GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: VATANSIZ KİŞİLERİN STATÜSÜNE İLİŞKİN SÖZLEŞMEYE KATILMAMIZIN UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR
Yasama Yılı:4
Birleşim:110
Tarih:01.07.2014

MHP GRUBU ADINA YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Vatansız Kişilerin Statüsüne İlişkin Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu hakkında söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, aslında, dünyada bütün göçlerin temel sebeplerinin başında savaşlar, iç savaşlar veya başka ülkeler arasındaki savaşlar gelir. Bu savaşlar dolayısıyla da pek çok insan kendi bulundukları bölgelerden daha emin gördükleri yerlere doğru göç ederler. Nitekim, bu türden olayları biz bütün tarih boyunca görüyoruz.

Demin bir arkadaşımız burada konuşmuştu; sadece kendi iktidarları döneminde değil, Türkiye'nin, Türk milletinin çok eski tarihlerden beri böyle bir göç olayında destek olduğu, insanları korudukları tarihte görülüyor. Bunların en bariz örneklerinden bir tanesi, Endülüs Emevî Devleti'nin parçalanması ve Gırnata Devleti'nin kurulmasından sonra İspanyolların orada bulunan Müslümanlara ve Yahudilere karşı tatbik ettikleri zulüm karşısında II. Bayezid döneminde Osmanlı Devleti o bölgedeki Müslümanları ve Yahudileri o bölgeden alarak daha başka emniyetli bölgelere getirdi.

Yine, buna benzer olmak üzere, 1709 yılında Poltava'da meydana gelen savaşta XII. Şarl'ın Rusya'ya yenilmesi üzerine XII. Şarl Osmanlı Devleti'ne sığındı ve 1713 yılına kadar Osmanlı Devleti'nde kaldı. Bu arada, bütün giderler Osmanlı Devleti'nden karşılandığı için ve ülkesine dönmek arzusunda bulunmadığı için "demirbaş" unvanını aldı demirbaşa kaydedilmiş şekliyle ve giderken de kendisine hayli yüklüce bir miktar maddi destekte bulunuldu, yeniçerilerle birlikte de ülkesine sağ salim gönderildi.

Keza, aynı şekilde, Macaristan'ın, Avusturya-Almanya İmparatorluğu'nun baskısı altında bulunduğu dönemlerde, yine Macar mültecileri olarak bilinenler, başta Kossuth olmak üzere -ki Kütahya'da evi bulunmaktadır, orada ikamet etmiştir- diğeri de Rakozi Ferenc olmak üzere -ki onun da Tekirdağ'da yeri vardır- orada alıkonuldular, ikamet ettirildiler ve onlar Osmanlı Devleti tarafından el üstünde tutularak bir şekilde mülteciler olarak Osmanlı Devleti'nde yaşama hakkı buldular.

Keza, aynı şekilde, Polonya'dan gelen mülteciler de bugünkü, hepimizin bildiği -kalıntıları orada mevcuttur- Polonezköy'de ikamet ettirildi ve onlar da koruma altına alındı. Hatta tarihin o dönemlerinde meydana gelen bu hadiselerden dolayı Avrupa'da büyük bir Türk modası başladı. İngiltere başta olmak üzere, Fransa'da Osmanlı kıyafetleri ön plana çıktı, "Türk gibi giyinmek, Türk gibi olmak" gibi bir gelenek veyahut da bir moda söz konusu edildi.

Değerli milletvekilleri, bugün Türkiye'nin çevresinde yine önemli bir savaş dönemi yaşanmaktadır. Bunun öncesinde şunu da söyleyeyim: Demin Kafkasya söylendi ama Kafkasya dışında Balkanlardan da yine Balkan Savaşları dolayısıyla, 1777-1778 Osmanlı-Rus Savaşı dolayısıyla çok önemli miktarda bir nüfus Anadolu'ya göç etti. Yine, 1912 Balkan Savaşları sırasında Türkiye Balkanlardan önemli bir göç aldı. Bunların dışında, oradaki baskılar sebebiyle Bosna'dan, Makedonya'dan, Bulgaristan'dan, Romanya'dan, değişik yerlerden Türkiye'ye gelen mülteciler oldu. Bunlara Türkiye Cumhuriyeti'nde kucak açıldı ve onlar kendi özbeöz kardeşleri olarak yaşama hakkı buldular, kardeşlik buldular. Bunların sayısı o derecedeydi ki 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş döneminde mevcut 13,5 milyon nüfusun yaklaşık 5 milyonuna yakını Kafkasya ve Balkanlardan gelen göçmenlerden oluşmaktaydı. Bu göçmenler kendi vatanlarına, ana yurtlarına döndüler, kendi benimsedikleri topraklara ve insanların arasına geldiler.

