GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: ÇANAKKALE SAVAŞLARI GELİBOLU TARİHİ ALAN BAŞKANLIĞI KURULMASI HAKKINDA
Yasama Yılı:4
Birleşim:105
Tarih:18.06.2014

MHP GRUBU ADINA YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Değerli milletvekilleri, evet, Türkler Anadolu'ya 1056'dan itibaren ikinci kere geldiler. Karşılarında sadece Bizans İmparatorluğu vardı yani Doğu Roma İmparatorluğu vardı ve hâliyle karşılarında onu buldular, onlarla mücadele ettiler ve Anadolu'yu kendi topraklarına kattılar, bir Türk yurdu hâline getirdiler.

Türkler hiçbir zaman bulundukları coğrafyada diğer milletlere karşı herhangi bir asimilasyon işine girişmemişlerdir. Zaten girişmiş olsalardı bin senedir Anadolu topraklarında başka herhangi bir ırkın yaşaması mümkün değildi. Fransızlar bile Cezayir'de yüz otuz senede bütün Cezayir'i Fransız hâle getirdiler, dillerini değiştirdiler. Balkanlarda beş yüz sene kalan Osmanlı Devleti, Balkan ülkelerinin hiçbirinde, ne dinlerini ne dillerini değiştirmiştir. Aslında, Anadolu'da meydana gelen olaylar içerisinde ilk defa Bizanslılar Ermenileri ortadan kaldırmıştır. Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne gittiğiniz zaman Frigleri, Lidyalıları, Asurluları, Hititleri ve buna benzer onlarca devleti ve medeniyeti görürsünüz. Bunlar, çoğu zaman Bizans tarafından ortadan kaldırılmış devletlerdir, medeniyetlerdir.

Osmanlı Devleti kurulduktan sonra da Anadolu'da herkese saygı gösteren, bütün dinlere saygı gösteren, onların vakıflarına saygı gösteren bir politika izlemiştir. Nitekim Anadolu'nun en büyük istilasını Haçlılar gerçekleştirmiş ve Anadolu'da Bizans döneminden kalan birçok eseri ortadan kaldırmıştır. Özellikle 1204 yılında İstanbul'u işgal eden Latinlerin İstanbul'u yağmaladıkları, İstanbul'daki Ortodoks Kilisesine ait olan bütün eserleri tahrip ettikleri bir gerçektir. Justinyanus'un heykeli bulunan Çemberlitaş'ı bile ortadan kaldıran yine Latinlerdir. Genelde Bizans döneminden kalma gözleri oyulmuş heykellerin hemen hepsi, tamamen Türkler öncesinde meydana gelmiş olaylardır. Çünkü Hristiyanlıkla bağlantılı olarak meydana getirilmiştir, paganizmin sonrasında kurulan Hristiyanlık bunları tahrip etmiştir. Eğer Türkler Anadolu'da bulunmasalardı zannediyorum ki Anadolu medeniyetlerinden hiçbir izin Türkiye'de, Anadolu'da kalmadığını görürdünüz. Bugün bile Anadolu'da hâlâ o kadar fazla mimari yapı vardır ki bunun hesabını hiç kimse neredeyse bilemez. Zaten Hıristiyan dünyasının ortaya çıkışında, Hıristiyanlıktan önce var olan paganizm Hıristiyanlığı baskı altına aldığı için Hıristiyanların birtakım mağaralarda ve gizli yerlerde ibadethaneler kurduklarını hepiniz bilirsiniz. Hatta ve hatta, yer altı şehirleri bu dönemlerde kurulmuştur. Dolayısıyla, herhangi bir tahribi Türklere mal etmek zannediyorum ki bilgisizliğin en zirvesine çıkmış hâlidir.

