GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CHP GRUBUNUN, İSTANBUL MİLLETVEKİLİ SEDEF KÜÇÜK VE ARKADAŞLARI TARAFINDAN, ÜLKEMİZDE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN DURUMU VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNÜN ENGELLENMESİYLE İLGİLİ SORUNLARIN VE ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLERİN BELİRLENMESİ AMACIYLA 23/5/2014 TARİHİNDE TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA VERİLMİŞ OLAN MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGESİNİN, GENEL KURULUN 3 HAZİRAN 2014 SALI GÜNKÜ BİRLEŞİMİNDE SUNUŞLARDA OKUNMASINA VE GÖRÜŞMELERİNİN AYNI TARİHLİ BİRLEŞİMİNDE YAPILMASINA İLİŞKİN
Yasama Yılı:4
Birleşim:96
Tarih:03.06.2014

ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; basın özgürlüğü, basın hürriyeti yüz yıldan fazla bir zamandır maalesef hâlâ tartışılıyor. Sultan Abdülhamit döneminden itibaren başlayan sansür, sınırlama, takip, belli kelimelerin yasaklanması, belli kavramların kullanılması aradan yüz yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen maalesef hâlâ devam ediyor. Cumhuriyet döneminde de hiçbir zaman istenilen ölçüde özgür bir basın faaliyeti olmadı ve nitekim bundan dolayıdır ki Hüseyin Cahid Yalçın'dan Necip Fazıl Kısakürek'e kadar Türkiye'nin solda, sağda, dindar, laik, seküler, Kürt, Türk, Sünni, Şii, Alevi her kesiminden basın mensubu maalesef devletin tokadını yedi.

Değerli arkadaşlar, tabii, bu kadar bir yol katettikten sonra gönül isterdi ki bugün doğru düzgün bir mesafe alalım. Ama, işte "Az gittik, uz gittik, dere tepe düz gittik, bir de dönüp baktık ki bir arpa boyu yol gittik." hikâyesi gibi, darbımeseli gibi bugün geldiğimiz noktada da bu tekerlemeye uygun olarak bir değerlendirme yaptığımızda ortaya çıkan durum maalesef iç açıcı değil. Şu an yine Türkiye'de öyle bir medya var ki birinin "ak" dediğine, öbürü "kara" diyor, birinin göklere çıkardığını öbürü yerin dibine batırıyor. Evrensel basın ilkelerine göre bu kadar çelişkinin, bu kadar kamplaşmanın olması mümkün değil, böyle bir şey mümkün değil. Çünkü gazeteciliğin, basının birinci kuralı şudur: Önce doğru haber, birincisi doğru haber. Doğru haberden sonra yorum serbest. Önce siz olanı doğru düzgün bir ortaya koyarsınız, haberi doğru olarak en yalın şekliyle vatandaşın, halkın önüne getirirsiniz, ondan sonra herkes bu doğru haberden, bu yalın gerçeklikten kendine göre bir netice çıkarır. O neticeyi nasıl çıkarırsa çıkarır, ona müdahale edemezsiniz ama öncelikle, o getirdiğiniz haberin doğru olması lazım.

Benim babam da gazeteciydi, Diyarbakır'da, Batman'da yıllarca yerel gazetecilik yaptı. Ben çocukluğumdan itibaren bugüne kadar o mürettiplerin harfleri tek tek elle dizdikleri ortamlarda büyüdüm. Sonra hasbelkader ben de yayın hayatının bir şekilde içinde oldum yazar olarak dergilerde, gazetelerde ama değerli arkadaşlar, belki de hiçbir zaman ülke bu kadar kamplaşmadı diyebiliriz.

Şimdi gelinen noktada bir yandan "basın özgürlüğü" diyeceksiniz, bir yandan işte "İletişim çağıdır, hiçbir şey gizlenemez, artık halkın bilgi alma özgürlüğü kısıtlanamaz." diyeceksiniz, öbür taraftan İnternet'e baskı uygulayacaksınız, "YouTube"u yasaklayacaksınız, "Batsın bu gazetecilik." diyeceksiniz, bilgi alma özgürlüğünü her yönden kısıtlayacaksınız, sorulan sorulara cevap vermeyeceksiniz ve bir şekilde de basın bir haberi elde ettiği vakit, bir gerçekliği yakaladığı vakit de kıyameti koparacaksınız "Bu devlet sırrıdır." diyeceksiniz, "Vatan hainliğidir." diyeceksiniz de diyeceksiniz...

Gazetecinin görevi vatan kahramanı veya devlet savunucusu olmak değil. Tekrar söylüyorum, dünyanın bütün ülkelerinde gazeteci haber kaynağını açıklamak zorunda değildir, basının en önemli ilkelerinden birisi de budur. Siz oturacaksınız, devletin en önemli yetkilileri, Dışişleri Bakanı, Millî İstihbarat Müsteşarı, onun yardımcısı, bunun sorumlusu, "Suriye'ye harp ilanı nasıl olur, klasik kontrgerilla eylemleri nasıl yapılır?" bunu tartışacaksınız; bir şekilde bu medyaya düşecek, kıyameti koparacaksınız, "Bu, vatan hainliğidir." diyeceksiniz, fail aramaya çalışacaksınız. Gazetecinin görevi mahkûm olmak değil. Bu haberler sızar. Aynı şekilde, telefonla konuşacaksınız, talimatlar vereceksiniz, "1 milyar dolar nasıl iç edilecek?" bunun hesaplarını yapacaksınız; öbür taraftan, medyaya düştüğü zaman da kıyameti koparacaksınız. Bu işin medyada yayımlanması ayrı bir şey, sizin açınızdan bunun hukuki sızdırılması, verilmesi, dışarı çıkarılması başka bir şey. Gazeteci devletin kozmik odası değil, gazeteci Millî İstihbarat Müsteşarı değil, gazeteci Kamu Güvenliği Müsteşarı değil. Gazetecinin, medya mensubunun görevi, bulduğu, ulaştığı, halk için önem arz eden bir şeyi halkın önüne koymaktır.

