| Konu: | TAPU VE KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 96 |
| Tarih: | 03.06.2014 |
HDP GRUBU ADINA ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'da yapılan değişiklikle ilgili olarak grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime bugün Şırnak'ta meydana gelen göçük faciasında yaşamını yitiren işçimize Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dileyerek başlamak istiyorum. Maalesef bu sorun gündemimizden bir türlü hiç çıkmıyor, her gün yeni işçilerimizi yitirmek durumunda kalıyoruz.
İkinci önemli husus: Bugün 3 Haziran. 3 Haziran bizler açısından maalesef iyi anıları olan bir gün değil. 3 Haziran 1994'te 3 Kürt iş adamı İstanbul'da kaçırılarak katledildiler ve katledilişlerinin üzerinden tam yirmi yıl geçti. Dönemin hükûmetleri, Kürt iş adamlarıyla ilgili olarak başlattıkları tasfiye politikasının bir parçası olarak bir kısmının malına mülküne el konulması suretiyle, bir kısmını korkutarak, sindirerek geri çekilmelerini sağlayarak, bir kısmını da bu tarz uygulamalarla katlederek onları Türkiye iş dünyasından bertaraf etme gayreti içerisinde oldular. O dönemin hiçbir aktörünü, bu insanların katlinde payı olan hiçbir aktörü onurla yâd etmemiz mümkün değildir. Biz her zaman onları lanetle anacağız ve mutlaka ama mutlaka günün birinde hak ettikleri cezayı adalet karşısında, ilahî adalet karşısında vereceklerini umut ediyoruz, bunun için de mücadelemizi sürdüreceğiz.
Savaş Buldan, biliyorsunuz Grup Başkan Vekilimiz Sayın Pervin Buldan'ın eşi, iş ortağı Hacı Karay, yine iş ortağı Fevzi Aslan ve daha nice Kürt iş adamı bu şekil uygulamalarla bertaraf edildiler, katledildiler. Behice Cantürk'ü ve daha birçok iş adamını sayabiliriz.
Daha önce de bu Meclis kürsüsünde ifade ettim, bir kez daha ifade etmek istiyorum: Bu insanların katledildiği dönem hiç tesadüfi bir dönem değildir. Bu insanların katledildikleri o dönemde Türkiye'deki ekonomik panoramaya bakıp, Türkiye ekonomisinin zirve isimlerine baktığınız zaman esasında onlara yönelişin sebeplerini de bir şekilde anlamış olursunuz. O dönem Türkiye'nin 10 büyük holdingi içerisinden 6 tanesi işte bu tarz uygulamalarla tasfiye edilen iş adamlarına aitti. Geride bıraktığımız yirmi yıl içerisinde Türkiye ekonomisinin zirve isimleri, o dönemin zirve isimleri tek tek tasfiye oldular. İlk 100 içeresinde sayılan isimler zaman içerisinde, kimisi korkutularak, kimisi baskıya maruz bırakılarak, kimisi bu şekilde katledilerek Türkiye ekonomisinden tasfiye edildiler. 1994 yılına ait Türkiye'nin 100 büyük zengini listesine bir bakın. O 100 büyük zengin listesiyle bugünkü listeyi kıyaslayın, o dönemden bugüne bu ilk 100'ün içerisinde bir tek isim dışında ismin kalmadığını göreceksiniz. Hepsi bir şekilde tasfiye edildiler. İşte, Behice Cantürk bunlardan bir tanesiydi, Savaş Buldan bunlardan bir tanesiydi, daha pek çoğunu saymak mümkündür.
Yine, 3 Haziran, merhum, büyük şair Nazım Hikmet'in ölüm yıl dönümü. Büyük şairimizi burada bir kez daha onurla anıyoruz, yâd ediyoruz, "Mekânı cennet olsun." diyoruz. Onun şiirlerinde, dizelerinde, mısralarında verdiği mesajları Türkiye'nin yeni kuşakları okuyor, yeniden anlamaya çalışıyor ve Türkiye'nin geleceğini onun mısralarında gizli olan doğru mesajlar üzerinden inşa etmeye başladıklarını ifade etmek istiyorum.
