GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: MANİSA'NIN SOMA İLÇESİNDE BAŞTA 13 MAYIS 2014 TARİHİNDE OLMAK ÜZERE MEYDANA GELEN MADEN KAZALARININ ARAŞTIRILARAK BU SEKTÖRDE ALINMASI GEREKEN İŞ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ TEDBİRLERİNİN BELİRLENMESİ AMACIYLA BİR MECLİS ARAŞTIRMASI AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGELERİN ÖN GÖRÜŞMELERİ
Yasama Yılı:5
Birleşim:12
Tarih:11.11.2014

HDP GRUBU ADINA ADİL ZOZANİ (Hakkâri) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, geçen hafta Meclis gündemine grubumuz aracılığıyla getirilmiş bir önerge üzerinde Mecliste grubu bulunan 4 siyasi partinin bir mutabakata varıp ortak bir Meclis araştırma komisyonunun kurulmasına ilişkin, grubumuz adına, bugün ben de görüşlerimizi sizlerle paylaşmak üzere söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle mevsimlik tarım işçilerinin sorunlarına ilişkin olarak, geç de olsa Meclisin bir araştırma komisyonu kurarak, bu sorunların yerinde incelenmesini sağlayıp çözüm yollarının, çözüm önerilerinin geliştirilmesine ilişkin bir komisyonu kuracak olması elbette ki sevindiricidir. Ancak, bu komisyonların kurulması için ille de işçilerin ölmesi gerekmiyor, ille de bir yerde işçiler ölüp ardından Meclis "Ya, aman, hangi koşullarda bu insanlar yaşıyor ya da yaşatılıyor?" deyip bu sorunlara eğilmesi gerekmiyor. İnsanlar ölmeden Meclisin bu tarz tedbirleri geliştirecek refleksleri göstermesi gerektiğini düşünüyoruz.

Bakın -tabii ki diğer grupların da araştırma önergeleri var, araştırma komisyonlarının kurulmasına dair önergeleri var- sadece grubumuzun 13 tane önergesi var. Bu döneme ilişkin 13 tane önerge var yani 24'üncü Döneme ilişkin 13 tane var, bazı araştırma önergelerimiz 23'üncü Dönemden kalma, burada önergeyi indirmişiz ama bugüne kalmış. Bugünden sonrasını kurtarmaya çalışacağız, "Bu da iyidir." diyoruz, "Yanlışın neresinden dönülürse kârdır." diyoruz ve Meclisin böyle bir karar alacak olmasını da sevinçle karşıladığımızı ifade etmek isteriz.

Önemlidir çünkü bizler, zaman zaman bu kürsülerden, buradan dillendirdiğimiz sorunları sahada görme şansına sahip olacağız. Buradaki birçok vekil zaten -eminim- gençliğinde, çocukluğunda belki o tezgâhlardan geçerek buraya geldi, o ızdırabı bilerek buradadır ve o süreçleri yaşadı. Ama, unutulmaması gereken bir süreçtir ve bu ülkenin kanayan yarasıdır.

Özellikle tarım sektöründe çalıştırılan mevsimlik işçilerin hiçbir sosyal güvencelerinin olmadığını öncelikle bir yere not etmek lazım. Bu insanların hiçbirisinin bir sosyal güvencesi yok. SGK kapsamında sonradan çalışsalar da, çalışmasalar da devlete ödemek durumunda kaldıkları bir prim var, o da son bir yılın tezahürü, öncesine ilişkin hiçbir düzenleme yok, hiçbir şekilde bir sosyal güvenceleri yok; bunu bir kenara not edelim.

Bakın, yıllar önce okuduğum bir romandan bir pasajı sizlerle paylaşmak isterim. Yılmaz Güney'in -biliyorsunuz- yaşamının büyük bir kesimi Çukurova'yla bağlantılıdır, sanatı da Çukurova'yla ilintilidir, bağlantılıdır, esin kaynağı da Yılmaz Güney'in Çukurova'dır. Yaşar Kemal'in redaksiyonunu yaptığı "Boynu Bükük Öldüler" romanı -okuyanlarınız mutlaka vardır- orada güzel bir şeyi ifade ediyor, Yılmaz Güney'in bu tarım işçilerinin sorunlarıyla ilgili olarak güzel bir belirlemesi vardır, onu Hükûmete uyarlayarak ifade etmek istiyorum.

