| Konu: | Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekilleri Iğdır Milletvekili Pervin Buldan ve Bingöl Milletvekili İdris Baluken'in, Soma ve Ermenek'te meydana gelen kazalar başta olmak üzere madenlerde işçi sağlığı ve güvenliğini göz ardı ederek kazaların önüne geçmediği ve maden işletmelerinde emek sermaye dengesini sermaye lehine dönüştürerek genel piyasa dengesini bozduğu iddiasıyla Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/41) |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 24 |
| Tarih: | 09.12.2014 |
HDP GRUBU ADINA ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) - Meclis-i Kebir-i Millî Reisi Hazretleri, muhterem mebusefendiler ve hanımefendiler; Kuvvet ve Menba-i Servet-i Tabiî Nazırı Devletlü Taner Yıldız Beyefendi'nin kanunen memur idüldüğü vazâifin ifasında irâe eylediği acz, maâdinde, icraında mesul olduğu tanzimattan sarfınazar iderek amaleyi sermayedarın keyf ve arzusuna terki, kendü Adalat-ü İnkişaf Fırkasının tarafdârânını memleketin menba-i servet-i tabiînin yağması içün muktedir kılması ve nihayet vazife esnasında ifası muktezi tedâbirden imtinası ve maâdin civarlarındaki istihsalin kanun ve nizamnameleri ihlaliyle tamamiyle taşeron dimekle maruf kumpanyalara terki neticesiyle vuku bulan amele cinayâtında evleviyetle mesul bulunduğuna mebni merkum mûmâ-ileyhin istifasını talep eyleyeceğiz. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)
Evet, tefhimde müşkülatla dûçâr olduğunuzu rü'yet eyliyorum, o yüzden ne dediğimi anlatayım, anlamadığınızdan eminim.
RECEP ÖZEL (Isparta) - Anladık, anladık, devam et, anlat, güzel oldu.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) - Hakikaten mi, ne dedim? Hiçbir şey anlamadınız. Ama işte bu boş işlerle bizi uğraştırıyorsunuz, ister istemez üç-beş dakikamız buna gidiyor.
Aslında bizim ecdadımızın lisanı değildir. Bizim ecdadımız, böyle konuşmaz. Osmanlı sülalesi ve onların memurları böyle konuşurdu. Şimdi "ecdadın dili" diye bize bunları söylüyorsunuz ama bizim ecdadımız, göçebe Türkmenler, göçebe Kürtler, Türkiye'nin dört bir tarafındaki rençper, çoban, amele insanlardır. Onlar, bu insanlar hakkında şöyle derler:
"Şalvarı şaltak Osmanlı,
Eğeri kaltak Osmanlı,
Ekende yok, biçende yok,
Yemede ortak Osmanlı."
Biz, bu Osmanlının âdetlerini, usullerini sürdürerek üzerimizdeki kapitalist baskıya ek olarak bir de böyle çökertilmiş, geriye savrulmuş bir iktidar ve sömürü mekanizmasının hayaletini, gölgesini üzerimizde taşıyarak iktidar eylemeye kesinlikle karşı olarak bugün karşınızdayız. Biz, Sayın Taner Yıldız'ın istifasını istiyoruz ve elle tutulur sebeplerimiz var.
Birincisi: Madenlerdeki sosyal cinayetlerden birinci derecede sorumlu tutuyoruz kendisini. "Sosyal cinayet" diyorum çünkü bir sınıfın bir başka sınıfa karşı girişmiş olduğu bir cinayetten söz ediyoruz. Sermaye sahiplerinin, kapitalist sınıfın asla ve asla bugün çalışma normlarıyla ilgisi olmayan koşullarda işçileri çalıştırarak, çalıştırmaya mecbur ederek, orada öyle çalışmaktan başka bir yol bırakmayarak, onların yaşam, çalışma, dinlenme, bakım, eğlenme gibi tüm insani taleplerini göz ardı ederek tabi tuttukları kırıma, soykırıma biz bir "sosyal cinayet" diyoruz ve bu sosyal cinayet bu Bakanımızın gözetimi altında cereyan ediyor. Başından sonuna, bütün süreçlerden birinci derecede sorumlu tutarız.