Şimdi, yine, Suriye'den gelen göçmenlerin sayısı, rakamları 1 milyon olarak veriliyor. Ancak, şunu özellikle belirteyim arkadaşlar: 1 milyonun çok üzerinde mülteci geldiğini hepiniz biliyorsunuz. Ama, bunlara çok iyi baktığınızı söylemek hatasına düşmeyin lütfen. Bugün hepiniz bilirsiniz, arkadaşlarımız bilir, cuma günleri cami kapılarında dilenen birçok Suriyeliyi görüyorsunuz, yine marketlerin kapısında dilenen birçok Suriyeliyi görüyorsunuz, onun ötesinde, hastanelerin almadığı, hastanelere gidemeyen hasta Suriyeli mültecileri görüyorsunuz. Kampların dışındaki, ortalıkta dolaşan Suriyelilerin sayısı, hesabı artık neredeyse bilinmiyor. Dolayısıyla, çok iyi baktığınızı söylemek hatasına düşmeyin lütfen. Keza, aynı şekilde, Amerika'nın o bölgeleri bombaladığı sırada Irak'tan kaçanların sayısı 2 milyonun üzerinde. Şu an IŞİD'in yapmış olduğu katliamlar ve insanlık dışı hareketler, canavarca hareketler, kafa kesmeler sebebiyle oradan kaçan insanların yavaş yavaş Türkiye'ye geldiklerini, Türkiye'ye sığınmak istediklerini hepiniz biliyorsunuz. Dolayısıyla, ne gariptir ki bu tür savaşların en büyük sıkıntısını siviller çekmektedir. Afganistan Savaşı'nda Pakistan'a sığınan insanların sayısına baktığınızda yine insanlık dramı yaşandığını görürsünüz, 2 milyona yakın insanın Pakistan'da göçmen olarak yaşadığını, olumsuz şartlar altında yaşadığını görürsünüz. Onların, bu gelen mültecilerin çocuklarının doğru dürüst bir eğitim aldığını hiçbir zaman söylemeniz mümkün değil. Yani, bir nesli uzun savaşlar sebebiyle dünya kaybetmektedir.

Şimdi, değerli milletvekilleri, bu savaşların bulunduğu yerlere dikkatinizi çekmek istiyorum. Nedense sadece ve sadece İslam dünyasının bulunduğu coğrafyalarda bu savaşlar olmaktadır. Yani, Avrupa'da bir savaş söz konusu değil, başka bir coğrafyada bu savaş söz konusu değil. Nedense -ki nedenini aslında hepiniz biliyorsunuz- sadece İslam dünyasında bu savaşlar var! Çünkü, İslam dünyası Batı'nın, Batı emperyalizminin pazarı ve sömürge hâlinde bulunan bölgeleridir. Maalesef, İslam dünyası, kendi inancı gereği ilme önem vermediği, bilgiye önem vermediği için birileri tarafından kullanılmaktadır, kötü idareciler tarafından kullanılmaktadır. İşte, birileri çıkmış İslam adına "Allahu ekber" diyerek insanların kafasına kurşun sıkan, kafalarını kılıçlarla, baltalarla kesen ama diğer taraftan da Kâbe'yi yıkacağını söyleyen, İslam'ın dışında düşünebileceğimiz bir tavır sergilemektedir. Böyle olduğu müddetçe İslam dünyası tabii ki başka ülkeler tarafından sürekli sömürülecektir, tabii ki sürekli olarak İslam dünyası ve insanlar kullanılacaktır. Böyle devam ettiği müddetçe de vatanlarını terk eden, başka ülkelerde zor kanaat geçinen insanlarla karşı karşıya kalacağız. Bunun önüne geçmek aslında bu coğrafyalara geçmişte hâkim olan Türkiye'nin görevidir. Ama, Türkiye burada tarafgir olmak yerine doğrudan doğruya "ara bulucu" sıfatını taşıyan, onları barıştırabilen, bu savaşın önüne geçebilecek, çatışmaların önüne geçebilecek bir tavır sergilemek zorundadır. Aksi takdirde, tarafgir olduğunda karşısında diğer grupları bulacaktır ve o görevi yerine getirmekte de maalesef zorlanacaktır.

Değerli milletvekilleri, bu yasaya "evet" diyeceğimizi özellikle belirtmek istiyorum ve bütün vatansızların vatan sahibi olmaları, tekrar ülkelerine dönmeleri tarafında olduğumuzu söylüyorum. Yüce Allah'tan, Cenab-ı Allah'tan insanlara bu türlü zulüm göstermemesini diliyorum. Ama bunun için de hepimizin Allah'ın insanlığa verdiği en önemli nimet olan aklı kullanmamızı ve bu aklı kullanarak, ilim sahibi olarak, bilgi sahibi olarak birbirimize düşmememizi, ayrım yapmamamızı, toplum içerisinde herkesi eşit tutmamızı, konuşmalarımıza "Laz'ı, Çerkez'i, Kürdü" diye başlamamamızı, toplumu bir bütün olarak görmemizi, vatandaş olarak görmemizi diliyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)