| Konu: | Başbakanlığın, Türkiye'nin ulusal güvenliğine yönelik terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye'deki tüm terörist örgütlerden ülkemize yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı güvenliğinin idame ettirilmesini sağlamak için hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tayin olunacak şekilde, gerektiğinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine, yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasına ve bu kuvvetlerin Hükûmetin belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile Hükûmet tarafından belirlenecek esaslara göre gerekli düzenlemelerin yapılmasına Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca bir yıl süreyle izin verilmesine dair tezkeresi (3/1580) |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 2 |
| Tarih: | 02.10.2014 |
MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Ben de Türkiye Büyük Millet Meclisinin yeni yasama yılının hayırlara vesile olmasını, başarılı geçmesini, tüm siyasi parti gruplarımıza hayırlı olmasını temenni ediyorum.
PKK etnik bölücü terör saldırılarında ve Suriye'de, Irak'ta yaşanan iç savaş nedeniyle hayatını kaybeden vatandaşlarımıza ve tüm insanlara Yüce Allah'tan rahmet diliyorum.
Değerli milletvekilleri, bugün Irak'tan beslenen PKK terör örgütü saldırılarına karşı 7'nci, Suriye'de yaşanan iç savaşın ülkemize yansımalarına karşı 3'üncü Hükûmet tezkeresini birleştirerek görüşüyoruz.
Tezkerenin gerekçesinde son derece önemli tespitler bulunmaktadır. Tezkereye göre, devletin ilgili kurumlarının bilgilerine göre, bölgedeki gelişmeler ve bunların muhtemel sonuçları, milletimizin ve ülkemizin geleceği açısından ciddi riskler ve tehditler oluşturmaktadır. Ayrıca, Irak'ın kuzeyinde Türkiye'ye saldırılarda bulunmak için hazır bekleyen PKK terör unsurları bir tehdit olarak varlıklarını devam ettirmektedir. Tezkereye göre yapılan tespit budur yani öncelikle son zamandaki gelişmelerle ülkemizin ve milletimizin geleceği ve güvenliği tehdit ve tehlike altındadır. Bunlar için zamanında ve yeterince tedbir geliştirebilmek ve dinamik bir politika takip edebilmek için Hükûmete her türlü kararı almak ve gereğini yapmak üzere bir anayasal zorunluluk olan Meclis izninin verilmesi tezkereyle istenmektedir.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, ifade edilen bu gerekçelerden dolayı Hükûmete bu iznin verilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bu izin, AKP Hükûmetine yeni bir yetki vermekten öte, bir görev, bir sorumluluk yüklenmesi olacaktır. Milliyetçi Hareket Partisinin Hükûmet tezkerelerine verdiği destek millî hassasiyetlerimizden kaynaklanmaktadır. Devletimizin egemenliği, milletimizin geleceği tehdit ve tehlike altında ise Milliyetçi Hareket Partisinin -bize göre herkes- buna bigâne kalmaması gerekir. Ülkemize bir saldırı ihtimali varsa tüm imkânlarımızla buna karşı koymak bir vatan savunmasıdır. Bize göre, dış politika ve millî güvenlik bir Hükûmet politikası olmaktan daha çok bir devlet politikasıdır ve devlete ve millete sahip çıkmak bize göre bir millî meseledir. Bu tavrımız AKP Hükûmetinin politikalarını tasvip ettiğimiz ve desteklediğimiz anlamı taşımaz, tezkerede ifade edilen tehlikelerin oluşmasında ve bölgede yaşanan olayların önlenmesinde Hükûmetin sorumluluklarının olduğunun hatırlatılması ve Hükûmetin uyarılması hassasiyetini taşır; Milliyetçi Hareket Partisinin verdiği desteğin anlamı budur. Bize göre, bu tezkere, on iki yılını tamamlayan AKP iktidarının PKK bölücü terörü karşısındaki acziyetinin, İmralı'yla yapılan müzakerelerin bir aldatmaca, çözüm sürecinin bir çözülme süreci olduğunun ve Orta Doğu bölgesinde yaşanan gelişmelerin bugüne kadar doğru okunamamış olduğunun Hükûmetçe itiraf edilmesidir, tezkere bunun belgesidir.
Değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz, AKP Hükûmetinin dış politika anlayışı ve uygulamalarının yanlış olduğunu, bölge ve ülkemizin geleceği açısından büyük tehlikeler oluşturacağını her zaman ve her zeminde söyledik ve söylüyoruz. Ayrıca, birtakım önerilerde de bulunuyoruz. Mesela, Sayın Genel Başkanımız 7 Ekim 2008 tarihinde "Güvenlikli bölge kurulsun." hatta, daha yakın, 6 Ağustos 2012 tarihinde "Ülkemize yönelen tehditleri en aza indirmek amacıyla batı ucu Afrin'i doğu ucu Kandil'i içine alacak biçimde tesis edilecek hilal şeklindeki güvenlik kuşağı bir an önce sağlanmalı ve icra edilmelidir." önerisinde bulunmuştu. Daha birçok önerimizle birlikte, "Güvenlikli bölge kurulsun." önerimizi değerlendirmeye maalesef almadınız. Neden almadığınızı, niye alamadığınızı da tenezzül buyurup ne bize ne kamuoyuna açıklamadınız. Bugün, bu kadar ölümden sonra, tampon bölge veya uçuşa yasak bölge teklifinizi müttefiklerinize kabul ettirmeye çalışıyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, bakınız, PKK'nın ülkemizi ve milletimizi bölmek ve bölgede bir Kürt devleti kurmak için ülkemize saldırdığını, silahları asla bırakmayacağını, silahlarını bırakmayan terör örgütüyle müzakere değil anladığı dilden mücadele edilmesi gerektiğini, başlatılan müzakere sürecinin bir yıkım projesi olduğunu, bu yolla bölücü terörün bitirilemeyeceğini, yapılanların bölücülük olduğunu ve alenen suç işlendiğini ısrarla söyledik; bizi kandan beslenmekle suçladınız. Suriye olayları başlarken "Aman dikkat ediniz, Suriye'nin istikrarsızlaştırılması bölgeye ve ülkemize felaket getirir." dedik, bizleri politikanızı anlayamamakla, acziyetle suçladınız.
Allah aşkına, bugün gelinen bu noktada bir vicdan sorgulaması yapıyor musunuz? On üç yıl tek başına iktidar ol, sonra da hâlâ PKK terörünün tehdidinden bahset, sözde Kürt sorununa siyasi çözüm bulmak hayalleri kur, terörün başıyla "şerefsizlik" diye nitelendirdiğiniz görüşmeleri yap, PKK'yı muhatap al, müzakere yap, sonra da buraya gel "Hâlâ, PKK bir tehdit unsuru olarak varlığına devam ediyor." de. Buna hakkınız var mı? Tarih sizi hangi nitelemeyle anacak, inanınız ki merak ediyorum.
Buradan soruyorum: Bir fırsattır, geliniz, burada bu Kürt sorunu denilen şeyden ne anladığınızı bize anlatınız Sayın Hükûmet, Sayın Başbakan. Kürt soylu vatandaşlarımızın diğer vatandaşlarımızdan farklı bir sorunu var da biz mi bilmiyoruz, bu Meclis mi bilmiyor? Eğer sorun vatandaşlarımızın sorunu olsaydı, müzakereyi ve çözümü bu vatandaşlarımızla ve onların siyasi ve sivil örgütleriyle yapmanız gerekmez miydi? Kürt sorununu çözmek için PKK'yla müzakere yaptığınıza göre bu, PKK'nın dikte ettirdiği Kürt sorununu çözmek için çözüm süreci başlattığınız anlamı taşımaz mı?