Şimdi, bugünün güncel yaşananlarını bir şekilde masaya yatırıp, sayfaları karıştırdığımızda düne ilişkin olarak esasında neden söz ettiğimizi bugün de üç aşağı beş yukarı aynı şeylerle, aynı sorunlarla cebelleştiğimizi bir şekilde görmüş olacağız.
Bakın, bir buçuk yıldan fazla bir süredir Türkiye'de çok şükür ki kan akmıyor, çok şükür ki insanlar ölmüyor, hiçbir ailenin kapısına cenaze gitmiyor. Bundan daha değerli bir şeyin olabileceğini düşünemiyorum. Üç yıllık milletvekilliğimi iki evreye ayırarak bu sürecin ne anlama geldiğini bir şekilde analiz edebiliyorum: Haziran 2011'den Aralık 2012'ye, benim parlamenteri olduğum bölgeden Türkiye'nin değişik kentlerine asker, polis, gerilla yaklaşık 300 cenaze kalktı. Hiç abartılı bir rakam ifade etmiyorum, yaklaşık 300 cenazeye tanıklık ettim, parçalanmış bedenlere tanıklık ettim, yanmış bedenlere tanıklık ettim. Son bir buçuk yıllık yani Aralık 2012'den sonraki süreci değerlendiriyorum, trafik kazasından yaşamını yitiren güvenlik güçleri dışında herhangi bir asayiş olayının olmadığına tanıklık ediyoruz ve biz bu süreci sahiplenmeye çalışıyoruz, bu süreci güçlendirmeye çalışıyoruz. Her türlü, bu süreci sabote edecek davranışın önüne geçiyoruz. Nerede bir askerî operasyon yapılıyorsa, nerede yeni bir karakol yapma girişimi varsa ve bu süreci sabote edecek bir eğilim ve fiil ise bu, önünde durmaya çalışıyoruz.
Bu ülkenin dağlarına, bu ülkenin insanları piknik yapmaya gitsin diye istiyoruz, bunun için çaba sarf ediyoruz. Lice'nin Birkleyn mağaralarına insanlar turizm amacıyla gidebilsin istiyoruz. Ama hangi koşullarda gidebilirler Birkleyn mağaralarına? -Sayın Bakanım çok iyi bilir oraları- Sükûnet olursa, bu çatışmalar son bulursa, bu sorunlar çözülürse gidebilir. Eminim pek çoğunuz belki bu ismi bile ilk defa duyuyor olabilirsiniz ama gidip baktığınızda, gördüğünüzde, dünyanın belki de sayılı doğa harikalarından bir tanesi olduğuna tanıklık edeceksiniz sizler de. İnsanlar Meskan Dağı'na piknik yapmaya gitsin, yaylada eğlensin diye gitmesini arzu ediyoruz. Ama bugün, bu ifade ettiğim iki noktada da maalesef çatışma riskinin olduğu bir atmosfer vardır. Ortaya çıkacak bir kıvılcım, bakın, her şeyi ters yüz edebilecektir, burada birbirimizle konuşmamızı anlamsızlaştıracaktır. Bu süreç öyle siyaset malzemesi yapılamayacak kadar önemli bir süreçtir. Sorunlarımıza eğer ki oturup karşılıklı olarak çözüm yolları üzerinde kafamızı yormaz isek ve çözüm yolları bulamaz isek -şimdi bir ifade kullanacağım, belki tehdit ifadesi olarak da algılanabilir ama asla o anlamda kullanmıyorum- sorunlarımızı çözmez isek Orta Doğu'nun kaosa sürüklenmesini arzu eden güçler için meydan boş kalmış olacak, onlara meydanı bırakmış olacağız ve Türkiye Orta Doğu'nun en kaotik ülkesi durumuna gelebilir. Sorunun büyüklüğünün, ciddiyetinin farkında olalım diye ifade ediyorum. Biz, biz bize konuşursak sorunlarımızı çözebiliriz, biz bize kafa yorarsak sorunlarımızı çözebiliriz ama bu coğrafya kaotik bir ortama evrilir ise kaos egemen olursa hepimizi yönetecek gizli eller açığa çıkacak ve yine bu coğrafyayı, yine bu bölgeyi kendi istekleri ve emelleri doğrultusunda yeniden dizayn edeceklerdir, hepimize rağmen bunu yapabileceklerdir.
