri başta olmak üzere, kamu kurum ve kuruluşlarınca dikkate alınmamasıdır, komisyon raporlarında dile getirilen değişikliklerin ve düzenlemelerin yürütme erki tarafından hayata geçirilmemesidir. Buna dair, geçmişten beri, aslında, komisyon raporlarının dikkate alınmadığına dair çokça örnekler de mevcuttur.

Biz bunun en acı örneğini de geçtiğimiz günlerde Soma'da yaşanan maden faciasında gördük. Eğer 2010 yılında madenlerde yaşanan sorunları araştırmak üzere kurulan Meclis araştırması komisyonu raporunun sonuç ve önerileri ilgili bakanlık ve Hükûmet yetkilileri tarafından dikkate alınsaydı bu facia yaşanmamış olacak, resmî rakamlara göre 301 insanımız da ölmemiş olacaktı. Benzer bir durum, çocuk istismarının önlenmesine dair kurulan Meclis araştırması komisyonu raporunun dikkate alınmaması nedeniyle yaşanmaktadır. Bu örnekleri artırmak mümkündür.

Bu durum da bize açıkça göstermektedir ki, artık, Hükûmet, araştırma komisyonu süreçlerine kendisine siyasal çıkar sağlayıcı yaklaşımından bir an önce, derhâl vazgeçmelidir. Bu anlamda, demokrasinin gereği olarak muhalefetin de önerilerini dikkate alarak bu çalışmaları ortaklaştırmalıdır. Çalışmaları sadece kendisinde merkezîleştiren tutum ve yaklaşımlardan da vazgeçmelidir ve kurulan Meclis araştırması komisyonu raporlarının sonuçlarından hareketle gerekli düzenlemelerin de ivedilikle hayata geçirilmesi gerekmektedir.

Bu anlamda, ümit ediyoruz ki bu rapor önceki raporlar gibi unutulup sadece yazılı bir belge olarak değerlendirilmez. Eğitim Bakanlığı ve ilgili bakanlıklar komisyon raporunu dikkate alır, tüm eksikliklerine rağmen, gerekli değişiklik ve düzenlemeleri de bir an önce gerçekleştirir.

Değerli milletvekilleri, komisyon raporu incelendiği zaman, üstün yetenekli çocukların keşfi, eğitimi ve istihdamıyla ilgili değerlendirmelerin bütüncül bir yaklaşımdan uzak olduğunu görmekteyiz. Konuyu diğer toplumsal ve politik bağlamlardan kopararak, sadece teknik bir soruna indirgemiştir. Sorun, daha çok bir mevzuat sorunu, aile içi eğitim, sermaye, eğitim ve bilim ve sanat merkezlerinin yaşadıkları sorunlar bağlamında ele alınmıştır, Türkiye'de çocukların içinde bulundukları koşullar dikkate alınmamıştır. Yoksulluk, şiddet, siyasal ve kültürel gerilimler ve çatışmalar, adaletsizlik ve eşitsizlik, ayrımcılık, ötekileştirme, asimilasyon, inkâr ve benzeri kavramların hiçbirine esaslı bir şekilde yer verilmemiştir.

Türkiye'de temel sorun üstün yetenekli çocukların keşfedilmesi sorunu değildir. Temel sorun, sosyoekonomik durumu iyi olan çok az sayıdaki ailelerin çocuklarının dışında kalan milyonlarca çocuğun bilgi, ilgi, beceri ve yeteneklerini ortaya çıkarabilecekleri koşullardan yoksun olmalarıdır.

Üstün yetenekli çocuklara gelmeden önce bu ülkenin yakıcı bir gerçeği de çocuk yoksulluğudur. Türkiye'de 46 milyon kişi açlık sınırının altında yaşamaktadır. Bu durum bize milyonlarca çocuğun sağlıklı bir gelişim için asgari düzeyde dahi beslenme ihtiyacını karşılayamadığını göstermektedir. Üstün yeteneğin keşfini, ortaya çıkmasını, ülke gelişimine etkin bir şekilde katkı sunmasını istiyorsak önce bu sorunla mücadele etmeliyiz, bu temelde sosyoekonomik politikalar geliştirmeliyiz.

Yine çocuk yoksulluğuyla bağlantılı olarak çocuk işçiliği de bu ülkenin çok acı bir gerçeğidir. Türkiye'de, resmî rakamlara göre 893 bin çocuk temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek ve ailesine katkı sunmak amacıyla çalışmak zorunda kalmaktadır. Kayıt dışı çocuk işçiliğini de bu rakamlara eklersek Türkiye'de milyonları geçen sayıda çocuk işçi yaşamaktadır. Bu çocukların, bırakın üstün yeteneklerini keşfedecekleri imkânları olmasını, çocukluklarını yaşayabilecekleri, oyun oynayabilecekleri bir zamanları bile bulunmamaktadır.

