GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2015 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı İle 2013 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
Yasama Yılı:5
Birleşim:36
Tarih:21.12.2014

HDP GRUBU ADINA NAZMİ GÜR (Van) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.

Biraz önce, Sayın Bakan Avrupa'nın krizinden, Rusya'nın krizinden söz etti. Umarım, özellikle, Rusya'nın krizi bizi gelecekte fazla etkilemez, çünkü daha dün Rusya'yla bir enerji antlaşması, gaz antlaşması imzaladık ve bir kez daha sıkı sıkıya, özellikle enerji konusunda, tek taraflı bir biçimde Rusya'ya bağımlılığımızı artıran bir antlaşmayı daha imzalamış olduk. Bunu niye söyledik, niye gündeme getirdik değerli arkadaşlar? Çünkü aynı zamanda, Türkiye'nin enerji darboğazını ve enerji ihtiyacını karşılayabilmesi için birtakım arayışları var; nükleerden termik santrallere kadar bir yelpazede şiddetli bir şekilde bu ihtiyacını karşılayabilmek için çevreyi, insanı, doğayı dışlayan bir yöntemle, deyim yerindeyse vahşi kapitalizmin kurallarını devreye sokarak enerji ihtiyacını gidermeye çalışıyor.

Kuşkusuz, enerjinin kalkınma konusunda ne kadar önemli olduğunu biliyoruz, bunun farkındayız ama enerjiyi de çocuklarımızın geleceği olan ülkemizi ve bu geleceği tehdit edecek teknolojilerle donatarak değil, başka seçeneklerle daha temiz enerji kaynaklarını sokarak, en azından, bu politikalara yönelen bir politikayla yürümesi gerektiğini söyleyerek yapabiliriz.

Değerli arkadaşlar, Türkiye, 2 enerji santrali, 2 nükleer enerji santrali yapma planı yapıyor: Bir tanesi Mersin Akkuyu'da, diğeri de Sinop'ta. Fakat yapmaya çalıştığı bu enerji santrallerini, bu nükleer enerji santrallerini 2 farklı ülkenin teknolojilerini kullanarak yapacak: Bir tanesini Ruslar yapacaklar, onu çok iyi biliyoruz, şimdi hazırlıkları, ihaleleri filan tamamlandı. Diğerini de, Sinop'takini ise biliyorsunuz, değişik ülkelerden, Batılı ülkelerden oluşan bir konsorsiyum, yani Japon ve Fransız konsorsiyumu gerçekleştirecek. 2 farklı nükleer enerji anlayışı, yaklaşımı; 2 farklı teknoloji ve dünyada aslında terk edilen bu teknolojileri biz yeniden ülkemize getireceğiz ve buralardan enerji elde etmeye çalışacağız.

Nükleer enerji santralleri değerli arkadaşlar, hem teknolojileri itibarıyla hem de ortaya çıkacak atıklar konusunda son derece tehlikeli ve son derece riskler de içeren bir teknoloji. Ülkemizin büyük bir kısmının deprem bölgelerinde olduğunu söylersek, fay hatları üzerinde olduğunu söylersek, gelecekte bu teknolojilerin ülkemiz için yaratacağı riskleri şimdiden görmekte, söylemekte fayda var.

Değerli arkadaşlar, bu çevreye yayılan zararlı radyasyonun en önemli kaynağı olan nükleer santral kazaları ve radyoaktif atıkların yönetimi kuşkusuz bu teknolojileri kullanırken, enerji elde ederken kullandığımız bu teknolojilerin bilinmezliklerinin altını da çizmekte fayda var. Çünkü bu tehlikeleri görmek ve bu tehlikelere önlem almak için Türkiye'nin hâlihazırda sahip olduğu hukuk düzeni, hukuk sistemi bu tür kazalar konusunda en azından hukuki zemin açısından bir müdahaleyi öngören bir durumda değil. Yani bu konuda hukuki bir körlük yaşadığımızı söyleyebilirim değerli arkadaşlar. Çünkü örneğin, nükleer suç ve cezalarla ilgili konular bizim Ceza Kanunu'muzda yer almıyor bildiğiniz gibi. Bu konuda da Hükûmetin özellikle bir çalışması, bir çabası söz konusu değil.

Yine, değerli arkadaşlar, çevreyi ve sağlığı etkileyen nükleer santral gibi önemli yatırım kararlarında danışma ve karar verme süreçlerinde halkı katmadı bu süreçlere. Özellikle hem Mersin Akkuyu ve hem de Sinop'ta yaşayan bölge halklarının ve çevreci örgütlerin hiçbirinin ama hiçbirinin düşüncelerini, onların demokratik eylemlerini, onların demokratik olarak örgütlediği halkın taleplerini dikkate alan bir yaklaşım sergilemedi. "Öyle ya, enerjiye ihtiyacımız var, nasıl elde edersek edelim bu enerjiyi muhakkak getirelim." Çünkü, Hükûmetin, özellikle Enerji Bakanlığının nükleer santral kurma histerisi var. Eğer İran, barışçıl amaçlarla da olsa... Ki, biliyorsunuz, İran'ın bu konuda Batı'yla sürdürdüğü bir nükleer müzakeresi var. "Bizim de en azından olması gerekiyor. Sonrası Allah kerim, belki kendi atom bombamızı da yaparız." gibi bir arka plan düşüncesi, kuşkusuz, Türkiye'nin içinde bulunduğu bölgede yeni politik sorunlar da yaratabilir.

