| Konu: | BAŞBAKAN AHMET DAVUTOĞLU TARAFINDAN KURULAN BAKANLAR KURULU PROGRAMI'NIN GÖRÜŞÜLMESİ |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 135 |
| Tarih: | 04.09.2014 |
HDP GRUBU ADINA PERVİN BULDAN (Iğdır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 62'nci Hükûmet Programı hakkında grubumuzun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Hükûmet programı olarak Parlamentoya sunulan bu çalışma, bir program olmanın ötesinde, AKP'nin faaliyetlerini içeren ve 2015 seçimlerini hedefleyen bir icraat raporu olarak durmaktadır.
Türkiye halklarının demokrasi, özgürlük, adalet ve eşitlik talepleri dikkate alındığında, bu programın ileri bir çizgiyi temsil etmediği görülecektir. Öncelikli olarak şunu net belirtmemiz gerekir ki programda köklü bir demokratik değişim ve dönüşüm hedefi yer almamaktadır. Var olan mevcut sistemi kısmi restorasyonlarla sürdürme amaç ve hedefi söz konusudur.
Değerli milletvekilleri, kim ne derse desin, Türkiye'de demokrasinin ve özgürlüklerin alanı son derece sınırlıdır. İktidarın otoriterleşen uygulamaları her geçen gün artmakta, ayrımcı ve ötekileştirici politikalarla toplum âdeta kamplaştırılmaktadır. Kimlikler, kültürler, inançlar, mezhepler, kadınlar, gençler, aydınlar, emekçiler...
İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Sayın Başkan, konuşmayı dinleyemiyoruz.
BAŞKAN - Sayın Buldan, bir saniye.
Sayın milletvekilleri, sayın bakanlarla görüşmeleri dışarıda yapın lütfen.
Sayın Buldan, yeniden başlatıyorum.
İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Yani, sayın hatibe saygının gereği, artık bir sükûneti sağlamanız lazım.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Buldan.
PERVİN BULDAN (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
...gazeteciler, çevreciler ve insan hakları savunucuları üzerindeki baskılar rahatsız edici boyuttadır. Türkiye'de hiçbir kimlik ve inanç yeterince özgür değildir. En küçük muhalif bir hareket bile devletin en orantısız şiddetiyle karşı karşıyadır. Halkın siyasete katılımı ve Parlamentoda demokratik temsiliyeti engellerle karşı karşıyadır. Seçimler asla demokratik bir yarış içerisinde geçmemektedir. Parlamento özgür değildir. Tüm yasalar AKP'nin çoğunlukçu dayatmasıyla geçmekte, muhalefetin önerileri hiçbir şekilde dikkate alınmamaktadır. Adalet, bu ülkede neredeyse mumla aranır hâle gelmiştir. Türkiye giderek hukuk devleti ilkesinden uzaklaşarak otoriter bir kanun devletine dönüşmektedir. İşsizlik, yolsuzluk, yoksulluk, emeğin sömürüsü, doğanın tahribatı, kadın cinayetleri, çocuklara yönelik her türlü şiddet alabildiğine artmaktadır. Geleceğinden umutsuz üniversiteli gençler, atanamayan öğretmenler çığ gibi büyümektedir. Bir ülkede eğer eşitlik hukuku yoksa, adalet yaralıysa, ülke yönetimi şeffaf ve denetlenebilir değilse, o ülkede güvenle bakılan bir gelecekten söz edilebilinir mi?
Değerli milletvekilleri, şu an Türkiye hâlen darbe döneminin Anayasa'sı ve yasalarıyla, kurumlarıyla yönetilmektedir. Toplumsal sözleşme niteliğinde demokratik bir anayasa yapmadan yeni Türkiye'yi nasıl inşa edeceksiniz? Yüzde 10'luk seçim barajı, TMK, TCK gibi antidemokratik, otoriter yasalar kaldırılmadan demokratik siyasetin, katılımın ve özgürlüklerin önünü nasıl açacaksınız? Halklara, kimliklere dayatılan tekçiliği ortadan kaldırmadan, çoğulcu bir sistemi inşa etmeden özgür ve eşitçe bir arada yaşam koşullarını nasıl yaratacaksınız?
