GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: ARAŞTIRMA ALTYAPILARININ DESTEKLENMESİNE DAİR
Yasama Yılı:4
Birleşim:111
Tarih:02.07.2014

HDP GRUBU ADINA ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, ben de 593 sıra sayılı Araştırma Altyapılarının Desteklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Sanayi, Ticaret, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporları üzerine söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, komisyon raporunun ismi bu şekilde geçiyor ama esasında Sanayi, Ticaret, Enerji ve Tabii Kaynaklar Komisyonunda bu iş hiç görüşülmedi, oraya hiç gitmedi, bununla alakası yok, bunlar işin içinde yoklar. Direkt, doğrudan doğruya Plan ve Bütçe Komisyonuna gelmiş ve Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmüş, tartışılmış bir komisyon raporu ve kanun tasarısından söz ediyoruz.

Biz de özü itibarıyla bu konunun önemli olduğunu düşünüyoruz ve esasında gecikilmiş bir düzenleme olduğunu da ifade ediyoruz. Tabii ki dünyadaki teknolojik ilerleme, teknolojik gelişim ile Türkiye'deki teknolojik gelişimi yan yana koyduğumuz zaman -sayısal veriler de biraz önce ifade edildi- dünyanın çok çok gerisinde olduğumuz aşikâr. Dünyanın gerisindeyiz. Peki, aradaki açığı kapatma gibi bir şansımız var mı? Hükûmetin koyduğu vizyon programları çerçevesinde bunun olabilme şansı da yok, görülmüyor, maalesef. Kısa vadede bu açığı kapatmak, üst sıralara tırmanmak bu alanda pek mümkün değil. Çünkü, dünyanın gelişmiş ülkeleri, gelişmiş sanayileri artık bizim bugün kullandığımız teknolojileri müzeye koyarak tanıtmaya başladılar. Müzede bunlardan yararlanıyorlar. "Biz geçmişte bu teknolojileri kullanıyorduk." demeye başladılar. Biz dünyayı çok çok geriden takip eder bir noktaya geldik ve özellikle teknoloji ithal eden bir ülke pozisyonundayız. Teknoloji ithal etmek aynı zamanda yetişmiş bilgiyi de ithal etmek. Beyin göçünün önüne geçmek bir tarafa dursun, dışarıdan akıl satın alır pozisyonuna geldik, böyle bir noktadayız. Türkiye sanayi gelişimi itibarıyla dünyanın artık sanayisinin alanı durumuna gelmiştir. Artık, dünyada insanların, kendi ülkelerinde bulunmasını doğa tahribatı olarak algılayıp kendi coğrafyalarında değil de başka ülkelerin coğrafyalarında inşa ettiği sanayi faktörünün merkezi pozisyonuna geçtik ya da bu merkezlerden biri durumuna geliyoruz. Düşünün, mesela dünyanın sayılı otomotiv sektörüne sahip ülkelerin pek çoğu artık kendi ülkelerinde fabrika inşa etmiyorlar, sadece marka satıyorlar. Ama, biz, işte Japonya'daki bir markanın montajını ya da parça imalatını Türkiye'de yaptığımız için övünüyoruz, "İşte bunu burada üretiyoruz." diyoruz. Ya da Almanya'daki bir üretimi alıp montajını burada yaptığımız zaman, parça üretimlerini yani ağır sanayi gerektiren parça üretimlerini burada yaptığımız zaman biz övünüyoruz, "İşte bunları yapıyoruz." diyoruz. "Şu kadar geniş sahaya yayılmış, şu kadar sayıda fabrikamız var." diyoruz. İyi, güzel de dünya bunları aştı, gelişmiş dünya bunları aştı. Hiç kimse metrekare boyutuyla, inşa ettikleri fabrikalarla artık övünmüyor. Beyin üretimini yapıyor mu yapmıyor mu? Bununla insanlar övünüyor, bununla ilerleme sağlıyor.

Şimdi, en son, uzaya fırlattığınız uydu üzerinden, 15 Ağustos itibarıyla yarım metre mesafeden yer görüntüsü alabileceğiz beklentisi içerisindesiniz. Şimdi mevcuttaki uydularda yer tespiti görüntü mesafeniz ne kadardır? 7 metredir, 7 metre mesafeden görüyorsunuz. Ya, adamlar bu işi, yerdeki pireyi hesaplayacak kadar genişletmişler. Siz hâlâ bunun 7 metre mesafesinde iseniz, adamların bu işi sıfırladıklarını hesaba katmadan "Biz onlarla rekabet içerisindeyiz, mesafeyi kapatacağız." deyip gerçekle bağdaşmayan hedefleri önünüze koyduğunuz zaman, günbegün o koyduğunuz hedef vadesi doldukça bu hedeflerin hepsi karşınıza çıkacak.