Çocukların içinde bulunduğu koşullardan bir diğeri de Türkiye'de çocuklara yönelik şiddet ve istismardır. Türkiye'de sadece 2013 yılında 80 binin üzerinde çocuk cinsel istismara uğramış ve yüz binlercesi de aile içi şiddete maruz kalmıştır. Ayrıca, Türkiye'de çocukların yaşam hakkı bizzat devlet tarafından ihlal edilmektedir. Sadece son yirmi beş yılda 500'ün üzerinde çocuk güvenlik güçlerinin kasti tutumu ya da ihmali sonucu yaşamını yitirmiştir. Roboski'de de eğitim masraflarını çıkarmak için sınır ticareti yapmak zorunda kalan 22 çocuğun üzerine bombalar yağdırılmıştır. Sosyal olaylar karşısında tepkisini dile getirmek isteyen Berkin Elvan gibi onlarca çocuk polis tarafından katledilmiştir. 12 yaşındaki Uğur Kaymaz evinin önünde 13 kurşunla öldürülmüştür. Bu çocukların üstün yeteneklerinin ortaya çıkarılması gerekirken bizzat devlet tarafından, güvenlik güçleri tarafından katledilmişlerdir.

Yine, son yıllarda yüzlerce çocuk devletin ihmali nedeniyle yaşamını yitirmiştir. 2013 yılı haziran ayına kadar taşımalı eğitim sistemindeki servis kazaları nedeniyle 65 çocuk yaşamını yitirirken okullardaki ihmaller yüzünden 2010-2012 yılları arasında 26 çocuk yaşamını yitirmiş, 2013 yılında ise Bingöl depreminde Çeltiksuyu Yatılı Bölge İlköğretim Okulunun çökmesi sonucu 84 çocuk yaşamını yitirmiştir. 2008 yılında Konya'da Kur'an eğitimi verilen yurt binasının çökmesi sonucu da 18 çocuk ne yazık ki yaşamını yitirmiştir. Buradan da bu hususla ilgili olarak Eğitim Bakanlığına açıkça sormak istiyoruz: Bu çocukların yaşam hakları ihlal edilirken siz neredeydiniz? Tek bir açıklamanız ve incelemeniz bulunmakta mıdır bu konularla ilgili?

Değerli arkadaşlar, çocukların üstün yeteneklerinin ortaya çıkmasındaki en büyük engellerden biri de hiç kuşkusuz, ana dilde eğitim hakkının yok sayılmasıdır. Dünyada birçok ülke ana dilde eğitime geçeli uzun bir zaman olmuşken ve bu konuda ciddi bir yol alınmışken, Türkiye'de hâlen ana dilde eğitim bölünme paranoyalarıyla ele alınmakta ve ana dilde eğitime ilişkin ciddi bir direnç ve tavır söz konusudur. Oysaki çocuklar ilk bilgilerini ana dilleriyle edinirler. Bu bilgiler ileriki aşamalar için bir temel olur. Okul öncesi yaşadığı altı yıl, öğrendiği şeyleri ana dil yoluyla öğrendiği için yeni öğreneceklerini de ancak ana dil yoluyla canlandırabilir, diğer bir deyişle, ana dil düşünce temelinin de düşünce gelişiminin de temelidir. Ana diliyle eğitim görmeyen, ana diliyle düşündüklerini aktaramayan, hâliyle ne zekâsını ne de yeteneğini kullanabilme imkân ve olanağına sahip olamaz. Okulun görevi de aslında bu yetenekleri desteklemek ve bunun gelişimi yönündeki çabaları ve olanakları sunmaktır. Eğer bir çocuk 7 yaşında, hiç bilmediği bir dilde dünyayı anlamaya ve anlamlandırmaya, konuşmaya zorlanırsa iç dilini yitirir, içsel diyalog sonlanır. Bu, bir yapının içe çöküşüne benzer. Yedi yıllık kişilik oluşturma çabası, kimlik kurgusu, dünyayı anlamlandırma ve onun içinde kendi yerini bulma süreci sıfırlanır. Yeni bir dilde eğitime başlaması, yeni doğan bir çocuğun hayata başlaması gibidir. Öğrenmeyi kolaylaştırdığı ve böylece çocuğun yeteneklerini ortaya çıkarmasını sağladığı konularda da hemfikirdir. Ortada bu kadar araştırma ve bilimsel sonuç dururken, çocukların ana dilde eğitim almasını engellemek, onların yeteneklerinin ortaya çıkmasını engellemek demektir. Oysaki yapılması gereken, okul öncesi eğitimden başlayarak devlet okullarında çocukların ana dilde eğitim alabilmelerinin yolunu açmak ve böylece yeteneklerini geliştirmelerinin de fırsatlarını yaratmaktır.

