| Konu: | MANİSA'NIN SOMA İLÇESİNDE BAŞTA 13 MAYIS 2014 TARİHİNDE OLMAK ÜZERE MEYDANA GELEN MADEN KAZALARININ ARAŞTIRILARAK BU SEKTÖRDE ALINMASI GEREKEN İŞ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ TEDBİRLERİNİN BELİRLENMESİ AMACIYLA BİR MECLİS ARAŞTIRMASI AÇILMASINA İLİŞKİN ÖNERGELERİN ÖN GÖRÜŞMELERİ |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 12 |
| Tarih: | 11.11.2014 |
CHP GRUBU ADINA GÖKHAN GÜNAYDIN (Ankara) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Elbette mevsimlik gezici ve geçici tarım işçileri gibi Türkiye'nin çok önemli bir toplumsal sorununda Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan dört siyasal partinin birlikte bir araştırma komisyonu kurulmasına yönelik iradesini önemsiyorum. Ancak bu iradenin samimi ve ciddi olması lazım. Bu ön koşulla birlikte bu irade ancak önemsenebilir bir irade hâline gelir.
Ne demek istiyorum? Hükûmet burada bir konuşma yaptı. Hükûmetin konuşmasını kim yaptı arkadaşlar? Spor Bakanı yaptı. Yirmi dakikalık süresinin ne kadarını kullandı Spor Bakanı? Dört dakikasını kullandı. Zaten Hükûmet Programı'nda da mevsimlik tarım işçilerine ilişkin yalnızca iki satır var. O hâlde, Hükûmetin böylesine yaklaştığı bir konuda "Bir ortak komisyon kuracağız, meseleyi araştıracağız." diye sevinmek, herhâlde baştan yeterince meselenin ciddiye alınmadığını gördüğümüz zaman bizim için yeterince etkin bir duygu olamıyor. Ben isterim ki, böylesine toplumsal, ciddi bir konuyu dört siyasal parti birlikte, ciddiyetle ve samimiyetle ele alsın ve bir çözüm önersin.
Arkadaşlar, "Önemli bir toplumsal sorun." diyoruz. Neyi tarif ediyoruz? Bu memlekette çok büyük bir tarım sektörü var ama bu tarım sektörüne yeterince teknoloji aktaramadığımız için emek-yoğun bir şekilde üretim sürüyor ve bu ülkede, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinden her yıl Orta Anadolu'ya, Karadeniz'e, Ege'ye, Çukurova'ya 1,5-2 milyon civarında yurttaşımız aileleriyle, çoluğuyla çocuğuyla, bebeğiyle, yaşlısıyla beraber göç ediyor. İşte bu insanların karşı karşıya olduğu çok ciddi sorunlar var ve altını özellikle çizmek isterim ki, bu ülkenin en altındakiler işte bu insanlardır.
Uluslararası Çalışma Örgütü diyor ki: "İnşaattan ve madenden sonra en riskli çalışma ilişkileri mevsimlik tarım işçilerindedir." Ben iddiayla söylüyorum: Elbette maden çok tehlikeli, yaşadığımız acı olaylardan biliyoruz. Elbette inşaatlarda her gün çocuklarımız, işçi kardeşlerimiz ölüyor. Bu ülkenin günde 4 işçi ölüm istatistiği vardır. Ancak çalışma koşulları açısından mevsimlik gezici ve geçici tarım işçilerinin yaşamı başka hiçbir sınıfla kıyaslanmayacak ölçüde kötüdür.
Bu insanların çocukları okula gidemezler. Bakın, ben size bir istatistik veriyorum; her ne kadar bu çocuklarımız, bu insanlarımız istatistiğe giremiyor ise de eğitimle ilgili istatistikler şunu söylüyor: Mevsimlik gezici, geçici tarım işçilerinin çocuklarından düzenli okula gidemeyenlerin oranı yüzde 94. 21'inci yüzyıl Türkiye'sinde biz bir grubun çocuklarının yüzde 94'ünün düzenli okula gidemediğinden söz ediyoruz. Bu bize bir şey hissettiriyor mu? Bu bize yeterli önlem almayı gerektiriyor mu, buna yönelik bir çağrı yapıyor mu?