Ne diyor? Mealen ifade ediyorum, "hükûmet" ibaresini ben yerleştiriyorum oraya: "Bu Hükûmetin, bu Hükûmet üyelerinin, bu işçilerin yani tarım sektöründe çalışan işçilerin sorunlarından anlamaları için, sorunlarını bilmeleri için ağustos sıcağında Çukurova'da getirip tarlada çalıştırmak gerekiyor." diyor. Başka türlü bunların hâlden anlayacakları yoktur, gerçekten öyledir. Ya işçiler yeraltında ölecek ya da trafik kazalarında, 27 kişilik araca 46 kişi bindirilerek ölüme gönderilecek ki bu müspet bir ölüm şeklidir, bir kazadır. Artık kimse ona "kaza" da demiyor, evet, gerçek anlamda bir faciadır o. Öncesinde olanları pek hatırlamıyor yani kaç römork bu ülkede devrildi, kaç kamyon devrildi, kaç işçi o kasalarda öldü? Bunun istatistikleri dahi çok az tutulur oldu.

Üzülerek ifade ediyorum: AK PARTİ Hükûmetleri döneminde, on bir yıllık dönemde, yılda ortalama 1.315 işçi ölmüş, toplamda 14.455 işçi ölmüş. Türkiye Cumhuriyeti'nin en uzun süreli Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığını yapmış Sayın Faruk Çelik döneminde kaç işçi ölmüş? Onun dönemindeki istatistikler çok daha vahim. Beş yıllık bakanlık döneminde 8.504 işçi yaşamını yitirmiş. Onun yıllık ortalaması Hükûmetin yıllık ortalamasından çok daha kabarıktır. Sayın Faruk Çelik döneminde yılda ortalama 1.700 işçi yaşamını yitirmiş. Buna rağmen pişkinlik yapıyor "Kimi işverenlerin acımasız kâr hırsı" deyip bu işin üstünü örtmeye çalışıyor, kendini unutturmaya çalışıyor. Ya, biz bu işin kaynağında acımasız bir kâr hırsının olduğunu biliyoruz zaten, defalarca ifade ettik. Bizim argümanlarımızı bize satmaya kalkıştınız, "vahşi kapitalizm" kavramını kullanmaya başladınız. Biz bunları biliyorduk, defalarca biz buradan ifade ettik. Şimdi, Bakan, bizim kavramlarımızla kendi sorumluluğunu gizlemeye çalışıyor, perdelemeye çalışıyor. Gerek yok, halk yutmaz. Gereğini yapacaksınız. Bence, cumadan önce perşembe var, cuma günü bunların karşına çıkmasını istemiyorsan perşembe günü gereğini yap, istifa et. Bunu izah edemezsiniz, yılda ortalama 1.700 işçi sizin döneminizde yaşamını yitirmiş olacak ve siz "Benim hiçbir sorumluluğum yok." diyeceksiniz, olacak iş mi?

Bakın, sorumluluğunuzun olduğu yerleri söyleyeyim size. Daha birkaç ay önce, üç dört ay önce burada torba yasayı görüştük. Torba yasa neyin üzerine gelmişti, hangi sözlere binaen geldi? Torba yasa Soma faciasından sonra, Başbakanın, bakanların Soma faciasından kaynaklı olarak halka verdiği sözlerin tezahürü olarak Meclis gündemine geldi. Ne yapılmak isteniyordu orada? Yer altında çalışma koşullarını iyileştireceklerdi. Oysaki hiçbir düzenleme yapılmadı, yer altı çalışma koşullarına ilişkin hiçbir düzenleme yapılmadı. Diyeceksiniz ki: "Ücretleri artırdık, mesai sürelerini indirdik." Mesai süresini indirmediniz, aynen duruyor. Kelime oyunu yapıldı, son dakika önergesiyle, yer altında çalışan insanların, emekçilerin çalışma süresini yer üstünde çalışanlarla gene eşit tuttunuz. Orada bir kelime oyunu yapıldı. Dediniz ki: "Yaşam odalarını kuracağız." Sayın Erkan Akçay'ın tespitidir, affına sığınarak burada aynı ifadeyi ben de kullanacağım, iki gün önce komisyon çalışmaları esnasında ifade etti. Yaptığınız sarayın maliyetiyle yer altında iş güvenliğini sağlamaya dönük olarak 1.800 yaşam odası kurabiliyormuşsunuz, saraya sarf edilen parayla 1.800 yaşam odası kurabiliyormuşsunuz. Maliyetini hesaplamış sayın vekilim, bu konuda daha fazla söylenecek şey yok.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - O milletin sarayı(!)

ADİL ZOZANİ (Devamla) - İsrafçı, müsrif bir Hükûmete dönüştünüz. İşçilerin hak ve hukukunu en son düşünür duruma geldiniz.

S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) - Sarayda bin tane oda var, yaşam odası var, evet(!)

