| Konu: | 2015 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI İLE 2013 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI NEDENİYLE |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 28 |
| Tarih: | 13.12.2014 |
HDP GRUBU ADINA ÖZDAL ÜÇER (Van) - Türkiye Adalet Akademisinin bütçesi üzerine grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Sizleri selamlıyorum.
Sayın Başkan, bu süre ciddi bir sürpriz oldu. Ben genelde doğaçlama konuşan biri olarak bu altı dakikayı nasıl planlarım diye düşündüm. Bir on beş saniye de bunun için verseniz.
Adalet Akademisinde olması gereken şeyler nelerdir? Hâkimlere, savcılara Adalet Bakanlığı bünyesinde çalışan personele, avukatlara, noterlere adaleti tesis edebilecek bir bilincin gelişmesi için yeterli eğitimin, nitelikli eğitimin verilmesi. Bu Adalet Akademisinin bütçesiyle, tabii, kurumlar tesis edilecek, seminerler yapılacak, paneller yapılacak, kitaplar basılacak. Tabii ki bunların belli bir masrafı olacak ama diğer bütün kurumlarda olduğu gibi, önemli olan, bütçenin tahsisi değil, bütçenin harcanırkenki denetlenebilirliği. Denetlenmeyen, milletin ödemiş olduğu vergilerden oluşan bütçenin tahsis edildikten sonra denetimsiz harcamalarla birilerinin çocuklarına, eşlerine, yakınlarına bir haksız kazanca dönüşmesi kısaca "yolsuzluk" olarak tanımlanır.
Bence Türkiye'deki bütün kurumların yolsuzluk konusunda güçlü bir denetimden geçmesi lazım. Hele ki adaleti tesis edecek kurumların yolsuzluktan arındırılması lazım. Ben bir örnek vermek istiyorum: Van Adliyesinin inşaatı süresince müteahhitler intihar etti. Birileri belli haksız kazançlardan dolayı bunalımlar geçirdi. Hatta kavgalar oldu. Bu kavgalara savcıların, başsavcıların, Adalet Bakanlığı çalışanlarının ortak olduğu gerçeğini sadece ben değil bütün Van biliyor. Ama bununla ilgili çok defa dile getirdiğimiz hâlde hiçbir şekilde bir soruşturma yapılmadı. Yani hâkim olmak, savcı olmak ya da hukukçu olmak birilerinin suç işleme özgürlüğünü doğuran bir şey değildir. İnsanların bütünlüklü olarak ödemiş olduğu vergilerin bütçeye dönüşmesi ve o bütçenin harcanması noktasında herkesin kamuya karşı, bütün herkese karşı sorumluluğu vardır, sadece iktidara karşı değil çocuk, genç, yaşlı herkese, bütün partililere karşı. Ama eğer bir hukuk kimliğini kullanan bir kişi kendini iktidara karşı sorumlu hisseder, "Nasıl olsa ben iktidar tarafından korunurum, kayrılırım." şeklinde düşünür suç işleme özgürlüğüne yönelirse, o zaman adalet tesis edilmez. Adalet nedir? Hak nedir, bunun bilinci nasıl içselleştirilir, nasıl hakkaniyetli davranılır, tutum nasıl olur, hukuk bağımsızlığı, adalet kurumlarının bağımsızlığı ya da tarafsızlığı nedir? Bağımsız olamadıklarını herkes biliyor çünkü atamalarında bir bağımlılık vardır. Yani hâkimlerin, savcıların bir günde Adalet Bakanı yerini değiştirebiliyor. Bu, bir kere bağımlılığın temel göstergesidir. Bu, sadece şu an Sayın Bakanla ilgili bir durum değil, işleyişin sistematik yapısıyla ilgili bir sorundur. "Hukuk sisteminin tarafsızlığı nasıl inşa edilir, bağımsızlığı nasıl inşa edilir?" diye bu Meclisin çok güçlü bir tartışma yaşaması lazım çünkü bir devletin bir toplumu, demokratik bir yaşamı, insanlık onuruna yaraşır bir yaşamı tesis edebilmek için gereken ilk en önemli şey hukuktur. Hukuk da sadece yasalar demek değildir, adalettir, haktır, hak paylaşımıdır, hakkın tecellisidir. Bu konuda, elbette ki bireylerin işlemiş olduğu suçlar hukuk kapsamında cezalandırılır. Ama suç nedir? Ceza nedir? Basın açıklaması yapmak suç, sokağa çıkmak suç. E, zaten sokak yaşamın kendisidir. Maaşına zam isteyen memur, iş güvenliği isteyen işçi nasıl konuşacak? Haktır, hukuktur... Gösteri yürüyüşü yapmak, toplantı yapmak, miting yapmak, bunların hepsi hukuk temelinde yanıtlanmış şeylerdir. Ama "Gösteri yaparsan akan kandan sorumlu olursun." demek bir hukuk bilincinden yoksunluktur, despotluktur. Tabii ki maaş zammı isteyen memur sokakta, alanda, toplantılarda hakkını arayacak, miting yapacak, yürüyüş yapacak, slogan atacak. İşçi...
ADNAN KESKİN (Denizli) - Bu tarafa söyleme o tarafa söyle.
ÖZDAL ÜÇER (Devamla) - Onlar nasılsa anlamıyor.
ADİL ZOZANİ (Hakkâri) -Kimse yok zaten orada.
ÖZDAL ÜÇER (Devamla) - Boş koltukların neyine söyleyeyim? Burada, bu tarafa, konuşalım diye söylüyorum. Allah aşkına, bakar mısınız, Sayın Bakanım, siz de bakar mısınız şuradaki koltuklar boş.
Şimdi, e, tabii, adalet nedir? Adalet, Cumhurbaşkanının 1.250 odalı sarayda oturup da insanların evsiz olması demek değildir. Adalet, ayakkabı kutuları milyarlarla dolu olan bakan çocuklarının yanında halkın çocuklarının ayakkabısız dolaşması demek değildir. Adalet, gözaltına alınma sebebi ne olursa olsun, insanlara işkence edilmesi demek değildir. Adalet, insanlar "Kürt'tür", "Çerkez'dir", "Laz'dır", "Ermeni'dir" diye katledilmesi demek değildir. Adalet, insanların dillerinin yasaklanması değildir. Adalet, insanların çocuklarının katledilmesi demek değildir. Adalet, birilerinin istediği şeyi yapabilmesi, birilerinin hiçbir şey yapamaması demek değildir. Adalet, vatandaşa suç işleme özgürlüğü bile sağlar ama devlete suç işleme özgürlüğü sağlamaz. Hukuk budur. Ben hukukçu değilim ama bir hakçıyım. Hukukun ne olduğunu da gayet iyi biliyorum çünkü her Kürdistanlı gibi, Türkiye'de yaşayan her halk çocuğu gibi benim de hakkımın ne olduğu konusunda günlerce kafa yorduğum zamanlar oldu. Adalet, üniversite öğrencilerini "Sokağa çıktı." diye onları gaz bombasıyla öldürmek demek değildir. Adalet, "Gezi'de eylem yaptı." diye gençleri katletmek demek değildir. Adalet varsa, adalet hukuk temelinde olacaksa, insanlar mahkeme huzuruna çıkarılır, güvenlik güçleri görev, yetki, sorumlulukları dâhilinde, insanlık onurunu zedelemeden, mahkeme sistemini işletecek şekilde... E peki, sokağa çıkanın cezasını polis verecek, evlere baskın düzenleyecek, kar maskeli insanlar Yüzüncü Yıl Üniversitesinde okuyup da "Barış istiyoruz, özgürlük istiyoruz, ana dilde eğitim hakkı istiyoruz." diyen öğrencilerin evlerine baskın yapacak, yüzlerce vatandaşımız polis kurşunuyla katledilecek ama bir tanesi yargılanmayacak ama "Panzere taş attı." diye bir çocuk on üç yıl ceza yiyecek, on bir yıl ceza yiyecek, dört yıl ceza yiyecek. Yani, bunları dile getirmek eğer bu şekilde "tehdit" diye algılanıyorsa yanlıştır. Şiddet şiddeti doğurur.
AHMET YENİ (Samsun) - Şehirler neden yağmalandı?
ÖZDAL ÜÇER (Devamla) - Görünmüyorsun, görünseydin belki sesin de duyulurdu.
AHMET YENİ (Samsun) - Şehirleri yakacaksınız, dükkânları yakacaksınız, insanları öldüreceksiniz; adalet, öyle mi?
ÖZDAL ÜÇER (Devamla) - Senin yüreğin yanıyor herhâlde. Su ister misin?
Şehirleri yakan, senin talimat verdiğin valilerinin yönlendirdiği panzerlerdi. Van'da bunu çok iyi gördün, değil mi? O panzerin araçları nasıl dükkânlara doğru ittiğini, dükkânların camlarını nasıl kırdığını gördün, değil mi? Peki, o vali hakkında iktidar partisinin milletvekili olarak bir soruşturma başlattın mı? Bizim yapmış olduğumuz, halkın yapmış olduğu, herhangi bir partinin, herhangi bir sendikanın yapmış olduğu sivil itaatsizlik eylemlerinin hiçbirinde olaylar çıkmamıştır. Bunun istatistiklerini -varsa yüreğiniz, beraber araştırma komisyonu oluşturalım- olaylar ne zaman başlamıştır, bunları araştıralım. Polisin müdahale etmediği, gaz bombası kullanmadığı, plastik mermi kullanmadığı, kurşun kullanmadığı, gençleri öldürmediği, evlere baskın yapmadığı hiçbir toplumsal muhalefet gösterisinde olay çıkmamıştır. Bunun milyonlarca tanığı vardır ama sen polise "vur" emrini verirsen, vuran polisi yargı önüne çıkarmazsan, peki, sormazlar mı: Şerzan Kurt'u öldüren polis herkes tarafından biliniyordu; neden yargılanmadı, ceza almadı? Gezi olaylarında herkesin gözü önünde silahını çekip adamı vuran polis neden yargılanmadı, cezaevine gitmedi? Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle olmaz.
Hukuk, herkes için geçerli olması gereken adaleti tesis etmekle sorumludur ama yok, birileri vurur, hiçbir şey olmaz; birileri çalar, hiçbir şey olmaz; birileri soyar, hiçbir şey olmaz ama baklava çalan çocuk on iki yıl ceza alır, gemiler satın alıp da kaçakçılık yapan Cumhurbaşkanının oğlu cezadan muaftır. Böyle bir yasa var mı? Böyle bir hukuk var mı? Böyle bir hukuk var mı? Halkın parasını çalan siyasilerin hiçbir ceza almadığı bir ülkede baklava çalan çocuklar veyahut da "tencere tava çalan" kadınlar, gençler, emekçiler bu konuda suçlu olacaklar. Yok öyle yağma! Yok öyle adalet! Dünyanın hiçbir halkına anlatamazsınız bunu. O panzerlerin hesabını vermek zorundasınız. O panzerler de bu halkın ödediği vergilerle alınıyor, o kurduğunuz kalekollar da.
Ee, tabii, bir genç olarak empati kurun, bir çocuk olarak empati kurun; o polisin yakasından tutup da çektiği 10 yaşındaki çocuğun manzarasından utanmaz mı insan?
MEVLÜT AKGÜN (Karaman) - O 40 kişiyi kim öldürdü?
ÖZDAL ÜÇER (Devamla) - 40 kişiyi bizzat devletin polisi öldürdü, bizzat devletin askeri öldürdü.
MEVLÜT AKGÜN (Karaman) - Bırak be!
ÖZDAL ÜÇER (Devamla) - Bununla ilgili bir yargı sistemi oluşturdun mu?
MEVLÜT AKGÜN (Karaman) - İnsanlarla alay etme!
ÖZDAL ÜÇER (Devamla) - Konuşma! Konuşma!
MEVLÜT AKGÜN (Karaman) - İnsanlarla alay etme!
ÖZDAL ÜÇER (Devamla) - Konuşacaksan söz hakkı al, gel. 40 kişiyi kimin öldürdüğünü herkes biliyor
MEVLÜT AKGÜN (Karaman) - Allah, Allah!
ÖZDAL ÜÇER (Devamla) - Şimdi, adaletten bahsediliyor. Bir ülkede eğer emekçiler emeğinin hakkını istiyor diye gazlanır, coplanır, öldürülür, işkence edilirse, eğer çocuklar panzerler tarafından ezilir, yok edilirse insanların buna karşı doğal tepkileri olur.
Şiddet, tepkiselliği doğurur. Bunun için biz bunları dile getiriyoruz. Sizin anlamak istemediğiniz ya da anlayamadığınız veyahut da anlamaktan uzak durduğunuz şey budur. Şiddeti adalet bitirir. Halk tabii ki eylem yapacaktır, halk tabii ki demokratik hakkını kullanacaktır ama devletin şiddet kullanma hakkı bu şekilde yoktur kendi vatandaşına karşı. Hedef gözeterek kendi vatandaşını öldüren kaç devlet vardır, sayar mısınız? Bakın, Kobani'yle ilgili bir adaletten bahsetmek istiyorum, Suriye'yle ilgili. "2 milyon misafirimiz." var deniyor, misafirlik diye bir hukuk sistemi yoktur; ya Göç İdaresi tarafından bunların barınmasını, beslenme koşullarını sağlar, bunların uygun yerlere iltica etmelerini sağlarsınız veyahut da siz mültecilik, iltica yasasını Cenevre Sözleşmesi gereği kabul edersiniz ve onlara gereken hakları verirsiniz ama onları biz misafir ediyoruz diye açlık, sefalete boğmak zorunda değilsiniz.
3.500'ü aşkın kişi sadece Türkiye'den kaçıp Avrupa'ya gitmek isterken insan tüccarlarının kurbanı olmuş, buradaki adaletsizliğin kurbanı olmuş, denizde boğulmuş, Akdeniz'de boğulmuş, Ege'de boğulmuş, Türkiye'nin kıyılarında boğulmuş ve Türkiye'de insanlar o denizlerden çıkan balıkları yiyorlar, o balıklar da... Bunu söylemeye dilim varmıyor. İşte, adalet bir ülkede insanların katledilmesi demek değildir; adalet haktır, hukuktur, bunun eğitimi verilecekse Adalet Akademisi de akademidir.
Teşekkürler. (HDP sıralarından alkışlar)