Bu Parlamentonun, bu ülkenin insanlarının kendi sorunlarını çözme erdemi yok mudur? Vardır. Biz, bu erdemin var olduğuna inanıyoruz, bu kabiliyetin varlığına inanıyoruz. O yüzden bütün görüşlerimizi tüm çıplaklığıyla masaya koyuyoruz. Gizli saklı hiçbir şeyi kenarda tutmadan, her şeyi açık şekilde, ajandamızda ne yazılıyorsa, fikriyatımız neyse -çözüm önerilerine ilişkin olarak- ortaya koyuyoruz ve tartışmaya davet ediyoruz. Şimdi, yarın çok geç olabilir. Bugün siyaset atmosferi içerisinde birbirimizi sıkıştırmanın argümanlarını bulmak yerine, onlara kafa yormak yerine bence çözümün argümanlarına kafa yoralım. Biz, dağlara gençlerin, çocukların gitmesini istemiyoruz, hiçbir şekilde de tasvip etmiyoruz. Tersine -ne kadar süredir burada dilimizde tüy bitti, her seferinde de ifade ediyoruz- gelin, dağdakileri ovaya indirecek, normalleşmeyi sağlayacak düzenlemeler yapalım diyoruz; bırakın yeni gidişleri, oradakileri geri getirecek normalleşme adımlarını atalım diyoruz.
Hükûmet bu adımları atmadıkça bize yönelik yaptığı hiçbir eleştirinin kıymetiharbiyesi yoktur. BDP'yi, HDP?i, aileleri yönlendirerek, belediyelerin önüne yığarak politika üretme gayretinden vazgeçin. Bu politika politika değildir. Kimse inanmıyor. İnanmış olsaydı Ağrı'da sonuç alırdınız. Ağrı'da her gün aileler bize geldi, dertlerini, serzenişlerini bizimle paylaştı. Çocuklara dahi "BDP adayı çocuk kaçırtıyor, kaçırıyor." propagandası yaptırdılar. Bizzat tanıklık ettim. Para etmedi. 1'i 273'le artırdık. 11 fark vardı, 2.900 farka çıktı. 1'e 273 artırdık. Norşin'de aynı propagandayla karşılaştık. İnandırıcı olmuş olsaydı sonuç alırdınız. 1'i 37'yle çarptı Norşin, arttırdı. Demek ki bu politikalar politika değildir, vazgeçmeniz gerekir bu politikalardan. Gerçekten, mümkün olduğunca bu süreçte negatif bir üslup içerisinde olmama gayreti içerisindeyiz.
Medeni Yıldırım bir çocuktu. Bir barışçıl eylemde, daha bir yıl önce asker kurşunuyla yaşamını yitirdi. Ne dedi? "Ben bu coğrafyada karakol değil, fabrikaların kurulmasını istiyorum." Böyle bir eylemin içerisinde olan bir çocuktu. Kürt çocuklarına bu kadar sevdalıydınız niye Medeni Yıldırım'ı hiç anımsamıyorsunuz?
Bir fotoğrafı sizinle paylaşacağım. Ben bu çocuğun son nefesine tanıklık ettim. 9 yaşında, Enes Ata. Gazeteci olarak o güne tanıklık ettim. 28 Mart 2006 olaylarında göğsünden kurşunlanan Enes Ata'dır. 9 yaşındaydı. Kameralar son nefesini çektiler. Son nefesini kamera kaydında verdi. Üzerinden ne kadar süre geçti? 2006 nere bugün nere? Bu çocuğun failine ilişkin, bu çocuğu katleden, silahın tetiğine basan polisle ilgili ne yaptınız?