Türkiye çocuklarının yeteneklerinin üstün bir şekilde gelişmesinin en büyük engellerinden biri de hiç kuşkusuz eğitim sisteminin sınav merkezli olmasıdır. Eğitim kurumlarında çocuklar birer yarış atı gibi ilkokuldan başlayarak üniversite, hatta üniversite sonrasına kadar yarıştırılmaktadırlar. Sizlerin dikkatini buraya çekmek ve gerçekten bu konuda yürütülen politikaların ne kadar kişisel gelişime, kişinin yeteneklerinin gelişimine ket vurduğunu ifade etmek istiyorum. Öğrencileri birbirinin rakibi hâline getiren bu sistem kesinlikle dayanışmacı bir toplumu oluşturmaz ve dayanışmacı bir toplumun gelişiminin de önünü keser diye ifade etmek gerekiyor.

Ayrıca, her eğitim ortamı o ortamda var olan koşullara özgündür. Eğitim müfredatı oluşturulurken, ders içerikleri belirlenirken, ölçme ve değerlendirme yöntem ve esasları belirlenirken bu özgün koşullar göz önünde bulundurulmalı ve her eğitim ortamı kendi özgünlüğünde değerlendirilmelidir.

Örnek vermek gerekirse, Çankaya'daki bir okulun ortamının koşullarıyla Şanlıurfa'daki bir okulun içerisinde bulunduğu ortamın koşulları kesinlikle bir değildir. Dolayısıyla, burada oluşturulacak olan eğitim müfredatlarının da kesinlikle yerellerdeki sosyal ve toplumsal koşullara uygun bir şekilde düzenlenmesi gerekmektedir.

Herkese fırsat eşitliği sunulduğu iddia edilmektedir. Herkesin bu sınavlara girme ve bu sınavları kazanma şansının olduğu argümanı ileri sürülmektedir. Lakin bölgesel, sınıfsal koşullardan kaynaklı bazıları daha şanslı ve bu şans her zaman yerele göre merkezde bulunanlarda ne yazık ki daha fazladır. Bunun çokça örneğini hepimiz, burada bulunan arkadaşlar da dâhil olmak üzere Türkiye'de çok örneklerini görmekte ve bunu yaşamaktayız. Merkezde yaşayan, merkezde eğitim gören daha fazla olanaklara, daha fazla imkânlara sahip olurken yerellere doğru bu olanak ve imkânlar ne yazık ki daha az, daha yetersizdir. Hakkâri'deki bir öğrencinin sınavlara giriş koşullarıyla Ankara Çankaya'daki öğrencilerin sınava giriş koşulları ne yazık ki aynı olmadığı için yetenekleri de zekâları da bu koşullar tarafından engellenmekte ve bu koşulların baskısı altında gerçekleşmektedir.

Saydığım bu sorunlar ve eksiklikler yanında Türkiye'de çocukların yeteneklerinin üstün bir şekilde geliştirilmesinin önündeki en büyük engellerden biri de okullardaki fiziksel yetersizliklerdir. Türkiye'de kaç okulda spor salonu bulunmaktadır, kaç okulda tam teşekküllü müzik atölyesi, resim atölyesi bulunmaktadır? Bugün, üstün yetenekli çocukların gittiği bilim ve sanat merkezlerinin bile birçoğunun kendi binası bulunmamaktadır. Bu okullar başka kurumların binalarını kullanmakta ve fiziksel yetersizliklerle baş başa kalmaktadırlar. Bütün bu sorunlar Türkiye'de çocuklarımızın yüz yüze olduğu gerçekliği yansıtmaktadır. Bu rapordaki en temel eksiklik de bu yapısal sorunlara yer verilmemiş olmasıdır. İlk başta da ifade edildiği gibi, maalesef, bu rapor da iktidar partisinin çocukların içinde bulunduğu gerçeği ve eğitimin yapısal sorunlarını ıskalayan bir yaklaşımla hazırlanmıştır. Ayrıca, saymış olduğumuz yapısal sorunların yanında, üstün yetenekli çocukların keşfi, eğitimi ve gelişimine ilişkin bazıları da raporda yer alan görüş ve önerilerimizin Eğitim Bakanlığı başta olmak üzere ilgili bakanlıklarca dikkate alınması temennisiyle, özellikle bilim ve sanat merkezleriyle ilgili bazı hususlara değinmek istiyoruz.