Şundan ötürü sorumlu tutarız, Bakanlıklar hem Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı hem Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı sürekli olarak bize şöyle bir tezle geliyor: Biz değiliz sorumlu, alt işverenlere buraları verdik, onlar usulüne göre çalışmadılar. Biz şimdi onları bak cezalandıralım da görün." Aslında bu da doğru değil. Çünkü, Türkiye Kömür İşletmelerinin maden sahalarında kömür çıkartılmasından, üretilmesinden birinci derecede sorumlu olan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığıdır, kamudur. Dolayısıyla kamunun bu işleri, alt işverenlere, esas işini, üretim işini, kömür çıkarma işini alt işverenlere vermeye hakkı da yoktur, yetkisi de yoktur. Kanun ona asla ve asla böyle bir hak tanımaz. Kanunun etrafından dolaşarak redevans denilen usulle hem Soma'da, hem Ermenek'teki facianın, büyük facianın, bu sosyal cinayetin temeli atılmıştır; o nedenle Sayın Bakanı sorumlu tutuyoruz.
Bakın, redevans dediğiniz şeyin ne olduğunu bir kere daha hatırlayın. Siz, bir maden sahasında kömür çıkartma işini hiçbir normla bağlamadığınız bir sermayedara veriyorsunuz. O sermayedara, çıkarttığı bütün ürünü peşin parayla satın alma taahhüdünde bulunuyorsunuz ve üstelik diyorsunuz ki: "Sana bir sınır koymuyorum, bir alt sınır koyuyorum fakat hiçbir üst sınır koymuyorum. Bu sınırın üstünde ne verirsen onu da alıyorum." Böylelikle bu sermaye sahibine, aslında sermaye ile emek arasındaki temel ilişkiyi, zamanın nasıl kullanılacağı meselesini tamamen onun keyfine bırakarak orayı işletme yetkisi veriyorsunuz; olan şeylerin hepsinin gerisinde bu var. Maliyetleri düşürmek, işçileri mümkün olduğu kadar çok çalıştırmak, mümkün olduğu kadar ucuza çalıştırmak ve bunun için mümkün olduğu kadar kölece çalıştırmak. O yüzden bütün antik, feodal sömürü ve çalışma biçimlerini de toprağın altından çıkartıp madenlere sokuyorsunuz. Dayıbaşılık dediğiniz müessese, bu sayede yeniden ürüyor. Dayıbaşılık dediğiniz, eskiden ağalara ırgat toplamak için kullanılan yöntemdi, şimdi kapitalist firmaya işçi toplamak için bu yöntemin kullanılmasına imkân verdiniz.
Ve siz Sayın Taner Yıldız, bunun olduğunu aslında tahkik etmekle yükümlüydünüz ve Soma'daki felaketin olduğu ocağa felaketten altı ay önce gittiniz. Ben bugün bir kere daha videodan izledim söylediklerinizi. "İşte böyle ya, böyle olacak, işletme dediğin budur. Artık, bak, Türkiye nerelere geldi?" dediniz. Meğer nerelere gelmişiz? O makyajın altındaki bir Orta Çağ çalışma usulü, bir ücretli kölelik bile diyemeyeceğimiz, aslında ücretlerin başka işçilerle, başka taşeron işçilerle paylaşıldığı tuhaf bir ilişki biçimi içerisinde insanların ölesiye çalıştırıldıkları bir işletmeymiş meğerse. O insanlar oraya gömüldüklerinde siz oraya gittiniz ve onların cenazelerini çıkartmakla Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olarak yükümlüydünüz.
Şimdi o nedenle biz size diyoruz ki: Siz Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı olarak, Soma'da bu durumu, bizzat uyguladığınız iktisadi politikalarla, enerji politikalarıyla yarattınız. Ermenek'te havza madenciliği esaslarına uygun olarak eski işletmelerin neleri geride bıraktığı hakkında en ufak bir bilgi olmadan yeni madenler çalıştırılmasına izin verdiniz ve insanlar olmayacak bir kazayla, aşağı yukarı artık dünyada görülmeyen bir kaza şekliyle, bir faciayla, dolayısıyla bir sosyal soykırımla karşı karşıya kaldılar, yerin yüzlerce metre altında su baskınıyla hayatlarını kaybettiler.
