GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: CHP GRUBU ÖNERİSİ
Yasama Yılı:2
Birleşim:118
Tarih:12.06.2012

ALTAN TAN (Diyarbakır)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; benden önceki arkadaşlarım da bugün birkaç kez dile getirdiler, bugün 12 Haziran ve 2011'den bugüne, 2012/12 Haziran tarihi itibariyle, genel seçimlerden bu yana bir yılımızı tamamlamış bulunmaktayız. Fakat ne yazık ki bu Parlamentoda olması gereken 8 milletvekili arkadaşımız aramızda değil. Bu konuyu bir yıl boyunca defalarca konuştuk ama maalesef bir yol bulamadık. İktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi ve Sayın Genel Başkanı, her ne hikmetse -biraz önce özel sebeplerden de bahsedildi- bu konuda ısrarlı tutumunu, hatta tutumu bir yana bırakalım, inadını sürdürmekte devam ediyor. Nasıl çözülecek? Hak, hukuk, adalet, dünyadaki kriterler, Türkiye'deki teamüller, geçmişteki uygulamalar, bunların hepsini defalarca dile getirdik sevgili arkadaşlar. Ancak, her seferinde, Nasrettin Hoca'nın tabiriyle ipe un serildi, "Yargıya müdahale edilemez." denildi, "Mevcut kanunlara, Anayasa'ya göre bu iş böyle." denildi, denildi, denildi, denildi, hâlen de deniliyor.

Sevgili arkadaşlar, bu Meclis, yer gök oynamasına rağmen, Şike Yasası'nı, hem de iki sefer, bu sıralarda oylayarak geçirdi. Yine aynı şekilde, MİT Müsteşarının sorguya çağrılmasıyla ilgili bir hadise yaşandı, yine hep beraber gördük, çok kısa bir zamanda, yine Türkiye'deki teamülleri de zorlayarak, hatta aşarak, çiğneyerek yine bir kanun çıkarıldı ve aynı şekilde bu iş de iktidarın kendi istediği doğrultuda halledildi.

Şunu söylemek istiyorum: Bu konuşulanların hepsinin bir kıymeti harbiyesi yok, gerekçelerin bir kıymeti harbiyesi yok. Eğer vicdanlar harekete geçse ve bu sorun çözülmek istense biz bunu çok kısa bir zamanda, belki bir gecede, iki gecede çözüp bu arkadaşlarımızı kendi aramıza tekrar getirebiliriz.

Peki, ne olacak yani nereye kadar gidecek bu? Bir yandan yeni anayasa çalışmaları var, bir yandan AKP ile CHP'nin görüşmeleri var, bir yandan üçüncü ve dördüncü yargı paketleri var. Eğer siyaset bir çözüm arıyorsa, eğer gerçekten samimi olarak bir yumuşama hedefleniyorsa, ve bu yumuşamadan sonra da tam bir demokratikleşme hedefleniyorsa işte yine bir meşhur atasözümüz var, o hâlde "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?" Yani bu işleri düzeltmeye giderken bir yandan da elimizde âdeta balyozla bir züccaciye dükkânına giren insan misali her tarafı kırıp dökmenin, tansiyonu bu kadar yükseltmenin, germenin ne faydası var? Doğrusu, bunu da anlamakta zorlanıyoruz.

8 arkadaşımızın yanında bir de sevgili arkadaşımız, kardeşimiz Hatip Dicle'nin sorunu var. Değerli arkadaşlar, bu Meclis, maalesef bunu içine sindirebildi, maalesef. 78 bin oy aldı bu arkadaşımız Diyarbakır'da, bağımsız olarak. Bu 78 bin oy, 78 bin Diyarbakırlının iradesi nereye gitti, kim bunu çöpe attı, bu çöpü kim kaldırdı, soran yok ve bundan daha büyük bir siyasi cinayet işlendi, bu arkadaşımızın milletvekilliği bir başka kişiye verildi.

Bakınız, Sayın Hatip Dicle'nin, sevgili kardeşimizin, arkadaşımızın milletvekili olma hakkının iptal edilmesi başka bir mesele; doğrudur, yanlıştır, tartışılır. Hatip Dicle'nin milletvekilliği iptal edildi. Bize göre, çok yanlış, asla kabul edilemez bir şey ama iptal ettiniz.

Peki, iptal ettiğiniz bu milletvekilliğini nasıl götürüp bir başkasına verdiniz? E, efendim, Seçim Kurulu bunu bana verdi. Göz göre göre benim cebimden bir şey yere düşüyor, zorla hatta alınıyor, çalınıyor cebimden ve yine bütün kamuoyunun önünde çıkarılıp size veriliyor.

Sevgili arkadaşlar, bütün dünya hukuklarına göre, yerde bile bir şey bulsanız, bizim Sevgili Sırrı Süreyya Önder'in tabiriyle, kaldırıp "Bu kimindir?" diye sorma mecburiyetiniz var. Siz de hiçbir şey olmamış gibi, hemen cebellezi, cebe indirdiniz ve bu konuda da hiçbir rahatsızlık duyulmadı.