Bakın, biraz evvel konuşan arkadaşlarımız ifade ettiler; 25 kişilik bir minibüse 50 kişi bindirilmiş, bir trafik kazası olmuş, onlarca kadın erkek ölmüşler. Bu arkadaşlarımızı biz genellikle kamyon kasalarında, traktör kasalarında öldükleri zaman hatırlarız ve gerçekten, asla insan taşınamayacak koşullarda bu insanlar uzun seyahatler yaparlar; yalnızca mekândan tarlaya değil, kendi bulundukları illerden çalışacakları illere de çok kötü koşullarda giderler ve her yıl yüzlerce insan ölür ama biz bunu bizden uzak bir dizi film gibi seyretmeye âdeta devam ederiz.
Konaklama koşulları inanılmazdır. Çadır bulabilirlerse bazen lüks olur. Tahtaların üzerine naylonlar gerilir, bir dere kenarında bu insanlar yaşamaya mahkûm edilirler. Çoğunlukla banyoları yoktur, çoğunlukla tuvaletleri dahi yoktur. Bir yerel yönetim birimi oraya su götürmeyi, elektrik götürmeyi gerekli görmez çünkü bu insanlar âdeta o toplumdan dışlanmışlardır. Her türlü hastalığa karşı hiçbir güvenlik önlemi alınmadan bu insanlar çocuklarıyla beraber yaşamaya kalkarlar ve üstelik de sevgili dostlarım, tarlalarını çapalamaya gittikleri illerde, ilçelerde genellikle hakir görülürler; etnik, ırksal ayrımcılığa tabi tutulurlar, bununla muhatap olurlar, bununla yüzleşirler.
AKP Hükûmetinin buna karşı aldığı önlemleri, o trajikomik önlemleri birazdan sayacağım. Ama bu meseleye devletin -tırnak içinde devletin- yaklaşımı güvenlik önlemlerini arttırmaktan ibarettir. Yani sosyal devlet olarak sorun çözmek yerine "Kimlik numaralarını alalım da bunlara karşı diğer vatandaşların güvenliklerini sağlayalım"dan ibaret bir yaklaşıma maalesef girerler.
Sosyal güvenlik meselesi. Bakın, sırayla sayıyorum: Türkiye Cumhuriyeti'nde iyi kötü işleyen bir sosyal güvenlik sistemi var. Ben şimdi buradan soruyorum: Mevsimlik tarım işçilerinin çalışma süresi ne kadardır, bilen var mı arkadaşlar? Sekiz saat mi çalışırlar, on saat mi çalışırlar, on dört saat mi çalışırlar? Bunun düzenlendiği bir yer var mıdır? Bunun düzenlendiği hiçbir yer yoktur. En azı on iki saat çalışır, altını çizerek söyleyelim. Hafta tatili. Memurun, işçinin hafta tatilinin olduğunu varsayalım, memurun var, bazı işçilerin var. Mevsimlik tarım işçisinin hafta tatili var mıdır? Ben hemen söyleyeyim: Yoktur, yedi gün çalışırlar. Bunların yıllık ücretli izinleri var mıdır? Yoktur. İşten çıkarılmaya karşı bir koruyucu hüküm altında mıdırlar? Değildirler. İhbar ve kıdem tazminatı hakları var mıdır? Yoktur.
O hâlde biz, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinin vekilleri olarak hep beraber utanç içinde olacağız, diyeceğiz ki: "21'inci yüzyılda, bu memlekette çalışan 2 milyon insana biz iş sağlığı ve iş güvenliği ve sosyal güvenlik alanında hiçbir şey vermemişiz." Bütün bunlar Türkiye'nin gerçekleri.
Beslenmeleri nedir? Arkadaşlar, bunların araştırmaları yapılmıştır. Bu insanların çok önemli bir bölümü haftada bir kez tavuk yiyebilirler, kırmızı eti asla yiyemezler. Beslenmeleri çorbadan, patatesten ve kalitesiz makarnadan ibarettir ve çoluk çocuk bu yaşama düzeyini bu insanlara biz maalesef uygun görüyoruz.
Bakınız değerli arkadaşlarım, Türkiye'de istatistiklere göre 893 bin çocuk çalışıyor 6-17 yaş grubunda. Bu 893 bin çocuğumuzun 400 bini mevsimlik tarım işçisi olarak çalışıyor ve bu çocukların kendilerini suistimal etmeyecek bir iktisadi çalışma koşullarına ihtiyacı olduğu hâlde bedensel, ruhsal, toplumsal gelişimlerini riske edecek çok kötü koşullarda çalışmak zorunda bırakıldıklarını hep beraber biliyoruz.