Değerli milletvekilleri, tabii ki Çanakkale'den söz ediyoruz. Çanakkale'nin bizim açımızdan, Türk tarihi açısından önemi son derece büyüktür. Zira, burada meydana gelen savaş, aynı zamanda emperyalizme karşı verilen savaşın ta kendisidir. Binlerce kilometre öteden gelen insanların Türkleri, Doğu Roma'yı yıktıkları için cezalandırmaları ve tekrar İstanbul'u ele geçirmelerinin bir göstergesidir. Dolayısıyla, böyle bir yasayla Gelibolu Yarımadası'nın bir bütün hâlinde tarihî dokusunun korunmasına yönelik bir çalışmanın yapılması bizim tarafımızdan da son derece doğru olarak bulunmaktadır, görülmektedir.

Muhterem milletvekilleri, Mart ayının 18'i geldi mi içimizi farklı duygular kaplar; biraz buruk, biraz iftihar dolu, biraz hüzünlü ama bir o kadar da gururla dolu duygular hâkim olur. Zira, tarihe insanlığın kıyamete kadar dönüp dönüp bakacağı, bakıp da ders alacağı, unutulmaz bir not düşülmüştür Çanakkale'de. Biz, tarihin şeref levhalarına, ecdadının yapıp ettikleriyle iftihar edecek, tarihi okuyup anlatırken yüzü kızarmayacak, yeryüzünde nadide milletlerden biri olarak ibretle bakacak bir geçmişe sahibiz.

Bugün tarihin tozlu raflarından çıkarılıp insanlığın önüne serilen birçok doküman Çanakkale'de akıl almaz hadiselerden bahsediyor. Şimdilerde bunlar hakkında bir sürü kitap ve makaleler yazılarak o günlere bir ışık tutulmaya çalışılıyor. Bu hususta samimi gayretleri olan herkesi samimiyetle alkışlıyor ve onlara çok müteşekkir olduğumu arz etmek istiyorum. Bizim, işin bundan sonrası adına gerekli şeyi yapıp yapmadığımız hususunda ise çok iç açıcı şeyler söylenemez zannediyorum.

Çanakkale savaşları kendi kulvarında dünyanın en büyük olaylarından birisidir. Yokluk varlığı, iman küfrü, tevazu ve mahviyet kuru gururu perişan etmiştir. Mevzuya böyle yaklaşıldığında Çanakkale'den çıkabilecek pek çok ders vardır. Bunlardan bazıları şunlar olabilir: Her şeyden evvel, Çanakkale'nin savaş yoluyla geçilemeyeceği bütün dünya tarafından görülmüş ve kabul edilmiştir. O dönemin süper güçleri İngiliz ve Fransız ordularının, onların isimlendirmesiyle "Yenilmez Armada" olarak bilinen orduların dahi yenilebilir olduğu bütün dünyaya ispat edilmiştir. Tarihin hemen her döneminde dünyanın dört bir tarafında problem çıkaran, baş ağrıtan, âdeta çıbanbaşı durumundaki İngiltere, tarihindeki en büyük hezimet ve asker kaybıyla büyük bir prestij kaybına uğramıştır. Çanakkale geçilemeyince Birinci Dünya Harbi uzamıştır. Sıcak denizlere inme, yıkılan Osmanlı pastasından pay alma ümidiyle ittifak devletlerinin safında savaşa katılan Çarlık Rusyası, Çanakkale'den geçip kendisine ulaşacak ittifak kuvvetlerinin yardımını elde edemediği için, içindeki iç karışıklıkların üstesinden gelememiş ve Bolşevik İhtilali'ne sahne olmuştur. Doğusundaki son karakolunda kardeşlerinin ölüm kalım mücadelesine seyirci kalan Âlemiislam, Türk ordusunun muzafferiyetiyle bayram etmiştir. Tarihin felsefesini yapanlar, bundan daha çok netice ve ders çıkarabilirler.

Sayın milletvekilleri, Çanakkale Savaşı'nda şehit olan insanların torunları olan bizler, Çanakkale'yi geçilmez yapan bu savaşın tarihî, siyasi, askerî ve diplomatik yönlerini iyi bilmeli, günümüze ulaşan etkilerini iyi değerlendirmeliyiz. Çanakkale cephesindeki savaşlar sonucu Anadolu'daki her 3 evin 1'inden şehit çıkmıştır, 3 kadından 1'isi ise dul kalmıştır. Arıburnu ve Conkbayırı'nda şehit olan üniversite öğrencilerinin büyük kısmı İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi -o zamanki ismiyle Darülfünun Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane- öğrencisidir. Fakülte, öğrenciler ordu hizmetine alındığı için 1915'te mezun verememiştir.