Hükûmet Programı'nda, hak ve özgürlüklerin AKP iktidarının teminatı altında olduğu ifade edilmektedir. İşte, asıl yanlış da burada yatmaktadır. Çağdaş demokrasilerde demokratik hak ve özgürlüklerin teminatı iktidar olabilir mi? Özgürlükler bir iktidarın değil, anayasa ve yasaların güvencesi altında olmak zorundadır. Siz bunu sağlamadan yeni bir Türkiye'yi asla yaratamazsınız.
Son on iki yılda iş cinayetlerinde katledilen işçilerle, Soma'yla, polis kurşunuyla öldürülen çocuklarla, Roboski'yle, kadın cinayetleriyle, yolsuzluklarla, yoksullukla, işsizlikle, emeğin sömürüsüyle yüzleşmeyen bir Hükûmet yeniyi inşa edebilir mi, yeniyi temsil edebilir mi?
Bütün bu gerçekler ışığında bakıldığında, ülkeyi tozpembe gösteren, sanki hiçbir sorun yokmuş gibi yansıtan, Türkiye gerçekliğinden uzak bir Hükûmet Programı'yla ne yazık ki karşı karşıyayız. Program bu yönüyle bir heyecan yaratmadığı gibi umutsuzluğu da artırmaktadır. Görüldüğü kadarıyla Hükûmetin hedefi de mevcut sisteme fazla dokunmadan kendi iktidar hedefleri doğrultusunda bazı değişiklikleri gerçekleştirmektir, yoksa köklü bir reform iradesi ve niyeti görülmemektedir. Daha açık bir ifadeyle, Hükûmet Programı'nda bahsedilen yeni Türkiye'nin inşası eğer bu sınırlı adımlarla yapılacaksa ortaya çıkacak yapının sağlamlığı da malzemesi çalınan inşaattan farkı olmayacaktır. Ne yazık ki bu inşanın malzemesi eksiktir.
Programdaki "Yeni Türkiye" söylemine bakıldığında, aslında bir hedef saptırmasının yapıldığı da açıkça görülecektir. Şöyle ki ülkemizin bugünkü temel ihtiyacı, mevcut sistemi aşacak demokratik bir Türkiye hedefini gerçekleştirebilmektir. Mevcut antidemokratik sistemi allayıp pullamak ne demokrasi açığını kapatacak ne de Türkiye'nin ihtiyaçlarını karşılayacaktır. Unutulmamalıdır ki eğer sağlam bir demokrasiniz, kalıcı bir iç barışınız ve güçlü bir demokratik anayasal sisteminiz yoksa sorunlar karşısında çaresizlik içerisinde kıvranmanız kaçınılmazdır. O yüzden, bu program Türkiye halklarının talebi olan demokratik Türkiye hedefinden oldukça uzaktır. Demokratik Türkiye'nin inşası, öyle iktidarın temsil ettiği çizgiyle değil, radikal bir demokrasi anlayışıyla ve halkların ortak mücadelesiyle gerçekleşebilir. Radikal demokraside demokratik cumhuriyet vardır, ortak vatan vardır, demokratik ulus vardır, demokratik bir anayasa vardır. Bu ilkeler etrafında birleşmeyen hiçbir hedef Türkiye'yi ileriye taşımaz, demokrasinin önünü açmaz.
