GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı ve Teklifleri
Yasama Yılı:5
Birleşim:10
Tarih:05.11.2014

HDP GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizin en büyük yaralarından birisi eğitim sorunu. Okul öncesi eğitimden başlayarak, anaokullarından başlayarak, üniversiteye ve üniversite sonrasına kadar, master ve doktoraya kadar maalesef henüz dünya standartlarını yakalamak bir yana yakalamaya yanaşamamış bile bir ülke durumundayız.

Değerli arkadaşlar, öncelikle şunu söyleyelim: Öğretim üyelerinin durumlarının, gelirlerinin, maaşlarının iyileştirilmesiyle ilgili bu düzenlemeye "evet" oyu vereceğiz parti olarak. Ancak keşke bütün derdimiz, bütün sorunumuz bu arkadaşlarımıza cüzi de olsa bir miktar daha fazla maddi imkân vermekle sınırlı olsaydı ama maalesef, "Bugün Türkiye'nin en önemli sorunu nedir?" derseniz, birinci sırada eğitim sorunu var çünkü bu eğitim sorunu ne Kürt sorununa benziyor ne Alevi meselesine benziyor ne diğer ekonomik sıkıntılara benziyor çünkü iyi bir eğitim sistemi oturtamayan, iyi, donanımlı, vasıflı, yetenekli, kabiliyetli insan yetiştiremeyen hiçbir millet dünyada istediği yere gelemiyor, medeniyet kuramıyor. İşte esas sorunumuz bu. Tabii, derdin neresinden başlamak lazım yani okul öncesi ana eğitimden mi başlamak lazım yoksa hızla tüm bunları geçip üniversitelere mi gelmek lazım?

Değerli arkadaşlar, inanın hangi mevzuyu açsak saatlerce konuşmamız lazım. Ben, önce Türkiye'de üniversite sistemindeki haksızlıklarla ilgili, en bariz bölgeler arası dengesizlikle ilgili birkaç rakam vermek istiyorum. Ondan sonra da yapısal sıkıntılara, çarpıklıklara değinmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Diyarbakır Dicle Üniversitesi 1974 yılında kuruldu ama bundan daha öncesi, 1969 yılında Diyarbakır Tıp Fakültesi Ankara Üniversitesi bünyesinde eğitime başladı. Kuruluş tarihini 74'ten 69'a çekersek şu an Türkiye'deki en eski üniversitelerden biri, en azından Anadolu'daki en eski üniversitelerden biri.

Birkaç rakam vermek istiyorum size: Konya Selçuk Üniversitesinin öğrenci sayısı 90 bini geçti. Isparta Süleyman Demirel Üniversitesinin öğrenci sayısı 70 bin civarında. Eskişehir ve Erzurum Üniversitelerinin öğrenci sayısı 100 binin üzerinde. Yani niye 100 binin üzerinde diyorum? Son bir soru önergesiyle Erzurum Atatürk Üniversitesinin öğrenci sayısını almıştım bir buçuk sene evvel, 99.500. Bir buçuk sene öncesi itibarıyla. Şehrin nüfusu 350 bin, öğrenci sayısı 100 bin.

Peki, buradan nereye varmak istiyorum, nereye gelmek istiyorum? Bu kadar eski Diyarbakır Dicle Üniversitesinin öğrenci sayısı daha üç dört yıl öncesine kadar 12 bindi, her ortamda konuşarak ancak bu sene 31.500'e getirebildik bunu. Bir Isparta Üniversitesinin yarısından daha az. Diyarbakır'ın merkez nüfusu 1 milyon, vilâyet nüfusu 1 milyon 607 bin, hitap ettiği hinterlant en az 6-7 milyonluk bir hinterlant çevresinde.

Değerli arkadaşlar, bundan sonra üniversitelerin yapıları hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. Her yere üniversite açalım, doğru. Hükûmetin en fazla övündüğü ve hemen her fırsatta dile getirdiği "Her ile bir üniversite açtık..." Allah ede 81 ile değil 500 ilçeye, 1.500 ilçeye de üniversite açsanız. Ama "Açtım." demekle olmuyor bunlar. Ve bunun tartışması o kadar ileri noktalara geliyor ki, işte "Üniversiteler kuruldukları yerlere şu kadar sosyal, bilimsel, kültürel katkı sağlıyorlar, bunu istemiyor musunuz, niye seçkinci davranıyorsunuz, bütün üniversiteler birkaç vilayette mi kalsın?" Hayır arkadaşlar, istediğiniz kadar açın, istediğiniz kadar üniversite açın ama üzerine üniversite yazmakla üniversite olmuyor bunlar. Bunun binasından başlayın, öğretim üyesinden, laboratuvardan, diğer sosyal ve kültürel imkânlarından kültür merkezlerine kadar eğer bir yapı ortaya koyamamışsanız bu sadece tabelada kalıyor.