ADİL ZOZANİ (Devamla) - Hangi politikanın ürünü olarak bu noktaya geldiniz? Ucuz emek sömürüsü mekanizmasını işleterek bu noktaya geldiniz, kendinizi kaybettiniz. Ne diyordunuz? Dönemin Başbakanı Sayın Erdoğan'ın, Sayın Cumhurbaşkanının daha iki yıl önceki referanslarını ifade ediyorum: "Bu konularda politika geliştirirken Çinleşeceğiz, Çin'le yarışacağız." diyordunuz. Hangi konularda yarıştınız Çin'le? Emek sömürüsü mekanizmasını işleterek Çin'le yarıştınız. Şimdi öyle bir canavar yarattınız ki o canavar sizi de yutuyor, taşeronlaştırma canavarı. Siz, artık önünü alamayacak duruma geldiniz.

Bu çatı altında bile, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında bile Meclisin ara hizmetlerinin tamamı taşeron firmalara teslim edildi. Meclisin kendisi taşeron çalıştıracak durumdaysa, taşeron aracılığıyla hizmetlerini gördürecek durumdaysa vay vatandaşın hâline. Şimdi önüne geçemiyorsunuz. Önüne geçme şansınız da kalmamıştır çünkü Hükûmet olarak, bu konuda, gerçek anlamda sizin bu koşulları düzeltmeye dönük ne bir niyetiniz var ne gayretiniz var. Varsa yoksa dönemsel krizler üzerinden kendinizi unutturmak, sorunları unutturmak. Malzeme de kalmadı, bu konuda artık kullanacağınız malzeme de yok. İyi hoş, zaten çok sıkıştığınız zamanlarda İsrail yardımınıza yetişiyor. Ne hikmetse, ne zaman bu Hükûmet bir konuda sıkıntıya girerse, problem yaşamaya başlarsa, kendini iç siyasette izah edemeyecek duruma gelirse İsrail bir kriz başlatıyor, Hükûmet onun üzerine de yatıyor, gerçeği unutturmaya çalışıyor. Yani bu kadar denkleşme, bu kadar eş güdüm doğrusu polisiye romanlarında bile kimsenin aklına gelmez. Örtüşüyorsunuz, İsrail'le her sıkıştığınızda bir yerde örtüşüyorsunuz. Ama orada da politika geliştirmek sizin yaptığınız şey değildir.

MEHMET ERDOĞAN (Adıyaman) - Ne alakası var şimdi bununla?

ADİL ZOZANİ (Devamla) - Bir parantez var. "Ne alakası var?" dediğiniz için bir parantez olarak açayım konuyu, kapatacağım tekrar.

Bu konuda, gerçekten, Mescid-i Aksa konusunda İsrail'in yaptığı mezalimi kabullenmeyecek noktadaysanız İsrail'le yapılmış askerî ve ticari anlaşmalarınızı askıya alırsınız, tepki koyarsınız. Bunu yapamıyorsanız İsrail Büyükelçisini Başbakanlığa davet edin, uyarın. Bunlardan birini yapın. Bunlardan birini yaparsanız size inanmış olacağız.

Parantezi burada kapatayım, sanırım size yeterli cevap oldu.

MEHMET ERDOĞAN (Adıyaman) - Millet inanıyor bize, senin inanman önemli değil.