Kadınlarımızın durumu nasıldır? Bakınız, tarımın gelir getirici özelliği kayboldukça erkekler madenlere kaçtılar, inşaatlara kaçtılar; tarım işçiliği neredeyse önemli oranda kadın işçilere kaldı. Buna fiyakalı adlar da bulunuyor: Tarımın feminizasyonu. "Tarımın feminizasyonu" deyince, sanki iyi bir şey, kadın eli değen yer iyi bir şey olacakmış gibi geliyor bize. Oysa gerçek nedir? Kadınların sömürülme derecesinin daha da yükseldiği bir sektörden bahsediyoruz demektir ve yine altını çizerek söylüyorum ki tarım işçisi kadınlar her türlü istismara ve sömürüye açık koşullarda çalışmak zorunda bırakılmaktadırlar.
Şimdi, hakkını yemeyelim, AKP Hükûmeti bu konuda çeşitli mevzuat çıkartmış. Ben isterdim ki Spor Bakanı konuşmasında hiç olmazsa bu mevzuata değinsin. O değinmemiş, ben değineyim. Bakın, 6 sayılı Genelge'yi çıkarmışlar, 2010/6 sayılı Genelge. Tarih ne? 24 Mart 2010.
Arkadaşlar, bu 6 sayılı Genelge şunları söylüyor: Bir izleme kurulu kuracağız mevsimlik tarım işçilerini izlemek üzere. Nasıl bir kurul kurmuşlar? 8 tane bakanlık, genel müdürlük görevlisi, yanına 1 tane sendika, 1 tane de Türkiye Ziraat Odaları Birliği... Yani 10 kişilik kurul, bunun 8'i bürokrat. Ben soruyorum: Siz bunu zaten tek başına Hükûmet olarak çözebilecektiyseniz neden bugüne kadar çözmediniz? Burada bile demokratik kitle örgütlerine, sivil toplum kuruluşlarına bir alan açmaktan çekiniyorsunuz.
Sonra, ilçe izleme kurulları var. Aynı bürokratik yapılanmanın ilçeye olan yansıması. Dolayısıyla, buradan hiçbir iş çıkmayacağını hepimiz biliyoruz.
Genelge diyor ki: "Trafik denetimleri sıklaştırılacak." Yani bu, genelgeye yazılmasaydı trafik denetimi yapılmayacaktı da bu, genelgeye yazıldığı için mevsimlik tarım işçilerini taşıyan minibüsler, traktörler, kamyonlar trafik polisleri tarafından denetlenecek. Böyle trajikomik bir şey olabilir mi, böyle gayriciddi bir şey olabilir mi? Tren seferleri yapılacakmış, konaklama koşulları artırılacakmış. İşverenlerin yükümlülükleri hatırlatılıyor, sanki işveren yükümlülüğü iş kanunlarında belirtilmiyor gibi. Seyyar kolaylaştırma tesisleri kurulacak. Kim kuracak? İl özel idareleri kuracak. Zaten bu memlekette 30 büyükşehirde il özel idaresi kaldırılmış. Ben burada Sayın Bakandan veya benden sonra konuşacak AKP sözcüsünden "Biz bu genelgeye yazdık seyyar kolaylaştırma tesisini. Bugüne kadar üzerinden dört yıl geçti, şu kadarını kurduk." demesini beklerim. Buraya yazmakla hiçbir şey olmuyor, hayatı değiştiremiyorsunuz. Sosyal güvenlikte gelişmeler sağlanacakmış. Herhangi bir gelişme sağlandı mı sosyal güvenlikte? Yani biz burada bu renkli koltuklarda birbirimizi kandırmak için mi oturuyoruz?
Sonuncu hüküm, en önemli hükme geliyorum. Bu genelge kaynağı nereyi gösteriyor biliyor musunuz sevgili dostlarım? Bu genelge kaynağı İşsizlik Fonu'nu gösteriyor, insafınız kurusun. Siz 1,5 milyar liraya saray yaptırırken mevsimlik tarım işçilerinin sorunlarını çözmek için kaynağı da İşsizlik Fonu'ndan gösteriyorsanız zaten artık sözcüklerin bittiği ve başka bir âleme geçildiği yerdeyiz. Bütün bunları söylüyorum çünkü elimizde rakamlar var. Hani denilebilir ki: "Somut konuşmak lazım. Ne biliyorsunuz? Belki de hayatları iyiye gitmiştir."