Değerli milletvekilleri, PKK'nın ortaya koyduğu Kürt sorununun içeriği nedir? Bir Kürt devleti kurmak için bundan otuz yıl önce Türkiye'ye saldıran, Eruh'un kaymakamlık binasına kurşunla "Kürt devleti kuracağız." yazan PKK değil miydi? Bunun için kundaktaki bebekleri, başta Kürt soylu vatandaşlarımız olmak üzere binlerce, on binlerce insanımızı katleden PKK değil miydi?
Evet, nedir "Kürt sorunu" dediğiniz şey ve nasıl çözeceksiniz, gelin, burada dürüstçe anlatın. Eğer bazılarının söylediği gibi sorun vatandaşlarımızın demokrasi sorunu ise, çözümü neden PKK'yla müzakerede arıyorsunuz?
Aranızda çok değerli ilim adamları var. Bir farklılığı özne yaparak sorun tanımlaması yaparsanız, bulacağınız çözümün toplumu ayrıştıracağı ve çatıştıracağı bir ilmî gerçekliktir, bunu bilmiyor musunuz?
Kürt sorununu çözdünüz, diğer etnik grupların, diğer farklılıkların sorunlarını nasıl çözeceksiniz? Küreselleşen dünyada farklılıkları kimlikleştirerek toplumu ayrıştırmak kimin yararına olacaktır? Tüm farklılıklarımızla eşit vatandaş bağlamında birlikte yaşamak, tek devlet, tek vatan ortak paydasında tek millet olmak, ortak gelecek ülküsü ve kardeşlik hukukuyla birliğimizi güçlendirmek, çevremizde yaşanan acılardan sonra bir mecburiyet değil mi?
Türkiye'ye ve Türk milletine yakışır hareket etmek gerekiyor. On iki yıl sonra, hâlâ Irak'ın kuzeyinde Türkiye'yi tehdit eden PKK unsurlarının varlığından şikâyet ederken, çözüm sürecinden bahsetmeye hakkınız var mı? Kendinizle çelişmiyor musunuz? Çözüm sürecini devlet politikası olarak ifade etme hakkını nereden alıyorsunuz? Bu devlet yalnız sizin devletiniz mi?
Burada Sayın Başbakan yok, Sayın Başbakana iletilmek üzere soruyorum: Stratejik Derinlik kitabında Sayın Başbakan diyor ki: "Debisi yüksek, hızlı akan bir nehre..." Dünyadaki değişimi ona benzetiyor. Günümüz dünyasındaki değişimi ve dönüşümü Türkiye'yi değiştirerek dönüştürmek, yönlendirmek iddianız. Sayın Başbakan, bunun için belirlediğiniz derin stratejiniz ve övündüğünüz vizyonunuz -bir sonuç olarak söylüyorum- bugün maalesef Suriye'de, Irak'ta, Filistin'de, kısacası tüm Orta Doğu'da insan ölümlerini ve yıkımları önleyebildi mi, önledi mi? PKK'nın tehdit unsuru olmasını bitirebildi mi?
ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - "Bizden habersiz Orta Doğu'da yaprak kımıldamaz." diyordu.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Değerli milletvekilleri, Hükûmetin Suriyeli sığınmacılara sağladığı imkânları azımsamıyorum, her defasında, bu kararı veren siyasi iradeye, özellikle Suriye Türkmenleri adına teşekkür ediyorum. Bunu biliyorsunuz ancak partimiz sözcüleri tarafından politikalarınıza yöneltilen tenkitlere karşı da beni şahit göstererek maalesef yaptıklarınızla övünüyorsunuz. Hâlbuki büyüklük, güçlü olmak bu insanları yerinde, yurdunda tutabilmekti, koruyabilmekti, koruyabildiniz mi? Bugün, ülkemizde 1,5 milyon, Arap'ıyla, Türkmen'iyle, Kürt'üyle Suriyeli sığınmacı... Mülteci değil, Sayın Hükûmetin dikkatine sunuyorum, mülteci değil, sığınmacı. Onur kırıcı bir niteleme. İnsanları bu duruma düşürüp arkasından büyüklük taslamak, bununla övünmek yakışmıyor Sayın Başbakan. Telafer'i, Kerkük'ü, Halep'i, Humus'u koruyabildiniz mi, IŞİD'i önleyebildiniz mi? Soruyorum: Orta Doğu bölgesi siz iktidara geldiğiniz günden bugün daha mı iyi durumda? "Olanların sorumlusu biz miyiz?" diye sorabilirsiniz, haklı da olabilirsiniz ancak elinizi vicdanınıza koyun.
