GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TERÖRÜN SONA ERDİRİLMESİ VE TOPLUMSAL BÜTÜNLEŞMENİN GÜÇLENDİRİLMESİNE DAİR
Yasama Yılı:4
Birleşim:115
Tarih:10.07.2014

MHP GRUBU ADINA YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Değerli milletvekilleri, Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun Tasarısı'nın sonuna gelmiş bulunuyoruz. Görüyoruz ki Sayın Başbakan Yardımcısı, zaten bizim bir katkı verebileceğimiz inancında olmadığını dün beyan etti. Biz, gerçekte çok önemli katkılarda bulunduk ama tabii anlayan için. Şurası unutulmamalıdır ki "Niyetlerinde, samimi olanlar dosdoğru yoldadır." sözü doğrultusunda Hükûmeti uyardık, olacakları kendilerine anlattık ama anlamak istemediler. Düşünebiliyor musunuz ki çıkarılan bir yasa "çerçeve" olarak adlandırılsın ve yasayı hazırlayanlar "Gerektiğinde yeni yasalar çıkararak bu yasayı şekillendirelim." desin, ama sorular karşısında da "Biz daha neler çıkaracağımızı bilmiyoruz." diye cevap versin. Bütün bunlar, aslında nasıl bir mantıkla yasa hazırlandığını ortaya koymaktadır.

Ayrıca, 6'ncı maddede "Bu kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür." denilirken 2'nci maddenin ilk paragrafında ne Anayasa'da ne de diğer hukuk metinlerinde yer almayan, ayrıca hukuki bir terim olmayan ve 6'ncı maddeyle çelişkiye düşen bir ifade kullanılıyor. Ne diyor: "Hükûmet, çözüm süreci kapsamında aşağıdaki hususlarda gerekli çalışmaları yürütür." Bakanlar Kurulu mu Hükûmet mi? Böylesine alelacele hazırlanmış bir yasa taslağından zaten ne yapılacağını da net şekilde anlamak mümkün değil.

Neymiş efendim, 2'nci maddenin (a) fıkrasına göre, terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesine yönelik siyasi, hukuki, sosyoekonomik, psikolojik, kültür, insan hakları, güvenlik ve silahsızlandırma alanlarında ve bunlarla bağlantılı konularda atılabilecek adımları belirlermiş.

Seni tutan mı var kardeşim? Bu görevler zaten bir hükûmetin görevleridir. Bunun tekrar yasayla görev olarak verilmesinin anlamı nedir? Ama, altında başka gayeler varsa o başka.

Yukarıdaki hususlarda Hükûmetin atacağı adımların Anayasa ve geçerli hukuki teamüllere göre uygulanması hâlinde, uygulayanların suçlu duruma düşmesi mümkün değildir. Öyleyse, 4'üncü maddenin (2)'nci fıkrasında yer alan, bu kanun kapsamında verilen görevleri yerine getiren kişilerin, 2'nci maddenin (a), (b) ve (c) fıkralarından dolayı hukuki, idari ve cezai sorumluluğu doğmazmış.

Kendinize gelin beyler! Hangi hukuk sisteminde, yasama organının çıkardığı bir yasa uygulayanı suçlu duruma düşürür? Aslında, siz ya hukuk bilmiyorsunuz ya da art niyetle bir yasa metni hazırlamışsınız.

Bundan beş yüz elli sene önce Osmanlı devleti zamanında hazırlanmış hukuk metinlerinde bile, bir hükmün kanun olabilmesi için kanunu uygulayanı suçlu duruma düşürmemesi gerektiği yer almaktadır.

Hatırlatırım, şu an 2014 yılındayız. Yeni Türkiye ve ileri demokrasinin kuralları, çıkarılacak yasaların gelecekteki uygulamalarında suç da işlenebilirliğini mi ihtiva etmektedir? Yani, siz "Bizim uygulamalarımız suç da teşkil etse yaparız." mı demek istiyorsunuz?