Şimdi, bütün bunlardan ötürü biz kimi sorumlu tutalım? Çalışma Bakanı sizden önce konuştu, dedi ki: "Bunlardan bizi sorumlu tutmayın, işçiler gidip öyle aptal aptal çalışıyorlar, sonra da ölüyorlar. İnsan öyle çalışır mı, insan orada sigara içer mi, insan böyle yapar mı?" Şimdi, bütün bu facianın açıklaması, işçinin aslında çalışmayı bilmemesi ya da doğru olmayan koşullarda çalışmaya razı olmasıyla ilgiliydi.
Peki, ben, size soruyorum: O insanlar acaba niye öyle çalışıyorlardı? Bunun arkasında tarım siyasetiniz yatıyor. Her maden işçisi, iflas etmiş bir çiftçidir. Soma'daki madende çalışanların hepsi, eski tütün çiftçileriydiler. Tütün ekimi sınırlandırıldı. Bunun herhangi bir başka üretimle ikame edilmediği koşullarda, yokluk, yoksulluk içerisinde karşı karşıya kaldıkları banka borçlarıyla başa çıkmak için o madenlerin içine girdiler. Gırtlağına kadar banka borcuna batmamış, kredi kartı borcuna batmamış, bir müflis çiftçi olmayan bir maden işçisi gösteremezsiniz bana. Ermenek'te lastik ayakkabılarıyla babasını hatırladığınız işçi, aldığı... Ermenek'te... Recep...
SÜLEYMAN ÇELEBİ (İstanbul) - Recep amca.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) - Oğlu öldü, kendisi ölmedi. Bu oğlu onun...
SELAHATTİN KARAAHMETOĞLU (Giresun) - 10 liraya yeni lastik gönderdiler.
ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Devamla) - ...10 bin lira traktör borcunu ödeyebilmek için o madende çalışıyordu. Bu koşullar altında çalışmaya razı olabilmesi için insanların tutunacak hiçbir dalı olmadığını bilmeniz lazım, uyguladığınız tarım siyasetlerinin kaçınılmaz sonucu olarak buraya geldiğini bilmeniz lazım. Siz bana diyebilirsiniz ki: "Ben Tarım ve Orman Bakanı değilim, ben kendi alanımdan sorumluyum." Ama bir de hükûmetin kolektif sorumluğu var. Bu sorumluluk içerisinde hareket ettiniz ve sonuçta bu durumla karşı karşıya kaldık.
Sizin bakanlığınız sırasında ve sizin birbirini izleyen hükûmetleriniz sırasında, Türkiye, bir Avrupa 1'inciliği kazandı. Bununla ne kadar övünseniz azdır. İş kazalarında, ölümlü iş kazalarında her 100 bin çalışan başına Avrupa'da 1'inci, dünyada 3'üncü sıradayız. Bu bile başlı başına bir sorumluluk, bir hicap, bir istifa nedenidir. Nasıl olabilir? Siz elinizden gelenin en iyisini yapacaksınız -öyle diyorsunuz- ve sonuçta karşılaştığınız sonuç, dünyadaki en kötü 3'üncü, Avrupa'daki en kötü 1'inci sonuç olacak. Tabii, eğer içeriye doğru bakarak konuşursanız belki diyebilirsiniz: "Bundan önceki on yıllarda on, on, on yıllar öncesinde işler başkaydı." Ama siz bu dünyada yalnız, yalıtık bir yerde bir adada yaşamıyorsunuz. Bütün dünya insanlığı hep birlikte bir mesafe katediyor, siz kendi ülkenizi, kendi madenlerinizi bu sıranın sonuna sokarak, aslında işinizi yapamadığınızı itiraf etmiş oluyorsunuz.
4857 sayılı Yasa'nın 2'nci maddesi çok açık. Bu yasayı ihlal ettiniz, çünkü, bu yasa, size, başta da söylediğim gibi, asıl işi, asıl üretim işini taşerona veremeyeceğinizi söyler. Siz, bütün maden ocaklarını redevansa vererek, bütün maden ocaklarında aynı yolu kullanarak sınırsız sömürünün kapısını açtınız, o kapıdan bu felaketler girdi içeri.