Sayın Başbakan, bugün bir sonuç olarak, ülkemizde ve bölgemizde yaşanan olayların bu noktaya geleceğini en azından öngöremediniz. Bunu kabul etmek durumundasınız.
Sizin ifadenizle söyleyeyim, yine Stratejik Derinlik kitabından; Orta Doğu'nun tasvirini iyi yapamadınız, tasvirin açıklamasını, anlamayı, anlamlandırmayı ve dolayısıyla, yönlendirmeyi yanlış yaptınız. Bugün bu tezkereyle bunu kabul etmek, itiraf etmek durumundasınız. Öngördüğünüz ve ifade ettiğiniz hiçbir husus maalesef gerçekleşmedi. Barzani'yle kucaklaştınız; İmralı'yla, yabancıların gözetiminde, kapalı kapılar arkasında gizli müzakereler yaptınız; şimdi gelmiş "Irak'ın kuzeyinde PKK terör unsurları devam ediyor." diyorsunuz. Hatta, Avrupalı dostlarınıza Türkiye'nin PKK'yla mücadelesine destek vermedikleri için sitem ediyorsunuz. "Esad gidecek." dediniz, gitti mi? Basra harap olduktan sonra gitse ne olur, gitmese ne olur! 200 bin insan öldü, yaralıların sayısını bilmek mümkün değil. 10 milyon insan yerinden yurdundan sökülüp atıldı. Şam, Humus, Halep şehirleri harabeye döndü. Suriye, meşruiyetini kaybetmiş, kendi halkını acımasızca katleden bir zalimin saldırıları altında tahrip edildi. Ne yapabildik, ne yapabildiniz Sayın Başbakan, Sayın Davutoğlu? Dost acı söyler Sayın Hocam. Öngörüleriniz doğru çıkmadı, politikalarınız yanlıştı ve sonunda, bu tezkereyle, Haçlı ordusunu bölgemize yeniden davet etmek mecburiyetinde kaldınız; işin ifadesi budur. Sizi Müslümanlar affetmeyecek.
Irak'ta, Libya'da, Bosna'da yapılanları ne kadar çabuk unuttunuz? Bu duruma düşmüş olmanızdan ve Türkiye'yi bu duruma getirmiş olmanızdan dolayı gerçekten bir dost olarak büyük üzüntü duyuyorum.
Değerli milletvekilleri, Beşer Esad'ın kısa sürede diğerleri gibi yıkılacağı varsayımına dayalı tavrınız maalesef bugünkü yıkımı getirdi. Zalimin ekmeğine ve de küresel güçlerin projelerine zemin hazırlanmış oldu.
Öznesi olmayan Orta Doğu'da, nirengi noktası belli olmayan bir politikanın Orta Doğu'da hiçbir ağırlığı ve hiçbir karşılığı olmaz. Türkiye Cumhuriyeti devletinin, Hükûmeti'nin Orta Doğu'da öznesi ne? İyi niyeti sorgulamıyorum ancak öngörünüz yanlıştı, stratejiniz yanlış Orta Doğu tasvirine göre çizilmişti. Orta Doğu bölgesini demokratikleştirmek iddianız -ne yazık ki yanıldınız- mümkün olmuyor.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz de Orta Doğu ülkelerinin demokratikleşmesini istiyoruz. Suriye halkının buna layık olduğunu söylüyoruz ancak bunu kendi iç dinamikleriyle gerçekleştirmeleri gerekir. Dış mihrakların, dış müdahalelerin demokrasi değil kaos getireceğini bundan önce birçok dönemde ve dünyanın birçok bölgesinde yaşayarak gördük.