Değerli milletvekilleri, olması gereken demokratik Türkiye, demokrasisi, hukuku ve tüm bunlara bağlı olarak ekonomisi eşit gelir dağılımıyla gelişen bir Türkiye olmalıdır. Bu koşulların oluşmasında en önemli aşama radikal demokrasiyi inşa edeceğimiz bir sistemin oluşmasıdır. Seçim barajının kaldırılmasından ademimerkeziyetçiliği esas alan özerk yerel yönetimlerin oluşumuna; örgütlenme ve düşünce özgürlüğünün sağlanmasından sivil toplumun gelişimine; yolsuzluklarla, yoksullukla mücadeleden hakikatlerle yüzleşme ve derin devletle hesaplaşmaya varıncaya kadar köklü bir değişim ve dönüşüm esas hedef olmalıdır. Bunlar gerçekleştirilmeden demokrasi derinleşmez, ülke ve halklarımız özgürleşemez. Programda bu ana hedefler yer almamaktadır, sivil toplumun güçlendirilmesinden söz edilmektedir; peki, demokratik sivil toplum yasasını çıkartmadan, sivil toplumu güvence altına almadan siz sivil toplumu yönetime nasıl katacaksınız? Keza, farklı kimlik ve inançlara yaklaşım da o inanç ve kimlikleri olduğu gibi kabul etme, onun hak ve özgürlüklerini sağlama temelinde gelişmemektedir. Hükûmet, kimlik, inanç ve mezhepleri kendi anlayışına göre tarif etmeye kalkışmaktadır. Siz farklı inançları olduğu gibi kabul edeceksiniz, onların neyi talep etmesi gerektiğine, nasıl ibadet etmesi gerektiğine siz karar vermeyeceksiniz. İnançlara ve kimliklere yeni inanç biçimleri dayatmayacaksınız yoksa o kültürler zarar görür. Ama Hükûmetin yaklaşımlarına baktığımızda tersi bir durumla karşı karşıyayız.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, programda, Roman yurttaşların yaşam koşullarına ilişkin iyileştirme vurgusu yapılıyor ama uygulamada iyileştirme değil mağduriyetlere yol açılıyor. Hükûmetin "Roman Açılımı" adını verdiği süreçte sosyal dokusu ve mekânı korunması gereken Sulukule kentsel dönüşüm kapsamına sokulmuş ve 5 binden fazla Roman, yerinden, yurdundan edilmiştir. Yerinden dönüşümle sosyal dokuları, kültürleri korunması gereken Roman yurttaşlarımız, hem yaşam alanlarını hem ekonomilerini hem de sosyal ilişki ağlarını kaybetmişlerdir. Şimdi Roman vatandaşlarımız Hükûmetin samimiyetine nasıl güven duyacaklar?
Keza, Alevilere yaklaşım da aynıdır. Programda Hükûmetin bütün inanç ve mezheplere eşit mesafede yaklaştığı iddia edilmektedir ama uygulamada eşitlik değil tam bir ayrımcılık ortaya çıkmaktadır. Alevi toplumunun sorunlarını çözeceğini iddia eden bu Hükûmet yönetiminde, ders kitaplarında Alevi inancı, gayriahlaki tanımlamalarla, hakaret edilerek yeni nesillere aktarılmaya çalışılmaktadır. Alevilik inancı küçük düşürülmekte ve bu yolla Alevi yurttaşlarımızın yaşam alanları daraltılmaktadır. Bu çarpık zihniyetin değişmesi gerekmektedir. Hükûmetin Aleviliği, onların ibadet biçimini Alevi toplumuna bırakması gerekmektedir. Cemevleri ibadethane olarak yasal statüye kavuşmalı, devletin Diyanete ayırdığı paydan Aleviler ve diğer inanç grupları da yararlanmalıdır. Ders kitaplarında Alevi halkını rencide eden bütün ifadeler çıkartılmalıdır. Geçmişte devletin bulaştığı bütün Alevi katliamlarıyla Hükûmet yüzleşmelidir. Bunları gerçekleştirmeden bu inanç ve kültürleri ne yazık ki kucaklayamazsınız.
Avrupa Birliği ile Hükûmetin 2014-2017'de ulusal bir eylem planı hayata geçireceğinden bahsedilmektedir Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecini desteklediğimizi daha önce de ifade etmiştik ama Hükûmetin, evrensel insan hakları ve evrensel standartlara göre kamu kurumlarını şekillendirememesi, yasa çalışmalarını bu kriterlere göre yapmaması bu konu önündeki en büyük engeldir. Türkiye'nin Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı gibi, taraf olduğu bir şartnameye koyduğu çekinceleri dahi kaldırmamış olması Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecine dair güçlü ilerlemesi önündeki en büyük engellerden biridir. Hükûmetin, bütün uluslararası yasaları Türkiye'ye uyarlama saptamasından vazgeçip Türkiye'deki yasaları uluslararası ve evrensel kabul edilen hak ve özgürlük normlarına doğru değiştirmesi Avrupa Birliği sürecinin ilerleyebilmesinin temel anlayışı olmalıdır.