Çanakkale cephesinin deniz harekâtı kuşkusuz sıradan bir askerî harekât ya da muharebe olayı değildir. Boğazlar, konumu ve tarihî önemi itibarıyla, İstanbul Karadeniz kapısı, Çanakkale de Ege Denizi kapısı olarak geçmişte taşıdıkları ve çağımızda taşımakta oldukları stratejik önem ve değer açısından daima birlikte mütalaa edilmiş ve edilmektedir. Her iki boğaz klasik ve dar çerçevede sadece Akdeniz'i Karadeniz'e, Avrupa'yı Asya'ya bağlayan su geçitleri ya da köprüler değil, Akdeniz'in öteki önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş Kanalı'yla da bütünleşerek dünyanın büyük denizlerini ve büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan, daha geniş anlamda jeopolitik konumuyla dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerinde olan etkilerini bugün de korumaktadır. Bu nedenledir ki Türk Boğazları uluslararası ilişkilere yön vermede daima odak noktası olmuşlardır. Gerçekten, tarihin eski dönemlerinden beri ön planda, Avrupa-Asya ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerle askerî hareketler sürekli olarak Boğazlar bölgesinde cereyan etmiştir. Başka bir deyişle Boğazlar, dünyanın diğer parçalarında pek görülmemiş, ardı arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur.

Boğazların tarihin akışı içerisindeki stratejik durumu ve jeopolitik konumuyla ilgili yukarıdaki kısa açıklamaların ışığı altında Çanakkale muharebelerinin sonuçları üzerindeki değerlendirmeler kuşkusuz daha bir önem ve anlam taşıyacaktır. Böylesine bir değerlendirmenin daha gerçekçi ve sağlıklı olabilmesi için ise büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki ulusal emellerine de kısaca göz atmak gerekir.

Birinci Dünya Harbi öncesinin başlıca büyük devletlerinden Almanya'nın "doğuya doğru" politikası, Rusya'nın ılık denizlere ulaşma emelleri, İngiltere'nin "Denizlere egemen olan dünyaya hâkim olur." teorisine dayanarak, özellikle 19'uncu yüzyıldan bu yana güttüğü Rusya'nın Akdeniz'e çıkmasını engelleme siyaseti hep Türk Boğazlarında düğümlenmektedir.

Boğazların bu tartışma götürmez önemi konusunda Napolyon "İstanbul bir anahtardır, İstanbul'a egemen olan dünyaya hükmedecektir. Eğer Rusya Çanakkale Boğazı'nı ele geçirecek olursa Tulon, Napoli ve Korfu kapılarına dayanmış olacaktır." demekle Fransa'nın Boğazlar üzerindeki duyarlılığını açık seçik ortaya koymuş olmaktadır.

Rusya'nın görüşüyse, Genelkurmay Başkanı Kropatki'nin bir raporunda, 20'nci yüzyılda Rusya'nın en önemli işinin İstanbul Boğazı'nı ele geçirmek olduğuna işaretle "Osmanlı Devleti'ni Boğazı Rusya'ya bırakmaya hazırlamalı ve Almanya'yla anlaşma yapmalıdır." şeklinde ifadesini bulmaktadır.

Büyük devletlerin Boğazlar üzerindeki kısaca açıklanan bu emelleri onları kendi aralarında da gizli birtakım mücadelelere yöneltmiştir. Nitekim, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Çar tarafından da onaylanan bir raporunda "Boğazların güçlü bir devletin eline geçmesi tüm Güney Rusya'nın ekonomik hayatının o devletin egemenliği altına girmesidir." demekte ve bu durumun önlenmesi için İstanbul'un alınmasını önermektedir.