Ve bir başka suçunuz, istifanızı gerektiren bir başka suçunuz şudur: Siz bütün bu maden sahalarını partinizin yerel unsurlarına devrettiniz, emanet ettiniz. Bütün ihalelerde onlara bu maden sahalarını paylaştırdınız. "Eş dost kapitalizmi" diye Türkçeleştirebileceğimiz "crony capitalism" denilen şey sizin zamanınızda oldu.
Bakın, bunları uydurarak söylemiyorum.
Saffet Uyar, Ermenek'teki ocağın sahibi olan şirketin sahibi, 2004 ve 2009 yıllarında sizin belediye başkan adayınızdı. Bölgedeki bütün madenlerin işletme hakkını da o aldı. Bunu nasıl aldığını sanıyorsunuz, ihale mi açtınız? Öyle bir şey yapmadığınızdan eminim, dağıttınız.
Soma: Soma'daki Soma maden işletmesinin Genel Müdürü Ramazan Doğru ve eşi Melike Doğru; her ikisi de Adalet ve Kalkınma Partisi teşkilatının organik bir parçasıdırlar. Hanımefendi, belediye meclisi üyesidir ve bu sıfatla, aynı zamanda, bu maden ocağında yöneticidir de. Dolayısıyla, bu sömürüden, bu kâr dağıtımından pay almaktadır. Her birini tek tek tahkik edecek olsak, yeni verilen maden ruhsatlarının tamamının partiniz taraftarı ve mensuplarına dağıtıldığını görebiliriz.
Bu nedenle, ayrıca bir başka durum da var: Her ne kadar biz üretimin, maden ve tabii kaynakların üretiminin piyasalaştırılmasına esasen karşı olsak bile, bu piyasa ilişkilerinin de bir demokratik bir de cebrî işleyişi var. Demokratik işleyiş, ihaleye çıkarsınız, en çok parayı kim verirse o alır. Cebrî işleyişte aslında başkalarını diskalifiye ederek kendi bildiklerinize bunları dağıtırsınız. Sizin Bakanlığınızda eşdost kapitalizmi Türkiye madenciliğinin asıl işletme doğrultusu olmuştur.
Siz sadece bununla değil... Tabii ki gensoruyu vermemiz bu kazalarla ilgili ama sizin Bakanlığınız sırasında Türkiye kendisini nükleer riskle karşı karşıya bıraktı. Israrla bu nükleer santrallerin yapılması için inisiyatif aldınız, aslında öldürücü, yararsız, verimsiz, herhangi bir biçimde temiz enerji kaynağı olmayan bu santrallerin Türkiye'de inşası için bütün sınırları aşarak, bütün kayıtları aşarak, bütün argümanları boşa sararak bunların yapımına giriştiniz ve insanlarla alay edercesine dediniz ki: "Bekârlıktan ötürü ömürden kayıptan çok daha az kayıptır nükleer risk dolayısıyla ortaya çıkan kayıplar." Böyle bir karşılaştırmayı, siz, okumuş yazmış, bu karşılaştırmaların ne manaya geldiğini bilecek bir insan olarak nasıl yapabildiniz? Ben hakikaten çok şaşırıyorum.