Orta Doğu gerçeğini ne yazık ki -tekraren söylüyorum- dikkate almadınız veya doğru okuyamadınız. "Rimland teorisi" diyor Sayın Bakan; Sayın Başbakan. Bununla Orta Doğu'yu tanımlayamazsınız. Orta Doğu'nun tarihini ve bu tarih içerisinde Türk milleti gerçeğini ve müktesebini yok sayarak, merkeze almadan Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak Orta Doğu'ya bakarsanız bugün başka güçlerin, başka küresel güçlerin projelerine taşeron olmak için kapılarda kalırsınız, maalesef.
Bana göre yaşananları anlamak için, anlamlandırmak ve yönlendirmek için yaşananları zaman ve mekân bütünlüğünde değerlendirmek lazım. Zaman yeni bir yüzyılın ilk çeyreği; dünyanın yeniden paylaşıldığı bir tarih, zaman dönemi. Mekânsa Orta Doğu; Türk ve Müslüman coğrafyası; Hristiyan, Haçlı batının bin yıldır gözünün olduğu bir coğrafya. Bu coğrafyaya karşı politikalarınız gerçekten doğru olmak mecburiyetindeydi. Tabii ki demokrasi, zamanın gerçeği bu ama demokrasi milletleşmeyi tamamlamış topluluklarda mümkün, yaşatılabilir.
Değerli milletvekilleri, Araplık bir ırktır, bir millet değil. Orta Doğu'da bir millet bulamazsınız. Dolayısıyla, burada ortak yaşamı, birlikte yaşamı sistemleştirecek bir demokratik yapıyı kuramaz, devam ettiremezsiniz. Kurmaya kalkarsanız kan akar, kaos olur. Evet, demokrasinin arkasında durmak bir fazilettir ama bunun bu kadar ağır bedelle ödenmesine hiç kimse teşebbüs etmemelidir. Toplumların farklılıklarını kimlikleştirerek ayrıştırmak, bu ayrışmayı özgürlük adına, insan hakları adına desteklemek, emperyalizmin klasikleşmiş bir hegemonya metodudur. Ne yazık ki Türkiye'yi de buna sürüklediğinizin farkında bile değilsiniz. Küresel güçler, tarihin her döneminde ve dünyanın her yerinde "parçala-yut" politikalarıyla insanları birbirine kırdırarak hâkimiyetlerini sürdürmek istemişlerdir.
Değerli milletvekilleri, Suriye'de yaşanan iç savaş bugün bir bölgesel mezhep savaşına, hatta küresel güçlerin de müdahil olmasıyla bir uluslararası soruna dönüşmüş olmasının ötesinde, Türkiye için bir millî güvenlik sorunu hâline gelmiştir. Komşudaki yangın Türkiye'yi ve insanımızı yakmaya başlamıştır. Bugün Orta Doğu kıyameti yaşamaktadır. Suriye ve Irak iç savaşının en büyük mağduru, değerli milletvekilleri, Türkmenlerdir. Özellikle Humus -ki bir zamanlar Humus'ta gezen bir insan Türkçe bilmiyorsa "Humuslu değildir." diye nitelendirilirdi- Türk şehri, bütün Türkmen varlığı sökülüp atıldı. Halep, kırsalı, Türkmen şehir ve köyleri IŞİD örgütünün kontrolünde. 200 bine yakın Türkmen Türkiye'ye sığınmış bulunmakta; 1 milyondan fazla Türkmen, köylerinden, yurtlarından sökülüp atıldı. Aynı çileyi Suriye'nin diğer halkları da yaşıyorlar, Irak Türkleri bundan daha perişan.
