GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı İle 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
Yasama Yılı:5
Birleşim:35
Tarih:20.12.2014

HDP GRUBU ADINA NAZMİ GÜR (Van) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı'nın 11'inci maddesi üzerine grubum adına söz aldım. Hepinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

2015 bütçesi aslında bir güvenlik bütçesidir, bir savaş bütçesidir. Böyle kestirmeden girmemin, en son söylemem gereken sözü en başta söylememin elbette ki gerekçeleri var. Çünkü, bütçe, aynı zamanda bir ülkenin bütün yurttaşları için bir haktır. Bu hakkın kullanılmasını ve bütün sınıf ve toplumların, bütün katmanların bu bütçe hakkı yerine getirilirken, bütçe hazırlanırken katılımını esas alan ülkeler demokratik ülkelerdir. Sadece bir partinin hazırladığı ve kendi ihtiyaçlarına binaen inşa ettiği bir bütçe ise militarist bir bütçedir, güvenlik anlayışıyla hazırlanan bir bütçedir ve demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir bütçe niteliğindedir. İşte 2015 bütçesi tam da böyle bir bütçedir. Toplumun bütün ezilen sınıflarının, katmanlarının hiçbirinin ihtiyaçlarını, taleplerini gözeterek hazırlanan bir bütçe değildir bu bütçe ve emeklisinden öğretmenine kadar, öğretmeninden işçisine kadar, işçisinden memuruna kadar toplumun her kesimi, yoksulları bu bütçe hakkından mahrum bırakılmaktadır.

Üstelik bu bütçenin de -biliyorsunuz- denetiminin mümkün olmadığını, son yıllarda özellikle Sayıştay raporlarının burada bulunmaması ve Sayıştay raporlarının bu Mecliste okunmaması da bu denetimin artık kaldırıldığını gösteriyor.

Bu bize şunu gösteriyor, bir tek şeyi gösteriyor: Artık, AKP rejimi -bunun altını çizerek söylüyorum- bundan sonraki ömrünü uzatabilmek için, kurumsallaşabilmek için kendi ihtiyaçlarını gözeterek bir bütçe hazırlıyor. İşte bu bütçenin en temel konularından biri militarist yapılara aktarılan, ayrılan bütçedir. Militarist kurumlara aktarılan ayrılan bütçe ile toplumun temel ihtiyaçlarını karşılayan kurumların bütçelerini karşılaştırdığımızda bunların devede kulak kaldığını söyleyebiliriz.

Elbette ki şöyle bir gerekçe ileri sürebilirsiniz: "İşte, kuzeyimizde bir Ukrayna sorunu var, savaş tehlikesi var. Orta Doğu yanıyor zaten, ateşin içindeyiz. Türkiye, elbette ki kendini koruyacak önlemleri almak zorunda. Bu nedenle, biz, militarist kurumların bütçelerini sıkı tuttuk, geniş tuttuk, daha fazla para ayırdık." diyebilirsiniz ama kuşkusuz bu, yine de bu bütçenin tipik bir AKP bütçesi olduğunun ve esasında AKP iktidarının ömrünü uzatma konusunda giderek otoriterleşen bir bütçe yapısıyla bunu desteklediğinin göstergesidir. Nasıl olduğunu küçük birkaç örnekle size göstermek istiyorum değerli arkadaşlar.

Biliyorsunuz, geçenlerde bir iç güvenlik paketi geçti bu Meclisten ve polise, öldürme yetkisi dâhil olmak üzere, "makul şüphe" adı altında sokakta kaşını, gözünü beğenmediği, saçının rengini, tipini beğenmediği herkesi gözaltına alma yetkisini veren bir yasa geçti. Oysa bu Parlamentoda demokratikleşmenin, oysa bu Parlamentoda hak ve özgürlükler alanının genişletilmesi paketlerinin geçmesi gerekiyordu ama tam tersi, farklı alanlarda demokratikleşmeyi sağlayacağımıza, giderek otoriterleşen bir Hükûmet anlayışı, yönetim anlayışı ve giderek otoriterleşen bir devlet ve bu devletin yurttaş karşısına demir yumrukla çıktığı bir görüntü.