Komisyon raporunda belirtildiği gibi 2011-2012 eğitim-öğretim yılında toplam 58 ilde, 64 bilim ve sanat merkezinde 11 bin öğrenciye eğitim verilmektedir. Oysa ki TÜİK verilerine göre Türkiye'de 0-24 yaş arasında 620 bin üstün yetenekli birey olduğu bilinmektedir. Yani, yaklaşık 610 bin çocuk ve genç bu merkezlerden faydalanmamaktadır. Bu hususta Millî Eğitim Bakanlığının acil olarak yapması gereken ilk iş bu merkezlerin yaygınlaştırılması ve geliştirilmesidir.

Bu amaçla, BİLSEM'lerde tamamlayıcı, zenginleştirici, yaratıcılığı özendiren, gerçek yaşamla ilişkilendirilmiş bir eğitim verilmelidir. Tanılama çalışmaları ilkokul 1'inci sınıfta yapılmalı ve 2'nci sınıfın ilk günü eğitime başlanmalıdır. Eğitim etkinlikleri özerk ve özgün biçimde planlanabilmeli, yürütülebilmeli ve değerlendirilebilmelidir.

Bu merkezlerde verilen eğitim hizmeti içinde eleştirel ve yaratıcı düşünce, bağımsız öğrenme becerileri, araştırma becerileri, problem çözme ve mantık yer almalıdır. BİLSEM'lerdeki planlama, uygulama ve değerlendirme aşamalarına öğrenciler aktif bir şekilde katılmalı ve dâhil edilmelidir. Buralarda üstün yetenekli öğrencilerin gerçekleştirdikleri projeler TÜBİTAK tarafından destek fonları üzerinden desteklenmelidir.

Bilim ve sanat merkezleri yönetmeliği hazırlanmalıdır. Hukuksal işleyiş daha sağlam bir zemine oturtulmalıdır. Merkezlerin yönetici sayıları ve taşıdıkları nitelikler daha bilimsel ölçütlere bağlanmalıdır. Alanında uzmanlaşmış yeteri sayıda yönetici ataması gerçekleştirilmelidir. Bu alanda öğretmen yetiştiren bölümlerin sayısı çoğaltılmalıdır.

Eğitim-öğretim yılı başlamadan bilim ve sanat merkezlerindeki açık branşlara öğretmen ataması için öğretmen seçimi kursları açılmalı, bu merkezlerin bilimsel çalışmalarına uygun ortamlara kavuşmaları sağlanmalı, öğretmen normları güncellenmeli ve buralarda görev yapan öğretmenlerin sayısı artırılmalıdır.

Üstün yetenekli öğrenciler ve bu alanda görev yapan çalışanlar için servis ve yemek hizmeti desteği verilmelidir. BİLSEM'lere ulaşım sorunu çözülerek bu okullardaki tüm öğrencilere ücretsiz ulaşım imkânı sağlanmalıdır.

Sonuç olarak, bu merkezlere devam eden öğrencilerin ve çalışanların çözülmesi gereken pek çok sorunu olduğu anlaşılmaktadır. Toplumsal yaşantımızın içinde yer alan bu önemli farklılığın farkındalığını yükseltmek, toplumda var olan bu bireyleri araştırıp, bulup çıkarmak ve destekleyerek cesaretlendirmek toplumun gelişmesi ve ilerlemesine önemli katkılar yapacaktır. Bu bağlamda sorunların çözümü yolunda adımlar ...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Devam edin.

İBRAHİM AYHAN (Devamla) - ...atılırken velilerin duygularının, bütçelerinin ve çocuk emeğinin sömürülmesine asla izin verilmemelidir. Daha keşfedilmemiş yüz binlerce dâhi çocuk ve genci keşfetmek ve topluma kazandırmak için hepimize büyük sorumluluklar düşmektedir.

Ayrıca, bu merkezlerde üretilen bilimsel çalışmaları, icatları ve bilgileri belli çevrelerin çıkarına değil, bütün toplumun yararına kullanmak gerekir. Bu tutum, başta ülkeyi yönetenler ve Millî Eğitim Bakanlığı olmak üzere kurumlarda görev yapanlar için etik bir ilke olmalıdır. Bu anlamda ümit ediyoruz ki bu rapor önceki raporlar gibi unutulup sadece bir yazılı belge olarak değerlendirilmez, Eğitim Bakanlığı ve ilgili bakanlıklar komisyon raporunu dikkate alır, tüm eksikliklerine rağmen gerekli değişiklik ve düzenlemeleri yapar, bir an önce gerçekleştirilir.

Bu temenni ve duygularla hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)