ADİL ZOZANİ (Devamla) - Şimdi, bu Hükûmet tarım işçisini ne zaman hatırlıyor, söyleyeyim: İstihdam istatistikleriyle oynayacağı zaman tarım işçisini hatırlıyor, hileye başvuracağı zaman hatırlıyor işin açıkçası. TÜİK verilerinde Türkiye'nin istihdam rakamlarını düşük göstermek için tarım işçilerini, tarım emekçilerini bu Hükûmet çok iyi hatırlıyor, orada hatırlıyor. Çünkü az buz değil, 6,5 milyon insanın sorunundan söz ediyoruz, tarım sektöründe mevsimlik işçi olarak çalışan 6,5 milyon insanın sorunundan söz ediyoruz. Bu rakamı, tek başına yılda üç ay, dört ay, beş ay çalıştığı zaman, geçici olarak çalıştığı zaman, siz onu istatistiklere bir şekilde dâhil ettiğinizde işsizlik verisini asgariye indirmiş olursunuz, işsizlik verisini düşük gösterme şansına sahip oluyorsunuz. Şimdi, Bakan böbürlenerek ifade ediyor, diyor ki: "İşsizlik verimiz yüzde 9,8." Biz de yuttuk(!) Öyleymiş. Tarım dışı bu rakamı hesapladığınız zaman yüzde 14 civarında. TÜİK'e başvurmayan, bir şekilde İŞKUR'a iş talebiyle gitmeyen insanları eklediğiniz zaman bu rakam yüzde 20'leri buluyor. Yani, Türkiye'deki işsizlik rakamı sizin Hükûmet olarak -TÜİK'in istatistik hilesi marifetiyle- açıkladığınız rakamın neredeyse 2 katı. Gerçek bu değil. Gerçek bu olmuş olsaydı, sizin ifade etmiş olduğunuz gibi olsaydı sokakta bu kadar insan da kahve köşelerinde işsizlikten yakınıyor olmayacaktı. Demek ki sizin yaptığınız hesaplamalarda bir problem var, problem olduğu da aşikâr. Nereden biliyoruz? Şimdi, bakanlara özel, bakanlıklara özel hesap ve işlem yapan bir TÜİK var Türkiye'de(!) Her bakanın ihtiyacına göre bir hesaplaması var, her bakanın ihtiyacına göre önüne rakam koyan, istatistiklerle oynayan bir TÜİK var(!) Mesela, Maliye Bakanına rakam hazırlıyor, gönderiyor. O rakamda diyor ki: "İş gücüne katılım oranı yüzde 56'dan -son beş yıl içerisindeki rakamı ifade ediyor- yüzde 48'lere inmiş." Maliye Bakanının bize sunduğu rakam bu. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı geliyor -ona da ayrı bir rakam verilmiş ya da bakanlar TÜİK verisi olarak bizimle paylaştıkları için biz de mecburen "TÜİK verisi olarak" diyoruz- diyor ki: "Yüzde 47'den yüzde 51'e yükselmiş bu rakam."

Kime inanacağız? Adrese teslim veri hazırlayan bir istatistik kurumumuz var ve bu istatistik kurumunun verilerine dayanarak Türkiye'de bir algı yönetimi var. Hükûmet işi bu şekilde idare etmeye çalışıyor ancak bir yere kadar bunlar gizlenebiliyor, bir yere kadar üstü örtülebiliyor, bir yerden sonra bunların hepsinin açığa çıktığı aşikâr, defalarca örnekleriyle ortaya çıktı.

Şimdi, tarım sektöründe bir çalışma yapılacağı, bir komisyon kurulacağı için o alanın sorunlarına ilişkin hiçbir şey söylemedim esasında. O insanların çocuklarının içinde bulunduğu sefalet, eğitim sorunları, tarım iş sektöründeki bu ucuz emek gücünün nasıl bir sömürü çarkına döndüğüne ilişkin belirlemelerin hiçbirine girmedim çünkü bu komisyon sahaya indiği zaman, sahada bu insanlarla konuştuğu zaman bu gerçekliklerin hepsini görecektir. Ama Hükûmete buradan bazı hatırlatmalarda da bulunmak istiyoruz: Bakın, 2010 yılında maden iş sektörüyle ilgili olarak bir araştırma komisyonu kurulmuş ve o araştırma komisyonunun raporu Meclisin gündemine gelmiş. O raporun bir yerinde Soma'daki madenlerin sorunları ve karşı karşıya kalınabilecek tehlikeler tek tek sıralanmış. Bu kadar süre geçti, beş yıl geçmiş, kimsenin aklına gelmemiş yani onu Meclis gündemine getirip onun üzerinde duracak vakti olmamış Meclisin, çok daha önemli işler yapmış. Ama aklınıza gelen bazı şeyler var. İş Güvenliği Yasası'nın gereklerini yerine getirmemek konusunda siz çok maharetlisiniz. Şimdi de iş güvenliği uzmanlarının istihdamına ilişkin olarak 2012 yılında Meclisin kabul ettiği yasanın gereğini yerine getirmemek için kırk takla atılmış, 2016'ya ertelenmiş iş güvenliği uzmanlarının çalıştırılmaması meselesi.

Taşeron yasasını konuştuğumuz zaman, Soma meselesi ile taşeronları konuştuğumuz fasılda da bunu gördük, son dakika gelişmesiyle...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ADİL ZOZANİ (Devamla) - ...maden iş kolunda çalışan, bu sektörü elinde bulunduran iş adamlarının yükünü hafifletmek için oradaki uygulama yükümlülüklerinin bir kısmını 1/1/2015'e ertelediniz.

Dilerim, kurulacak bu komisyonun ortaya çıkaracağı raporun gerekleri daha önce kurulmuş komisyonların ortaya koydukları raporların akıbetine benzemez.

Şimdiden, kurulacak komisyona başarılar diliyor, hepinize teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)