Öte yandan, Kasım 1911'de Rusya'nın Osmanlı Hükûmeti'ne Boğazlar üzerindeki istekleriyle ilgili bir notasından haberdar edilen İngiltere ve Fransa, Rus isteklerini reddetmişlerdir. Keza, Rusya'nın bu ve buna benzer çeşitli tarihlerdeki yinelenen daha birçok istek ve baskılarının birbirini izlemesi Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'nda merkez devletlerinin safına kaymasında büyük bir etken olmuştur.

İşte, Boğazlar üzerindeki bu gizli çıkar çatışmalarıdır ki İngiliz ve Fransızları İstanbul'u almaya ve Ruslardan önce Karadeniz Boğazı'na el atmaya yöneltmiş ve Çanakkale Cephesi'nin açılmasında başlıca etken olmuştur. Ruslara silah ve malzeme yardımı sorunuysa savaşın sadece görünüşteki nedenini oluşturmuştur.

Böylece büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki tarihî emellerini ortaya koyarken, bu devletlerden İngiltere'nin bu cephenin açılmasında birinci derecede aktif rol aldığını belirtmek doğru olur. Nitekim İngiliz Donanma Bakanı Churchill cephenin açılmasında büyük çaba göstermiş ve etkili olmuştur. Gerçekten o, bu cephenin açılmasının baş mimarı olmuş, Türklerin askerî gücünü ciddiye almamış, olayı basit ve sadece sınırlı bir cezalandırma hareketi olarak görmüştü. En güçlü ve modern silahlarla donatılmış zırhlılarının Boğazda görünüvermesiyle Türklerin direnmekten vazgeçeceğini sanmıştı. Kuşkusuz bu büyük yanılgıydı. İngilizler Çanakkale'deki Türk savunmasını ve askerini sadece matematiksel ölçülere vurup onun yüksek manevi gücünü görmezden gelerek büyük bir hesap hatasına düştüler ve sonunda, önce denizde, sonra da karada hiç beklemedikleri amansız cevabı aldılar. Böylece, onlar zaferi, Boğazda Türk top ve mayınlarına, karada Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler.

Çanakkale Zaferi'nin özellikle genç nesillere iyi anlatılması ecdadımıza ve şehitlerimize bir borcumuz olduğu gibi, geleceğimizin de teminatıdır. Nitekim kazanılan zafer hakkında devrin önemli liderleri şunları söylediler: Mesela Churchill "Türkler, Çanakkale'yi zorlayan, çağının en ileri tekniğine sahip güçler karşısına âdeta bir kale gibi dikilmişlerdir." diyor. General Tawshend "Avrupa'da hiçbir asker yoktur ki -bu ifadenin altını çiziyorum- Türklerle mukayese edilebilsin. Almanların müdafaada gayet iyi oldukları kabul olunabilir fakat siperlerde onlar dahi Türklerle kıyas edilemez. Misal olarak Gelibolu'yu zikretmek isterim. Orada bizim gemi ateşlerimizle büyük zayiata uğrayan kıtalar Türk olmasalardı yerlerinde kalamaz ve derhâl değiştirilirlerdi. Hâlbuki Türkler bütün muharebe müddetince yerlerinde kaldılar." diyor. Sör Kombet ise "Çanakkale'de her şeyimiz kusursuzdur fakat başarılı olmadık. Zira Türkler yuvalarına girilmiş aslanların hiddet, cesaret ve kahramanlığıyla savaşıyorlardı. Böyle bir millet görmedim." diyor.

Sayın milletvekilleri, çocuklarımıza Çanakkale'yi anlatırken, Çanakkale'nin normal bir savaş olmadığını anlatmalıyız. Gerçekten de Çanakkale, tabya yerine göğüslerin düşmana siper edildiği, havada kurşunların birbiriyle çarpıştığı sıra dışı bir savaştı. Çanakkale, aynı zamanda yaralı düşmanını savaş alanından alıp, düşman siperlerine götürüp teslim edecek kadar insan olduğunu unutmayanların savaşıydı.