Bu tasarı Komisyon aşamalarında da tartışılırken, konuşulurken özellikle 3'üncü ve 4'üncü maddelerine biz itiraz koyduk. İtiraz koymamızın sebebi şu: Aşırı siyasallaştırılmış bir yapıdan söz ediyoruz burada. Kurulu kimlerden oluşturuyorsunuz? Bakanlardan oluşturuyorsunuz. Alt kurulu kimlerden oluşturuyorsunuz? Bakanlık müsteşarlarından oluşturuyorsunuz. Bilim bunun neresinde? Bilim bunun hiçbir yerinde yok. Yükseköğretim Kurulu Başkanlığını buranın, kurulun içerisine koyarak siz bu işe bilimsel bir tamamlayıcı sağladığınızı düşünüyorsanız büyük bir yanılgı içerisindesiniz. Dünya bu işi nasıl ilerletmiş? Süreklilik kazandırarak bunu sağlamış. Gelişmeyi süreklilik kazandırarak elde etmiş.

Şimdi, Türkiye'de büyük çoğunlukla bakanlarımızın hükûmetteki görev süreleri -hadi, öncesini hesaba katmayayım- sadece AKP hükûmetleri dönemindeki bakanların Hükûmette kalma süreleri ortalama üç yıldır. Her gelen bakanın kendi müsteşarını da değiştirdiğini hesaba katarsanız -ki yapıyor, doğal olarak yapar, kim olsa yapar- kendine göre bir müsteşar, rahat çalışacağı bir müsteşar atıyor. Şimdi, hem kendisi bu işe sıfırdan başlamış olacak hem ona düşünsel veri altyapısını sunacak olan müsteşar sıfırdan başlamış olacak. Ortalama üç yılda bir siz buradaki bilimsel gelişmelerin havzasını "reset"lemiş olacaksınız. Komisyon aşamalarında da söyledik. Bu şekilde oluşturacağınız bir kurulun bu iş için uygun olmayabileceğini ifade ettik. Üniversiteleri buna dâhil edin, üniversitelerdeki gelişimi buna dâhil edin. Üniversiteleri katmadan, bilim insanını bu işin içerisine, bu projenin içerisine katmadığınız zaman ilerleme sağlama şansına sahip değilsiniz. Yok, tasarı geldiği şekliyle komisyondan geçti. Açın, bakın, işte, sizler de mutlaka okumuşsunuzdur 3'üncü maddede: "Kurul Kalkınma Bakanı Başkanlığında Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı ile Millî Eğitim Bakanından oluşur." 4'üncü maddede komiteyi, yani kurula verisel altyapı hazırlayacak, bu işi yönetecek komiteyi kimlerden oluşturmuşsunuz? "Kalkınma Bakanlığı Müsteşarının Başkanlığında Millî Eğitim Bakanlığı Müsteşarı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Müsteşarı, Yükseköğretim Kurulu Başkanı ve TÜBİTAK Başkanından oluşur." Bunların hiçbirisi -yani TÜBİTAK Başkanını kısmen bu işin dışında tutarsak- bu işte sürekli görev yapabilecek nitelikte değildir, hiçbiri. Oysaki burada sürekliliğe ihtiyaç var.

İkinci önemli eksiklik burada -şimdi, Sayın Bakan muhtemelen biraz sonra, bu konuya açıklık getirdiği zaman tematik laboratuvarlardan başlayacak ve ifade edecek- araştırma merkezlerine ilişkin olarak Türkiye'nin saygın üniversitelerinin bir tanesinin araştırma merkezinin işlevlerine bir bakın, ne yapıyor, ona bir bakın, okuyun. ODTÜ Üniversitesi bünyesinde kurulmuş araştırma merkezine bakın. Doğrudan doğruya toplum mühendisliği yapan bir araştırma merkezi. Ne adına kurulmuş? "Sosyal Bilimler Araştırma Merkezi" adı altında kurulmuş, o amaçla kurulmuş. Mevcut olan araştırma merkezlerinin büyük bir kesimi böyle: Toplum mühendisliği yapan araştırma merkezleri. Tematik laboratuvarlar amaca hizmet edebilir pozisyonda değildir. "İleri teknoloji merkezleri" dediğimiz merkezler...