Ve Sayın Yıldız, siz, aynı zamanda, 17 Aralık yolsuzluk sürecinin de zeminini hazırlayan temel ilişkiyi kurdunuz. Petrol karşılığı altın siyasetini enerji ithalat ve ihracatında devreye sokarak İran'la yapılan enerji alım satımında uluslararası ambargoyu, Amerikan ambargosunu delebilmek için bu gri altın piyasasının Türkiye'de işlemesine yol açan ilişkileri kurdunuz ve bugün 4 bakanınızın başını yiyen ve yiyeceği de neredeyse kesinleşmiş olan, eğer başkalarınınkini yemezse, bu yolsuzluk sürecinin de tamamen irrasyonel ve herhangi bir biçimde Türkiye'nin ihtiyaçlarıyla doğrudan doğruya mütenasip olmayan bir alışverişin parçası olarak Türkiye'de bu yolsuzluğun zeminini hazırladınız. İllegal altın ticaretinin illegal her şeye yol açacağını bilmeliydiniz, bilebilirdiniz ve bunu, kalktınız, savundunuz. "Biz paralarını yatırırız onların. İster patatesle bunu ikame eder, ister altınla, biz buna karışmıyoruz." Ama gördünüz, Türkiye karıştı siz karışmasanız da. Sonuçta, şimdi hem Hükûmetiniz hem bakanlarınız hem Türkiye, tarihinin en ağır yolsuzluk bunalımına bu mesele dolayısıyla girdi. Sizin adınız karışmadı bu sürece. Ben sizi de zaten öyle karıştırmıyorum, "Siz bu yolsuzluktan kâm aldınız, siz bu yolsuzluktan nemalandınız." demiyorum ama bir bütün olarak böyle bir ilişkinin temelini kurduğunuz zaman birileri buraya dalacaktı. Ama, bu zaten insan hayatı bakımından devede kulak kalır. Yolsuzluk mu önemli, yoksa insan hayatı mı önemli dediğimizde, ben 301 işçinin, 18 işçinin, her yıl sizin Bakanlığınız sırasında iş cinayetlerinde ölmeye devam eden bin, bin, bin, bin, işçilerin hayatı hakkında konuşmayı çok daha önemli görürüm ama demek istiyorum ki: Hem insanidir hem maddidir hem manevidir hem ahlakidir, her bakımdan son derece ciddi bir sorumluluk altındasınız.
Şu sözünüzün arkasında durmanızı bekliyorum Sayın Bakan, siz dediniz ki: "Ben bu 18 işçinin ölümünden sonra istifayı düşündüm ve bunu Hükûmete götürdüm, Başbakana." Anladığıma göre Başbakan sizi ikna etti. Ben size diyorum ki ikna olmayın. Bakın, siz eğer insani bir adım atabilirseniz, ahlaki bir adım atabilirseniz bugün partinizi kuşatan büyük manevi erozyon karşısında belki de ona siz yeni bir hayatiyet kazandırabilirsiniz ama bunu ben düşünmek zorunda değilim sizin partiniz adına. Ben isterim ki sizin yerinize bir an önce bizim partimiz geçsin de bu işlerin nasıl yapılacağını gösterelim hep birlikte ama insan olarak sizin de, belki de, bu Türkiye'ye bu işçi ölümlerini mazur göstermenin dışında, bunların mazur gösterilemeyeceğinin bir nişanesi olarak yapacağınız bir davranış, atacağınız bir adım olabilir. O yüzden biz istifanızı talep ediyoruz ve bununla Türkiye'de yürüyen çözüm sürecine de bir katkıda bulunduğumuzu düşünüyoruz. Kastımız şudur: Devletle çözüm süreci yürütmek Hükûmetin siyasetleriyle barışmayı asla ve asla gerektirmez. Biz, bir dakikalık özgürlüğü bir işçinin bir nefesine değişmeyiz. Bütün işçiler hep birlikte ya özgür olacaklar ya hiçbirimiz özgür olmayacağız, bunu çok iyi biliyoruz. Hem savaşın bitmesi için, ölümlerin olmaması için, üniforma giydirilmiş işçilerin ve köylülerin karşılıklı birbirlerini öldürmemeleri için çaba göstereceğiz hem de öte yandan asla ve asla, herhangi bir işçinin ücretini, emeğini, hayatını, soluğunu bizim herhangi bir özgürlüğümüzle ne değiş tokuş edebiliriz ne bunlar değiş tokuş edilebilir ne de böylece barışa hizmet edilebilir.
O yüzden, barışa hizmet için sizin istifanızı istiyoruz, işçilerin haklarının korunması için istifanızı istiyoruz, Türkiye'de adalete, siyasete ahlakın egemen olması için istifanızı istiyoruz. Umarım, buna olumlu bir cevap alabilirim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ERTUĞRUL KÜRKCU (Devamla) - Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ederim. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)