Değerli arkadaşlar, birkaç örnek vermekte fayda var: Geçen gün -17 Aralıkta- Diyarbakır'da 16 yaşındaki Kadir Çakmak isimli bir çocuk, polisin açtığı ateşle kafasından 2 kurşun ve vücudunun diğer yerinde 1 kurşun olmak üzere delik deşik edildi ve yaşamını yitirdi bu çocuğumuz. Ve bu, işte bu güvenlik paketinin ilk uygulamalarından birisidir.

Yine, bugün Ankara'da, belki de bin metre ötemizde, Tandoğan Meydanı'nda EĞİTİM-İŞ Sendikasının organize ettiği bir gösteriyi polis gazla, TOMA'yla dağıttı ve yaklaşık olarak 100'ün üzerinde eğitim emekçisi gözaltına alındı. İşte bu da makul şüphe; biliyorsunuz "Kim hakları ve özgürlükleri için sokağa çıkıyorsa, kim sesini yükseltiyorsa, hangi muhalif iktidarın ezici gücüne karşı sesini çıkartıp yükseltebiliyorsa gözaltına alınır." mesajıydı bu. Ve bugün de işte 100 emekçi gözaltında.

Değerli arkadaşlar, elbette ki bu güvenlikçi politikaların bir geçmişi var. Hatırlayın, 1999 yılında Türkiye Avrupa Birliğine aday ülke olarak ilan edildiğinde umudumuz artmıştı çünkü bu militarist yapıdan kurtulacaktık ve Türkiye'yi refaha ulaştıracaktık, Türkiye'yi demokratikleştirecektik ve Türkiye'yi nihayetinde Avrupa Birliği tam üyesi yapmak üzere yola çıkacaktık. Önceki hükûmetlerin başlattığı kimi reformları AKP Hükûmeti de yürütmeye başladı ve bu reformlar, 11 Eylül Amerika'daki İkiz Kule saldırılarıyla birlikte, neredeyse bütün dünyada olduğu gibi, durdu ve giderek geriye gidişler söz konusu oldu. Bu geriye gidişler elbette sürüyor, şu anda da sürüyor. AKP Hükûmeti -bu geriye gidişleri- daha önce kaşıkla verdiğini kepçeyle alarak, bütün hak ve özgürlükler alanını da daraltarak demokrasiyi âdeta bu ülkede katletmeye başladı.

Değerli arkadaşlar, bu iç güvenlik paketinin kişi hak ve özgürlüklerini tamamen yok eden, kişi güvenliğini ortadan kaldıran bir yaklaşımla hazırlandığını... Elbette ki geçmişte yaşanan toplumsal olaylarda polisin nasıl acımasızca gösterilerde ateş ettiğine, gaza boğduğuna, TOMA'larla ezdiğine hepimiz tanıklık etmekteyiz. İşte bu iç güvenlik paketi değerli arkadaşlar, polisin kitlesel gösterilerde kullandığı kimyasal gaz kullanma hakkını sınırsız hâle getirdi. Bu hakla birlikte bugün Ankara'da bir örneğini yaşadık, eğitim emekçileri hedef alındı. Yine, polise öldürme yetkisi verildiğini söyledik. Polise doğrudan gözaltına alma yetkisini veren bu güvenlikçi yaklaşımın örneğini dün gece benim yaşadığım mahallede, Van'da Hacıbekir Mahallesi'nde gördük. Polisin evlerin kapılarını kırarak onlarca insanı gözaltına aldığını söylersem herhâlde bu demokratik yaklaşımı, AKP'nin ne kadar demokratik bir yaklaşım içinde olduğunu görebiliriz. Son yirmi dört saat içinde değerli arkadaşlar, yüzlerce insanın Türkiye'de gözaltına alındığını, "makul şüpheli" sıfatıyla şu anda sorgulandığını söyleyebiliriz. Bütün bunlar işte bu güvenlikçi anlayışın bir ürünüdür.

Yine, bu ülke komik başka bir şey daha yaptı. Hasip Kaplan burada belki o sapanı göstermekle çok güzel bir fotoğraf verdi, kendisi de burada. Çocuk oyuncaklarını silah olarak göstermeye başladık. Herhâlde oyuncakları silah olarak gösteren dünyadaki tek ülke biziz.

Yine, değerli arkadaşlar, toplumsal gösterilerde yaşanan zararlar vatandaşa yüklendi. Bu da devletin kusursuz sorumluluğunun halka ve yurttaşlara devredildiğinin, bir yük olarak aktarıldığının en büyük göstergesidir.

Ama en önemli konulardan birisi değerli arkadaşlar, düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda yaşanan katliamdı. Bu güvenlikçi yaklaşım, Türkiye'de ne yazık ki düşünce ve örgütlenme özgürlüğünü, fikir özgürlüğünü neredeyse tümden ortadan kaldırdı. Sadece son dönemlerde bir cemaate yönelik operasyonlarla değil, öncesi ve bundan sonrası da öyle gösteriyor ki hem basın özgürlüğünü yok eden hem düşünce ve fikir özgürlüğünü yok eden hem toplanma ve örgütlenme özgürlüğünü -bu dört temel hakkı- yok eden ve esasında demokratik bir ülkenin en önemli göstergelerinden biri olan bu hakları daraltan, yok eden dünyada başkaca bir ülke yoktur. Yine, bu, güvenlikçi anlayışla, zihniyetle yapılan bir girişim.

Değerli arkadaşlar, tabii, bu güvenlikçi anlayış bu kadar burada durmuyor, sadece sivil alana dönük olarak devam etmiyor. Yerel yönetimler üzerindeki baskılar, yerel yönetimler üzerindeki merkezî vesayet, merkezî Hükûmetin valiler üzerinde, yerel yönetimler üzerinde kurduğu baskıcı zihniyet burada da kendisini gösteriyor. Örneğin, valiler bu konuda neredeyse gözaltına alma emrini verecek duruma geldiler.

Değerli arkadaşlar, tabii ki bütün bunların dış yansımaları da var. Türkiye'nin içte yaşadığı bütün bu sıkıntılar elbette dışarıda da, dış politikada da özellikle Sayın Cumhurbaşkanının aktif bir şekilde katıldığı dış politika söylemi ve ona devam eden Sayın Başbakan ve nihayetinde de diğer ilgili kurumlar, dış politikada Türkiye'nin sıkıntısını ortaya çıkarıyor. Son iki devlet ziyaretini söylersem herhâlde Türkiye'nin yönünün nere olduğunu, herkes, bütün halkımız da görür. Sayın Putin buraya gelmişti. Herhâlde bundan sonra Avrupa Birliği sürecini ve Avrupa Birliğine tam üyelik perspektifini yitiren bir Türkiye, Şanghay İşbirliği Örgütüne üyeliğini bir kez daha dillendirmiştir. İşte bugünlerde Katar Emiri Türkiye'de. Bir hat çizin Rusya'dan Katar'a, böylece Türkiye'nin dış dünyadaki yerini de tespit etmiş olursunuz. Bu, son derece tehlikeli bir eksen kaymasıdır değerli arkadaşlar. Sadece dış politikada değil, iç politikada da ciddi bir eksen kaymasıdır.

