| Konu: | Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmesi |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 18 |
| Tarih: | 25.11.2014 |
MHP GRUBU ADINA ALİ ÖZ (Mersin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de kadına yönelik şiddet, baskı ve devamında gelen kadın cinayetlerinin hiç durmadan giderek artmasının nedenlerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin tespiti konusunda Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına vermiş olduğumuz araştırma önergesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, devletimizin, milletimizin, bağımsızlığımızın, demokrasimizin, millî kültürümüzün bekasını ilgilendiren fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesillerin yetişmesi değerli öğretmenler eliyle mümkün olacaktır. Öğretmeni mutsuz olan bir milletin yarınları umutsuz, belirsiz ve risklidir. Öğretmenlerimiz fedakârca, samimiyetle çalışmaktadır. Dünden bugüne hiçbir tehdit, hiçbir tehlike sınıflardan parlayan eğitim ve öğretim aydınlığını engelleyememiştir. Öğretmenlerimiz zulüm görmüş, çile çekmiş, parasız kalmış, mağdur olmuş, teröristlerin saldırısına uğramış, ne var ki sahip oldukları saygınlıklarından ödün vermemişlerdir. Bu vesileyle, başta Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm öğretmenlerimizin 24 Kasım gününü kutlayarak sözlerime başlamak istiyorum.
Değerli arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na göre ülke sınırları içerisinde yaşayan herkesin sağlıklı bir çevrede yaşayabilmesi devletin görevidir. Sağlıklı bir sosyal çevrenin oluşması ve sürdürülebilmesinin önündeki en büyük engellerden biri bireysel ve toplumsal şiddettir.
Ülkemizde son yıllarda suçun ve suçluların arttığını üzülerek görmekteyiz. Bu durum yoksulluğun, adaletsizliğin, yolsuzluğun arttığının, ahlakın zayıfladığının bir işareti sayılmalıdır. Ülkemizin geldiği bugünkü manzarada siyasi ve ekonomik güven ortamından, iç huzurdan bahsedilemeyeceği gün gibi ortadadır. Toplumsal ahlak maalesef hızla aşınmaktadır. Büyük kentlerimizdeki ahlaki çöküşün, şiddetin, kuşkunun egemen olduğu bir bunalım son on iki yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı döneminde artarak zirveye ulaşmıştır.
Aile içi şiddet en fazla göz ardı edilmiş insan hakkıdır. Son yıllarda kadınlarımızın giderek artan bir oranla her tarafta katledildiğine şahit oluyoruz.
Dünya Ekonomik Forumu'nun 135 ülkeyi her yıl değerlendirmeye aldığı Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu'na göre, Türkiye, geçtiğimiz yıla göre 3 basamak daha gerileyerek 124'üncü sırada yer almıştır. Resmî olmayan rakamlara göre, 2013 yılında 214 kadın, çevresindeki ya da tanımadığı erkekler tarafından öldürülmüştür. 2014'e dair tablo ise durumun geçen seneye göre daha vahim olduğunu göstermektedir. Buna göre, yalnızca 2014 yılının ilk yedi ayında 150 kadın, erkek şiddetine maruz kalarak yaşamını yitirmiştir. Bu kadınlardan yaklaşık 25'inin devlet koruması altındayken öldürülmesi insan hayatına verilen önemin kanıtı niteliğindedir.
Sayın Cumhurbaşkanının söylediği gibi, adalet kavramı önemlidir. Aile içinde adaletli davranmak gerekir ancak "Adaleti getireceğiz." diye ortaya çıkanların yetkili oldukları hâlde hiçbir şey yapmayıp "Kadınların karşı karşıya kaldıkları sorunların çözümünde yegâne başvurulacak yol, hiç kuşkusuz, adalettir." demesi neyin itirafıdır? Yoksa timsah gözyaşları mıdır? Kadın-erkek eşitliği konusu ya anlaşılmak istenmemektedir ya da amacından saptırılmaktadır. Her aklıselim Türk kadını eşitlikten, fizyolojik eşitliği değil, haklar bakımından eşitliği anlamaktadır.
Kadının kutsallığıyla ilgili söylenenlerin elbette ki hepsine katılmak mümkündür. Ancak, akıllarda sadece ekim ayında 29 kadın öldürüldüğü gerçeğinin, kadın cinayetlerinin önüne nasıl geçeceğiz sorusunun cevabı aranmaktadır. Bunun için, bildiğimiz klasik bilgileri sıralamanın kime ne faydası bulunmaktadır?
"İnançlı insanlar şiddet uygulamaz." diyor Sayın Cumhurbaşkanı. Peki, kadın cinayetlerini işleyenlerin hepsi inançsız mıdır? Her geçen gün kadınların toplumdaki cinsiyet kaynaklı rollerini daha da derinleştiren, onları toplumun bütün kurumlarına daha derin bağlarla bağlayan, dört duvara hapseden uygulamaları, söylemleri ve politikaları uygulamakta inat ederseniz cinayetlere her gün davetiye çıkarıyorsunuz demektir.
Ülkemizde her 3 kadından 1'i fiziksel şiddet görmektedir. Hayatı boyunca eşinden en az 1 kez fiziki şiddet görmüş kadınların oranı Türkiye genelinde yüzde 39'dur. Boşanmış ve ayrılmış kadınların yüzde 78'i fiziksel şiddete maruz kalmaktadır. Eğitim düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların oranı azalmaktadır. Okuma-yazma bilmeyen kadınlar arasında en az bir kez fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyenlerin oranı yüzde 43 iken yükseköğrenim görmüş kadınlar arasında bu oran yüzde 12'dir.
Kadına şiddetin altında yatan sebeplerin başında, tüm ülke genelinde gelir dağılımı eşitsizliği ve işsizlik gelmektedir. Gelir dağılımındaki adaletsizlik devam ettiği sürece kadınlarımız bu durumdan en fazla etkilenen grup olacaktır. Kadınların iş gücüne katılma verilerine bakacak olursak Avrupa ülkelerinin çok çok gerisinde olduğumuzu görürüz.
Sığınmaevinde kadınların genel durumuna bakıldığında şiddetin yaşının olmadığı görülmektedir, 15 yaşında ya da 60 yaşında kadınlar şiddet görmektedir. Türkiye'de hâlen olması gereken sayının otuzda 1'i kadar yani 40 civarında sığınmaevi vardır. Şiddet mağduru kadınlar için yeterli sayıda sığınmaevi yapılmayışını, gerçek bir korumanın sağlanmamasını, sistemin kadına yönelik şiddetin devam etmesine, yaygınlaşmasına ve olağanlaşmasına zemin hazırladığının açık bir kanıtı olarak görmekteyiz. Yürürlüğe giren yasa ve sözleşmelere rağmen cinayetlerin önüne geçilememesinin nedeni, uygulamada yaşanan eksiklikler ve yetkililerin üzerine düşeni yapmamasındandır. Sokak ortasında canice katledilen, pusuya düşürülerek vahşice kıyılan, karnındaki bebeğiyle hedef hâline gelen, sığınmaevlerinde çare bekleyen, hanelerinde hakarete ve ithamlara uğrayan kadınlarımız olduğu sürece hiçbirimize rahat yüzü yoktur ve asla da olmayacaktır. Hepimiz görüyor ve kamuoyuna yansıyan haberlerden işitiyoruz ki bir tarafta Hükûmet tarafından ileri demokrasi nutukları atılmakta, pozitif ayrımcılık propagandası yapılmakta, diğer yanda tecavüz, taciz ve cinayetlere kurban giden kadınlarımızın sayısı hızla çoğalmaktadır.
Değerli milletvekilleri, şiddete maruz kalan kadınlar hakkında ölüm riski ve durumun aciliyeti göz önüne alınarak devletin her türlü önlemi almasını öngören Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi 1 Ağustos 2012'de yürürlüğe girmesine rağmen, gerek bu sözleşme gerekse Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'la getirilen iyileştirmeler şiddetin önünü kesememiştir. Yasa çıkarmakla iş bitmemiştir, tedbirler sadece kâğıt üzerinde kalmıştır. Aradan iki yıl geçtiği hâlde uygulama yönetmeliği dahi çıkarılmamıştır. Kadına yönelik şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi için sadece yasa ve sözleşmelerle yetinilmemelidir. Millî eylem planı kapsamında kararlılık, süreklilik ve sorumluluk da gereklidir.
Kolluk kuvvetleri mağdurlara yönelik her türlü şiddete acil ve yerinde müdahale etmelidir. İhbar mekanizmasının işleyişi hızlandırılmalıdır.
Mağdur korunmalı ve psikolojik destek alması sağlanmalı, devlet tarafından geçici maddi destek verilmelidir.
Kadına yönelik şiddete aracı olanlar da mutlaka cezalandırılmalıdır.
Medyada gerekli yayınların yapılması artan bir oranda sağlanmalıdır.
Okullarda, kadının insani hakları ve kadın-erkek eşitliği konusunda derslere yer verilmelidir.
Zorla evlendirmelerin, erken yaşta evlendirmelerin suç sayılması için gereken hukuki, idari ve cezai önlemler mutlaka alınmalıdır.
Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak ilkokul 4'üncü sınıftan itibaren "toplumsal cinsiyet" diye bir dersin konulmasını daha önce teklif etmiştik. Çocuklarımızın kendilerinin farkına varmaları ve bir toplumda beraber hareket etme geleneğini sürdürebilmeleri için bunu teklif etmiştik.
2011 Seçim Beyannamemizde ise kadınların eğitim düzeylerinin yükseltilmesinin, kalkınma sürecinde, iş hayatında ve karar alma mekanizmalarında daha fazla rol almalarının sağlanmasının kadınlarımızın toplumsal konumlarını güçlendireceğini ifade etmiştik.
Yaşları ne olursa olsun evli olmayan kız evlatlar ile boşanan veya dul kalan kadınların kendi sigortalılığı ya da aylık veya geliri olmaması durumunda anne veya babasının bakmakla yükümlü olduğu kişiler arasına alınarak sağlık yardımlarından yararlandırılmasını ifade etmiştik.
Şiddete, tacize ve istismara uğrayan kadınlara yasal yollardan hak araması sırasında adli yardım desteği sağlanması gerektiğini, çocukların hayat kalitesinin iyileştirilmesi ve geleceklerinin mutlaka teminat altına alınması gerektiğini belirtmiştik.
Değerli arkadaşlar, tabii ki hepimizin bildiği gibi şiddetin iki boyutu var. Burada konuşurken kadına uygulanan şiddet ve kadın cinayetlerinden bahsediyoruz ancak bir de madalyonun öbür yüzü, şiddeti uygulayan erkek tarafı var. Maalesef, gözden kaçırdığımız, erkeklerle alakalı ne yapmamız gerektiği noktasında eğer olaya tek taraflı bir bakış açısıyla bakarsak netice alamayacağımız gerçeği herkes tarafından görülmeli ve bilinmelidir. Bugün yaşanan problemlerin arkasında ki bu şiddeti uygulayan erkeğin maruz kaldığı duygusal şiddeti görmezsek problemin önüne geçme şansımız yoktur. Erkeklere de öfke kontrolü eğitimi vermemiz gerekiyor. Son çıkardığımız, kolluk kuvvetlerine vermiş olduğumuz yetkilerle evden atılan erkek veya adam toplumdan da dışlanıyor, sonra buna sebep olarak da hayat arkadaşını görüyor, ondan da intikam alma hırsıyla hareket ediyor. Yanlış uygulanan politikalar sonucunda gelinen nokta maalesef kadınlara iyilik değil, daha fazla cinayete maruz kalmasına sebep olan bir politika uygulanıyor. Kadına yönelik şiddetin sorumlusu erkekler olduğu için şiddet önleme çalışmalarında erkekler dışlanmamalıdır. Şiddet uygulayanların ruh sağlığıyla ilgili ciddi bir inceleme yapılmalı ve teşhise göre tedavi yoluna gidilmelidir. Öte yandan, aile terapisi zorunlu tutulmalı ve buna erkeğin katılımı mutlaka sağlanmalıdır. Ülkemizde aile terapisti ve danışmanları vardır, ancak birçok ailenin sosyoekonomik durumu bu imkânı değerlendirebilecek kadar müsait değildir. Aile problemlerini çözüp bu hayati kurumu ıslah ve imar etme adına her bir sağlık ocağında ilgilenebileceği sayıda aileye danışmanlık yapan bir aile danışmanlığı projesi uygulanmalıdır. Bu danışman sorumluluğunda bulunan ailelerle, gerekirse evlerine ziyaretler yaparak, her hafta görüşüp problemlerine yerinde müdahalelerde bulunarak sorunların büyümeden çözülmesini sağlamak gerekmektedir.
