| Konu: | Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergelerin Ön Görüşmesi |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 18 |
| Tarih: | 25.11.2014 |
PERVİN BULDAN (Iğdır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü.
Biz her yıl bu kürsüde konuşmamıza başlarken, kadına yönelik şiddeti ifade ederken şiddete uğrayan kadın sayısını belirterek başlıyoruz. Ne yazık ki bugün yine bu kürsüde konuşmama bu sayıları ve genel bir durumu izah ederek başlayacağım. Türkiye ve dünyada önemini ve aciliyetini ne yazık ki bu yıl da kadın cinayetleri konusunda korumaktadır. Ülkemiz kadınlara yönelik hak ihlalleri konusunda dünya sıralamasında ilk sıralarda, kadın hak ve özgürlükleri noktasında ise son sıralarda yer alan bir ülke olmaya bu yıl da devam etmiştir.
Değerli arkadaşlar, Türkiye, bu yapısal şiddetin en yoğun görüldüğü, kadına yönelik her türlü cinsel ve fiziksel şiddetin dünya ortalamasının çok üzerinde olduğu ve kadının şiddetten bağımsız düşünülemez hâle geldiği bir ülke olmaktan ne yazık ki kurtulamamaktadır.
Kadınların öldürülmediği tek bir günün bile yaşanmadığı günümüzde, kadın cinayetleri hızla artarak bir kadın katliamına, bir cins kırımına ne yazık ki dönüşmüş durumdadır. Resmî rakamlara göre son on yılda kadına yönelik şiddet yüzde 1.400 artmış durumdadır değerli arkadaşlar ve günde ortalama 5 kadın erkekler tarafından katledilmekte, bir o kadarı da ağır yaralanmalara, taciz ve tecavüzlere maruz kalmaktadır. Her yıl, onlarca kadın devlet koruması altında olmalarına rağmen, yaşam hakkının bile korunmadığı, bunun için kapsamlı ve etkin politikalar geliştirilmediği gerçeğini bir kez daha ortaya sermektedir.
Değerli arkadaşlar, Türkiye'de kadına yönelik şiddet, genel olarak kadın sorunu ve aile içi bir mesele olarak görülmektedir. Oysa, toplumun her katmanında farklı türlerde ve sıklıkta yaşanan kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayanan; ekonomik, politik, hukuki, dinî, sosyal ve kültürel süreçleri içeren; karmaşık, kapsamlı ve toplumun genelini ilgilendiren kamusal bir sorundur.
Bireylerin gelecek inşasında önemli yeri olan aile, aynı zamanda bir güven ve teminat ortamı olarak da kabul edilir. Ancak, araştırmalar gösteriyor ki kadına yönelik şiddet çoğunlukla bir ev içi şiddetidir. Kadın için en güvenli olması gereken yer ve kişiler şiddetin birincil kaynağı olmaktadır. Kısacası, kadınların büyük bir kısmı, evlerinde, onlara en yakın olan erkekler yani babalar, kardeşler, eşler ve birlikte yaşadıkları kişiler tarafından şiddete maruz bırakılmaktadırlar.
Devletin en yetkili ağızlarından duyduğumuz, kadını aile içindeki geleneksel konumuna hapsetmeye çalışan görüşler bu politikaların birer ifadesidir. Bilinmelidir ki, erkek şiddetine yol açan, tam da toplumdaki geleneksel cinsiyetçi kadınlık ve erkeklik rollerinin kabul görmesi hâlidir. Bu bakımdan, kadınların öncelikle çocuk doğurmasını ve tabii ki bakmasını bekleyen, kürtajı engellemeye çalışan, kadın-erkek eşitliği için mücadele etmeyen ve her fırsatta kadınlarla çocuklar şiddet görse bile ailenin güçlendirilmesini savunan anlayış erkek şiddetinin sözcülüğünü yapmaktadır.
Değerli arkadaşlar, 1987 yılında Çankırı'da bir yargıcın, eşinden dayak yiyen hamile bir kadının boşanma talebiyle açtığı davayı "Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin." sözüne atıfta bulunarak reddetmesi ülkenin dört bir yanında kadınların tepkisene neden olmuştu. 12 Eylül sonrası ilk kitlesel sokağa çıkma gösterileri o zaman düzenlenmiş, dayağa karşı kampanyalar başlatılmıştı. Kadınların her alanda verdikleri mücadelelerle, aradan geçen zaman içinde elbette ki değişen çok şey oldu. En azından, artık, yargıçlar kadını aşağılayan bu tür vecizelere atıf yapmadılar ama geçtiğimiz haftalarda evinden gece vakti kaybolarak yan komşunun havuzunda ölü olarak bulunan ve hepimizi de derin bir üzüntüye boğan küçük Pamir'in annesine, dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölüme sebebiyet verdiği için dava açıldı. Değerli arkadaşlar, bu dava babaya açılmadı, anneye açıldı. Savcı, o yaştaki bir çocuğun bakım ve gözetiminin anneye ait olduğunu vurgulamıştı iddianamede. Evladını kaybetmenin acısı yetmezmiş gibi, erkek egemen zihniyetin ürünü, kendisini evladının ölümünden sorumlu tutan bu zihniyetle daha da yıkıldı bu acılı anne. Peki, bu da bir şiddet değil midir? Elbette ki bu da bir şiddettir. Üstelik, elinde kamu gücünü bulunduran ve bu eşitsizlik karşısında durması gereken, çocuğun bakım sorumluluğunu anne ve babaya ortak yükleyen yasalardan habersiz bir güç tarafından gerçekleştirilen bir şiddettir ne yazık ki. Ülkenin başı, halkın en büyük temsilcisi "kadın fıtratı gereği...", "Kadın ve erkek eşit değildir.", "feminist-antifeminist" tartışmalarıyla bu şiddeti artırırken, ülkenin savcısının ayrımcı bu bakışını anlamamak çok da zor değil kanımca.