Evet, gerçekten tarihî bir dönem geçiriyoruz. Dünya literatürüne ilk olarak girecek bir yasa maddesi getirdiniz. Bununla, Anayasa'mızın 125'inci maddesini de ihlal ediyorsunuz. Anayasa'mız ne diyor: "İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır." Hâlbuki, siz bazı kişilere yargı yolunu kapatıyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, siz de biliyorsunuz ki, gerçekte bu yasanın maddeleri çarpık. Siz her ne kadar "çerçeve yasa" deseniz de altında başka şeyler yatmaktadır. Oslo'da, PKK-MİT gizli görüşmeleri tutanaklarında, 3 ara bulucudan biri aynen şunları söylüyor: "Bu toplantıda geçmişteki olayları tekrarlamaktan ziyade gelecekte neler yapılabileceği üzerinde odaklanmak daha iyi olacaktır. İki tarafa da bir öneride bulunduk mini bir paket tarzında. Nevruz'a doğru iki tarafta da güvenin tekrar tesis edilmesi için bir öneriydi bu. Şunu vurgulamak istiyorum: Bu sadece bizim fikrimizdi, ne Türk tarafından ne de Kürt tarafından olumlu yönde herhangi bir teklif aldık. İki tarafın değil, bizim sorumluluğumuz altında girişilen bir inisiyatifti. Abdullah Öcalan tarafından üretilen kendi fikirleri Parlamentoda yasa çıkaracakları zaman dikkate alınacaktır. Biz iki şeyden bahsediyoruz: Bir, kamuoyuna yapılan açıklamalar; bir de perde arkasındaki gidişat. Bunu kendilerine söyledik, hem MİT hem de devlet için oldukça riskli hâlihazırda PKK'yla müzakereye oturmuş olmaları. Bugün kamuoyuna yansırsa CHP ve MHP ne der acaba? Devlet temsilcileri olarak MİT'in elemanlarının burada, hem de dağ kadrosuyla Oslo'da müzakereye oturmuş oldukları duyulursa ne olurdu? CHP ve MHP ne derdi?"

Sanırım, meselenin özü burada. Nitekim, teröristbaşı, çeşitli zamanlarda kendisiyle ve Kandil'le görüşen Hükûmet yetkililerini uyarmak durumunda kalmıştır, "Bu görüşmeleri yasal bir zemine oturtun, aksi takdirde suç işliyorsunuz..." Evet, işte bu sebeple yasal bir zemine oturtmaya çalışıyorsunuz ama bunu da beceremiyorsunuz. Zira, kiminle ne konusunda görüşme yapacağınızı belirtemiyorsunuz. Madem şeffaflıktan bahsediyorsunuz, o takdirde açıkça Kandil'le ve İmralı'yla görüşeceğinizi neden belirtmiyorsunuz? Belirtmediğiniz için de hem geçmişteki görüşmelerinizin hem de gelecekteki görüşmelerinizin cezai sorumluluğunu bu yasayla ortadan kaldırmaya çabalıyorsunuz.

Size ciddi birkaç soru sormak istiyorum. Habur rezaletini bir yana bırakırsak, PKK'nın size söz verip de sözünde durmadığı, önce silahlarını bırakarak sınır dışına çıkacaklarını, sonra bundan cayıp silahlarıyla sınır dışına çıkacaklarını söyleyip çıkmamalarını göz önüne alarak bundan sonra da sözlerinde duracaklarına inanıyor musunuz? Durmazlarsa ne yapmayı düşünüyorsunuz? Kaldı ki bu sözlerden sonra sınır dışına çıkmak bir yana, durmadan yeni militan temini yoluna gitmelerini hangi sebebe bağlıyorsunuz? Ama ne yazık ki bunları görmezden geliyorsunuz.

Zira, 2003'te Sayın Başbakan, terör örgütüyle ve İmralı canisiyle görüşme yaptıkları sözüne karşılık bunu iddia edenleri şerefsizlikle suçlamıştı. Yine, 26 Temmuz 2009 tarihinde, teröristbaşı, avukatları aracılığıyla "Özal Talabani üzerinden çağrı yapmıştı. Ben önce Talabani'ye 'Sen ne diyorsun?' demiştim ve şaşırmıştım. Daha sonra Sayın Erbakan Başbakanken Suriye Devlet Başkanı üzerinden çağrısı oldu. Askeriye, Brüksel üzerinden çağrı yaptı. En sonunda buradan rica ettiler. Sayın Erdoğan ve Gül'ün dolaylı da olsa, basın yoluyla da olsa çağrıları, ricaları oldu. Ben de bunlara cevap verdim." diyor. Bunun üzerine Cumhurbaşkanlığı bu beyanatı yalanlıyor ve bu açıklamanın gerçekle alakası olmadığını belirtiyor. Aynı şekilde, Başbakan Müşaviri Kemal Öztürk de şu açıklamayı yapıyor: "Bugün bazı basın yayın organlarında terör örgütü elebaşısının avukatlarına atfen, Sayın Başbakanın kendisine dolaylı mesaj gönderdiği ve ricada bulunduğuna dair bazı asılsız iddialar yer almıştır. Sayın Başbakan başta PKK olmak üzere hiçbir terör örgütüne ne dolaylı ne de basın aracılığıyla hiçbir mesaj göndermemiş, hiçbir ricada bulunmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına yönelik bu sözler tümüyle yalan ve iftiradır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur." Ama ne gariptir ki Sayın Başbakan sonraki zaman içinde kendi adına yayımlanan bu açıklamayı âdeta tekzip ediyor ve televizyonlara "Bundan önce de benim emrimde görüşmeler olmuştur, bundan sonra da olacaktır." diyerek halkı nasıl aldattıklarını gözler önüne seriyor.