Şimdi, arkadaşlar, Türkiye Hükûmeti çıkar, her defasında der ki: "Türkiye'de şu kadar sayıda üniversitenin önünü açtık." İyi, güzel. Harran Üniversitesi, bulunduğu coğrafyanın koşulları itibarıyla oranın yereline bilimsel altyapı hazırlamalıdır, araştırmalarında bunun üzerine yoğunlaşmalıdır. Harran'da çoğunlukla ne yapılabilir, üretim kalemleri ne olabilir? Herkesin ilk aklına gelen tarım olur. Der ki: "Harran Üniversitesi Türkiye'nin tarımsal gelişimine ilişkin olarak merkezlerinde, laboratuvarlarında bilimsel veri üretsin." Peki, siz bu işi Harran Üniversitesine mi vermişsiniz? Yok. Kime vermişsiniz? İstanbul Üniversitesine vermişsiniz. İstanbul Üniversitesi Harran'daki tarımsal gelişmeyi inceleyebiliyor, araştırabiliyor ama Harran'daki üniversite bununla ilgilenemiyor.

Bir başka başlık: Maden sektöründeki gelişmeleri kim, hangi üniversite daha iyi yapabilir? Sektöre en yakın olan üniversite bunu yapabilir. Ama bu görevi de sektöre en yakın olan, üretime, üretim aşamasına en yakın olan, sahaya en yakın olan üniversite yerine, almışsınız, üretime en uzak üniversiteye vermişsiniz.

Şimdi, böyle bir kurgulamadan siz verim elde edebileceğinizi mi düşünüyorsunuz? Elde edemezsiniz. Bırakın mesafeyi kapatmayı, mevcut durumdan da geriye düşersiniz. Çünkü rekabet içerisinde olduğunuz ülkelerin ayağına taş bağlanmış değil, onlar da ilerleme katediyorlar. Dünyada bu alanda ilerleme kateden ülkelerin pek çoğu rekabet koşulları itibarıyla Türkiye'ye göre daha avantajlı pozisyondalar. Artık sanayi ülkesi durumuna gelmiş bir ülkede siz ileri teknolojiyle üretim safhasına geçme şansına sahip değilsiniz.

Önemli bir başka eksiklik de şu: Şimdi, Türkiye'de "ileri teknolojik üretim" denilince ağırlıklı olarak savunma sanayisi akla geliyor, herkesin aklına savunma sanayisi geliyor, bu kapsamın dışında tutulmuş ama biraz önce değerli hatip arkadaşların ifade ettikleri o AR-GE yatırımlarının bindelik dilimleri de ağırlıklı olarak savunma sanayisi kapsamındaki yatırımlara ilişkindir.

Esasında, tabela dışında laboratuvarlarımız bile yok, araştırma merkezlerimiz bile yok; tabela var, sadece tabela var. Geçen gün bir üniversitenin hazin öyküsünü komisyonda ilgili bakanla paylaştım. Bazı yerlerde tabela asacak yer de yok. Hakkâri Üniversitesinin adını bina bulamadıkları için tepeye yazmışlar, dağa yazmışlar ve orada bir tematik laboratuvar olduğu görülüyor.

ÖZDAL ÜÇER (Van) - Ekolojik üniversite. Bizim siyasal tezimize uygun.

ADİL ZOZANİ (Devamla) - Şuradan da bakın: Muhalefet şerhi içerisindeki haritada da ifade etmiş. Burada, Hakkâri'de bir tematik laboratuvar olduğu görülüyor. O laboratuvar Hakkâri Üniversitesinin bünyesinde. Üniversite nerede? Üniversite yok. Üniversite yok ama laboratuvarının olduğu söyleniyor. Üniversite, son çare, adını tepeye yazmış, bir dağa yazmış.

ÖZDAL ÜÇER (Van) - Ama haksız değiller, Hakkâri'nin dağları üniversite gibidir.

ADİL ZOZANİ (Devamla) - Hiç abartı yok, İnternet'e girin, "Hakkâri Üniversitesi" diye yazın, karşınıza çıkacak şey, koskoca tepeye yazılmış bir isim ve başka da hiçbir şey yok.

Anadolu'daki laboratuvarların çoğunun durumu böyledir. Mevcut araştırma merkezlerinin, üniversiteler bünyesindeki araştırma merkezlerinin de durumu bundan da vahim bir pozisyon. İstanbul yoğunluklu, İstanbul merkezli gelişimi siz Türkiye'nin önüne koydunuz. İstanbul artık Anadolu'nun prangası durumuna geldi. İstanbul, birçok boyutuyla artık Türkiye'nin yaşanamayacak kenti pozisyonuna geldi. Türkiye'nin bütün yollarını İstanbul'la düğümlediniz, Türkiye'yi İstanbul'a düğümlediniz. Her şeyin merkezini İstanbul yaptınız, sanki İstanbul'un dışında, Türkiye'de başka yerde bu işler yapılamayacakmış gibi bir algı yarattınız siz.

ÖZDAL ÜÇER (Van) - Artık İstanbul'a bir merkez lazım.

ADİL ZOZANİ (Devamla) - Türkiye'de yıllık yapılan yatırımın neredeyse yüzde 50'sini sadece İstanbul'a yapıyorsunuz. Oysaki İstanbul, Türkiye'nin 81 ilinden sadece bir tanesi. Ama sizin bu ile yönlendirdiğiniz yatırımlar, neredeyse Türkiye'deki toplam yatırımların yüzde 50'sine tekabül ediyor. Yapılmasın demiyoruz, yatırımlar yapılsın ama bu işler Anadolu'nun diğer yerlerinde de yapılabilir.

Bu ülkenin doğu bölgesindeki bütün üretimler, batıdaki üretimlerin ham maddesi olarak kullanılır duruma geldi. Şimdi, biz bunları söylediğimizde, "Bu bir sömürü yöntemidir." dediğimizde hoplayıp zıplıyorsunuz, itiraz ediyorsunuz ama sömürünün başka bir tarifi yok, bu şekilde yapılıyor zaten. Oradaki ham maddeyi ham olarak alıyorsunuz, sanayisel olarak, teknolojik olarak gelişmiş batı bölgelerinde işliyorsunuz, ondan sonra tekrar oraya geri veriyorsunuz. Sömürü çarkının tarifini 40 defa da okusanız budur, başka da bir tarifi yok.

Şimdi, bu bilimsel gelişim altyapısını kurgularken bölgelerin özelliklerini dikkate alarak, kaynağa en yakın yerden bunu kurguladığınız zaman, bu yatırımı gerçekleştirdiğiniz zaman amacınıza ulaşırsınız. Bunu bu şekilde yapmadığınız zaman amacınıza ulaşma şansına sahip değilsiniz.

Müsaadenizle, son iki dakikamda bugünün önemi üzerinden yani bugünün tarihsel önemi üzerinden birkaç cümle sarf ederek konuşmamı bitirmek istiyorum.

Bugün 2 Temmuz ve bundan tam yirmi bir yıl önce Sivas'ta bir katliam gerçekleşti, 37 insanımız cayır cayır yakıldı. O gün bugündür bu yara sarılmış değil, bu yara açık duruyor. O dosyadan yargılananlar öldüklerinde ki bir tanesi öldüğünde açığa çıktı. Türkiye'de Sivas'ın hemen yanı başında, birilerinin gözetiminde korunarak yaşatıldığı açığa çıktı hem de on dokuz yıl boyunca. Ölünce öldü dendi, bu falan kişi öldü dendi. Geriye kalan failler için de zaman aşımı faktörü devreye girdi, dosya zaman aşımına uğratıldı. İnsanlığa karşı işlenmiş bir suç Türkiye yargısı tarafından zaman aşımına uğratıldı ve o yara açık bırakıldı, Sivas'ın yarası açık bırakıldı. Madımak'ta yakılan insanların külleri bu ülkenin üzerine serpili duruyor. Siz, bu insanların uğruna yaşadıkları Türkiye ideallerine karşılık koymadan, Türkiye'deki toplumsal yaşama bir barış faktörü eklemeden, toplum içerisindeki bu nifak tohumlarını ayıklamadan, geçmişin yaralarını sarmadan bu yaralı hafızayı unutturma şansına da sahip değilsiniz, hiç kimse bunu unutturamaz. Sivas bir yaralı hafıza olarak duruyor ve maalesef, bu Hükûmet döneminde bu dava zaman aşımına uğratıldı ve ne yazık ki bu Hükûmetin başı o zaman aşımına sahip çıktı.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)