Bakın, arkadaşlar, yetersiz istatistiklere yansıyan durumu söylüyorum size: 2010 yılında 269 tarım işçisi kardeşimizi kaybetmişiz, 2013'te 292, 2014'te 322 kardeşimizi kaybetmişiz. Şimdi, bu genelgeyi çıkartmakla eğer sorunları çözüyor olsaydık herhâlde ölümlü kaza sayısı artmazdı.
Ben size yaralanmayı söyleyeyim: 2010'da 12.315 tarım işçisi kardeşimiz yaralanmış, zehirlenmiş, boğulmuş, ezilmiş, trafik kazasına uğramış, 12.315 kişi. 2013 yılında bu rakam 23.723'e çıkmış yani arkada bıraktığımız dört yıl içerisinde yaralanan işçi sayısı kardeşimiz 2'ye katlanmış, 12 binden 24 bine çıkmış.
Şimdi, dolayısıyla birbirimizi kandırmanın herhâlde bir anlamı yok. E şimdi, ben gene olmayan Sayın Bakan adına söyleyeyim: AKP 25 sayılı Genelge de çıkartmış canım, onu söylemedi ben söyleyeyim. 25 sayılı Genelge ne diyor? Ben bu mevsimlik tarım işçilerinin çocuklarının okula gitmesini sağlayacağım diyor bu genelge, 2011 tarihli. Biraz önce size istatistiğini verdim. Bu çocukların düzenli okula gitmeme oranı yüzde 94'tür. Eğer bu genelgeyi masa başında yazarak sorunu çözebilmiş olsaydık herhâlde orta yerde bir sorun bugün kalmamış olurdu.
E, bir de yönetmelik çıkartmışlar, bu da İş Aracılığı Yönetmeliği. Buraya çıkan herkes dedi ki: "Bu iş aracılarını yeterince biz sistem içine alamadık." Arkadaşlar, benim aklım almıyor, mazur görün, eğer yanlış düşündüğüm varsa beni de ikaz edin. Kimdir bu iş aracıları? Elçiler, dayıbaşılar yani hukukun içine almaya çalıştığımız insanlar kimdir? Bu işçilerin 30 liralık, 40 liralık maaşları, yevmiyeleri üzerinden para kesip kendisine bir gelir sağlayan aracılar.
Şimdi, bir çağdaş hukuk devleti bu aracıları yasallaştırmalı mı yoksa bu aracıları ortadan kaldırarak çalışma ilişkisini çağdaş standartlara dönüştürmeli mi? Herhâlde hiç kuşkusuz ki doğru olan ikincisi. Neyi yapıyoruz? Elbette birincisini yapıyoruz. Var olan sistemi saptayıp bunun yönetmeliğini yazıyoruz. Bunun için Türkiye Büyük Millet Meclisine gerek yok. 3 uzmanı görevlendirirseniz, size bir raporu bir hafta içerisinde, işte bu yönetmelikte olduğu gibi getirirler. Yani, verili durumu saptarsınız ama insanların hayatları mahvolmaya, sömürülmeye ve insanlar yaralanmaya, ölmeye devam ederler.
Şimdi ben bir kez daha soruyorum: Amacımız gerçekten yapıyormuş gibi görünmek mi yoksa amacımız gerçekten bu 2 milyon insanın yaşamını bizlerin de empati yapmak suretiyle doğru dürüst bir standarda çekme konusunda bir çaba göstermek mi?
Değerli milletvekili arkadaşlarım, konuşmamın bu bölümünde tarım işçilerinin sorunlarına değindiğimiz gibi, onları çalıştıran tarım çiftçisinin de sorunlarına değinmeyi ben faydalı görüyorum. Buraya çıkan AKP sözcüleri hep belirtmiştir: "Türkiye, işte, 77 milyon nüfusunu besliyor, üzerine 25 milyon, efendim, turisti besliyor." Ben rakamları bilirim arkadaşlar. Boş nutuğa karnımızın tok olduğunu bu millet artık söylüyor, ben rakamları bilirim.