Değerli arkadaşlar, bu örnekleri artırabiliriz, örnekler verildi. Yere göğe sığmayan, burnundan kıl aldırmayan, halkın anasını ağlatan medya patronları telefonlarda ağlamaya başladılar. Bu da ayrı bir ilahî adalet diyelim, men dakka dukka. Demek ki dışarıda efelenmek yetmiyormuş, sen Başbakana karşı, devlet yetkililerine karşı yiğitçe durup da yazdığını, çizdiğini, yaptığını savunabiliyorsan işte delikanlılık oymuş. Bu da anlayana sivrisinek saz, anlamayana mehter takımı da az.

Değerli arkadaşlar, bugünlerde, Türkiye'de, özellikle buğday hasadının, arpa hasadının bazı yörelerde başladığı, ülke genelinde de başlamak üzere olduğu bir dönemde en önemli sorunlarımızdan biri de elektrik meselesi, sulamalarla ilgili kuyular ve bu kuyularda kullanılan elektriğe gelen cezalar. Feryat figan yeri göğü inletiyor, kimsenin umurunda değil. Tarım Bakanımız Diyarbekir Milletvekili, tarım yapan bir bölgenin çocuğu; buğday tarlalarının içinde büyüdü, kulağını tıkamış, Bismil'de kıyamet kopuyor, Kızıltepe'de kıyamet kopuyor, Batman'da, Nusaybin'de kıyamet kopuyor. Ne oldu da kıyamet kopuyor? Özelleştirme yapıldı, elektrik bir firmaya satıldı, yıllık yüzde 65 kaçak üzerinden protokol yapıldı. Şimdi, firma diyor ki: "Efendim, 72 kaçak var." Öbürü diyor: "Şu kadar kaçak var." Her ay diyelim ki 100 lira devlete verecek, "80 topluyorum, 20'sini toplayamıyorum. Peki, ne yapmam lazım?" Deli Dumrul misali, şu an vatandaşa, önüne gelene 50, 60, 80, 120, 200 milyar lira ceza yazılıyor. Benim kendi akrabalarım... Yani "Bunlar hayalî yahu, 200 milyar elektrik cezası mı olur?" diyebilirsiniz. Benim bir akrabama 160 milyar ceza kesildi, yeni parayla 160 bin TL ceza kesildi ve bunlar bir kişi, iki kişi değil.

Neye göre ceza kesiliyor peki? Neye göre tahakkuk yapılıyor? Adamın tarlasında kuyu yok, kuyu olmadığı için elektrik yok, suyu yandaki tarladan alıyor, ona da 80 milyar ceza kesiliyor.

HAYDAR AKAR (Kocaeli) - Daha su parası vermeye başlayacak Büyükşehir Yasası'yla beraber.

ALTAN TAN (Devamla) - Peki, niye böyle yapılıyor? ÇKS dediğimiz, Tarım Bakanlığından bu çiftçinin aldığı primler esas alınarak beyan etmiş, "500 dönüm sulu arazim var." Pamuk primine, mısıra, şuna buna... O beyan üzerinden diyor ki: "Senin 500 dönüm sulu tarlan varsa burada 5 tane kuyun vardır, 5 tane kuyu da şu kadar elektrik kullanır. O hâlde, al sana, 150 milyar ceza." Değerli arkadaşlar, bunu Deli Dumrul da yapmadı.

Peki, her şeyi zapturapta aldınız. Birincisi: Kuyu kazılması yasak. Şu an Mardin Ovası'nda ne kadar kuyu var biliyor musunuz, yasak dediğiniz? Çünkü yer altı suları 35 metreden, 40 metreden çıkıyordu, şu an 450-500 metreye indi, Midyat kalkerinin altına indi. Kuyuya para harcıyor. Kuyu yasak sözde, 3 bin kuyu var, 3 bin kuyu. Peki, niye izin verdin? "E, verdim." Elektrik bağlanılması yasak bunlara, niye bağladın? "E, bağladım." Peki, vatandaş sana senede 50 milyar, 60 milyar elektrik parası verirse 100 dönüm bir arazi için, kendi ne yiyip içecek? "E, ben onu bilmem. Getirsin versin." Peki, sulama kanallarını niye bitirmiyorsun? Atatürk Barajı su tutalı on iki sene oldu, nerede kanallar? GAP'ın yüzde 86'sı bitmiş, kanalların yüzde 15'i bitmiş. Getir kanalımı, ver suyumu, sen evine, ben evime. Değerli arkadaşlar, buna devlet el atmazsa... Şirket de şu an diyor ki aynen eski Osmanlı mültezimleri gibi: "Ben bunu ihaleyle aldım. Her ay -misal- 100 trilyon vereceğim. Ben bunu senden alırım kardeşim." Bunu Tepedelenli Ali Paşa da yapmadı, Celâlî isyanlarında da olmadı. Bu gidişat gidişat değil. Bilginiz olsun.

Saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)