Bugün, maalesef, birçok üniversite mezunumuz babalarımızın dönemindeki lise mezunları kadar, bir Kabataş Lisesi mezunu, bir Galatasaray Lisesi mezunu, bir Haydarpaşa Lisesi mezunu kadar bilgiye ve kültüre sahip değiller. Hepimizin çocukları var, alıp imtihan edelim. Bugün, kendi tarihini, edebiyatını, kültürünü bilmeyen bir kişiye dünyanın hiçbir yerinde aydın demiyorlar. Sıradan bir İran aydınını alın, Firdevsi'nin, Ömer Hayyam'ın şiirlerini, divanlarını ezbere okuyor. Sıradan bir ortaokul mezununu alın, bir Arap gencini alın, yine kendi kültürüyle ilgili bunları ezbere biliyor. Fuzuli'yi, Baki'yi, Nedim'i, Şeyhi'yi, Nesimi'yi bilen doğru düzgün üniversite mezunumuz kalmadı. Yakın dönem edebiyatını bilenler kalmadı. Şimdi, böyle bir eğitim sisteminde istediğiniz kadar övünebilirsiniz, insanlara istediğiniz kadar kâğıt doldurup "Üniversite mezunu" diyebilirsiniz ama bunun bir karşılığı yoksa bu boş bir övünmeden başka bir şey değil. "Ya, boş ver bu eski masalları, çocuklar niye bunları ezberlesin?" Gelelim yeni bir şeye: Şu an dünyada ilk 100'e giren kaç üniversitemiz var? İşte övünüyoruz, biraz evvel de konuşuldu, özel ve devlet üniversitelerinin toplamı 170'i, 180'i geçti, 200'e doğru hızla gidiyor. 200 üniversite Türkiye'de var -yuvarlak hesap söylüyorum bunları- ama dünyada ilk 100'e giren kaç tane üniversitemiz var? İlk 500'de kaç tane var? Yani bir Harvard, Cambridge, Oxford, Stanford, John Hopkins üniversiteleri, bunlarla yarışabilecek... Makalede, bilimsel tezlerde, araştırmalarda kaç tane makalemiz var? Yani bırakalım... Dolayısıyla, demek ki bu işler bu şekilde olmuyor değerli arkadaşlar. Birçok üniversitemizin bütün ekonomik varlığı, yani arsası, arazisi, binaları bir John Hopkins Üniversitesinin kütüphanesi kadar etmiyor. 50 milyon dolar bağış yapılmış sadece, 50 milyon dolar kütüphaneye. Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, bu sefaletin, bu perişanlığın bir an evvel giderilmesi lazım. Liselerimizin hâli perişan, ortaokullarımızın hâli perişan. Sıradan bir sömürge aydını, yani Afrika'da, Hindistan'da, Pakistan'da, Arap ülkelerinde liseyi bitiren bir genç meramını ifade edecek kadar yabancı dil konuşuyor, ama İngilizce, ama Fransızca, ama İspanyolca, neyse... Üniversite mezunlarımızdan kaç tanesi, "..."x dan başka bir şey söyleyebiliyor? Bir dil öğretemiyoruz, bir müzik aletini doğru düzgün çaldıramıyoruz. Seksen sene okullarda mandolin çaldırdık, mandolin çalmasını bilen yok. E, davul zurna çalmasını da bilen yok. Peki, müzik eğitimi veremiyoruz... Yani bunları belki karikatürize ederek anlatıyorum ama işte çocuklarımıza bakalım. Kaç tanesi doğru düzgün bir müzik aleti çalabiliyor bütün özel kurslara göndermemize rağmen, yüzde kaç? Ben bunları mesela Sayın Bakanın yüzde olarak cevaplandırmasını isterim; yüzde 5'i bir müzik aletini çok güzel çalıyor, 10'u, 15'i, 40'ı, 50'si...

Değerli arkadaşlar, bir Sovyet aydını bile, yani o beğenmediğimiz Sovyetler Birliğinin çöken sisteminin içinde eğitim alanlar bile operadan, baleden, müzikten edebiyata kadar mutlaka bir konuda yetkindir ve uzmandır. Yani buraya, evlerimize temizlik yapmak mecburiyetinde kaldıkları için gelenlere bakın, bizim 4 mislimiz, 5 mislimiz kültürel donanıma sahiptirler.

Şimdi, biz bu eleştirileri yapmazsak, bunları konuşamazsak. E, peki, valla müzik, edebiyat, şiir zor da benim bir rahmetli kardeşimin dediği gibi hele bir de, biraz da spordan açalım. Kaç tane sporcumuz var? Beden eğitimi derslerinde durum ne? Hani tembel öğrenciler için derler ki "Beden eğitimi hariç hepsi zayıf." Ya, beden eğitimi de zayıf. Yani atletizmden tutun güreşe kadar, yüzmeden tutun futbola kadar, masa tenisinden tutun, bilmem, basketbola kadar durum ne? O da ortada.

Dolayısıyla, arkadaşlar, işte bu üniversite meselesi yani "Verelim işte bizim bu profesörlere, doçentlere birkaç kuruş, seslerini kessinler, ondan sonra da bizim vicdanımız rahat, onlar memnun, hadi evimize gidelim..." Mümkün değil, perişan bir hâldeyiz. Acilen duble yollara verdiğiniz önemin yarısı kadar hiç olmazsa bu eğitim sistemine eğilmemiz lazım, anaokulundan üniversiteye, doktora, mastera kadar; yoksa hâlimiz perişan.

Saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)