Değerli milletvekilleri, toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığı ve kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmaya yönelik uluslararası ve ulusal düzenlemede pek çok düzenleme ve mekanizma geliştirilmiş olmasına rağmen kadınların şiddet görmeye devam ediyor olması, meselenin gerisindeki etkenlere bakmanızı gerektiriyor. Kadına yönelik şiddetin gerisinde, kadınlarla erkekler arasındaki tarihsel eşitsiz güç ilişkileri gibi yapısal nedenler bulunmaktadır. Bu eşitsiz güç ilişkileri ve yapısal sorunlar giderilmediği sürece, yasal düzenlemeler ne denli mükemmel olursa olsun, kadına yönelik şiddetin son bulması ne yazık ki mümkün görülmemektedir.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en temel ve en keskin çelişkilerinden biri olduğu 21'inci yüzyıl, kapitalist modernitenin erkek egemen zihniyetle eklemlendiği, birbirini karşılıklı beslediği ve bunun kadına yönelik yapısal şiddet olarak döndüğü bir yüzyıl olmuştur.
Değerli arkadaşlar, dolayısıyla, binlerce yıldır erkek egemen toplum yapısı altında ezilen kadınlar savaş zamanlarında çocuklarla birlikte en büyük mağduriyeti yaşamaktadırlar. Egemenler topuyla, tüfeğiyle, tankıyla, asimilasyonuyla zapt edemediği bir halkı kadın üzerinden esir etmeye çalışmaktadır. Şengal'de, Rojava'da yaşanan tam da budur. Bugün Şengal'de tecavüze uğrayan, alıkonulan ve vahşice katledilenlerin başında kadınlar gelmektedir. Çok yakın bir zamanda, hemen yanı başımızda bir katliam gerçekleşti. IŞİD tarafından Ezidi ve Türkmen 7 bin kadın ve çocuk kaçırılarak köle pazarlarında satılmış, tecavüz edilmiş, din değiştirmeye zorlanmış, zorla nikâhlar kıyılmış, şiddetin en büyüğü yaşatılmıştır. Kadın bir savaş ganimeti olarak kabul edilerek onun tüm değerlerine amansızca saldırılmıştır. Bugün bu tehlike hâlen devam etmektedir değerli arkadaşlar. Dünyanın herhangi bir yerinde bir kadının yaşayacağı haksızlığı tüm kadınlar nezdinde yaşanmış kabul etmek gerekir. Bugün Rojava'dan, Suriye'den gelen yüz binlerce göçmenin çoğu kadın ve çocuktur, bugün kamplarda zorlu bir yaşam mücadelesi içindedirler; onlara destek olmak, yaralarını sarıp ihtiyaçlarını karşılamak biz kadınların vicdani bir görevidir.
Yine, ülkemizde yaşanan otuz beş yıllık savaş bu acıların benzerini Kürt kadınlarına, muhalif kadınlarına yaşatmıştır. Gözaltında tecavüz ve işkence bu dönemde çok yoğun gerçekleşmiştir. İnsanlar faili meçhul cinayetlere kurban edilmiş, kadınlar kaybedilen eşlerinin acısıyla beraber çocuklarını büyütmenin zorluklarını çekmişlerdir; göçe zorlanmışlar, gittikleri yerlerde emekleri sömürülmüştür. Kısacası, savaşın şiddeti en çok kadınları etkilemiştir.
Tüm bu nedenlerle gerçekleşecek bir barış dolayısıyla silahların kalıcı olarak susması kadına yönelik şiddetin bir nebze de olsa son bulmasını sağlayacaktır. Bu nedenle, Parlamentoda bulunan biz milletvekilleri başta olmak üzere, kadınlara ve insan haklarına duyarlı her kesime barış için çalışmak görevi düşmektedir.
Bu vesile ve bu duygularla Genel Kurulu saygıyla selamlıyor, teşekkür ediyorum. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)