Hükûmet Programı'nda yer alan "yeni anayasa" söylemi, AKP'nin mevcut pratiğiyle ve Anayasa Uzlaşma Komisyonuna sunduğu önerilerle çelişmektedir. AKP, yürütme bölümü dışında, 82 Anayasası'nın devamı niteliğinde bir anayasa önerisi sunmuştur. Özellikle, hak ve özgürlüklerin sınırlanması hususunda 82 Anayasası'nın devletçi yönü korunmuş, "kamu düzeni", "genel ahlak" gibi sınırlama ibareleri muhafaza edilmiştir. Programda belirtilen katılımcı anayasa vaadi ise AKP'nin sunmuş olduğu anayasa taslağında yer almamaktadır. Tam aksine, tüm yetkileri elinde toplayan, katı merkeziyetçi bir başkanlık modeli formüle edilmiştir. Anayasa Uzlaşma Komisyonunda bizim sunduğumuz, halkın karar mekanizmalarına katılımını artırıcı yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, hem sivil hem de demokratik kitle örgütlerinin tek tipleştirilmesine ve farklılıkları düşman gören anlayışa karşı bizim önerdiğimiz anayasa ve yasa teklifleri bizzat AKP tarafından reddedilmiştir. Ayrıca, Hükûmet Programı'ndaki yenilikçi, özgürlükçü, demokratik anayasa söylemine rağmen AKP, anayasa taslağında kadın hakları, işçi hakları, örgütlenme özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, ekoloji, kültürel kimlik hakları, ana dilinde eğitim gibi önemli hususlarda herhangi bir özgürlükçü yaklaşım ortaya koymamıştır. Bütün bunlar iktidarın darbe Anayasası'nın ruhundan tümüyle uzaklaşmadığını gösteren gelişmelerdir. Eğer Hükûmet yeni anayasa hedefliyorsa darbe Anayasası'nı tümden çöpe atmalıdır.
Çözüm sürecinin bir hükûmet programında olması ve siyasi muhatabını bulması, barışın toplumsal tabandaki kabulünün ve vazgeçilmezliğinin en önemli göstergesidir. Bugüne kadar Parlamentoda bulunan bütün partiler tarafından bu sürecin sahiplenilmemesini büyük bir eksiklik olarak görmekteyiz. Bugün Türkiye'nin hiçbir ilinde, ilçesinde, köyünde ve kasabasında süreçten memnun olmayan kimse yoktur. Toplumu rahatlatan bu süreç, sadece Kürt halkı ve temsilcileri ile devlet arasında yapılan ve sadece Kürt halkını ilgilendiren bir konu da değildir. Bu mesele, Türkiye'nin demokratikleşmesi meselesidir. Bu nedenle de Parlamentodaki bütün partiler bu konuya siyaset üstü bir anlayışla yaklaşmalıdır. Sayın Öcalan'la bir buçuk yıldır sürdürülen diyalog sürecinin bundan sonraki aşamada Türkiye'nin büyük barışına uygun olarak taraflar arası bir müzakereye dönüşmesi gerekmektedir. Bununla birlikte müzakere koşullarının oluşturulması, tarafların farklı toplumsal kesimlerle teması, müzakereyi izleyecek ve tıkanma noktalarında tavsiyede bulunabilecek üçüncü bir tarafın oluşması ve görüşmeleri kayıt altına alacak ve taraflara farklı ihtiyaçlarda destek sunabilecek bir sekretaryanın oluşması öncelikli beklentilerimiz arasındadır. Çözüm yasasının çıkması zemini güçlendirmiştir. Şimdi, bu zemin üzerinden süreci kalıcı hâle getirecek diğer adımların atılması gerekmektedir. Orta Doğu'daki, özellikle sınırımızda yaşanan gelişmeleri göz önüne aldığımızda bu sürecin kazanımlarını riske atabilecek tehlikelerle karşı karşıya olduğumuzu da belirtmek isteriz. Bir an önce çözüm sürecinin hızlandırılarak kalıcı barışın sağlanması, bizleri karşılaşabileceğimiz tehlikelere karşı da koruyan en önemli faktör olacaktır. Unutmayalım ki halkların eşitliğine dayalı birlikteliği ancak bizleri geleceğe taşıyacaktır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye'de adalet sisteminin yeniden tam bir güvenle inşası herkesin ortak arzusu ve beklentisidir. Öncelikli olarak barışa engel olan ve Türkiye'deki toplumsal ayrışmaya yol açan antidemokratik, ayrımcı yasal düzenlemeler temel insan hakları temelinde revize edilmeli, insan haklarına ve barışa giden yolda