Burada şu soruları sormak ve cevabını dinlemek istiyorum:
Değerli Hükûmet, bu tezkere Suriye ve Irak Türkmenlerinin derdine çare olacak mı? Türkmen bölgeleri için güvenlikli bölge kurulacak mı? IŞİD'in boşaltacağı Türkmen bölgelerini PYD'nin, PKK'nın işgal etmesini önleyecek tedbirler alacak mısınız? Kurulacak uluslararası koalisyon güçleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri, Irak'ın ve Suriye'nin kuzeyinde Türkiye'ye tehdit unsuru olarak varlığını devam ettirdiğini iddia ettiğiniz PKK terör örgütüne karşı da bir operasyon yapacak mı? "Yabancı silahlı kuvvetler" diyorsunuz, "yabancı devletlerin silahlı kuvvetleri" demiyorsunuz; bir yanlışlık mıdır yoksa bilinçli bir tercih midir öğrenmek istiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Şandır, üç dakikalık ek sürenizi veriyorum.
MEHMET ŞANDIR (Devamla) - "Yabancı silahlı kuvvetler" derken neyi kastediyorsunuz yani peşmerge güçlerinin de Türkiye'de konuşlanmasına imkân verecek misiniz? Bunu burada açıklamanız lazım. Açıklayın, tutanaklara geçsin ki Türk Silahlı Kuvvetleri de öyle davransın. Ümit ederim ki Hükûmet bu soruların cevabını gelip bu kürsüden verecektir.
Milliyetçi Hareket Partisine göre, IŞİD, PYD, PKK küresel projelerin taşeronu olarak dört parçalı büyük Kürdistan'ın duvarlarını örmek, çatısını kurmakla görevlidir. Irak ve Suriye'nin toprak bütünlüğü bize göre vazgeçilmezdir, buna Hükûmet de dikkat etmelidir. Türkiye için IŞİD ne kadar gayrimeşru ise PYD, PKK da o kadar gayrimeşru, yasa dışı ve uluslararası hukuka aykırı insanlık düşmanlarıdır. Hepsi Türkiye'nin millî güvenliğini tehdit eden terör unsurlarıdır. Tehdit, direkt ve doğrudan Türk milletine yöneliktir. Hükûmetin birinci önceliği Türkiye'nin güvenliğini sağlam esaslara bağlamak olmalıdır, bu maksatla ne gerekiyorsa yapmalıdır. Türk devleti, Misakımillî sınırları boyunca sahnelenen fitne kampanyasına karşı tüm millî güç unsurlarıyla göğüs germelidir. Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye'yi namuslu görmektedir ve tercihini Türk milletinden yana yapmaktadır. Bahse konu olan Türkiye'nin güvenliği, tarihî hak ve çıkarlarıdır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türk milletini, Türk vatanını, Türk Bayrağı'nı ve bin yıllık kardeşlik hukukunu kutsal bir emanet gibi savunulmasını şart görmekteyiz. Bunun için her göreve hazırız.
Değerli milletvekilleri, "Söz konusu vatan savunması ise gerisi teferruattır." diye bir söz var. Milliyetçi Hareket Partisinin durduğu yer burasıdır. Hiçbir şey bitmemiştir değerli milletvekilleri, tarih henüz hükmünü de vermemiştir. Zaman her şeyin ilacı, millet iradesi her şeyin devası, Yüce Allah'ın himmet ve himayesi her şeyin üstündedir. Yüce Allah Türk milletini ve tüm insanları bu terör belasından kurtarsın. Mübarek Kurban Bayramı öncesinde Milliyetçi Hareket Partisi camiası olarak gönülden bu duayı yapıyoruz ve sizlerin ve aziz milletimizin Kurban Bayramı'nı kutlayarak yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar)