| Konu: | Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmesi |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 18 |
| Tarih: | 25.11.2014 |
HDP GRUBU ADINA SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda bu kürsüde çok defalar konuştuk, birçok yasa da çıkarttık. Hem Sayın Bakanın hem de milletvekili arkadaşımızın söylediği İstanbul Sözleşmesi'ni de burada çıkarttık ama hâlâ kadına yönelik şiddet devam ediyor, bunu engelleyemedik. Bunun bir nedeni var yani hâlâ bu kadar çok yasa çıkartılıyor, buna göre işler yapılıyorsa bunun bir nedeni var, biz bunu değerlendirmek durumundayız.
Sevgili arkadaşlar, bunun temel nedeni, zihinsel olarak kadın erkek eşitliğine inanmamak ve toplumu buna göre değerlendirmemektir, geleneksel rolleri her gün her gün yeniden üretmektir.
Biraz önce, Sayın Bakan, burada en çok eğitimden bahsetti, bilmem ne kadar kişiye eğitim verildiğinden bahsetti ama benim Sayın Bakana önerimdir; önce Sayın Cumhurbaşkanına, sonra Sayın Başbakana, Bülent Arınç başta olmak üzere bakanlara ve milletvekillerine bu eğitim verilmelidir. Üretilen dil, üretilen bu politika, cinsiyetçi politika ve her gün her gün bu cinsiyetçi rolleri üreten bu yaklaşım, aslında kadına yönelik şiddetin neden engellenmediğinin, neden arttığının da altını çizen bir konudur.
Yine, sevgili arkadaşlar, geleneksel olarak hep biz kadınların susmamız gerektiği, biz kadınların aslında hiçbir zaman elimizin hamuruyla erkeğin işine karışmamamız gerektiği, yine "eksik etek" belirlemeleriyle toplumsal yaşamın dışına itildiğimiz ve her zaman için susturulmamız gereken bir politikayla karşı karşıya kaldık. Bazen kadınlar da ne yazık ki birbirine karşı bunu uyguluyor.
Biraz önce, Sayın Bakan, bu kürsüde, dün yaşanan olayın iyi olmadığını, bunu tasvip etmediğini ifade etti, önemli ama bir özür dilemedi. Yani, aslında, o kadın arkadaşımız belki de sözünü söyleyebilmek için el kaldırarak söz istedi ama nazikçe çıkartılmak istense de bu nezaketin güvenlik güçleri tarafından nasıl algılandığını biz biliyoruz. Dolayısıyla, onların nezaketsiz davranmasına da zemin sunulmuş oldu. O açıdan, aslında toplumdaki bu geleneksel yaklaşımlar bir şekilde Parlamentoda, hem de burada devam ettiriliyor.
Ben, daha önceki bir konuşmamda bir cümle söylemiştim, yine söylüyorum: Yurdumuz Anadolu, Meclis baba dolu yer. Dolayısıyla, erkek egemen sisteme göre, zihniyete göre burası yönlendiriliyor, yönetiliyor. O yüzden de biz, kadına yönelik şiddet konusunda ne yazık ki engellenemiyoruz.
Ama, sevgili arkadaşlar, biz kadınlar, sadece kadınlara yönelik şiddet ve kadınların ezilmişlikleriyle ilgili konuşmak da istemiyoruz. Burada başka bir durum da var; buna karşı direnen, buna karşı mücadele eden kadınlar da var. Bugün binlerce kadın sokakta. Başta Pirsus'ta olmak üzere yani Suruç'ta, bütün Türkiye'de sokağa çıkan kadınları buradan selamlamak istiyoruz. Onlar, bu erkek egemen zihniyeti kabul etmedikleri için, "Başka bir yaşam mümkün." dedikleri için, savaşa karşı barışı, erkek egemen zihniyete karşı özgürlükçü bir yaşamı savundukları için sokaktalar. Sevgili arkadaşlar, ben bu anlamda, Arin Mirkan ve Kader Ortakaya şahsında, direnen, mücadele eden, buna öncülük eden tüm kadınları buradan bir kez daha selamlıyorum ve diyorum ki: Aslında umut var. Umut, tam da kadınların bu zihniyeti kabul etmemesi, buna karşı direnmesi ve mücadele etmesiyle alakalı.
