| Konu: | HDP Grubunun, Batman Milletvekili Ayla Akat Ata ve arkadaşları tarafından, cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinin araştırılması amacıyla 29/1/2014 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin, Genel Kurulun 19 Kasım 2014 Çarşamba günkü birleşiminde sunuşlarda okunmasına ve görüşmelerinin aynı tarihli birleşiminde yapılmasına ilişkin |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 16 |
| Tarih: | 19.11.2014 |
FAYSAL SARIYILDIZ (Şırnak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cezaevinde yaşanan hak ihlalleri ve hasta tutsakların durumuna ilişkin verilen Meclis araştırması önergesine ilişkin partimiz, Halkların Demokratik Partisinin görüşlerini ifade etmek üzere söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye'de vicdanları yaralayan, insani ve ahlaki değerlerin siyasi hesaplara kurban edildiği cezaevleri bu ülkenin kanayan yarası olmaya devam ediyor. Türkiye'de hak ihlallerinin en çok yaşandığı yerlerin başında cezaevleri geliyor.
Ülkelerin insana, insan haklarına verdikleri değer ve saygının en belirgin bir biçimde ortaya çıktığı mekânlar cezaevleridir. Ne yazık ki, Türkiye, geçmişten bugüne, hak ihlalleri bakımından kötü bir sicile sahip olmuştur. Özellikle cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri uluslararası alanlara da taşınmış ve son yıllarda ciddi bir artış göstermiştir. AKP iktidarıyla birlikte, hak ihlallerine paralel olarak cezaevlerinde kalan tutuklu ve mahkûm sayısındaki artış oldukça dikkat çekicidir. İstatistikler, cumhuriyet tarihinin en yüksek sayısına ulaştığını gösteriyor. 1980 darbesinde dahi doluluk oranı bu kadar olmamıştı. Şu an 145 bini aşkın tutuklu ve hükümlü cezaevlerinde olumsuz koşullarda yaşamaya çalışıyor. Ancak, yaşanan bu olumsuz tabloya rağmen, Hükûmet, çareyi yeni cezaevleri inşa etmekte buluyor.
Gün geçmiyor ki cezaevlerinden hak ihlalleri haberleri gelmesin. Çıplak arama, keyfî uygulamalar, kelepçeli muayene; kitap, dergi ve gazete gibi yayınların engellenmesi; sohbet ve havalandırma haklarının kısıtlanması, başka cezaevlerine sürgün ve bu sürgünler sonucunda yaşanan sıkıntılar bütün hızıyla devam etmekte ve Hükûmet bu ihlalleri görmezden gelen bir tutum takınmaktadır. Cezaevlerinde yaşanan insanlık ayıbı bambaşka bir boyuta ulaşmış, cezaevleri âdeta ölüm kuyularına dönüşmüştür.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Cemil Çiçek, bir cezaevi ziyareti sırasında kendisine sorulan bir soruya karşılık 'Cezaevi' sözü içime dokunuyor, buralar konukevi." demişti. Beş yıl boyunca kaldığım sözüm ona konukevinde, hak ihlalleri, kelepçeli tedavi, açlık, keyfî disiplin cezaları, tecrit, hastalık ve ölümden başka bir şey görmedik; konukseverliğiniz karşısında gözlerimiz yaşardı! Bu konukseverliği bir daha yaşamak için can atıyoruz doğrusu(!)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cezaevlerinde bugün yaşanan en önemli sorunlardan bir tanesi de kuşkusuz hasta tutsakların durumudur. Cezaevinden çıkan bir vekil olarak, başta hasta tutsaklar olmak üzere bütün siyasi tutsaklara reva görülen antidemokratik uygulamalara, hukuksuzluklara ve keyfî uygulamalara bizzat şahit oldum. Yan ranzamda geceleri inim inim inleyen, aldığı morfinli ilaçlarla ancak uyumaya çalışan hasta tutsaklar gördüm. Cezaevlerinde bir deri bir kemiğe dönüşen ve yüzleri solan hasta tutsaklar bu ülkenin en büyük utancı olarak orta yerde durmaktadır. Cezaevlerinde hasta tutsakların büyük çoğunluğu, devletin sistematik işkence politikalarından ve zindanların kötü koşullarından dolayı ağır hastalıklara yakalandılar. Hasta tutsaklar sorunu AKP Hükûmetinin duyarsızlığı ve küçük siyasi hesapları nedeniyle giderek tehlikeli bir noktaya ulaşmış bulunmaktadır. Şu an 228'i ağır, 578 hasta tutsak kendi kaderine ve ölüme terk edilmiş durumda. Bizzat Adalet Bakanlığının Bilgi Edinme Yasası kapsamında verdiği cevapta, her hafta 5 tutuklunun yaşamanı yitirdiği ifade edilmektedir. Hasta tutsaklar devletin tedricen öldürme politikasıyla karşı karşıyadır.