Bakın, 2003-2013 döneminde Türkiye'nin tarım ve gıda ithalatına ödediği para 121 milyar dolardır. Geçerli döviz kuru açısından çarpar bölerseniz, son on bir yıl içerisinde 266 katrilyon liranın tarım ve gıda ithalatı için ödendiğini görürsünüz. Hani Türkiye kendi karnını doyurabiliyordu? Yılda 25 katrilyon lira dışarıya para akıtmazsanız bu memleketin gıda ve yem sanayisinin ihtiyacını göremiyorsunuz.
Ne yapıldı biliyor musunuz arkadaşlar? On bir yıl içerisinde, iktidarınızda 27,5 milyon ton buğday ithal edildi. Ben şimdi soruyorum: Konya'da buğday üretilmiyor mu?
MEHMET ERDOĞAN (Adıyaman) - Un ihraç ediliyor, un.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) - Adana'da buğday yok mu? Edirne'de buğday üretilmiyor mu?
MEHMET ERDOĞAN (Adıyaman) - Dünyada 1'inciyiz un ihracatında.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) - Ben sizinle un ihracatını isterseniz yüzde 70 randıman üzerinden, isterseniz katma değer üzerinden konuşurum, oradan laf atarak olmuyor. Gelin, beraber oturalım, un ihracatıyla bunun açıklanamayacağını ben size teker teker anlatayım. İhtiyacınız varsa anlatayım.
Türkiye buğday ithalatında 1'inci. Rakam ne biliyor musunuz arkadaşlar? 27,5 milyon ton buğday ithalatı karşılığında 18 milyar lira ödemişiz.
Sayın milletvekili, un için gerekli olan buğdayı kendi memleketinde üretemez misin? Üretemez misin? 27,5 milyon ton buğday ithalatı sizi utandırmıyorsa ben başka ne söyleyeyim size?
MEHMET ERDOĞAN (Adıyaman) - Paramız varmış, çok şükür; kasamız dolu.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) - Dışarıdan aldığın para, dışarıdan; dışarıdan aldığın borç o, ben sana ifade edeyim. Bunlar çok ucuz laflar.
Bir rakam veriyorum arkadaşlar: Türkiye'nin yağlı tohum ve türevleri ithalatına AKP döneminde ödediği para 54 milyar lira. Yani bu memleket ayçiçeği üretemiyor, bu memleket pamuk üretemiyor, soya üretemiyor, dışarıya 54 milyar lira para aktarıyorsunuz. Bunun neyini gıda sanayisinde üretip de ihraç ediyorsunuz?
Ben size bir rakam daha vereyim.
MEHMET ERDOĞAN (Adıyaman) - Tarımda net ihracatı söyleyin.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) - Yerinizden atmakla olmaz. Gelirsiniz, Dünya Ticaret Örgütü rakamlarına bakarız, oradan bu istatistikleri görürüz. (CHP sıralarından "Devam et." sesleri)
ALİ SERİNDAĞ (Gaziantep) - Boş konuşuyor.
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) - Pamuk, pamuk... Bu memleket pamuk memleketi değil mi? Arkadaşlar, AKP döneminde Türkiye 8 milyon ton pamuk ithal etti ve karşılığında 29 milyar lira para ödedi.
Bütün bunlar neye yol açıyor biliyor musunuz? On yıl evvel buğday 30 kuruştu, mazot da 1 liraydı. Yani 3,5 kilo buğday satan adam 1 litre mazot alabiliyordu. Bugün buğday 65-70 kuruş, mazot 5 lira. Bugün 1 litre mazot alabilmek için vatandaşın 7 kilo buğday satması gerekiyor. İşte, bu sizin yaptığınız, çiftçiye zulümdür ve bu zulüm çerçevesinde Türkiye iki Trakya büyüklüğündeki alanı işlemekten vazgeçmiştir.
Karacabey'in Sultaniye köyünde beş yıl evvel 800 dönüm toprak işleyen İsmail Hakkı -telefonunu verebilirim size- buğday ekti, iflas etti; çeltik ekti, iflas etti; domates ekti, iflas etti; şimdi çobanlık yapıyor. 65 yaşında K1 yetki belgesi peşinde koşuyor ki acaba bundan sonra rızkımı kamyon şoförlüğünden çıkarabilir miyim diye.
Özetle bunlar Türkiye'nin gerçekleri. Bu koltuklarda bedava ve rahat oturmak yok. Eğer biz milletvekiliysek...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
GÖKHAN GÜNAYDIN (Devamla) - ...iktidarıyla, muhalefetiyle bu gerçekleri göreceğiz ve çözmek için uğraşacağız.
Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)