Sevgili arkadaşlar, bu kürsüde İstanbul Sözleşmesi'nden çok bahsettik. Evet, İstanbul Sözleşmesi'ni biz burada imzaladık. Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, asıl adı bu. Bu sözleşmede aslında çok önemli belirlemeler var. Bu belirlemeler: "Kadınlar ve erkekler arasında yasal ve fiilî eşitliğin gerçekleştirilmesinin kadınlara yönelik şiddeti önlemede anahtar bir unsur olduğunun bilincinde olarak;
Kadınlara yönelik şiddetin, erkeklerin kadınlar üzerinde tahakküm kurmasına ve kadınlara yönelik ayrımcılığa neden olan ve kadınların tam ilerlemesini engelleyen ve kadınlar ile erkekler arasındaki tarihsel eşitlikçi olmayan güç ilişkisinin tezahürü olduğunun bilincinde olarak;
Kadınlara yönelik şiddetin toplumsal cinsiyete dayalı şiddet şeklindeki yapısal niteliğinin ve bu şiddetin, erkeklerle kıyaslandığında kadınları ikincil konuma zorlayan temel sosyal mekanizmalardan birisi olduğunun bilincinde olarak;
Kadınlar ile kız çocuklarının, çoğunlukla aile içi şiddet, cinsel taciz, tecavüz, zorla evlendirme, sözde 'namus' adına işlenen cinayetler, kadın sünneti gibi insan haklarını ciddi şekilde ihlal eden ve kadın erkek eşitliğini sağlamanın önünde büyük bir engel oluşturan şiddetin pek çok boyutuna maruz kaldıklarını büyük endişeyle dikkate alarak;
Silahlı çatışma esnasında sivil halkı, özellikle de kadınları yaygın ve sistematik tecavüz ve cinsel suçlar şeklinde etkileyen insan hakları ihlallerinin ve gerek çatışma esnasında gerekse sonrasında tırmanan toplumsal cinsiyete dayalı şiddet potansiyelinin bilincinde olarak..." Daha devamı var. Aslında bu sözleşme, tam da bizim ne yapmamız gerektiğini çok net ifade ediyor.
Sevgili arkadaşlar, kadına yönelik şiddetin iki boyutu var, ben burada ona değinmek istiyorum. Bir tanesi, erkek egemen sistemden kaynaklı olan şiddet; aslında arkadaşlarımız bundan bahsetti. İkincisi de savaş nedeniyle kadınların yaşadıkları şiddettir. Kadınların savaş nedeniyle yaşadığı bu şiddeti çok yakından, sınırlarımızın yanı başında hissettik. Ezidi kadınlara yönelik IŞİD çetelerinin yaptığı saldırıda aslında savaşın ne kadar korkunç bir boyutu olduğunu, savaşlarda kadınların bir ganimet olarak değerlendirildiğini, kadınlara yönelik bir savaş politikası olarak cinsel taciz, tecavüz meselesinin çok yakıcı olarak yaşandığını gördük. O yüzden, bu Parlamentoda, aslında Ezidi kadınlara veya Türkiye'nin çok övündüğü "Suriye'den 1,5 milyon insan geldi. Biz onlara yardım ediyoruz." gibi söylemlerin arkasında, oradan gelen özellikle kadın ve çocukların yaşadığı mağduriyete, kamplardaki durumuna dikkat çekmek lazım.
Yine, Kobani direnişi nedeniyle savaştan, IŞİD vahşetinden kaçan o köylerde yaşayan kadınların yaşadıkları sorunlar... Yani, savaş sadece cinsel saldırı değil, aynı zamanda zorunlu göç demek, yoksulluk demek, şiddetin her türlü şeyine açık hâle gelmek demek. Dolayısıyla, biz kadınların, aslında savaş politikalarına karşı güçlü bir mücadele yürütmemiz gerekiyor.
Biz bir kadın heyeti olarak eylül ayı başında IŞİD saldırıları başlamadan -CHP'den Melda Onur arkadaşımız da vardı- 26 kadın güney Kürdistan'a gittik, orada kampları ziyaret ettik Ezidi kadınların yaşadığı sorunlara dikkat çekmek için. Yine, Rojava'dan Cizre kantonuna gittik. Aslında çok önemli bir rapor sunduk. Oradaki kadınların, Türkiye'den -gerçekten bir dayanışma olacaksa- kendilerinin doğru anlaşılması, savaşın son bulması ve kendi ülkelerine dönmeleri konusunda talepleri, beklentileri vardı.
Ben, bir kez daha, aslında, burada, bu Parlamentoda, iktidarından muhalefetine bütün kadınlarca bir kadın komisyonu oluşturularak savaş nedeniyle yerinden edilen kadınlarla, çocuklarla bir çalışma yapılmasının da önemli olduğunu düşünüyorum.
Sevgili arkadaşlar, diğer bir konu hep çok bahsettiğimiz kadına yönelik şiddet. Feministler yıllarca "Özel alan politiktir." dediler çünkü yıllarca bize şu dayatıldı: "Eşidir; döver de sever de, aile içerisinde bunun tartışması olmaz." Aslında, biz, özel alanın politik olduğunu kadınların mücadelesi, Cumhurbaşkanının beğenmediği o feminist kadınların mücadelesi sayesinde öğrendik.
Şimdi, Sayın Bakan bu aile kavramını öncesinden öne almak için "Şimdi bize 'Neden aile diyorsunuz?' diye eleştiri gelecek." dedi. Doğru, siz aileyi kutsallaştırırsanız, geleneksel aileyi bizim önümüze model olarak koyarsanız aslında kadına yönelik şiddeti de engelleyemezsiniz. Biz buradan bir kez daha öneriyoruz: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı değişsin, bu Bakanlık sadece "sosyal politikalar bakanlığı" olsun, Ayşenur Hanım sadece bu sosyal politikalar bakanlığının Bakanlığını yapsın. Sosyal politikalarda kadınların durumu nedir, kadınların bu konulardan eşit olarak faydalanması tartışılsın ama bir "kadın bakanlığı" kuralım kadın sorunlarıyla ilgilenecek, kadına yönelik şiddeti engelleyecek ve sadece kadınlar için çalışacak. Ve -bütün o mevzuat incelemesi dedi ya- burada çıkacak bütün yasaları eşitlik perspektifinden göz önüne alacak bir yasa çıkarılması gerekiyor. O açıdan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı "sosyal politikalar bakanlığı" olsun, "kadın bakanlığı" diye bir bakanlık kurmak gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, burada, mesela kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi konusunda çıkartılan yasalarda çok önemli kararlar alındı, bizim de imzamız var. Daha önce Demokratik Toplum Partisi olarak -partimiz kapatıldı- Barış ve Demokrasi Partisi döneminde ve şimdi de Halkların Demokratik Partisi olarak 14 tane önergemiz var ayrı ayrı, konuşulmamış, bugün konuşulmuş olması önemli.
Yalnız bu konuda özellikle kadınların talebini de burada ifade etmeyi önemli görüyoruz. Sevgili arkadaşlar, Diyarbakır'da 17'nci Kadın Sığınakları ve Dayanışma Merkezleri Kurultayı sonuç bildirgesi açıklandı. Buna Sayın Bakan da diğer milletvekili arkadaşlarımız da ulaşabilirler. 25-26-27 Ekimde gerçekleştirildi, 6 kadın örgütü ve 200'e yakın delege katıldı. Orada aslında "Neden kadına yönelik şiddet engellenemiyor?" sorusuna çok ciddi cevaplar verilmiş durumda. Onların talepleri var:
Bunlardan birisi, kadınların Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına değil, kendileri için politika üretecek kadın bakanlığına ihtiyaçları var. Yani, onların talebi de aslında biraz önce bizim söylediğimiz taleple aynı. Kadın bakanlığının kurulması ve tüm bakanlıkların kadın bakanlığı üzerinden yasalar çıkartılırken bunu dikkate alması, eşitsizliği giderecek politikalar üretmesi önemli.
İkincisi: Şiddete maruz kalan, şiddetten uzaklaşmaya çalışan kadınların sığınak dışında psikolojik, sosyal ve hukuki destek alabilecekleri ulaşılabilir mekânlar olması gerekir. Şimdi, Sayın Bakan ifade etti, 14 tane ŞÖNİM var. Aslında yani şimdi yasayla 100 binin üzerinde olan yerlerde belediyeler sığınaklar açmak zorunda, açmıyorlar. Bu konuda şöyle bir sorun var: Çünkü bunun yükümlülüğünü belediyeye verdiğinizde, bütçeyi belediye karşılamıyor. Dolayısıyla, aslında kamunun karşılaması gereken ya da belediyenin karşılayacağı bir bütçeyle mutlaka sığınakların açılması gerekiyor; her yerde, kadınların erişebileceği alanda sığınakların açılması gerekiyor. Bu hâlâ yapılabilmiş değil. Biraz önce Sayın Bakan dedi ki: "Yeterlidir, aslında bu konuda hiçbir sorun yok." Aksine, çok sorun var.
İkincisi: Sevgili arkadaşlar, bu ŞÖNİM'lere veya sığınaklara alınan kadınlara eşleri, sevgilileri ya da şiddet uygulayanlar çabuk ulaşıyorlar. Yani, paylaşılmaması gereken bilgiler başka birimler tarafından paylaşıldığında, örneğin, e-devlet uygulaması ya da Sosyal Güvenlik Kurumundaki Uygulamalar nedeniyle onlar engellenemiyor. Kadınlar, mutlaka bunun düzenlenmesi, bu gizlilik esasına dikkat edilmesi gerektiğini... Dikkat edilmediği için de aslında devletin korumasında olduğu hâlde 25 kadın öldürüldü şimdiye kadar ve daha çok kadın öldürülebilir. Bunun mutlaka dikkate alınması gerekiyor.
Yine, ŞÖNİM'lerde çalışanların, sevgili arkadaşlar, kadın perspektifi yok; kadın erkek eşitliğine inanmıyorlar yani aslında kadınların sorunlarını yeterince anlayabilecek kişiler değiller. Bunlar, ciddi anlamda kadınların orada sorun yaşamasına neden oluyor. Yine, ŞÖNİM'lerde erkeklerin hizmet verdiğine dair bir bilgi var. Aslında, bu çok vahim bir durum. Böylece aslında kadınlara ulaşmak daha kolay oluyor; erkekler, erkekler aracılığıyla kadınlara çok rahat ulaşıyorlar.
Yine, sevgili arkadaşlar, İstanbul Sözleşmesi'nin çok önemli bir maddesi var ara buluculuk olmaz diye ama AKP iktidarı döneminde ara buluculuk sistemi getirildi. Diyanetle yapılan protokolle ve boşanma ombudsmanlığı, Kamu Denetçiliği uygulamalarıyla ara buluculuğu devlet eliyle yaptılar. Yani, çok ilginç bir durum. İşte, bu "Eşindir, döver de sever de. Yani, ne olacak, çocukların var, eve git." diye diyanet İşleri Başkanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının imzaladığı protokolle devreye sokulmuş durumda. O yüzden, biz bu protokolün de derhâl lağvedilmesini, aslında bu ara buluculuk meselesinin ortadan kalkmasını istiyoruz. O yüzden de ceza indirimi, ara buluculuk, kadının cezadan vazgeçmesi gibi yöntemler hayata geçiyor.
Yine, İstanbul Sözleşmesi'nin yükümlülüğünden birisi, erkek şiddetiyle mücadelede devletin yükümlülüğü olarak düzenlenen kadına karşı şiddeti önlemek, korumak, kovuşturmak ve kadınlar için destek mekanizmaları oluşturmak için gerekli politikalar oluşturulması gibi bir görevi var. Bu konuda sadece Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının çalışması yetmez.
Biraz önce Sayın Bakan dedi ki: "Ben elimi uzatıyorum size." Sayın Bakan, biz, uzanan eli tabii ki tutarız ama şimdiye kadar ki... Özellikle sizin Bakan olduğunuz günden bugüne bırakalım sivil toplum örgütleriyle çalışmayı, burada, Parlamentodaki kadınlarla bir araya gelmediniz. Bir araya gelip bu işi birlikte çalışalım. Kadın politikası tabii ki siyasetüstü bir politikadır, o zaman gelin bunu birlikte çalışalım. Mesela, bu kadınlarla bir buluşma... Nedir, politikanız nedir, bakış açınız nedir, nasıl ortaklaştıralım? Yapmadınız, hatta bunu bırakın telefonlarımıza bile çıkmadığınız zamanlar oldu, kutlamak için aradığımızda ulaşamadığımız zamanlar oldu. O yüzden, çok ulaşılabilir, çok kolay ulaşılabilir bir Bakanlığınız yok. "Kadınlar gelsinler, dertlerini anlatsınlar..." Anlatmak için el kaldırdıklarında da zaten apar topar şeyden çıkartılır hâle geliyorlar.