Tabii, burada şunu da belirtmekte yarar bulunmaktadır: O sırada Hükûmetin, PKK'lıların serbestçe Türkiye'ye gelebilecekleri ve geldikleri takdirde tutuklanmayacaklarını açıklamasıyla başlayan Habur rezaleti kamuoyunun tepkisini çekince, bu açıklamaların yapılmış olduğunu da göz önüne almak gerekir.

"İçinde bulunduğumuz zaman dilimi içinde değişen bir şey var mı?" diye soracak olursak, aksine, bundan beş yıl öncesiyle kıyaslanmayacak bir fark göze çarpıyor: Artık, PKK teröristleri silahlarıyla serbestçe hem kırsalda hem de şehirlerde dolaşabiliyor, siyasi uzantılarıyla kucaklaşıp halay çekiyor, yol kesip kimlik kontrolü yapıyor, karakol veya kalekol yapmak isteyen devletle çatışıyor, iller arasındaki yollara çukurlar açıp yolları haftalarca kapatabiliyor, Türk devletinin bağımsızlık sembolü olan bayrağı, hem de askerî birlik içindeki bayrağı direkten indirip ayaklar altına alabiliyor, korucuları katledip bir takibe maruz kalmadan serbestçe dolaşabiliyor. Bunlara karşılık asker ve polis, kışla ve karakolundan çıkamıyor. Herhâlde bunun adı demokrasi değil, başıbozukluk ve terörizmdir.

Nitekim, bu Meclis kürsüsünden bu yasa görüşülürken PKK'nın bir terör örgütü olmadığını söyleyen, Kürtlerle bir savaş yaşandığını ve "barış" adı altında açılımın yapılması gerektiğini söyleyen bir parti ile Hükûmet sarmaş dolaş. Sözde "Kan akmaması, şehit haberleri gelmemesi." duygusallığıyla insanları aldatıyorlar.

"Bölünme" deyince, herhâlde karpuzdan bahsettiğimizi sanmıyorsunuz. Devletlerin bölünmesi, karpuzun bıçak atınca çatlamasına ve bölünmesine benzemez. Ademimerkeziyetçi olan Jön Türkler de sizin gibi sözde iyi niyetle -devlet adamlığı kültürüne sahip olmadıkları için- devleti iyi yönetemediği düşüncesiyle Sultan Abdülhamit'i tahttan indirdiler. Onun çözemediğini düşündükleri Balkanlardaki kiliseler meselesini bir çırpıda, sözde çözdüler ama bu hareketleri Osmanlı Devleti'ne pahalıya mal oldu ve bir yıl sonra, Balkan Savaşları sonucu bütün Balkanlar kaybedildi. Aradan iki sene sonra patlak veren Birinci Dünya Savaşı'yla da Osmanlı topraklarının büyük kısmı kaybedildi, Anadolu işgal edildi ve millî mücadeleyi vermek zorunda kaldık.

Devletin ne demek olduğu konusunda fikir sahibi olmak isterseniz, İbni Haldun'un Mukaddime'sini okuyunuz beyler. İbni Haldun "Devletler de insanlar gibi doğar, büyür, gelişir ve ölür." der. Bu çerçevede tarihe bakınız, kaç devlet ayakta kalmıştır? Devletlerin parçalanması dıştan değil, hep içten olmuştur. Anadolu coğrafyası çok tehlikeli bir coğrafyadır ve dünyanın hiçbir yerinde bu kadar çok devletin ve medeniyetin yıkıldığı görülmemiştir.