Yine, değerli arkadaşlar, nükleer enerji yalnızca sanayi sektörünü değil, tarım, orman, turizm, sağlık gibi bütün diğer sektörleri de olumsuz etkileyen bir teknolojidir. Hem Mersin hem de Sinop, biliyorsunuz, biri kuzeyde biri güneyde çok güzel iki ilimiz, çevreleriyle, ormanlarıyla korunması gereken ve bizim gelecekte çocuklarımıza miras bırakmamız gereken illerimiz. Buralarda nükleer santral kurarak bu sektörleri de böylece buralarda tüketmiş olacağız, bitirmiş olacağız.

Yine, değerli arkadaşlar, küresel ısınmanın çözümü diye nükleer santral yapımı, yağmurdan kaçarken bataklığa saplanmak gibi bir durumdur ki özellikle iklim değişiklikleri konusunda Türkiye'nin son derece yavaş refleksleri var. Hükûmet ve ilgili kurumlar bu konuda çok ciddi önlemler almıyor. Gelecekte çölleşme başta olmak üzere, kuraklık ve sahip olduğumuz su kaynaklarının tüketimi ve yönetimi konusunda da Hükûmetin en azından bir yaklaşımı söz konusu değil. İşte bu nükleer enerji bütün bu kaynaklarımızı da gelecekte tehdit eden, belki de yok oluşa sürükleyecek olan enerjidir. Nükleer enerji santralleri bizim bu konudaki kaygılarımızı artırmaktadır.

Değerli arkadaşlar, bu konuda hazırlanan ÇED raporları kuşkusuz üzerinde durmamız gereken konulardan biridir. Çok keyfî bir şekilde ÇED raporları hazırlanıyor, bilimsellikten uzak ÇED raporları hazırlanıyor ve bu ÇED raporlarının büyük kısmını da özel kurumlar hazırlıyor, kimi üniversiteler hazırlıyor. Bunların da tümüyle Hükûmetin politikaları doğrultusunda ve isteği doğrultusunda hazırlandığını söylemekte fayda var. Çünkü, hem çevreci kuruluşların hem de o bölgede yaşayan halkların hazırlanan bu ÇED raporlarının içeriklerine ciddi itirazları var ve kimisi de biliyorsunuz yargıdadır.

Değerli arkadaşlar, nükleer santraller hiçbir ülkede sigorta edilemiyor içinde taşıdığı büyük riskler nedeniyle. Örneğin, Çernobil felaketinin yarattığı etkilerin günümüzde de sürdüğünü düşünürsek bu konuda bir güvencenin olmadığını söyleyebilirim. Bunu ancak ülke bir doğal afet ya da felaket olarak ilan edilebilir ama geri dönülmez bir biçimde bu ülke sahip olduklarının çok büyük bir kısmını da yitirmekle yüz yüze kalacak.

Yine, değerli arkadaşlar, bu kararlarımız yani Türkiye'nin aldığı bu nükleer enerjiden faydalanma ve santral kurma kararları kesinlikle bilimsellikten uzaktır, tümüyle siyasi saiklerle alınmış bir karardır ve tümüyle nükleer enerji konusunda, nükleer teknolojiye sahip olma isteğiyle ilgilidir. Bu konuda da bizim eleştirilerimiz, çevreci örgütlerin eleştirileri söz konusu. Birkaç küçük rakam size verirsek nükleer enerjiden niye uzak durduğumuzu sizler de anlamış olursunuz.

Fukuşima Nükleer Santrali kazasından sonra, Japonya'da kurulu olan 54 nükleer santralin, değerli arkadaşlar, 52'si kapatıldı ve Japonya farklı enerji kaynaklarını tüketme konusunda; farklı, alternatif enerji kaynakları yaratma konusunda hızla politika değiştirdi ve Fukuşima'dan sonra bu konuda ciddi adımlar attı. Japonya'nın da dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri olduğunu düşünürsek, sanayisinin şiddetli bir biçimde enerjiye ihtiyaç duyduğunu düşünürsek nükleer santralleri kapatma konusundaki yaklaşımını görebiliriz. Hakeza İsviçre, Belçika, Almanya gibi birçok Avrupa Birliği ülkesi de nükleer enerjiden vazgeçti, alternatif enerji kaynaklarını devreye soktular, bu konudaki politikalarını gözden geçirdiler ve nihayetinde de daha temiz enerji, çevreye daha faydalı enerjileri hayata geçirme konusunda bir politika geliştirdiler. İşte, bizler de... "Nükleere hayır, nükleeri öngören bütçeye hayır!" sloganıyla hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)