Ceylan Önkol. Sürekli suç yakanızda bir leke olarak duruyor, önünüzde bir leke olarak duruyor. İktidarı muhalefeti hepimiz bir daha Ceylanlar ölmesin diye ne yaptık?
Uğur Kaymaz, 12 yaşında 13 kurşunla öldürüldüğünde o günün Başbakanı -bugünün Başbakanı- akşam televizyonlarda ne söyledi? "Mardin Kızıltepe'de terörist öldürüldü." dedi. İşten dönen babasını kapısının önünde bekleyen Uğur Kaymaz, 12 yaşındaki Uğur Kaymaz, terörist Uğur Kaymaz oldu.
Şimdi sormak istiyorum: Biz mi çocukları dağa kaldırıyoruz? Gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz? İktidarı muhalefeti, bu ülkenin insanı, batı yakası bizi böyle mi düşünüyor, böyle mi biliyor?
Birçok örnek vardı, getirmiştim buraya. Son dönemlerdeki bu kirli propagandalardan gına geldi. Bu, çözüm dili değil. Biz dağdakilerin yerini bilmiyoruz, sadece dağda olduğunu biliyoruz. Devletin istihbarat güçleri vardır. Mesele eğer yer bilme meselesiyse, eminim, Hükûmet bizden daha iyi yerlerini biliyor. Buyursun, hep beraber gidelim, hep beraber; davet ediyoruz, birlikte gidelim, birlikte getirelim. Ama yerini çok iyi bildiğimiz çocuklar var. Uğur Kaymaz'ın nerede yattığını çok iyi biliyoruz, Adem Durmaz'ın nerede yattığını çok iyi biliyoruz, Enes Ata'nın, Ceylan Önkol'un, daha nicesinin nerede yattığını çok iyi biliyoruz; bunların mezar taşlarını çok iyi biliyoruz.
İstanbul'daki bir anmadan buraya geldim. Savaş Buldan'ın ve beraberindeki 2 arkadaşının katledilişinin yıl dönümünde onların anmasına katılarak buraya geldim. Emin olun, o saatten bu saate kadar, o anmadan şimdiye kadar düşünüyorum; son bir hafta, on beş gün içerisinde Türkiye'de siyaset dünyasında, siyaset arenasında konuşulanları yan yana koyuyorum, pozitif hiçbir şey bulamıyorum. Çoğu zaman umutsuzluğa kapılıyorum. Bu ülkenin geleceği açısından kaygılanıyorum. Tehlikenin büyüklüğünün farkında değiliz. Bu kadar tehlikenin olduğu bir yerde ateş çemberi içerisinde konuşurken eğer biz birbirimizden destek almazsak, pozitif bir dil, bir üslup kullanmazsak, emin olun, hepimiz çok şey kaybedeceğiz. Burada birbirimizin yüzüne bakarak çok şeyi artık konuşamayacak duruma geliriz. Yüz yıl önce, iki yüz yıl önce bu coğrafya nasıl birileri tarafından şekillendirildiyse bugün de aynı şeyler söz konusu olabilir. Eğer ki biz kendimize çekidüzen verip kendi sorunlarımızı çözemezsek, birileri sorunlarımızı kendi istediği gibi çözecektir. O zaman da hepimiz kaybedeceğiz. Öyle bir ülke hiçbirimizin ülkesi olmayacak. İsterseniz tam demokratik bağımsız bir Türkiye olsun, isterseniz tam demokratik bağımsız Kürdistan olsun, öyle bir ülke ne sizin olur ne bizim olur. Başkalarının dizayn ettiği bir coğrafya bize ait coğrafya olmaz. O zaman kendi sorunlarımızla kendimiz cebelleşelim, kendi çözüm önerilerimizi kendimiz bulalım.
Bu tasarıyla ilgili, bu maddeyle ilgili düzenlemeye ilişkin olarak çok şey ifade etmeyeceğiz, muhalefet şerhimizde de belirtmişiz.
Hayırlı olmasını diliyorum, hepinize teşekkür ediyorum.