Sayın Bakan "Bu yasa çerçevesinde memnuniyet duyuyorum ki burada açıkça her şeyi konuşuyoruz." diyorsunuz ve ekliyorsunuz "Sizden zaten bir katkı beklemiyorum." Bu Meclis sizin iktidarınız döneminde konuşmaya başlamadı, Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanaklarına bakarsanız bu Mecliste daha hararetli konuşmalar yapıldığını da görürsünüz. Osmanlı Dönemi meclislerinde de her şey konuşuluyordu ama önemli olan konuşulması değil, muhalefetin söyledikleri de dikkate alınarak en yararlı yasanın çıkarılmasıdır. Ayrıca bugün silahlı teröristlerin ortaya çıkışını, cumhuriyetin ilk dönemlerinde farklı ana dillerde eğitim verilen Doğu'daki medreselerin kapatılmasına bağlayanlara tarihi yeniden okumalarını öneririm. Osmanlı Döneminde 19'uncu yüzyılda da ayrılıkçı isyanları göreceklerdir ve çoğunun altında da yabancı güçler ve onların kurdukları okulların yattığı bir vakıadır. Bir devlet kendi varlığını devam ettirmek için ordu kurar ve kendini korur, bu, onun en tabii hakkıdır. Türkiye'de meydana gelen terör olaylarında da devlet, birlik ve bütünlüğünü sağlamak, vatandaşlarının geleceğini garanti altına almak için üzerine düşen görevi yerine getirmek zorundadır.

"Bu kadar kayba gerek var mıydı?" diye soranlar oldu. Bu mantıkla bakacak olursak "Çanakkale'de 250 bin şehit vermemize de gerek var mıydı?" demek gerekir. Yani "Çanakkale geçilse ne olurdu." ile eline gayrimeşru şekilde silah almış, bebek, çocuk, kadın, yaşlı, asker, polis, öğretmen demeden katleden bir illegal örgüte karşı herhâlde çiçek sunulmasını kimse beklememelidir. Şayet örgüt iyi niyet gösterir, silah bırakarak pişmanlık duyarsa onlarla görüşülür ve kanunlar çerçevesinde gereken yapılır. Ama yok, silah bırakmadan tehdit ve şantajla avantaj elde etmek istiyorsa onlarla oturup konuşulmaz, her samimi yaklaşım bir taviz olarak nitelendirilir, yeni tavizler için yeni istekler ortaya çıkar. Bu tür örgütler hedeflerine bu tür yaklaşımlarla ulaşmaya gayret ederler; ellerindeki maddi gücü, silahlı gücü sizin isteğiniz üzerine bırakıp terk etmez. Nitekim hep sureti haktan görünüp hedefine ulaşmak açısından gücünü artırmıştır. Size teröristbaşının şu sözleri de mi ders olmadı: Teröristbaşı 1999'da tutuklandığında "Barış için çalışacağım. Bana müsaade edin, dağdan üç ayda indireceğim." derken, 23 Şubat 2013'te devrihükûmetinizde "Çekildiğimiz alanda gerillayı daha da büyüteceğiz. Başarılı olursam ne KCK tutuklusu kalır ne başkası. Bu olmazsa 50 bin kişiyle halk savaşı olacak." diyebilecek hâle gelmiştir. Bu sözlerden sonra onlara nasıl güvenebilirsiniz? Biz size nasıl inanırız? Bugün, 10 Temmuz itibarıyla KCK yürütme eş başkanı Cemil Bayık "Kim gerillanın direnişi ve silahı bırakacağını sanıyorsa hayal görüyor." diyor.

BAŞKAN - Artı bir dakikayı konuşuyorsunuz Sayın Halaçoğlu.

YUSUF HALAÇOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bu sebeple, çıkardığınız yasa, tarih tecrübeleri çerçevesinde söylüyorum ki, sizi daha zor durumlara düşürecektir ama asıl zor duruma düşecek Türkiye'dir, Türk milletidir. Umarım ki bu yasa önümüzdeki dönemde uygulamalarınız çerçevesinde vatanıihaniyenin bir şaheseri olmasın. Umarım ki tarihe yeni bir Damat Ferit şöhretiyle geçmeyin, aksi hâlde ne Türk milleti ne de tarih sizi affetmeyecektir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)