Yine, sevgili arkadaşlar, tabii ki kadın sığınakları yönetmelikte "konukevi" diye tanımlanmış, kadın sığınakları da değil, konukevi; aslında, hani bir misafir etme hâli var. Dolayısıyla, yine, oradaki kadınların ekonomik olarak kendisini idame ettirmesi, çocuklarının yanlarında olması falan gibi o kadar çok sorun var ki... Ben bu sonuç bildirgesini Sayın Bakanın kendisine ileteceğim çünkü burada çok önemli bilgiler var, veriler var; mutlaka bunların dikkate alınması gerekiyor.
Değerli arkadaşlar, biz, Halkların Demokratik Partisi olarak kadın özgürlük mücadelesini esas alan, bu konuda özellikle karar ve uygulama mekanizmalarında kadınların yer almasının ne kadar önemli olduğunu bilen ve bunun mücadelesini veren kadınlarız. Bunun için eş başkanlık sistemi uyguladık; sadece genel yönetimlerde değil, siyasi partide değil, yerel yönetimlerde de bunu uyguladık. Biraz önce Sayın Bakan dedi ki: "Kamu görevinde kadınların yer alması, istihdam edilmesi konusunda çok çabamız var." Bu çabalardan birisi de yerel yönetimlerde eş başkanlığımızı iptal ettirmek. Yönetmelik durdurma kararı alındı valilikler aracılığıyla. Şimdi, ben size sorarım: Nasıl oluyor da siz kadınların eşit temsil hakkını savunuyorsunuz, yerel yönetimlerdeki istihdamını ya da yerel yönetimlerde de kadınların karar ve uygulama mekanizmalarında olmasını istiyorsunuz? Valilikler itiraz ettiler ve yerel mahkemeler karar aldı, şu an yerel yönetimlerde eş başkanlıklarımız durdurulmuş durumda.
İkincisi: Sevgili arkadaşlar, partilerin insafına kalmış durumda bu kota meselesi. Evet, biz yüzde 50 eşit temsil kullanıyoruz, eş başkanlık var ama AKP iktidarında örneğin kota yok, kotayı kendileri belirliyorlar. Erkeğin istediği gibi bir kadın profili. Yani, nasıl olacak? Hanımefendi bir kadın olacak, hanımefendi gibi konuşacak, hanımefendi gibi giyinecek. Yani, aslında bu aile politikalarının yansıması kadına da yansıyor, onun üzerinden... Erkeklerden daha çok çalışacak, erkeklerden daha yetenekli olacak, yoksa o kategoride eleniyor.
Şimdi, bu konunun da bir kez daha altını çiziyoruz. Kota uygulamasının anayasal güvenceye alınması yani sadece partilerin insafına bırakılan değil, bütün partilerin uygulamak zorunda olduğu bir yöntem olması gerekiyor. İşte o zaman, bakın görün kadına yönelik şiddet nasıl azalacak.
Şimdi, sevgili arkadaşlar, bize dayatılan başka bir şey var. AKP hükûmetiyle biz aynı düşünmüyoruz, Sayın Cumhurbaşkanıyla, Sayın Başbakanla aynı düşünmüyoruz. Doğru, onlar kadın ve erkeğin eşit olmadığına inanıyorlar ama galiba İstanbul Sözleşmesi'ni yanlışlıkla imzalamışlar, okumamışlar çünkü bu, kadın erkek eşitliğini esas alan ve buna göre bütün yasaların düzenlenmesi gereken bir sözleşme. O açıdan, kendi toplumsal özellikleri olarak da bunu bütün yaşamımıza böyle ifade ediyorlar. Her konuştukları yerde, kadına yönelik şiddet konusunda ya da Kadınlar Günü'nde "Kadın ve erkek eşit olamaz, bize bunu dayatmayın." diyorlar, biz de bu kürsüden diyoruz ki: Kadın ve erkek eşittir, kendi düşüncenizi bize dayatmayın. Biz kadınlar olarak bunun mücadelesini her yerde vereceğiz ve vermeye devam ediyoruz.
