GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: AK PARTİ GRUBUNUN, GENEL KURULUN OLAĞANÜSTÜ TOPLANTI ÇALIŞMA GÜN VE SAATLERİNE İLİŞKİN
Yasama Yılı:4
Birleşim:137
Tarih:08.09.2014

ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün bir kez daha Meclisin çalışma saatleriyle ilgili konuşmak ve tartışmak üzere huzurlarınızdayız.

Meclise geldiğimiz günden beri aynı taktik, aynı metot sürekli tekrarlanıyor; bazen Meclis iki ay, üç ay -tırnak içinde- eften püften işlerle meşgul ediliyor fakat -yine halk tabiriyle- tam yumurta kapının ağzına geldiği vakit alelacele, sabahlara kadar bir çalışma temposu getirilip Meclise dayatılıyor. İlk günden beri biz bunlara karşı çıktık. Meclisin bir çalışma süresi, bir çalışma teamülü, bir çalışma adabı var. Tabii ki bu memleketin çok acil, önemli, ertelenemez, bekletilemez mevzuları olduğu vakit -milletten daha acil bir şey yok- sabahlara kadar, gerekirse yemeden içmeden de burada çalışılır. Ancak keyfî olarak bunları düzenlemek yine bütün üyelere karşı bir saygısızlık ve teamüllere karşı, kurallara karşı da bir ilgisizliktir.

Niye bunları söylüyorum? Bu, Meclisin çalışmasıyla ilgili grup başkan vekilleri belli dönemlerde toplanıyorlar, ne yapacaklarını, hangi kanunları öne alacaklarını, nasıl çalışacaklarını, hangi saate kadar çalışacaklarını belirliyorlar ama son kez yine ittifakla belirlenen bu çalışma takvimi yine iktidar partisi tarafından, Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından yok sayıldı; bugün tekrar, yine, paldır küldür, bir çalışma süresi Meclise dayatılıyor.

Biz arkadaşlara tekrar tekrar söylüyoruz, bunu böyle yapmayın, memleketin önemli, çok önemli mevzularını torba yasasının içerisine veya hurcun, işte, hararın -çok değişik tabirler kullanıldı- bunların içine doldurup çalakalem götürmek, "Kabul edenler... Etmeyenler..." şeklinde bir emrivaki dayatmak yerine getirin bunları doğru düzgün tartışalım, doğru düzgün konuşalım ve mümkün olduğu kadar da boğuşarak, çatışarak değil; uzlaşarak, ittifakla bu memleket için en doğru olan neyse birlikte karar alalım.

Şimdi, bunları söyledikten sonra, bugün Türkiye'nin en önemli gündem maddesi, 10 kardeşimiz İstanbul'da bir özel şirketin yaptığı inşaatta hayatını kaybetti. Tabii, çok klasik bir tabir ama bunu söylemek zorundayız: İşte, biz de ölenlere Allah'tan rahmet diliyoruz, geride kalan yakınlarına, ailelerine, sevdiklerine, arkadaşlarına Cenab-ı Allah'tan başsağlığı ve sabır diliyoruz ama değerli arkadaşlar bunlar yetmiyor, şimdi, "İş kazası." denilip geçiliyor. Ben kendim de inşaat mühendisiyim yani birkaç sefer bu mevzuyla ilgili bunları dile getirdim. Mesleğe yeni başladığım ilk sene ben de genç bir mühendis olarak bir iş kazası geçirdim ama Allah'a çok şükür, çok büyük bir kaza değildi, işte, birkaç aylık bir dinlenmeyle, tedaviyle atlattım bunu, sonra çalıştığım kendi inşaatlarımda da kazalar oldu, olmadı değil ama değerli arkadaşlar, kaza ne, cinayet ne, işte, bunun tanımını, tabirini doğru yapmak lazım.

Kaza dünyanın her yerinde var, çok klasik bir ifade, çok klasik bir tanımlama: "Ne yapalım? Kaza Allah'tan geliyor. İşte, elimizden geleni yaparız, yaraları sararız." Değerli arkadaşlar, evet, kaza Allah'tan geliyor ama cinayet başka bir şey. Peki, kaza ne, cinayet ne? Kaza, her türlü tedbiri, her türlü önlemi, yapmanız gereken her şeyi yaptıktan sonra sizin iradenizin dışında, kontrolünüzün dışında cereyan eden şey ama üzerinize düşenleri yapmadan -büyük bir kısmını yapmadan- ihmal ederek, kontrol etmeyerek, üzerinde durmayarak sebep olduğunuz şeyler ise değerli arkadaşlar, bunlar cinayet. İşte, İstanbul'da olan son hadise de maalesef kaza olarak tanımlanamayacak bir hadise.

Benden önceki arkadaşlar da cinayet kelimesini kullandılar. Peki, bununla ilgili neden gerekli tedbirler alınmıyor, neden gerekli kontroller yapılmıyor? Değerli arkadaşlar, bunun birinci sebebi, büyük bir açgözlülükle kâr hırsı. Şu an bahsedilen inşaatı hepiniz biliyorsunuz. Ben sadece inşaat bazında da konuşmak istemiyorum ama Türkiye özellikle bu inşaatı, ihale sürecinden itibaren sürekli olarak bu inşaatı konuştu. İhaledeki oranlar, TOKİ'nin bu meseledeki rolü, ihaleyi alan şirketin yönetim kurulu başkanının iktidarla içli dışlı oluşu, bunlar sürekli olarak medyayı işgal etti ve şu an yine İstanbul'da -İstanbul'u bilenler yakinen takip ediyorlardır- metrekare satış fiyatı en yüksek inşaatlardan birisi. E tamam, madem öyle, madem büyük bir kâr var, o hâlde yapılması gereken, bütün güvenlik tedbirlerinin, bütün iş güvenliği yükümlülüklerinin yerine getirilmesidir.

Değerli arkadaşlar, bu, sadece bu inşaatla bağlı değil, onun altını çizdim, bugün birçok inşaatta, işçilerin barındıkları yerler inanın belki tabiri hoş değil ama hiçbir insanın, hiçbir canlının -başka bir kelime kullanmayayım, yine saygımı koruyayım- barınamayacağı şekilde. İşçi koğuşları, tuvaletleri, yemekhaneleri hem sosyal şartları itibarıyla felaket seviyesinde hem de güvenlik açısından da aynı durumda. İşte bu söz konusu inşaatta da yine doğal gazla çalışan bir büyük kazanın hemen yanında işçilerin yattığı, şartları namüsait yatakhaneler yine basında yer alıyor.

Değerli arkadaşlar "Biz kanunları çıkardık. E ne yapalım, işte kimse uymadı veya takip etmedi." demekle de bu işin içinden çıkılması veya sorumsuzca beyanatlarla bu işin atlatılması mümkün değil.

Türkiye'de bununla ilgili bir bakanlık var, Türkiye'de bununla ilgili genel müdürlükler, bölge müdürlükleri var, yine aynı şekilde binlerce personelin çalıştığı müfettişler ordusu var neredeyse. İşte, en son Soma madenlerinde de aynı şey yaşandı, diğer inşaatlarla da yine aynı iddialar ve tespitler var, raporlar var. Bu görevlilerin de en az bu kazaya sebebiyet veren şirket sorumluları kadar takip edilmesi ve yine gerekiyorsa cezalandırılmaları gerekiyor.

Değerli arkadaşlar, bu İstanbul'un talanını defalarca bu kürsüden dile getirdim. İstanbul'un kurtarılması için bir İstanbul'u kurtarma bakanlığının kurulması gerektiğini de dile getirdim. Biraz evvel bu gökdelenlerden bahsedildi, bu kazanın olduğu yer de dâhil -eski Ali Sami Yen Stadyumu- şehrin göbeğinden şu an hafta içi gündüz on ikide oradan rahatlıkla geçebilmeniz mümkün değil. Bu yoğunlukları kim veriyor belli, kim yapıyor onlar da belli, kimler satın alıyor onlar da belli.

İşte biraz evvel bir inşaattan bahsedildi, "OnaltıDokuz" projenin adı. Yani, adını vermekte bir beis yok çünkü mahkeme kararıyla bunun tıraşlanma kararı geldi ve Sayın Başbakan da dedi ki: "Ben küstüm." O dönemin Başbakanı, şu an Sayın Cumhurbaşkanımız dedi ki: "Ben firma sahibine küstüm, darıldım. Niye bunun yarısını kesmedi?" Peki, karpuz mu kesiyor? "Niye tıraşlamadı?" Saç mı tıraşlıyor? Bunu bilen herkes bilir, yine arkadaşlarımız dile getirdi; bunun 5.000'lik planları nereden geçti, 1.000'lik planları nereden geçti, 1.000'lik planları geçtikten sonra bunun inşaat ruhsatını kim verdi? O binanın şu an iskân ruhsatı var ve bir sayın bakanın da orada 2 dairesi var. Bu mahkeme kararları gündeme geldikten sonra o 2 daire satıldı, bunların tapu kayıtları var.

Değerli arkadaşlar, dolayısıyla, böyle birbirimizi suçlayıp, hakaret edip polemik yapmak yerine, gelin bu meseleleri doğru düzgün bir şekle kavuşturalım, haklıyı haksızı ayırt edelim, doğru olana birlikte karar verelim, ölümler de olmasın, yanlışlar da olmasın. Bütün tedbirleri aldıktan sonra kaza olursa o zaman "Allah'tan" diyelim.

Hepinize saygılar sunarım.