Bakın, tekrar söylüyorum: Sevgili Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin iptal edilmesi ayrı bir mesele, ama iptal edilen bir şeyi bir başkasına verme kimin hakkı, kimin yetkisi, bu Meclis bunu bile düzeltememiştir ve hiçbir şey olmamış gibi bunu içine sindiren bir zat da gelip bu sıralarda oturmaya devam etmektedir. Hırsızın elini cebinizde yakalıyorsunuz, tutuyorsunuz, çekiyorsunuz, diyor ki: "Bana nezaketsizlik yaptın, niye hırsız diyorsun?" Eli cebinizin içinde yani o şekilde yakalıyorsunuz. Bunlar söylendiği vakit de maalesef, bir de, işte hem suçlu hem güçlülüğün getirdiği bir aymazlıkla, arsızlıkla bir de şikâyetler serdediliyor.

Son hafta içerisinde yine Türkiye'de çözüm, yeni anayasa, diyalog çalışmaları devam ederken, Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan ziyaret edilirken -dün ve bugün bu ziyaretler gerçekleştirildi Anayasa Uzlaşma Komisyonu tarafından- bir yandan da tam aynı günlerde Van'da korkunç bir operasyon meydana getiriliyor. Bundan önce cezaevine giren Iğdır, Şırnak, Kızıltepe, Silopi, İdil, Batman, Diyarbakır Kayapınar -yani bu listeyi uzatabiliriz- onlarca arkadaşımız, yüzlerce arkadaşımız cezaevinde ve büyük bir deprem ve vurgun yemiş Van'ın Belediye Başkanı da cezaevine konuluyor. Peki, bu gidişat nereye gidecek, ne olacak? Yani Sayın Başbakan "Van'ı, Diyarbakır'ı, Mardin'i istiyorum." diyordu; nasıl alacak, ne şekilde alacak; böyle mi alacak, tankla, topla, gazla, panzerle mi alacak? Bu ülke kimin ülkesi? Bu şehirler kimin şehri? Sevgili arkadaşlar, tansiyon düşürülsün diye ümitlerimiz, beklentilerimiz, çabalarımız devam ederken, sürerken bunlar maalesef, barışın üzerine benzin dökme, mazot dökme gibi hareketlerdir, hadiselerdir.

46 tıp fakültesi öğrencisi Ankara'nın göbeğinde gözaltına alınıyor, bunlardan 13 tanesi tutuklanıyor. Şimdi bunları söylerken belki dinlemiyorsunuz bile, çoğu başka şeylerle ilgileniyor arkadaşların, dikkat ediyorum. Bu gençlerden birkaç tanesi son sınıfta ve son imtihanlarına giriyorlardı, bu seneyi kaybettiler, haberiniz var mı? Dereceyle Hacettepe'ye giren bir öğrenci terörist olur mu sizin tabirinizle? 46 tane Kürt tıp fakültesi öğrencisinin bugün hayatlarıyla oynandı, haberiniz var mı? Bir annenin gözyaşlarını ve beddualarını Ankara Adliyesinin önünde keşke işitseydiniz, mazlumun ahı indirir şahı. Bütün bugünlerin de sonucu nasıl bitecek, ne olacak, bunu da hep beraber göreceğiz.

AKP-CHP görüşmelerine gelince, bir "Kürt sorunu" deniliyor, bir "terör sorunu" deniliyor. Sevgili arkadaşlar, bu isimleri doğru düzgün kullanma mecburiyeti vardır ve bugün Sayın Başbakan çıkıyor diyor ki: "MHP görüşmezse, CHP'nin teklifini BDP de reddederse biz de ikimiz yolumuza devam edebiliriz." Peki, siz BDP'ye bir çağrıda bulundunuz mu? BDP'nin böyle bir reddi var mı? Ama, BDP bu sıralardan onlarca sefer, yüzlerce sefer şunu dedi ki: "Bu işler müzakereyle olur, konuşmayla olur, Mecliste olur, burada olur, diyalogla olur, Meclisin içinde ve dışında hakikatleri araştırma komisyonuyla olur, akil adamlarla, akil insanlarla olur." Bunları defalarca söyledi ama BDP tabii ki -bugüne kadar, "Avrupa Birliğinin yolu Diyarbakır'dan geçer." dedi bir Başbakan; bir başkası "Bask modelini tartışalım." dedi, arkasından binlerce faili meçhul geldi; bir öbürü "Kürt realitesini tanıyoruz." dedi, kıyametler koptu, on binlerce insan öldü ondan sonra- bütün bu süreci dikkatli bir şekilde, temkinli bir şekilde, sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesi şeklinde takip edecektir, böyle takip ediyor ama onlarca sefer, yüzlerce sefer deklare etti, her türlü çözümün, müzakerenin, diyaloğun da tarafıdır, BDP'siz bir çözüm de, BDP'nin temsil ettiği Meclis içinde ve dışındaki çevrelerin müdahil olmadığı şekilde bir çözüm de asla mümkün değildir, asla?

Son olarak da Kürtçe seçmeli dersle ilgili bir şey söylemek istiyorum. Bu huydan vazgeçmek lazım; mecbur kaldığın zaman, zorlandığın vakit, mümkün olduğu kadar Kürtlere az hak ver, bu hakkı elinden geldiği kadar çok geç ver, çok geç verdiğin bu hakkın içini boşalt, Kürtçe tabirle "?"(X), çürüt ve haram et. Buna da izin vermeyeceğiz.

Saygılarımı sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

 BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tan.

(X)  Bu bölümde Hatip tarafından Türkçe olmayan bir kelime ifade edildi.