O konuda özellikle feministlere yönelik yaklaşımları, hani "Bunlar iş bilmiyorlar." gibi yaklaşımları da doğru değil.
Şimdi, sevgili arkadaşlar, bu konuda feministlerin de Sayın Cumhurbaşkanına bir cevabı var, izin verirseniz bir bölümünü okumak istiyorum: "Erdoğan haklı. Biz feministler fıtrattan anlamıyoruz. Erkek egemenliği sisteminin bizlere dayattığı kadınlık rollerini kabul etmiyoruz. Doğurabildiğimiz için doğurmamız gerektiğini, doğurduğumuz için bakmamız gerektiğini düşünmüyoruz. Ailenin hayattaki tek varoluş olmadığını biliyoruz, farklı dayanışmalar kurarak yaşamın mümkün olduğunu görüyoruz. Biz kadınlar ile erkeklerin eşit olacağı bir dünyaya olan inancımızı hiç kaybetmiyoruz. Eşitlik, adalet ve özgürlük için mücadele ediyoruz. Erkek adalet değil gerçek adalet talebimizin gerçekleşmesinin yolu eşitlikten geçiyor. Kadınların erkeklerle eşit olmayacağına dayandırılarak kurulan sözün, yürütülen politikaların da kadınların özgürlüğünü engellediği ortada. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ve AKP'nin kadınların erkeklerle eşitsizliğini derinleştiren politikalarına karşı daha çok kadın dayanışması ve örgütlenmesi içerisinde olacağız." diyor İstanbul Feminist Kolektifi.
Şimdi, sevgili arkadaşlar, biz kadınlar üzerinden sürekli bir söz söyleme hâli var. Ben de feminist sosyalist bir kadın olarak bu kürsüde her zaman için ifade ettim; biz kadınlar bize dayatılanı yapmak zorunda değiliz. Çünkü, beş bin yıllık erkek egemen sistemden, aslında bugün kadını da, erkeği de zayıf düşüren, aslında bu eşitsizlik politikalarını devam ettiren köklü bir sistemden, zihniyetten bahsediyoruz. Dolayısıyla "kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite inşası" diye ifade ettiğimiz, Kürt kadınları olarak söylediğimiz bu söz, aslında eşitlikçi bir yaşamı inşa etmektir.
Biz kadınlar bize dayatılanı, verili olanı kabul etmiyoruz. Biz biliyoruz ki toplumun başlangıcında kadın ve erkek eşitti. Ne zaman ki iktidar, ne zamanki tahakküm, ne zaman ki artı değer ortaya çıktı, eşitsizlikler o zaman ortaya çıktı ve ilk eşitsizlik, kadın ve erkek arasındaki eşitsizliktir. İlk eşitsizlik, aslında kadın emeğini erkeğin gasbetmesidir. Oradan başladı iktidar birikimi, oradan başladı hiyerarşi, oradan başladı tahakküm. O günden bugüne de bunun bizim kaderimiz olduğunu iddia etmeye çalışıyorlar. Biz diyoruz ki: Bu bizim kaderimiz değil.
Ben de buradaki kadın arkadaşlara özellikle bir çağrıda bulunuyorum. Gelin, birlikte... Bunun kaderimizin olmadığını, kadınlarla erkeklerin eşit olabildiğini, kadınların erkeklerin yaptığı her türlü işi yaptığını ama erkeklerin kadınların yaptığı her şeyi yapamadığını, örneğin doğuramadığını bilmeleri gerekiyor. Doğuramadıklarına göre aslında yaşam kadınların etrafında, kadın merkezi etrafında. Kadınları sürekli eksik gören yaklaşımları kabul etmiyoruz.
Bir cümle daha: İlla kadınlara sınıf belirtmek durumunda değiliz. Arkadaşımız dedi: "Biz birinci sınıf olmak istiyoruz." Biz ne birinci ne ikinci sınıf olmak istiyoruz, sınıfsız olmak istiyoruz. Mümkünse sınıfımız olmasın arkadaşlar, biz eşit olalım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SEBAHAT TUNCEL (Devamla) - Birinci olursa ikinci olacak, üçüncü olacak, dördüncü olacak. Böyle bir şeyi kabul etmiyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)