GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ İLE AZERBAYCAN CUMHURİYETİ HÜKÜMETİ ARASINDA TRANS ANADOLU DOĞAL GAZ BORU HATTI SİSTEMİNE İLİŞKİN MUTABAKAT ZAPTININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞUNA DAİR
Yasama Yılı:4
Birleşim:139
Tarih:10.09.2014

MHP GRUBU ADINA ÖZCAN YENİÇERİ (Ankara) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 643 sıra sayılı Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Sistemine İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakanım, biraz önce verdiğiniz izahatlar için öncelikle teşekkür ediyorum fakat özellikle Azerbaycan'la Türkiye ilişkilerini konuşurken ya da bu işin ekonomik boyutunu konuşurken, bu meseleyi bir kâr-zarar, maliyet-fayda, gelir-gider, bir rant ilişkisi bağlamında ele almamak gerekir. Azerbaycan-Türkiye ilişkileri rantın, kâr-zararın, maliyet-faydanın çok ötesinde ve üstünde ilişkilerdir, öncelikle bunun altını çizmemiz gerekiyor, tarihî, sosyolojik, kültürel boyutlar ve bu boyutların stratejik anlamda hem Azerbaycan'a hem Türkiye'ye hem de Türk dünyasına yüklediği manayı ele alarak konuyu irdelemek ve incelemek gerekiyor. Azerbaycan'ın da içinde bulunduğu coğrafyanın ve ekonomik kaynakların küresel stratejik çıkarları karşı karşıya getirdiğini yakından görmek durumundayız.

Amerikalı Gerald Robins bölgenin jeopolitik öneminden bahsederken "İpek boru hatlarını kontrol edenler dünyayı da kontrol edecektir." diye bir ifadede bulunmuştu. "İpek boru hatları" dediğimizde, Kazakistan, Azerbaycan ve Irak bölgesi bağlamında meydana gelen enerjiyle ilgili organizasyonları anlamak ve o manada değerlendirmek gerekiyor.

Ünlü stratejist Brzezinski Avrasya kıtasının ABD'nin yönetimine girmesi gerektiğini söyleyerek Amerika Birleşik Devletleri'nin küresel üstünlüğünün Avrasya kıtasındaki hâkimiyetinin ne kadar süreyle ve nasıl bir etkiyle sürdürülebileceğine bağlı olduğunu dile getirmişti. Soğuk savaş sonrası bölge büyük oyunların oynandığı bir alan hâline gelmiştir.

Şimdi, bakın, Ermenistan-Azerbaycan çatışmaları ve ilişkileri, Dağlık Karabağ sorunu, İsrail-Filistin sorunu, Irak, Suriye, Afganistan, IŞİD, İran sorunu aynı zamanda İpek boru hatları sorunudur. Bunu anlamadan burada vuku bulan olayların algılanması mümkün olamayacaktır. Bu bakımdan, değerlendirmeyi yaparken, herhangi bir ekonomik ilişkiyi, bir organizasyonu ele alırken aynı stratejik değerlendirmeyi Türkiye ve Türk dünyası yönünden bizim de yapmamız gerektiğinin özellikle altını çiziyorum.

Azerbaycan ile Türkiye coğrafya olarak birbirinin uzantısı, tarih olarak birbirinin tamamlayıcısı, kültür olarak da birbirinin özdeşi olan ülkelerdir. Bu kadar çok ortak paydası, ortak özelliği, ortak yakınlığı olan ülkeler arasında manaları da çıkarları da ortaklaştırmak çok daha kolay olacaktır. İki dost ve kardeş ülke arasında siyasi, askerî, sosyal, ekonomik ilişkilerin olumlu bir düzeyde yürüdüğünü bugün görüyoruz ancak bu ilişkilerin olması gereken düzeyde olmadığının da altını çizmek istiyoruz. Azerbaycan ve Türkiye, Avrupa ve Asya'yı birbirine bağlayan iki önemli ülkedir. Her iki ülkenin gerçekleştirme iradesini ortaya koyduğu tarihî projeler Türkiye ile Azerbaycan'ı birbirine sıkı bir biçimde bağlayacaktır. Aslında bu proje de bunlardan bir tanesidir. Bu bakımdan, Türkiye ile Azerbaycan'ı, Türkiye ile Türk dünyasını birbirine bağlayan ve birbiriyle daha sıkı ilişki içerisine sokan bütün faaliyetler alkışlanmaya, övülmeye ve desteklenmeye layık faaliyetlerdir.

Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi'nin imzalanması ve projelendirilmesi planlanan Trans Adriyatik Boru Hattı, gelecek nesillere on yıllar sonra da hizmet edecek ve Türkiye-Azerbaycan birlikteliğine bırakacağımız en güzel hediyelerden biri olacaktır. Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı'nın gerçekleştirilmesi de Türkiye ile Azerbaycan'ı, tekrar söylüyorum, birbirine sımsıkı bir şekilde bağlamış olacaktır.

Dahası, Türkiye ile Azerbaycan, tarihî ve kültürel bağlarıyla olduğu gibi, ekonomik ve siyasi bağlarıyla da sımsıkı bir biçimde birbirine bağlanmalıdır. Bu bağlamda, Türkiye ve Azerbaycan bütün ekonomik, kültürel ve siyasal potansiyel ve rezervlerini devreye sokmalıdır. Burada çok ciddi bir potansiyelin ve çok önemli bir rezervin olduğunu, üstü açılmamış ve gerçekten de farkına varılmamış bu potansiyel ve rezervin devreye sokulmasının, bölgesel anlamda hem Türkiye'de hem de Türk dünyasında ciddi bir sıçramaya sebebiyet vereceğini özellikle ifade etmek istiyorum. Hem boru hatları, enerji nakil unsurları ve ekonomik girişimlerle hem de eğitim, ulaşım ve iletişim hatlarıyla bu bağlantıların kurulması ve devreye sokulmasında yarar vardır. Türkiye'nin bu bağlamda yeni bir vizyona, dahası, yenilenmiş bir stratejiye ihtiyacı vardır.

Türkiye ve Türk dünyasının gücü ve potansiyeli üzerine bazı gelişmeler bağlamında kısa bir değerlendirmeyi de bu bağlamda görüşlerinize sunmak isterim.

Azerbaycan, jeopolitik yönden Türk dünyasının boğazı ya da bağlayıcı unsurudur. Bu bakımdan, Türkiye ile Azerbaycan arasında kurulan bağ, özünde, Avrupa ile ön Asya ve Orta Asya arasında kurulan bağdır. Bu anlamda, Orta Asya havzasının kapalı kara havzasının Batı'ya entegre olacağı, büyük pazara ulaşabileceği yegâne alan da Karadeniz limanlarıdır. Nitekim Kazakistan, büyük bir stratejik öngörüyle, Batum Limanı'nı uzun vadeli olarak kiralayarak bir açık deniz limanı çıkışı elde etmiştir. Türkiye'nin Karadeniz Bölgesi'nin ve limanlarının demir yoluyla entegre biçimde Gürcistan, Hopa üzerinden bağlanması bölge açısından büyük bir lojistik ve stratejik avantaj sağlayacaktır.

Oğuz coğrafyasının dinamiklerinin farkına varmak gerekir. Zira burası bizim yakın kara ve deniz havzamızdır. İktidar kafasını Orta Doğu'ya gömdüğü için, yeni süreçte yeni perspektifleri ıskalamaktadır. Bakınız, Trabzon Limanı'nın demir yoluyla Gürcistan üzerinden Avrasya demir yollarına entegre olması demek, Orta Doğu, Afrika, iç Asya, Uzak Doğu hatlarının birbiriyle en avantajlı bir biçimde birleştirilmesi demektir.

Değerli milletvekilleri, bölgeyi Karadeniz havzasıyla birlikte geniş manada düşündüğümüzde, 500 milyonluk nüfusu, 1 trilyon doları aşan ticaret hacmi, 20 milyon kilometrekarelik yüz ölçümü, ayrıca dünyanın en büyük 2'nci enerji havzasının iletim ve işletme hatları üzerinde olması özellikle önemlidir.

Konuyu daha anlaşılır kılabilmek için Trabzon'dan bazı mesafeleri zikretmekte fayda var. Almatı Trabzon'dan 3.058 kilometre, Bakü 1.100 kilometre, Tiflis 444 kilometre, Bazergan 650 kilometre, Tebriz 950 kilometre, Tahran 1.617 kilometre, Nahçıvan 750 kilometre, Diyarbakır 626 kilometre, Mardin 721 kilometredir. Bölgenin Mersin Limanı'ndan sonra açılacağı ikinci alternatif mekân burasıdır. Asya'yı Orta Doğu'ya, Türkiye'nin doğu ve güneydoğusunu, GAP hinterlandını en kestirme yoldan Asya pazarına en yakın ve optimum olarak bağlama avantajına sahiptir. Bu aynı zamanda Türkiye'nin Türk dünyası ve akraba topluluklarıyla pazar anlamında bütünleşmesini ve entegrasyonunu da beraberinde getirecektir.

Değerli milletvekilleri, konu Azerbaycan ve Türkiye perspektifinde ele alındığında, 2020 yılına kadar toplamda 20 milyar dolara yakın Azerbaycan sermayesinin Türkiye'nin ekonomisine eklemleneceği, aynı şekilde Türkiye'den de bundan daha fazla bir yatırımın Azerbaycan'a akacağı hesap edilmektedir.

Azerbaycan ve Türkiye ilişkileri özgün ve özeldir. Bu sadece stratejik ilişki olarak tanımlanamaz, ondan çok daha öte bir ilişkidir; ortak değerlere, tarihe, kültüre, dine, dile, coğrafyaya dayalı bir paylaşımdır. Bu bir kader ve keder ortaklığıdır. Türkiye'nin gelişmesi Azerbaycan'ın olduğu kadar, Azerbaycan'ın gelişmesi de Türkiye'nin gelişmesi anlamına gelmektedir. Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkiler her anlamda gelişmeli ve daha da ileriye taşınmalıdır. Ancak, iki ülkenin sahip olduğu kültür, coğrafya ve tarihî zenginliklerine bakılırsa, ilişkilerin istenilen düzeye ulaştığını mevcut potansiyel karşısında söylemek mümkün değildir. Bugün gelinen noktada Türkiye-Azerbaycan ilişkileri beklentilerin çok uzağında kalmıştır.

Azerbaycan'ın da içinde yer aldığı bu bölge, yalnız ekonomik ve stratejik kaynaklarıyla değil, aynı zamanda kültürel potansiyelleriyle de ele alınıp değerlendirilmelidir. Bölgede siyasi mücadelenin yanı sıra bir kültürel mücadele de aynı hızla sürmektedir. Bunun haklı nedenleri de vardır. Azerbaycan ve Türkiye aslında birbirini tamamlayan iki coğrafya parçası, iki devlet ama bir jeopolitik de gerçekliktir. Bu jeopolitik gerçekliğin içinde manevi ve kültürel değerler bütünlüğü de vardır. Bir araya geldikçe zenginleşecek, güçlenecek ve bütünleşecek iki coğrafyadan söz ediyoruz.

Azerbaycan'ın dış politikasında özel bir yeri olan Türkiye, dostluk ve kardeşlik siyaseti çerçevesinde ülkenin sorunlu dönemlerinde Azerbaycan'ın yanında yer almalıdır, almaya da devam etmelidir. Özellikle bağımsızlık sonrası dönemde ülkenin bağımsızlığının tanınması ve toprak bütünlüğünün sağlanması için uluslararası kamuoyu oluşturmada Türkiye büyük bir rol oynamıştır. Daha sonraki dönemde yürütülen çalışmalarla bu yakınlık, stratejik ortaklık düzeyinin de üzerine evrilmiştir. Diğer yandan, AKP Hükûmetinin Ermenistan'la geliştirdiği ilişkilerin Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkileri olumsuz bir biçimde etkilediğine de değinmeden geçmemek gerekir. Türkiye ve Ermenistan arasında Davutoğlu ile Nalbantyan ikilisinin imzaladıkları protokollerin Azerbaycan-Türkiye ilişkilerinin gerilmesine, hatta ilişkilerin kopma noktasına kadar getirilmesine her şeyden evvel dikkat etmek gerekmektedir. Bölgede atılacak her adımın diyalektik bir anlamda diğer ülkeler üzerinde, özellikle kendi coğrafyamız ve kendi toplumsal yapılarımız arasında meydana getireceği etkileri dikkate almak gerekmektedir. Onların bundan nasıl etkileneceğini, bizim attığımız adımın onların idraklerinde hangi fırtınalara sebep olacağını yakından izlemek gerekmektedir. O bakımdan, böyle bir adım atılınca, bazı şeyleri dikkate almadan atılan bu adım sonucunda her iki ülkede de bayrakların indirilmesi gibi bir sonucun ortaya çıktığını hepimiz biliyoruz ve görüyoruz.

Değerli milletvekilleri, Türk dünyasının her yanındaki halkların birbirleriyle sıkı iş birliği içerisinde, dayanışma ve yardımlaşma içinde olmaları bölge barışı ve çıkarları için zorunludur, psikolojik ve sosyolojik kuraldır. Birlikte olması gerekenler, birlikte olup kazanamazlarsa, ayrı ayrı kaybetmek durumuyla karşı karşıya kalırlar. Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkiler tam da bu bağlamda stratejik bir muhtevayı haizdir. Zira, soğuk savaş sonrası dünya henüz istikrara kavuşmamıştır, hele hele Türkiye ile Azerbaycan'ın da içerisinde bulunduğu bölge istikrara hiç kavuşmamıştır. Bunu çok ciddi bir şekilde ele almak ve irdelemek gerekmektedir. "Büyük Orta Doğu Projesi" diye ifade edilen projeler, orta Irak'a müdahale, Afganistan'a müdahale, aslında soğuk savaş sonrasının meydana getirdiği olgulardır. Bölgede birileri kendi ihtiyaçlarına uygun olarak bölgeyi dizayn etmektedir. Böyle bir çaba içerisinde olanların çabalarını anlamak ve buna karşı gerekli tedbirleri ortaya koymak da Türkiye'deki iktidarın görevidir. Azerbaycan ve Türkiye gibi devletler, kendi akraba ve kardeşlerinin çıkarlarını göz ardı etmeden, çok yönlü, çok boyutlu ilişki ve gelişmelerini küresel bağlamda sürdürmek durumunda ve konumundadır.

Ayrıca, Türk dünyasıyla ilişkileri formel boyuta indirgemek, diğer ülkelerle ilişkileri ise neredeyse iç ilişki bağlamında ele almak son derece tehlikelidir. Çok boyutlu, esnek ve oynak stratejiler ise olgular üzerine yeterince odaklaşma imkânı vermez. Her yere bir şeyler götürme arzusu hiçbir yerde kabul görmeme sonucunu da doğuracaktır. Kaldı ki caminin içi duruyorken dışına çıkmanın haram olduğunu herkes bilmektedir. Yakından uzağa başlamak inançlarımızın da gereğidir. Dolayısıyla, çevremizde bulunan bütün bu gelişmeleri bir istikrara kavuşturmadan, kendi içerimizde ve yakınımızdaki akraba ve kardeş topluluklarda barışı ve huzuru sağlamadan, uzaklardaki barış ve huzurla uğraşmak ütopik bir yaklaşımdan öteye gitmez ve gitmiyor ve bunun sonuçları da çok acı bir şekilde "feedback" olarak, geri besleme olarak hepimize dönüyor, bunu her gün yaşıyoruz.

Azerbaycan Türkiye için, Türkiye de Azerbaycan için önceliklidir. Ancak önceliği kendi mihverine veren stratejilerin geleceğinden söz edebiliriz. Konjonktürün övgüsü de sövgüsü de geçicidir. Konjonktür üzerinde hiçbir zaman bir gelecek aranamaz. Konjonktür, ancak oportünist birtakım çıkarları sağlamak için kullanılan bir süreç olabilir. Çölün tarihi vahşidir, orada kutsayıp alkışlayanlar ile linç edip çöle gömenlerin hep aynı insanlar olduğunu tarih bize göstermektedir. Bu bağlamda, iktidarın Orta Doğu ve Kuzey Afrika'ya yönelttiği dikkatten daha fazlasını Türk dünyası bağlamında Azerbaycan hak etmektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye-Azerbaycan ilişkileri, ekonomik, sosyal olduğu kadar, askerî ve siyasal ilişkileriyle de bir bütündür. Bu bağlamda, Azerbaycan topraklarının Ermenistan'ın işgali altında tutulması kabul edilemez. Bölgedeki Ermeni saldırganlığı ve küstahlığı daha fazla seyredilemez. Buradan yüksek sesle ifade ediyorum: Hâlâ bugün Azerbaycan topraklarının yüzde 25'inin Ermeni işgali altında bulunması her şeyden evvel Türkiye'nin bir sorunudur ve Türkiye bu konuda gerekli çıkışları behemehâl gerçekleştirmek durumundadır. Siz hem işgal edeceksiniz hem o bölgede, Hocalı gibi bir yerde soykırım yapacaksınız, bir de çıkıp 1915 olaylarında "Yandım anam!" diye bağıracaksınız. Yok öyle yağma, yedirmezler!

Onun için, Türkiye Cumhuriyeti devletinin, her şeyden önce, biraz önce söylediğim gibi, Azerbaycan doğal gazıyla ilgilendiği kadar, aynı zamanda Azerbaycan'daki Hocalı'da meydana gelen katliamlarla ilgilenmek durumu ve konumu söz konusudur. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Alkışlıyorsun, teşekkür ediyorum ama bir de şu teklifi getirin de Hocalı'nın soykırım olduğunu şu Meclisten geçirelim. Sudan'daki meclis geçiriyor, bizim Türkiye Büyük Millet Meclisi bu konudaki teklifleri bir tarafta bekletiyor. "Arin ederim, narin ederim / Biraz da kalsın, yarın ederim." Tam bir AKP politikası. Millî bir mesele olduğu zaman böyle bir politikayla biz karşı karşıya geliyoruz. Aman, Üsküdar'da Arif'in şarkısı söylenecek, biz burada efkârlanacağız. Bazı şeyleri riske edeceksiniz, bazı şeyleri göz önüne alacaksınız ki bir sonuç elde edebilesiniz. Hiçbir başarı tersiz olmaz, hiçbir sonucu da riskine katlanmadan elde edemezsiniz, her şeyin bir maliyeti vardır. Bu maliyeti üstlenmek kaydıyla, belirli bir şekilde bunun arkasından bir başarı elde etmek durumunda ve konumundayız. Karabağ işgal altındayken, Azerbaycan toprakları işgal altındayken Türkiye de, aynen Filistin meselesi gibi, Kıbrıs meselesi gibi bu meseleyi de kendi meselesi olarak görüp bu meselenin üzerine ciddi bir şekilde gitmelidir. Azerbaycan'ın işgal altındaki topraklarının kurtarılmasını ve Karabağ sorununu Türkiye'deki iktidar Türkiye'nin sorunu olarak görmelidir. İşin esbabımucibesi, layihası budur. Bu bağlamda, Türkiye'nin Ermenistan'la ilişkileri tamamen Karabağ işgalinin sonlandırılmasına endekslenmelidir ki Hükûmetin de bu konuda son zamanlardaki söylemleri bu noktadadır. Azerbaycan toprakları içinde hiçbir koşulda ve hiçbir zaman ikinci bir Ermeni devletinin kurulmasına izin verilmeyeceği Türkiye'nin Ermenistan ile ilişkilerinde sürekli olarak dile getirilmelidir. Dağlık Karabağ'ın Azerbaycan'ın ayrılmaz bir parçası olduğuna da vurgu yapılmalıdır. Hocalı'da Ermenistan'ın gerçekleştirdiği soykırım da Türkiye tarafından zaman geçirmeden tanınmalıdır.

Bu anlaşmanın özelde Türkiye ile Azerbaycan'a, genelde Türk dünyasına hayırlar getirmesini diliyor ve bundan sonraki çalışmaların da bunu daha da zenginleştirilerek devam etmesini bekliyoruz.

Bu vesileyle, yüce Meclisi de saygıyla selamlıyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)