Avrupa Birliği sürecini biz rafa kaldırırsak, Avrupa Birliği sürecinde tökezlemelere, engellemelere rağmen biz demokratikleşmezsek, halkımızın gerçekten özlem duyduğu demokratik yaşamı hayata geçirmezsek, reformları hayata geçirmezsek Türkiye'nin yeri şimdi bulunduğundan daha geri bir yer olacaktır. Bunun da AKP siyasetleriyle ilişkisi olduğunu herhâlde söylemekte fayda var çünkü on iki yıldır bu ülkeyi yöneten sizlersiniz.

Bu totaliter yaklaşım, bu otoriter yaklaşım Türkiye'yi hiçbir yere götürmez, emin olun hiçbir yere götürmez. Avrupa Birliğinden uzaklaştırdığı gibi Şanghay İşbirliği Örgütüne de üye yapmaz bizi. Olsa olsa biz, Orta Doğu'da ortalama bir ülke oluruz, Türkiye'nin bölgesel rolü giderek erozyona uğrar ve bu konuda Türkiye'nin yapacakları varken, örneğin bütün Orta Doğu'daki Kürtlere kucak açacakken onları tehdit gören bir yaklaşımla yaklaşırsa Türkiye'nin gideceği yer, değerli arkadaşlar, üçüncü sınıf bir Orta Doğu ülkesi olmaktır. Oysa biz, bu ülkenin demokratikleşerek, bu ülkenin özellikle kendi iç sorunlarını çözerek ve "süreç" adı altında Kürtlerle barışını gerçekleştirirse, çevresindeki Kürtlere, diğer halklara doğrudan el uzatırsa, demokratik ilişkiler kurarsa bunun, Türkiye'yi kendi bölgesinde lider ülke yapabileceğini ve kendi ülkesinde gerçekten önemli demokratik bir rol oynayabileceğini öteden beri savunuyoruz. Yoksa bu güvenlikçi yaklaşımlarla, bu otoriter yaklaşımlarla Türkiye'nin Orta Doğu'da lider ülke olma ve kendi bölgesinde güç olma iddiası da havada kalır, temelsiz kalır.

Değerli arkadaşlar, özellikle bölgede IŞİD'in yarattığı tehdit karşısında Türkiye'nin tavırsız kalması, özellikle IŞİD konusunda tavırsız kalması ve bir türlü IŞİD'e doğrudan terörist örgüt muamelesi yapmaması -her ne kadar söylüyorlarsa da ilgililer, yetkililer- Türkiye'yi, uluslararası alanda çok ciddi biçimde zor durumda bırakmıştır, hem müttefikleri arasında hem üyesi olduğu Avrupa Konseyi, NATO gibi uluslararası örgütlerde ve hem de üyesi olmayı düşündüğü Avrupa Birliğinde ciddi bir dış politika krizine sokmuştur. Öyle ki Washington'daki önemli "think tank"ler Avrupa Birliğine çağrıda bulunarak Türkiye'nin bu yönüyle Avrupa Birliğine üye olamayacağını ve nihayet Türkiye'nin Avrupa Birliği üyelik sürecinin askıya alınmasını bile önerir duruma gelmişlerdir. Bunu gerçekten Türkiye açısından büyük bir talihsizlik olarak görmekte fayda var. Çünkü, bu Hükûmet demokratik bir ülke istemiyor, arzulamıyor herhâlde, kendi otoriter rejimini kurumsallaştırmak, yerleştirmek çabasında.

İşte burada tartıştığımız 2015 bütçesi de Hükûmete bu olanağı sağlayacak 2015 yılında. Giderek otoriterizmini yaygınlaştıracak, kurumsallaştıracak; halkı ezecek, yoksulları görmezlikten gelecek; toplumsal sınıfları, katmanları görmezlikten gelecek; kendi militer yaklaşımını, otoriter yaklaşımını ise yerleştirmeye devam edecek. Bu yaklaşımla böyle bir bütçenin Türkiye'ye faydası olmayacak. Biz elbette ki grup olarak buna "Hayır." diyeceğiz.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)