Dünyanın en büyük deniz gücüne sahip İngiltere'nin görkemli filosunun Boğaz Muharebesi'nde düştüğü aczi, yarınların Çanakkale savunucuları hiçbir zaman hatırlarından çıkarmamalıdır. Burada, Türk askerinin dünyanın en güçlü zırhlıları ve en modern harp silah, araç gereç ve bol cephanesiyle donatılmış deniz ve kara ordularına karşı sergilediği, başka ulusların askerleriyle kıyas götürmez direnç, azim ve ruhu, Türk İstiklal Savaşı'mızın Kuvayımilliye ruhuyla eş değer bir anlam taşıması açısından ayrıca tarihsel bir değere sahip olduğunu söyleyebiliriz. Öyle ki bu dev armadalar, ateş edebileceğinden bile kuşkuya düşülen eski birtakım demode toplarla alay edercesine savaşıyor, karadaki Türk topçusu ona sadece 1.900 mermi atabilirken, onlar tek bir bataryamıza 4 bin mermi kullanabiliyordu. Ne var ki, bu mermi yağmurundan karada hasar gören 4 Türk topuna karşı, sadece batan düşman gemilerinin üstünde 44 topun birden Boğaz sularına gömüldüğü görülüyordu. Aslında gerçek, modern silahların, iman ve inançla savaşmasıydı. Hayalleri Kostantinopolis'i İstanbul yapanları buradan atmak ve kendilerine göre düşmanı ezmek, Bizans'ı yeniden diriltmekti. Yoksa topraklarımıza on binlerce kilometre öteden neden gelmişlerdi? Mehmet Akif merhumun dediği gibi:

"Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer

Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.

Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,

Avustralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk.

Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk.

Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela...

Hani tauna da züldür bu rezil istila..."

Sayın milletvekilleri, bu yeni yasayla, umut ederim ki, iyi niyet, jest veya uluslararası dostluk ve kardeşlik adına Çanakkale'de, Avustralyalılara, Yeni Zelandalılara, çıkarma yaptıkları yerlerin idaresi verilmez. Millî park alanı kaldırılan yerlerde olmaması gereken bazı tasarruflara gidilmez. Zira yıllardır Çanakkale'de taraf devletler bu şekilde bir istekte bulunmaktadırlar. Bugüne kadar Çanakkale'nin "barış parkı" olarak adlandırılması gibi istekler reddedilmiş ve Çanakkale'de Çanakkale'yi geçilmez yapan şehitlerimizin aziz hatıraları korunmuştur. Böyle bir isteği kabul edecek kimler olursa olsun, hiç şüpheniz olmasın ki tarihe şehitlerin vebali ve lanetiyle geçeceklerdir. Çünkü onlar bir hilal uğruna, bu topraklar için toprağa düştüler. Onlar, son ehli salibin savletini kırdılar, Selahaddin Eyyubi'yi, Kılıç Arslan'ı kendilerine hayran bıraktılar. Onlar, makbere ihtiyaç duymayanlardı. Zira onlar Hz. Peygamber'in bayrağı altında yer buldular.

Mukaddes vatan toprakları için canlarını seve seve vererek bir ulusun kaderini değiştiren, vatanımızı, istiklalimizi, sarsılmaz imanları, eşsiz cesaretlerine borçlu olduğumuz aziz şehitlerimiz, dünyada eşi benzeri olmayan bir destan yazmıştır. Bu destanı yazanları, ülkemizi işgal etmek isteyenleri ötekileştirmemek adına kim idiğü belirsiz kişiler gibi tanımlayan bedhahlar, huzuru mahşerde bunun hesabını şehitlerimize vermek zorunda kalacaklardır. Bu gibilerin toplumumuz tarafından iyi bilinmesi gerekmektedir.

Bu vesileyle, cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü, Çanakkale şehitlerimizi ve bugüne kadar vermiş olduğumuz tüm aziz şehitlerimizi bir kez daha saygı ve şükranla anıyor, yüce Allah'tan rahmet diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum ve çıkarılacak yasanın hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Teşekkür ediyorum. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)