Toplumdaki hastalığı teşhis için araştırıp çözüm önerileri ile politika üretmek sosyologların işidir. Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri, toplumdaki bütün sorunların teşhisi ve tedavisinde sosyologlara önemli işlevler ve görevler vermektedir. Önce kendini, sonra başkalarını ve toplumu anlayabilmek ve tanımak için liselerde sosyoloji dersinin zorunlu ve işlevsel verilmesi gerekmektedir. İlkokul, ortaokul ve liselerde rehberlik servislerinde rehberlik ve psikolojik danışmanlık mezunu öğretmenler yanında, sosyoloji mezunları da görev yapabilmelidir. Bunun için okul sosyoloğu kadrosu ihdas edilerek sosyologlar da rehberlik sürecinde aktif yer alabilirler. Böylece öğrencilere sosyal çevreleriyle bütünlük içinde rehberlik faaliyeti, eş güdümü yapılabilir. Şiddet eğilimli ve patolojik bireyler daha önceden saptanarak tedavileri yapılabilir. Okul sosyologları, öğrencilerin aile monografilerini çıkararak aile ve sosyal çevresiyle sosyal danışmanlık yapabilir, okul-aile iş birliği ve ilişkilerini organize edebilir, okulun halkla ilişkiler faaliyetlerini yürütebilir.
Risk toplumu bağlamında sosyal ve kültürel risklere karşı insanı ve toplumu anlamak ve çözümlemek için sosyologlara ihtiyaç artmaktadır. Sosyal riskleri ve tehlikeleri önceden görebilmek ve sorunlar meydana gelmeden önlem alabilmek için sosyologlara ihtiyaç vardır.
Bireysel, psikolojik ve sosyal sorunların çözümü için Türk toplumunun özünde bulanan dayanışma ve yardımlaşma önem taşımaktadır. Aile üyelerinin birbirini desteklemesi ve sorunların çözümü için birliktelik ruhu gibi aile değerleri toplumsal anominin yol açtığı problemleri aza indirgeyecektir. Özellikle alt sosyal tabakanın yaşadığı semtler başta olmak üzere, kentlerin bütün semtlerinde devletin aile danışma merkezleri açması şarttır. Bu merkezlerde sosyolog, sosyal hizmet uzmanı, psikolog, avukat, çocuk gelişim uzmanı gibi uzmanlar görevlendirilmelidir. Mahalle bazında sorunu olan kişiler, eğer bu merkezlerde uzmanlardan yardım alırlarsa şiddet ve suç eylemlerinin önlenmesi veya azaltılması mümkün olacaktır. Aile danışma merkezleri, kadın konukevleri, şiddet önleme ve izleme merkezlerinde sosyal hizmet uzmanları ve psikologlar yanında sosyologların görev yapması elzemdir. Aile danışma merkezleri, kadın konukevleri, gençlik merkezlerinde de mutlaka sosyologlar görev yapmalıdır. Aile Danışmanlığı Yönetmeliği'ne göre aile danışmanlığı sertifikası alan sosyologların bu merkezlerde görevlendirilmesi, yeni yetişen aile danışmanlarından yararlanmak açısından da önem taşımaktadır.
Hepinizin bildiği gibi, ülkemizde gerek psikoloji, psikolog bölümünden gerekse sosyoloji bölümünden mezun olmuş çok sayıda istihdam bekleyen gençler vardır. Dolayısıyla eğer gerçekten şiddeti toplumsal bir sorun olarak görüyorsak ve şiddet daha başlamadan biz bunu çözelim diyorsak ailelerin bütünlüğü içerisinde, ailede bulunan herkese destek sağlayarak daha sorun oluşmadan çözme yoluna gitmemiz gerekiyor. Yoksa cezai müeyyideleri artırarak veya kadın cinayetlerine yol açan sebeplere sadece cinsiyet eksenli bakarak bu işi çözemeyeceğimiz gayet açıktır ve buradan da herhangi bir sonuç çıkmayacaktır.
Cennetin ayaklarının altında olduğuyla müjdelenen, çalıştığı yerlerin fedakâr bireyleri, toplumda sevgi, barış ve hoşgörünün temsilcisi olan tüm kadınlarımıza saygılar sunuyor, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP, AK PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)