| Konu: | 2015 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2013 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 27 |
| Tarih: | 12.12.2014 |
MHP GRUBU ADINA YUSUF HALAÇOĞLU (Kayseri) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ben de 2015 yılı bütçesinin Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu ve bağlı kuruluşlarıyla ilgili kısmında Milliyetçi Hareket Partisi adına söz almış bulunuyorum.
Türk tarihini, kültürünü ve medeniyetini ilmî yoldan araştırmak, yayınlar yapmak ve yaymak için 15 Nisan 1931 yılında Atatürk'ün direktifleriyle Türk Tarih Kurumu ve bir yıl sonra da, Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek için, Türk Dil Kurumu kurulmuştu. Dernek statüsünde çalışan bu iki kurumumuz, kuruluş amaçları çerçevesinde önemli araştırmalara imza atmıştır. 1980 askerî darbesi sonrasında yapılan Anayasa'nın 134'üncü maddesi çerçevesinde meydana getirilen Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu bünyesine alınmış, bu yeni oluşturulan kurumun bünyesinde ayrıca, bu kurumlara ek olarak, Atatürk Kültür Merkezi ile Atatürk Araştırma Merkezi adı altında iki kurum daha oluşturulmuştur.
Türk tarih ve dil kurumlarının özelliği, Atatürk'ün İş Bankasındaki hisselerine ait gelirlerin yarı yarıya sahibi konumunda bulunmalarıdır. Böyle bir gelirin bağlanmasının temel hedefi, ilmi araştırma yapan her iki kurumun devlet bütçesine bağlı olmasının önüne geçmek ve hiçbir baskı altında kalmaksızın çalışmalarını yerine getirmekti. Fakat, yüksek kurum bünyesinde anılan bu iki kurum 1980'den sonra çıkarılan 2876 sayılı Yüksek Kurum Kanunu ile bağlı kurum hâline getirilmiş, ilmi çalışmalarında olmasa bile Bilim Kurulu üyelerinin tespiti ile personel alımında devletin kontrolü altına alınmıştır. Şimdi ise 2 Kasım 2011 tarihinde çıkarılan Kanun Hükmündeki Kararname'yle askerî idareyle konulmuş devlet kontrolünün de üstünde bir kontrol mekanizmasının içerisine sokulmuştur. Aslında olması gereken, bir bilim kurumunun siyaset üstü tutulup özerk hâle getirilmesidir. Nitekim, Atatürk de, 1936 yılı Meclis konuşmasında, Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumunun birer akademi şeklinde teşkilatlanmasını görmek istediğini belirtmiştir.
Değerli milletvekilleri, hemen her ülkenin bu türden hizmet veren akademi ve enstitüleri, gerek yönetim olarak gerekse ilmî araştırma bakımından tamamen devletten bağımsız şekilde çalışmaktadırlar. Zira, objektif yapılmayan araştırmalar, verilen emeğe, harcanan paraya rağmen, uluslararası kamuoyunda yer bulamazlar. Maalesef, 2011 yılında Kanun Hükmünde Kararname'yle, çıkarılan yasayla, bu kurumlarımız tamamen devlet kurumu hâline getirilmiştir. Nitekim, yeni yasayla "Yüksek Danışma Kurulu" adı altında oluşturulan organ, Başbakanın veya ilgili bakanın başkanlığında Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı, Dışişleri Bakanı, Kültür ve Turizm Bakanı, Millî Eğitim Bakanı ile Başbakan tarafından belirlenecek diğer bakanlar, Yükseköğretim Kurulu Başkanı, Cumhurbaşkanınca, Yüksek Kurumun görev alanına giren konularda özgün, bilimsel araştırmalarıyla tanınan bilim adamları arasından 3 yıllığına seçilen 3 üye ile Yüksek Kurum Başkanı ve kurum başkanlarından oluşur. Cumhurbaşkanı ve Başbakan, gerekli gördükleri hâllerde Yüksek Danışma Kuruluna başkanlık eder. Yani el insaf! Sanki bu ülkede hiç bilim adamı kalmamış, bakanların da başka işi yokmuş gibi bu Kurumun Yüksek Danışma Kurulunu oluşturmuşlardır.