engel teşkil edenler derhâl lağvedilmelidir. Nitekim, adaletin tesisindeki esas kriter toplumsal barışın inşası olmak zorundadır. Ne yazık ki Türkiye'de yargı sistemi barışın ve demokrasinin önünde engel olmaya devam etmektedir. Devletin tekçi sistemi ve iktidarın statükocu yaklaşımlarına göre pozisyon alan yargı sistemi giderek hukuktan ve adaletten uzaklaşmaktadır. İktidarın kendi muhaliflerine karşı Demokles'in kılıcı gibi kullandığı yargı bir gün gelir, iktidara karşı bir darbe aracına dönüşür. Hükûmet bu gerçeği görmemektedir. Devleti ve iktidarı değil, demokrasiyi, hak ve özgürlükleri, yurttaşın haklarını koruyan bir yargıyla ancak demokrasi ilerleyebilir. Toplumun ekonomik, sosyal alanda topyekûn gelişimi bir hukuk devleti olmaktan geçer. Adalete, yargı mekanizmalarına olan güven çöktüğü takdirde her alanda geri dönüşü mümkünsüz bir durum ortaya çıkar. Bu anlamda, hükûmetlerce yapılması gereken evrensel standartlara uygun bir yargı mekanizmasını inşa etmektir. İnsan hak ve özgürlüklerini, savunma hakkını, yaşam hakkını esas ilke kabul eden bir yargı, mensuplarıyla birlikte inşa edilmelidir. Yargı, iktidarın hâkim olduğu değil, haklar ve özgürlükler ilkesiyle hareket eden bağımsız bir yargı olmalıdır.
Değerli milletvekilleri, dünyada ve özellikle mevcut erkek egemen sistem nedeniyle Türkiye'de ayrı bir önemi olan kadın ve kadın sorunları 62'nci Hükûmet Programı'nda sosyal destek, sosyal yardımlar ve yoksullukla mücadele kısmında yer almıştır. Bu bile tek başına "yeni Türkiye" söyleminde kadın konusunda da yeni bir şeyin olmadığını, kadının mevcut ötekileştirilme ve ezilme durumunun devam edeceğinin göstergesidir, ki bu, Türkiye için yeni değil, sürekliliği olan bir konudur.
Birleşmiş Milletler Cinsiyet Eşitliği ve Kadınının Güçlendirilmesi Birimi Avrupa ve Orta Asya Bölge Ofisinin İstanbul'da kurulmasından övgüyle bahseden ve "Önümüzdeki dönemde kadınların karar alma mekanizmalarındaki etkinliğini artıracağız." iddiasında olan bir Hükûmetin, kadınların büyük mücadele sonucu elde ettikleri, yerel yönetimlerde cinsiyet eşitliğini sağlayan ve kadının karar alma mekanizmalarındaki önemini artıran eş başkanlık sisteminin iptali istemiyle devlet kurumları tarafından bölge idare mahkemelerine başvuruların yapılmasına seyirci kalması büyük bir ironinin ötesinde bu konuda samimi olmadığının en büyük göstergesidir.
Ülkenin en büyük sorunlarından biri olan ve maalesef Hükûmetin bu konuda söylemden öteye geçemediği kadın cinayetleri sürekli artarak devam etmektedir. 2013 yılında 228, 2014 yılının sadece ilk sekiz ayında ise 171 kadın, erkekler tarafından katledilmiştir. Yeni Türkiye iddiasındaki 62'nci Hükûmet Programı'nda kadına yönelik her türlü şiddet karşısında kesin, ilkeli ve etkin politikaların somut bir şekilde yer alması gerekmektedir. Bu yönlü ilk samimi adım, bu programda bir kadın bakanlığının kurulması ve İstanbul Sözleşmesi'nin etkin bir şekilde uygulanacağına dair çalışmaların yer alması gerekmektedir.
Eşini tornavidayla 43 yerinden yaralayan bir erkek, yargı tarafından serbest bırakıldığı gibi, televizyon kanallarını gezip kendisinin ne kadar haklı olduğunu anlatabilmektedir. Halkların Demokratik Partisi olarak RTÜK'e şikâyet başvurumuza rağmen hâlâ bu yönlü bir gelişme sağlanmamış olması yeni Türkiye'nin kadınların katledilmeye devam eden mevcut Türkiye olacağını bir kez daha göstermiştir.
Değerli milletvekilleri, tüm bu gerçekler karşısında Hükûmet Programı'nın Türkiye'nin temel sorunlarına kalıcı ve köklü çözümler üretmediği açıkça görülmektedir. Bu program güven vermemektedir. Bu nedenle destek vermeyeceğimizi belirtiyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)