Bir kişinin cezaevinde olmaktan kaynaklanan hak kısıtlıkları dışında temel insan hak ve özgürlükleri kısıtlanamaz, kısıtlandığında ceza içinde cezaya dönüşür. Nitekim, Türkiye'deki infaz kanunu mahpusları insan yerine koymayan, otorite ve kuralları dayatan, yaşama hakkını değil, güvenlik sorununu öne çıkaran bir anlayışla hazırlanmıştır. Hasta tutsakların hapsedilmesi ve ölüme terk edilmeleri Avrupa İnsan Hakları Bildirgesi'nin yaşama hakkı ve işkenceden korunma hakkının açıkça ihlalidir çünkü hasta tutsakların sağlık hakkına erişimde yaşadığı adaletsizlik ve cezaevinde tutulması işkencedir. Cezaevlerinde hasta tutsaklara karşı işkence suçu işlenmektedir.
Hasta tutsakların kaderi, 12 Eylül faşist cuntasının ürünü olan Adli Tıp Kurumunun eline kalmıştır maalesef. Bilimsel olmayan ve iktidarın ideolojik çıkarlarını gözeterek karar veren Adli Tıp Kurumunun kötü uygulamaları nedeniyle infazı geri bırakılmayan ağır hasta mahpuslar cezaevinde yaşamını yitirmekte ya da tahliye olduktan birkaç gün sonra yaşama gözlerini yummaktadır.
En son örneklerden biri de geçtiğimiz ay tahliye edildikten kısa bir süre sonra yaşamını yitiren Ramazan Özalp olmuştur. Ramazan Özalp başta olmak üzere, diğer hasta tutsaklar için defalarca Hükûmet nezdinde ve eski Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül nezdinde yaptığımız girişimler sonuçsuz kaldı. Savcının, İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve İdil Jandarma Komutanlığının tutanaklarına dayanarak Ramazan Özalp için gönderdiği ibretlik kararı dinlemenizi rica ediyorum: "Şahsın bizzat kendisinin toplum güvenliği açısından bir tehlike teşkil etmediği ancak şahsın Dirsekli köyüne veya İdil ilçesine gelmesi durumunda bazı siyasi şahıslar ve vatandaşlar tarafından propaganda aracı olarak kullanılabileceği ve bu durumun çeşitli toplumsal olaylara sebebiyet verebileceği gerekçesiyle tahliye talebinin reddine karar verildi." diyebiliyor bu ülkedeki savcılar. Yani, bu hâlde ölse dahi içerideki hasta tutsaklar bırakılmayabiliyor keyfî bir şekilde. Bu, sıradan bir ölüm değildir. Bu ölümün faili Hükûmet, AKP Hükûmetidir. İşte hasta tutsaklar böylesi vicdansızca bir çarka kurban edilmektedir ve bu, adalet adına yapılmaktadır. Böylesi adalete yazıklar olsun!
Hükûmet bu vicdansızca ve gayriahlaki tutumunu ortadan kaldırmalıdır. İddia makamı olan savcıların hasta tutsaklara dair tasarrufu olmamalı, savcıların bu yetkisi derhâl ellerinden alınmalıdır. Devletin ideolojik menfaatlerine göre karar veren ATK'nin hasta tutsaklara ilişkin tek onay mercisi olmaktan çıkarılarak tam teşekküllü bir hastaneden alınacak bir raporla infaz durdurulmalıdır.