İlim ve vicdan sahibi her kim olursa olsun herkes, siyasi mülahazalardan uzak olmak kaydıyla bilimsel araştırma yapan bir kurumun Danışma Kurulunda yukarıda adı geçen siyasi şahsiyetlerin ne işinin olduğunu sorgulayacaktır. Ayrıca, yönetimi devlet yetkililerinden meydana geldiğini gören yabancı ilim kuruluşları, bizim bu kurumlarımızın yaptığı ilmî çalışmalar hakkında ne düşünecektir? Böyle bir yapılanma hep örnek olarak aldığımız ne Avrupa ülkelerinde ne ABD'de ve hatta ne de Rusya'da vardır. Kaldı ki bir bilimsel kurumun Danışma Kurulunun siyasilerden meydana geldiği ve hele bu Danışma Kurulunun görevi olarak "Yüksek kurumun ve kurumların bilim ve kültür alanındaki çalışmalarını ve etkinliklerini değerlendirir, gerekli tavsiye kararlarını alarak görüşlerini Yüksek Kuruma ve kurumlara bildirir. Bu kararlar Yüksek Kurum ve kurumlar tarafından öncelikle dikkate alınır." şeklinde açıklanıyorsa, bilimsel veriler yerine siyasilerin görüşleri doğrultusunda yapılacak bir çalışmaya nasıl güven duyulur.
Ayrıca, yine Yüksek Danışma Kurulunun görevlerinin sayıldığı ve dünyanın hiçbir yerinde olmayan ve olması da ihtimal dışı olan bir madde daha yer almaktadır ki bu madde bu kurumların bir ilmî kuruluş olmadığına tamamen açık delil teşkil eder. 5'inci maddenin (6)'ncı fıkrasında "Yüksek Danışma Kurulunca gerekli görülen kararlar Resmi Gazete'de yayımlanır." denilmektedir. Bunu nasıl yorumlayacaksınız? Dünya ülkeleri arasında hangi bilimsel araştırma kararları Resmî Gazete'de yer bulmaktadır? Dolayısıyla, bu şekilde bir yaptırım, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunu bir bilimsel kurum olmaktan tamamen çıkardığı gibi askerî idare dönemini bile aratacak bir duruma düşürmektedir.
Değerli milletvekilleri, durum, sadece Yüksek Danışma Kuruluyla da sınırlı kalmamaktadır. Kurumun en üst düzeydeki Yönetim Kurulunu hangi hikmetse kanun maddesine göre "Gerekli hâllerde Başbakan veya ilgili bakan Yönetim Kurulunu olağanüstü toplantıya çağırabilir." denilmektedir. Hangi sebeple Başbakan ve bakan Yönetim Kurulunu olağanüstü toplantıya çağıracaktır? Geçmiş dönemde askerî konsey tarafından hazırlatılan kanunda bile böyle bir uygulama bulunmamaktadır.
Yine, "Yüksek Kurum ve Kurumlarca hazırlanan idari düzenlemeleri görüşerek Başbakan veya ilgili Bakanın onayına sunmak" hükmü, Yönetim Kurulunun sadece sembolik bir nitelik taşıdığını da ortaya koymaktadır.
Kanundaki çarpıklıklardan bir diğeri de Yüksek Kurumun bir araştırma kurumu olmamasına ve bir bilim heyetine de sahip olmamasına rağmen görevleri sayılırken ilk fıkrada "Türk dili, tarihi, kültür ve bütün yönleriyle Atatürk ve eserleri üzerinde sosyal ve beşerî bilimler bütünlüğü içinde bilimsel araştırmalar yapmak, yaptırmak ve bu konularda seminer, sempozyum, konferans ve benzeri ulusal ve uluslararası etkinlikler düzenlemek, yayınlar yapmak ve bu alandaki çalışmaları desteklemek" şeklinde ifade edilmektedir.
Yine, görevleri arasında "Milletimizin sosyal ve kültürel gelişmesine katkı sağlayacak alanlarda bilimsel araştırmalar yapmak, yaptırmak ve bu alanda yapılan çalışmalara destek vermek" olarak açıklanmıştır. Mademki bütün işler Yüksek Kurum tarafından yapılacaktı, o hâlde diğer dört kurum neden kurulmuştur ve gereksiz yere neden personel istihdam edilmektedir?
Hâlbuki, en azından, Türk Dil ve Tarih Kurumlarının araştırma usulleri farklıdır ve asıl ilmî araştırma görevi, her biri ayrı tüzel kişiliğe sahip kurumlara verilmiştir. Mesela 1.500'e yakın eser neşretmiş olan Türk Tarih Kurumunun görevleri sayılırken aynen şu ifade edilmektedir: "Türk tarihi ve Türkiye tarihini tüm yönleriyle hakikatlere (ilmi yoldan) uygun biçimde ortaya koyacak çalışmalar yapmak, tarihimizle ilgili karalama ve çarpıtmalara karşı ulusal ve uluslararası kamuoyunu aydınlatmak."
Değerli milletvekilleri, bu cümle bile kanunu hazırlayan zihniyetin ne kadar ön yargılı olduğunu ortaya koymaktadır. Yani siz, kanuna "hakikatlere uygun ve tarihimizle ilgili karalamalara ve çarpıtmalara karşı ulusal ve uluslararası kamuoyunu aydınlatmak" hükmünü koyarsanız, bütün çalışmalar usulüne uygun yapılır demek istiyorsunuz.
Tarih ilminde kendinizi şartlandırarak objektif araştırma yapamazsınız. Hakikat kime göre olacaktır ve hakikatin ölçüsü nedir? Eski kanunda Türk Tarih Kurumunun amacı: "Türk tarihini ve Türkiye tarihini ve bunlarla ilgili konuları, Türklerin medeniyete hizmetlerini, ilmî yoldan incelemek, araştırmak, tanıtmak, yaymak ve yayımlar yapmak. Bunlara dayanarak da Türk tarihini ve Türkiye tarihini yazmaktır." denilmek suretiyle daha objektif bir hedef ortaya konulmuştu. Ama yeni kanunda "tarihimizle ilgili karalama ve çarpıtmalara" ifadesi kullanılmakta ve buna bağlı olarak hakikatleri kendinize göre belirlemektesiniz. Oysaki, birileri çıkar, sizin tarihinizi "Muhteşem Yüzyıl"da olduğu gibi muhteşem şekilde tahrif eder ve siz sesinizi çıkaramazsınız. RTÜK gibi bir kurumumuz olmasına rağmen, onlar da seslerini çıkarmazlar.
Değerli milletvekilleri, demin birtakım arkadaşlarımız kadim kültürümüzden, dolayısıyla Osmanlıcadan bahsettiler. Şimdi, bunu söyleyen hiç kimse Osmanlıca bilmiyor. Kaldı ki kadim kültürümüz nereye kadar uzar, onu da bilmiyor. Yani sadece Osmanlı mı kadim kültürümüz? Ta, Hunlara kadar giden, şimdi biraz sonra söyleyeceğim, bir yapıya sahip. E o zaman yani Arap harfleriyle bir Osmanlıca Türkçesini değil, Göktürk alfabesini getirin eğer kadim alfabeyse. En eskiye kadar gidelim ama burada arkadaşlarımız "kadim" kelimesinin herhâlde hangi anlama geldiğini de bilmiyorlar, kapsamını da bilmiyorlar.
Diğer taraftan, yeni yasada Türk Dil Kurumunun görevleri sayılırken "Türk dilinin kaynak eserlerini tespit ederek incelemek ve yayına hazırlamak; Türkçe ile ilgili yurt içinde ve yurt dışında yapılan araştırmaları takip etmek; Bütünleşik Bilgi Sistemi dâhilinde, arşiv ve dokümantasyon merkezi, bilgi bankaları ve veri tabanları oluşturmak." olarak gösterilmiştir. Hâlbuki, bu tür yabancı ülkelerdeki kuruluşların amaçları arasında dilin güzelliğini ortaya koymak ilkesi bulunmaktadır. Nitekim, 2876 sayılı eski yasada bile bu duruma dikkat edilmiş ve Türk Dil Kurumunun amacı "Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmektir." şeklinde belirlenmiştir. Görevleri ise, yazılı ve sözlü kaynaklardan Türk diliyle ilgili derleme ve taramalar yapmaktır.
Bu arada şunu söyleyeyim: Türk Dil Kurumumuz, gerçekten çok güzel çalışmalar yapmaktadır. Özellikle, 21 ayrı Türk lehçesindeki Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü'nü çıkarmaktadır. Bu son derece önemlidir. Dolayısıyla bu gibi çalışmaları yapan bir kurumu belli bir statü içerisine sokmak son derece yanlış olacaktır. Ve gerçekten, yine, Türk Dil Kurumunun çıkardığı sözlüğü göz önüne alacak olursanız yüz bin kelimenin üzerine çıkan bir sözlüğü Türkiye'ye kazandırmıştır.
Değerli milletvekilleri, meseleye bir de bir başka pencereden bakalım ve geliniz, ülke yararına en doğru olanı burada değerlendirelim. Zira hem "Tümüyle askerî darbe kanunlarından ve anayasalarından kurtulalım." diyeceksiniz hem de o dönem kanunlarından daha kötü bir kanun hazırlayacaksınız. Aslında yapılması gereken, Atatürk'ün kurduğu Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumlarının, bunların da için de yer aldığı Yüksek Kurumun bir akademi hâline getirilmesidir. Bunu yapacak olursak özellikle Türk Dil ve Türk Tarih Kurumlarının geniş mali imkânlarını göz önüne aldığımızda ne denli büyük hizmet vereceklerini tahmin edebilirsiniz.
Bu iki kurumumuzun her yılki İş Bankası gelirleri aşağı yukarı 60-70 milyon TL arasındadır. Şimdi son zamanlarda ne kadardır bilmiyorum. 2006'dan itibaren geçmiş dönemlere ait olan meblağın da alınmasıyla bugün her biri aşağı yukarı 600-700 milyon gibi bir bütçeye sahip olduğunu düşündüğüm iki kurumumuz. Dolayısıyla, özerk bir yapıya sahip hâle geldiği takdirde her türlü çalışmayı yapacak imkâna sahip olacaktır. Özellikle Balkanlarda Osmanlı dönemi kültür varlıkları birer birer ortadan kaldırılırken, mevcutları da restorasyon adı altında mimari özelliklerini kaybetmeye mahkûm edilmişken atalarımızın geriye bıraktıkları ve her biri dünya mirası olarak nitelendirilebilecek bu eserlerin yok olmasına nasıl razı olacağız?
Türk Tarih Kurumu Başkanlığım döneminde Balkanlarda, Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Kosova, Hırvatistan, Sırbistan, Macaristan, Romanya, Kırım; Kafkasya'da Azerbaycan ve Gürcistan; Orta Doğu'da Suriye, Ürdün; Afrika'da Mısır, Tunus; Asya'da Kazakistan ve Kırgızistan'da envanter çalışmaları başlatılmıştı. Öte yandan ülkemizde kiliseleri onarırken ve hatta camileri kilise hâline getirirken ecdat yadigarlarının tespitinin bile yapılmasının neden devam ettirilmediğini anlamakta zorluk çekiyorum. Balkanlarda Selanik Hamza Bey Camii'nde olduğu gibi 3 filmin bir arada oynatıldığı porno sinema salonu yapılan, kubbesi cinsel içerikli resimlerle kaplanmış ve Filibe Perşembe Pazarı Camii gibi lokanta olarak kullanılan, Süleymaniye Camii gibi kiliseye çevrilen, Ohri'deki İmaret Camii olarak adlandırılan, Fatih Sultan Mehmet Camii gibi yıkılıp yerine Hazreti İsa'nın doğumunun 2000'inci yılı kutlamaları çerçevesinde kilise yapılan ecdat yadigârlarımız sizi mahzun bakışlarla seyretmektedir. Üsküp Mustafa Paşa Camii restorasyonunda ilginçtir ki bahçede bulunan orijinal şadırvan yıkılmış ve modern şadırvan yapılmıştır yerine. Keza, Filibe Murat Hüdavendigar Camii'nin içinde bulunan, Bursa Ulu Camii, Yıldırım Bayezid Camii'ndeki iç şadırvan gibi şadırvan tamamen ortadan kaldırılmıştır restorasyon adı altında. Keza, on iki senedir yapılamayan ama daha önce tek tescilli eserimiz olan İbrahim Paşa Camii içerisinde kilise aramak düşüncesiyle yani Razgrad'daki İbrahim Paşa Camii içinde kilise aramak suretiyle yapılan kazılar sonrasında kilise bulunamayıp tam aksine küçük bir mescit ortaya çıkmış ama on iki senedir öyle, restorasyon yapılmadan harabe durumunda bulunmaktadır. Yine Yunanistan'ın Yenice-i Vardar'da Evrenos Bey Türbesi Yunanlılar tarafından restore edilmiş ve resim galerisi olarak kullanılmaktadır, türbe resim galerisi olarak kullanılmaktadır. Makedonya'daki, Atatürk'ün dedesinin evi, Kocacık'taki evi sözde restore edilmiş ama eski mimari özelliği tamamen yitirtilmek suretiyle kule ocak türünden Arnavut mimarisiyle yeniden yapılmıştır. Yine Selanik'te Atatürk'ün doğduğu evin modernleştirme, modern bir müze hâline getirme bahanesiyle tamamen içi boşaltılmış ve ruhsuz bir hâle getirilmiştir. Diğer taraftan, Balkanlar'daki tüm mezar taşlarımız ve mezarlıklarımız ortadan kaldırılmış, kimisinin yerine otopark yapılmış, kimisinin yerine park ve bahçe yapılmış. Kültür mirasımıza sahip çıkacaksanız Osmanlıcadan önce bunları yapmaya kalkışın, Osmanlıca o kadar basit bir şey değil öğrenmek için. "Ali" yazarsınız, "Ali"yi yazarken "elif"le, "lâm"la yazarsınız, o zaman "âli" olur, "ayın"la yazmayı akıl edemezsiniz, "İsmet"i "ayın"la yazmayı akıl edemezsiniz, "elif"le yazmaya kalkışırsınız. Arapça grameri öğretmedikten sonra da "Osmanlıca biliyor." demeyin, Arap harfleriyle Türkçe yazabilirsiniz, bu kadar basit.
Diğer taraftan, yine, size hâlâ eğitim kurumlarınızda birleştirilmiş sınıflarda eğitim gösteriyorsanız çocuklarınıza, taşıma sistemiyle eğitim gösteriyorsanız, 80 kişilik sınıflarda eğitim gösteriyorsanız önce onları halledin, onları çözmeye çalışın.
Sonuç olarak şunu söyleyeyim: Bu kurumlarımız gerçekten Türk ilmine, Türk tarihine, kültürüne, diline hizmet edecek kurumlarımızdır. Sayın Başbakan Yardımcım, bunlarla ilgili kanunda yeniden bir düzenleme yapılmasını rica ediyorum ve belli bir şekle sokalım. Diğer taraftan, TİKA tarafından yürütülmekte olan restorasyon çalışmalarının daha ehil ellere verilmesi ve Kültür Bakanlığında yurt dışında restorasyon yapabilecekleri bir birim oluşturulması şeklinde bir teklifle sözlerime son veriyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)