Hükûmeti bu insanlık ayıbına derhâl son vermeye çağırıyoruz. Hasta tutsaklar sorunu çözümünün sürüncemeye bırakılması toplumda ciddi bir öfke ve gerginliğe neden olmaktadır. Sayın Öcalan tarafından başlatılan ve Hükûmetin de irade beyanı gösterdiği çözüm sürecinde AKP Hükûmeti samimi olduğunu göstermek istiyor ise toplumdaki öfke ve gerginliği düşürecek adımlar atmalıdır. Dünya deneyimlerine baktığımız vakit, çözüm sürecinde olan taraflar yüreklerde biriken öfkeleri yumuşatacak adımlar atmışlardır hep. Siyasi pazarlık niteliği olmasa da insani, ahlaki yönü olan adımlar büyük barışlara ortam hazırlamışlardır.
AKP Hükûmetine çağrıda bulunuyoruz: Yüreklerde biriken öfkeyi bir nebzede olsa yumuşatmak istiyorsanız derhâl hasta tutsakları serbest bırakın.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cezaevlerinde en yoğun hak ihlali yaşanan mevzulardan birisi de "zorunlu sevk" adı altında yapılan sürgünlerdir. Cezaevi idareleri ve ilgili devlet yetkilileri, hükümlü ve tutuklu nakillerinin çoğu zaman yetersiz kapasiteden kaynaklandığını ifade etmektedirler. Ancak, bizler bunun böyle olmadığını gayet iyi biliyoruz. Sürgünler, tutsakların iradesini kırmaya dönük geliştirilen "ceza içinde ceza" politikalarından biridir.
Ayrıca, bölgede kampüs cezaevlerinin de yapılıyor olması, sürgünleri hukuki meşruiyetten uzak kılmaktadır. Binlerce kilometre ötedeki cezaevine gitmek aileler için bir eziyete dönüşmektedir. Birçok aile maddi yetersizlikler nedeniyle yüzlerce kilometre uzaklıktaki cezaevinde bulunan yakınlarını, çocuklarını yıllarca ziyaret edemeyebiliyor. Bu, tutsağın yanı sıra ailesine ve yakınlarına da maddi ve manevi bedel ödetmektir. Hükûmet bu sürgün politikalarına son vermelidir. Tutsaklar, ailelerinin ikamet ettiği illere ya da civar yerleşim birimlerindeki cezaevlerine geri gönderilmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşamama son vermeden önce güncel bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum: Cezaevlerinde süreli ya da süresiz yayınlardan yararlanma hakkı, idarenin keyfî uygulamalarına kurban edilmektedir. 5 kitap sınırlamasıyla gündeme gelen cezaevlerinde bu kez daha büyük bir yasağın uygulanmasına başlandı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
FAYSAL SARIYILDIZ (Devamla) - Geçtiğimiz günlerde Tekirdağ ve Kandıra F tipi cezaevleri ile Bakırköy ve Sincan kadın kapalı cezaevlerinde dağıtım şirketleri tarafından dağıtılmayan tüm gazete ve dergilerin cezaevine girişi yasaklandı. Özellikle muhalif ve sosyalist basına dönük bir uygulama söz konusu. Atılım gazetesi bu çerçevede cezaevine alınmıyor. Mahkemenin toplatma ve yasaklama kararı olmamasına rağmen, söz konusu yayınlar cezaevlerine keyfî olarak alınmıyor. Cezaevi idaresinin başlattığı bu uygulama, aynı zamanda bir tecrit politikasıdır.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sarıyıldız.
FAYSAL SARIYILDIZ (Devamla) - Son cümlemi bitiriyorum Sayın Başkanım.
İnsanların bilgiye ulaşma, bilgi üretiminde bulunma ve aydınlanma araçlarından biri olan kitap ve gazetelere karşı bu korku ve baskı, Orta Çağ karanlığında kitapları ve aydınlanmayı büyük bir tehlike olarak gören zihniyetin devamıdır. Kitaptan ve bilgiden korkmayın, onları okuyun lütfen.
Teşekkürler ederim Sayın Başkanım. (HDP sıralarından alkışlar)